Washington’ın nabzını tutan Turkish Heritage Organization Başkanı ve dış politika analisti Ali Çınar’ın iki tasarı ile ilgili oylamadaki analizini sizlerle paylaşmak istiyorum.
11’e karşı 405 oyla kabul edilen sözde Ermeni soykırımı karar tasarısına 106 üyeli Türk Dostluk Grubu’ndan sadece 4 üye “Hayır” dedi.
Türk Dostluk Grubu Eşbaşkanları (2 Demokrat, 2 Cumhuriyetçi) “Evet” oyu verdi.
2 Müslüman kongre üyesi çekimser kaldı.
16’ya karşı 403 oyla geçen, Türkiye’nin Suriye operasyonunu kınayan ve yaptırım önerilerini içeren yasa tasarısına 106 üyeli Türk Dostluk Grubu’ndan sadece 3 kişi “Hayır” dedi.
Türk Dostluk Grubu Eşbaşkanlarının hepsi “Evet” oyu verdi.
2 Müslüman kongre üyesi “Hayır” dedi.
Ali Çınar
Türkiye açısından dikkat çekici olan ise Bağdadi operasyonunun YPG’yi aklama ve ona paye çıkarma çabasına dönmüş olması. Bu, Barış Pınarı harekâtı sürecindeki gelişmelere de baktığımızda Türkiye açısından kabul edilemez bir durum. Kabul edilemez olmanın yanı sıra gerçekçi de değil. Geçmiş süreçte iki terör örgütünün zaman zaman işbirliği yaptığını, birbirlerini kullandıklarını, özellikle YPG/PYD’nin çıkarına göre davrandığını biliyoruz. Son olarak YPG/PYD terör örgütünün bazı üst düzey DEAŞ’lıları petrol tankerleri ile İdlib’e kaçırdığı da ortaya çıkmış, uluslararası basın tarafından da haberleştirilmişti. Bağdadi ile bağ kurulur mu bilmem. Açık kaynaklara bakınca tarihlerin üst üste gelmesi kafa karıştırıyor, soru işaretleri yaratıyor. Sonuçta uluslararası birçok saldırının, bölgenin bu noktaya gelmesinin arkasındaki isimlerden biriydi, DEAŞ’ın elebaşıydı...
TERÖR BİR BUMERANG
Terörle mücadele “ayrımsız, amasız” tüm örgütlere karşı aynı kararlılıkla tüm ülkeler tarafından sürdürülmeli. Ancak gerçekleri, bağlantıları görmeyerek hem Bağdadi’ye yönelik operasyondan YPG/PYD’ye pay çıkaranlar ya da örgütün kendi kendine pay çıkarmasına sessiz kalanlar, hem de harekâtın başladığı andan itibaren PKK/PYG’li teröristlerin Suriye’deki elebaşı olan Şahin Cilo, Mazlum Abdi gibi kod adları ile bilinen Ferhat Abdi Şahin’i, uluslararası arenada ön plana çıkaranlar mutlaka bundan ilerleyen süreçte zarar görecektir. Batıya karşı ‘DEAŞ’ı bir aparat gibi kullanan terör örgütü ile ilgili gerçekleri bir gün mutlaka görmek zorunda kalacaklardır. Terörün en belirgin özelliklerinden biri bumerang oluşudur. Bunu en çok bir terör örgütünün elebaşına karşı operasyonun ardından bir başka terör örgütüne teşekkür edenlerin bilmesi gerekir.
KANDİL’E YÖNELİK OPERASYONLAR
Türkiye “terör himayecisi” davranışlara bir süredir sahada karşılık vermeyi tercih ediyor. ABD ve Rusya ile yaptığı anlaşmalarda masada, “koşullara uyulmaz ise harekâtların devam edeceği” şartını koymuştur. Diğer yandan içeride ve dışarıda bu mücadelesini de sürdürmektedir. Ankara’da Ferhat Abdi Şahin’in Kobani’de yoğun güvenlik önlemleri ile korunduğu bilgisi var. Kendisinin Kandil ile arasının da açık olduğu belirtiliyor. Diğer yandan Ankara’nın Kandil’e yönelik hedefi, özellikle nokta operasyonlarla terör örgütünün sözde tepe yönetimine ilişkin operasyonları da sürüyor ve sürecek. Kaynaklar, özellikle son dönemdeki nokta operasyonların ardından örgütün yeni talimatlar verdiğine dikkat çektiler. Buna göre örgüt artık üç-dört kişinin bir arada dolaşmasını istemiyor. Araba yerine motosiklet, hatta çoğu zaman yaya olarak yolculuklar tercih ediliyor. Kaynaklar “Örgüt sıkıştı, operasyonlar sürecek” mesajını veriyor. Diğer yandan örgüte yönelik mücadelenin örgüte katılımın olduğu diğer ülkeler tarafından da ciddiyetle sürdürülmesi gerekiyor. Türkiye’den katılım çok azaldı. Ancak Suriye, İran ve Irak’tan katılım sürüyor.
FETÖ İLE MÜCADELEDE SON DURUM
Terör örgütlerinden ve terörle mücadeleden bahsederken, FETÖ’yü de unutmayalım. Ankara, Pensilvanya’da şeker hastalığı tedavisi sürdürülen örgütün elebaşı Gülen’in talimat ve mesajlarını yakından takip ediyor. “Bir yerine 500 kat çalışın” talimatı gerçekçi bulunmuyor. Artık FETÖ’nün böyle bir gücünün kalmadığı tespiti yapılıyor. Mücadelenin başarılı bir noktaya geldiğinin, örgütün operasyonel gücünü kaybettiğinin ve herhangi bir kurumda yeniden organize olamadığının da altı çiziliyor.
Terör koridoru da devlet hayali de bitti.
Türkiye’nin sürecin ta en başında ortaya koyduğu “güvenli bölge” önerisi hayata geçiyor.
ABD kendi tercihi ile geri plana geçerken, ön plana Rusya ve Türkiye yerleşti.
SONRASI... TÜRKİYE-ABD AÇISINDAN
ABD ile 120 kilometrelik hat ile ilgili anlaşma şu ana kadar sorunsuz uygulandı. Saha temizliği, alan hâkimiyeti, yeniden inşa gibi konularda süreç devam edecek. ABD-Türkiye ilişkileri açısından bakacak olursak:
Türkiye-ABD ilişkileri tarihinin en ciddi kırılmalarından birini yaşadı. Sorun şimdilik uzlaşma ile çözülmüş de olsa ABD, yıllar boyunca “müttefikim, stratejik ortağım” dediği Türkiye’ye karşı sahada terör örgütünü eğitti, donattı, kullandı. Türkiye-ABD ilişkileri ciddi yara almıştır. “Yeni bir olumsuz” gelişme yaşanmasa da tamiri zaman alacaktır. Yeniden gerçek anlamda “stratejik ortaklık” ise şu an için zor görünüyor. Yine de iki ülkenin ilişkilerinde “olumlu” adımlar atılması için gözler 13 Kasım’da yapılması öngörülen Trump-Erdoğan görüşmesinde olacak. Karşılıklı ekonomi ve ticari çıkarların ön plana çıkarılması hedefleniyor.
Süreç hem ABD Başkanı’nın “azil tartışmaları” hem de seçim dönemi gibi iç tartışmalar nedeniyle Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz etkileme riskini taşıyor. Trump’ın “şahinler ve Türkiye karşıtları” karşısında iyice güçsüzleşmesi durumunda farklı gelişmeler ortaya çıkarabilir. Diğer yandan, Amerikalıların terör örgütü ile angajmanının son bulmadığı da bir gerçek. Bunu hem müzakere akşamı basın toplantısı düzenleyen Başkan Yardımcısı Pence söyledi, hem de Amerikan yönetimi sahada politikaları, SDG ile yakın temasları ve açıklamaları ile net bir biçimde ortaya koyuyor. Ayrıca Trump yönetiminin Deyr el Zor ve Haseke’deki petrolün SDG ile ortak işletilmesi önerisini de Türkiye’nin Rusya ile doğrudan, Şam rejimi ile diplomatik olarak dolaylı, istihbari ve askeri açıdan sahada dolaysız değerlendirmeye almasını da unutmamak gerek.
TÜRKİYE-RUSYA AÇISINDAN
“Türkiye’nin Esad rejimi ile masaya oturmasını isteyen” ve son dönemin tartışmasız “kazananı” olarak kabul edilen Putin’in ne yapmak istediğine geçmeden önce bugüne nasıl gelindiğini hatırlayalım...
GÜÇLÜ AKTÖR RUSYA
“Amerikalılar bize başından beri, ‘Biz çekilirsek onlar (Ruslar) gelir’ diyordu”... Bu sözleri Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Amerika heyeti ile yapılan müzakerelerin ardından düzenlendiği basın toplantısında söyledi. Tam da Çavuşoğlu’nun ya da Amerikalıların söylediği gibi oldu. Ruslar geldi. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilme kararı ile ortaya çıkan alanları Şam rejimi ve arkasındaki Rusya doldurdu. 13 Ekim tarihinde Şam rejimi ile terör örgütü arasındaki uzlaşmayla Suriye ordusunun Derik’ten Menbiç’e kadar sınırı kontrol etmesi öngörülüyor. Daha sonra bu alana Kobani, Kamışlı ve Haseke de dahil edildi.
RUSYA’NIN HAZIRLIĞI
Moskova-Şam-Tahran-Ankara hattında hazırlık trafiği: Putin’in özel temsilcisi Aleksandr Lavrentyev, 16 Ekim’den itibaren Tahran, Şam, Ankara’da temaslarda bulundu. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile İran Dışişleri Bakanı Zarif telefonda görüştü. O telefon görüşmesinin ardından yapılan açıklamalarda “Şam-Ankara ve Şam-terör örgütü” diyaloğu vurgusu öne çıktı. Açıklamada, “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliği temel alınarak Ankara ve Şam’ın diyaloğunun gerekliliği, Şam ve PYD/YPG diyaloğunun önemi, Rusya ve İran’ın bu temasları kolaylaştırmaya hazır oldukları” belirtildi.
Rusya, Putin-Erdoğan zirvesi öncesinde masaya koyacağı teklif ve Türkiye’ye vereceği yanıt için bir anlamda Tahran’ın desteğini aldı.
MASAYA NASIL OTURULUYOR?
Şu ana kadar iki ülkenin politikalarını ve başta liderleri olmak üzere yetkililerinin açıklamalarını göz önünde bulundurursak Ankara, Tel Abyad-Resulayn hattı dışında kalan bölge için de 30 km’lik derinlikte güvenli bölge kurmak istiyor. Bunun için YPG/PYD terör örgütü unsurlarının o alanlardan da çekilmesini istiyor. Ankara’nın Şam ile siyasi bir diyaloğu yok. Şam ile Rusya ve İran üzerinden dolaylı mesajlaşıyor, sahada ise güvenlik ve istihbarat birimleri üzerinden doğrudan temas var.
Bu isteğini telefonda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da söyledi. Tepkisini, teröre bakışını telefonda çok açık sözlerle ortaya koyan, “Türkiye’nin terör örgütleriyle masaya oturmayacağını” söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sen El-Kaide ve DEAŞ ile masaya oturur musun?” sorusunu yönelttiği Trump’a “Bizim açımızdan böyle bir şey asla söz konusu olamaz” yanıtını verdi.
Barış Pınarı harekâtı sürerken sadece Erdoğan-Trump değil, Amerikalı-Türk yetkililer arasında çok kritik görüşmeler yapıldı. Trump’ın “arabuluculuk” teklifine, YPG’nin sözde komutanı ile telefon görüşmesi yapmasına, “rezalet” bulunan mektubuna da o görüşmelerde çeşitli seviyelerde yanıt verildi. Yanıtları Ankara’ya gelen ve müzakereyi yürüten heyetteki isimler bizzat Türk muhataplarından duydular.
BİR BAŞKAN NASIL BİR TERÖRİSTLE GÖRÜŞTÜRÜLÜR?
Trump’ın A takımından bir isimle yapılan görüşmede, “Trump-sözde SDG komutanı görüşmesine” atfen Ankaralı üst düzey yetkili, “Bir teröristi ABD Başkanı ile nasıl telefonda görüştürürsünüz, bunu nasıl yapabilirsiniz?” sorusunu yöneltti. Ankara’da sinirler zaten gergindi. Bu gerginlikte ABD Başkanı’nın kaleme aldığı sorunlu mektup da etkili olmuştu. Mektubu ABD Ankara Büyükelçisi David M. Satterfield, “Bizzat elden getirmem konusunda talimat aldım” diyerek Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’a getirdi. Cumhurbaşkanlığında yapılan değerlendirmede mektup, içerik açısından da üslup açısından da çirkin bulundu. Sistemin “Obama dönemindeki” sorunlu tüm tezlerin arkasında durduğu yeniden görüldü.
SÜREÇTEKİ TESPİTLER
Bu süreçte Ankara da kendi içinde peş peşe değerlendirme toplantıları yaptı. Başkan Trump’ın bir yandan da ABD içinde çok sıkıştığı tespiti ortaya çıktı. Trump’ın “sağ-dindar-muhafazakâr” tabanı “azil sürecinde” bile kendisini yalnız bırakmazken, Türkiye konusunda Trump’ın karşısına geçti. Oysa Ankara, Trump’ın en başından beri “Suriye’den çekilmeyi” istediğini ancak buna gücünün yetmediğini; “Obama döneminde yerleşen” hatta “geçmişi ve geleceği” olan ve “İran’a, Rusya’ya karşı daha güçlendirmeyi tercih ettiği” terör örgütüyle ilgili politikasında sıkıştığını biliyordu. Sonuçta ABD askerlerini Suriye’nin kuzeyinden çekti, ancak terör örgütüyle angajmanını “şimdilik” bitirmedi.
UZLAŞMANIN SONUÇLARI
ABD Başkanı Trump’ın “A takımını çözüm için gönderme” teklifi ve müzakereler neticesinde ortaya çıkan uzlaşma metnini Ankara’nın nasıl bulduğuna ve bundan sonraki sürece de bakacağız.
Stratejik ittifak, Kıbrıs Barış Harekâtı döneminde büyük bir kırılma yaşamıştır. Johnson mektubu, ABD’nin Türkiye’ye yönelik iki yıl süren silah ambargosu... Eşzamanlı olarak Türkiye’de Amerikan karşıtlığının yükselişi...
Arayışlar, ilişkiler, normalleşen ilişkiler... Körfez krizi, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi, Irak savaşı, tezkerenin TBMM’de reddi ve arkasından gelen çuval olayı... 4 Temmuz 2003 günü, Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde ABD 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı Amerikan askerlerinin Bağdat’la önceden yapılmış bir anlaşma uyarınca orada konuşlanmış Türk Özel Kuvvetleri’nin karargâhını basarak 11 Türk askerinin başlarına çuval geçirmesi, prangalaması ve kelepçeleyerek gözaltına alması... İki ordu mensuplarının tarihte ilk kez karşı karşıya gelmesi...
Arayışlar, ilişkiler...
Tüm bu süreçlerde duyduğumuz, “stratejik ortak”, “stratejik müttefik”, “model ortaklık” kavramları...
Tüm dünyada kökeni 18. yüzyıla dayandığı kabul edilen Amerikan karşıtlığı kavramının, geçmişe baktığımızda Türkiye’de en çok Johnson mektubu ve Süleymaniye’deki çuval olayı zamanında yükselmiş olduğu görülür. Yine süreçte Amerikan karşıtlığında ulusal egemenlik kavramının, ulusalcılığın ve sol ideolojinin de etkili olduğu görülür.
BUGÜN
15 Temmuz darbe girişimi...
Bilgilendirmeye başladığı anda da malum ülkelerden tepkilerle karşılaştı. Alanını/süresini soranlar, dar tutulması temennisini getirenler, başka formül bulunmasını önerenler oldu. Türkiye hepsine tek tek güvenlik kaygısını, terör tehdidini, mültecilerin yerleştirilmesi amacını anlattı. Ancak “Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz” diye başlayan tüm cümleler “ama”yla ve operasyonun sona erdirilmesini isteyen taleplerle devam etti.
Geldiğimiz noktada Türkiye harekâtına, terörle mücadelesine devam ediyor, edecek. Ancak başlangıçtaki çerçeve, değişen dengeler neticesinde farklılaşabilecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün harekâtın Ayn el Arap (Kobani) ve Haseke’yi de kapsayacağını açıklaması ile Azerbaycan’a giderken söylediği “Münbiç konusunda verdiğimiz kararın uygulama aşamasındayız. Münbiç boşaltıldığında oraya Türkiye olarak biz girmeyeceğiz ki. Oranın gerçek sahipleri Araplar. Yaklaşımımız onların oraya girmesi” sözlerinin şifrelerine bakacağız.
DEĞİŞEN DENGELER
Sahadaki hareketlenme, Türkiye açısından harekâtın başta öngörülen 120 kilometrenin batısına doğru bir kayma olduğunu gösteriyor. Bunun nedeni sahada değişen dengeler. Kaynaklarım, ABD Başkanı Trump’ın “Suriye’nin kuzeyindeki askerlerimizi güneye çekiyoruz” açıklaması ile sahada dengelerin değişmeye başladığını söyledi. Hemen ardından Esad rejimi ile SDG’nin uzlaşma arayışları, hatta iki tarafın da “Anlaştık” açıklamaları kamuoyuna yansıdı. Esad ordusunun hareketliliği de takip ediliyor.
Ankara’nın yaptığı tespitlere gelirsek...
* ABD’nin Suriye’nin çekilme kararı o alanda bir boşluk yarattı. O boşluğu kim dolduracak? O boşluğu kim kontrol edecek? Ankara’ya göre birinci soru bu. Kısacası herkes boşluğu doldurmanın derdinde.
* YPG/PYD’nin yeni ABD’si kim olacak? İkinci kritik soru da bu. Yeni ABD derken, terör örgütünün hamisi kim olacak? Ankara sahadaki gelişmeleri, pazarlıkları izliyor. Evet, “pazarlık” dedim. Terör örgütü, Esad ile anlaştığını açıklasa da başka ülkelerle de pazarlık yürütüyor. Aslında hem ABD hamisi kalsın diye uğraşıyor, hem de “ABD giderse yerine en iyi şartlarda kimi koyarım” diye uğraşıyor. Bu tek taraflı bir uğraş olarak da görülmesin. Bölgeye meraklı ülkeler de bu pazarlığa çok meraklı.
Kısacası Ankara pazarlıkların farkında, izliyor. Olasılıkları göre politika oluşturuyor. Doğacak boşluktan terör örgütünün yararlanmaması için de yeni planları devreye sokuyor. Harekâtın ilk etapta Menbiç’e kayma ihtimali de bu yüzden.
Yeşil ışık mı, kırmızı mı? Yaktı mı yakmadı? Bu tartışmayı bitirecek cümle bu. Pazar gecesi ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında yapılan telefon görüşmesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan kararını vermiş şekilde konuştu; Türkiye’nin gösterdiği sabra dikkat çekti, ekim ayı olmasına rağmen hâlâ somut adım atılmadığını belirtti ve Türkiye’nin güvenli bölge oluşturacağını söyledi. Bunun üzerine ABD Başkanı Trump, “Madem girmek, bunu yapmak istiyorsunuz, o halde DEAŞ’lılar meselesini siz çözün. Gerisini hallederiz” yanıtını verdi.
Şimdi “gerçeklere” maddeler halinde bakmamız lazım.
İki liderin telefon görüşmesinden sonra Beyaz Saray, “Operasyonu desteklemeyeceğiz, bu operasyona dahil olmayacağız” dedi.
Amerika’da bazı çevreler (siyasetçi, medya vb) Türkiye’nin operasyon kararını büyük bir öfke ile karşıladı.
Trump, en başından beri sadece Türkiye sınırındaki 30 kilometrelik alandan değil, Suriye’den Amerikan askerinin çekilmesinden yana.
Trump’ın başı ABD’de azil soruşturması ile de belada. Bu sebeple Türkiye’ye karşı kıyameti koparanlar Trump’ı başta azil süreci olmak üzere başının belada olduğu konularla sıkıştırmaya devam edecekler.
ABD HAREKÂTI ENGELLEMEDİ
Tüm bunları biliyoruz, ancak altı çizilmesi gereken unsurlar da var. Ankara’daki kaynaklarım tüm tepkilere rağmen