Hande Fırat

Geleceğin salgını

31 Ocak 2020
ÇOĞU insan gibi ben de işi gücü bıraktım, belgeselleri izliyorum, yazıları okuyorum, güncel gelişmelere bakıyorum.

Koronavirüs ile ilgili gelişmeleri endişeyle takip ediyorum. Bazı ülkeler Çin’e uçuşlarını durduruyor, bazıları vatandaşlarını tahliye ediyor. Dünya ayakta. Son bir haftada öğrendiklerimi sizlerle paylaşıyorum.

YABAN HAYATINDAKİ BİLİNMEYEN VİRÜSLER

Her yıl dünyanın bir yerinde beş yeni hastalık görülebiliyor.

Vahşi doğada henüz bilinmeyen milyona yakın virüs olduğu tahmin ediliyor.

Bilim insanları 2018 itibarıyla 3 bin virüs biliyordu.

Dünya genelinde bir salgın, savaşlara rakip olabilir, ekonomiyi durdurabilir.

HAYVAN PAZARINDAKİ TEHLİKE!

Yazının Devamını Oku

Yine Yunus’u hatırladım

28 Ocak 2020
“BENİ görüyor musunuz? Gerçekten görebiliyor musunuz? Unutmayın beni olur mu?

Yüzümdeki o dehşeti unutmayın. Benim son fotoğrafım bu ölümlerin de son fotoğrafı olsun. Biliyor musunuz, ben 1 yaşındayken de gazeteleriniz başka ölü çocukların fotoğrafları ile dolmuştu... Daha çok çocuk, daha çok kadın, daha çok erkek üzerlerine yıkılan duvarlarla ölmüştü. Yine siz büyüklerin yaptığı duvarlarla. Hayalet kentler varken ekranlarda ben 1 yaşımdaydım. Sizin tam 12 yılınız vardı. Ben evinize ve rüyalarınıza top oynarken gelemedim, başka çocukların son fotoğrafları gelmesin evinize, girmesin rüyalarınıza... Ben son fotoğrafın son çocuğu olayım.”

Bu yazıyı, Reuters muhabiri Ümit Bektaş’ın 2011 yılında depremin 7.2 ile vurduğu Van’da enkaz altında kalan Yunus’un hiç unutamadığım o fotoğrafının ardından yazmıştım. Yunus depremde ölen son çocuk olmadı, olamadı. Marmara depremi ile Van depremi arasında 12 yıl, Marmara depremi ile Elazığ depremi arasında 21 yıl var. Kısacası, gereken dersi çıkarmak için çok uzun zaman geçmiş. Dünyada büyük depremlerde en hazırlıklı ülkede de ölümler oluyor. Mesele ölümleri en aza indirmek, indirebilmek. Bundan sonrası için kaybedecek tek bir dakika, boşa harcanacak tek bir kuruş olmamalı.

3 BAKAN OLAY YERİNDE

Elazığ depremi olurken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu İstanbul’da afet toplantısındaydı. Deprem haberini alır almaz, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ile birlikte bölgeye gittiler. O günden beri deprem bölgesindeler. Üç bakanı da vatandaşların yanında oldukları, çalışmaların başında bulundukları, düzenli bilgilendirme yaptıkları için tebrik ediyorum. Bu fotoğraf Azize’nin “Yanımda Fatma var” dediği, Fatma Yamış’ın çıkarılma anından. Enkazın başında Fatma’yı bekleyenlerin arasında İçişleri Bakanı Soylu ile Sağlık Bakanı Koca da var. Önce Soylu, sonra da Koca enkazdan çıkan Fatma Yamış’a ellerini uzatıyor.

AKŞENER: FELAKETLER ÜZERİNDEN SİYASET YAPILMAZ

Meral Akşener

Yazının Devamını Oku

Hürriyet'in konukları gençlik dizisi izliyor YouTuber’larla görüşüyor

25 Ocak 2020
Teknolojinin ortasına doğuyorlar, teknoloji ile büyüyorlar. Bizden farklılar. Ayrı bir dilleri var. Onları tanımlamak için alfabenin harflerini tüketiyoruz, anlamak için ciltler dolusu okuyoruz, izliyoruz, öğreniyoruz. Onları anlamaya çalışıyoruz.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Hürriyet gazetesi Ankara bürosunun bu haftaki konuklarındandı. Eğitim politikaları ile ilgili açıklamalarını muhabirimiz Gamze Kolcu’nun haberinden okuyabilirsiniz. Ben bakan ile çocuklar ve ebeveynleri üzerine yaptığımız sohbeti aktaracağım sizlere.

Bakan Selçuk alfabemizin son harfi “Z” ile tanımladığımız kuşağı anlamaya çalışıyor. Örneğin son bir ayda gençlerin en çok izlediği YouTuber’lardan dördüyle görüşmüş; neler yaptıklarını, nasıl izlendiklerini, gençlere ne mesajlar verdiklerini sormuş. Bakanlık bu konuda kapsamlı bir çalışma yapıyor. Ziya Selçuk çalışmanın ayrıntılarını anlattı:

“Bu gençler hangi yaş grubuyla, ne tür bir etkileşim içindeler, en çok izlenen içerikler neler? Çocuklarla ilgili görüşleri neler? Bu sorulara yanıt olacak şekilde ve YouTube içerikleriyle ilgili analiz yaptırıyoruz. Üç akademisyen, ‘Data Mining (Veri Madenciliği) Projesi’ üzerinde çalışıyor. YouTuber’ların içeriklerindeki kelimeler, kavramlar neler, nasıl bir fotoğraf çıkıyor ortaya, bakılıyor.”

Analizin sonuçları her ebeveyn açısından önem taşıyacaktır. Sonucunu merakla bekliyorum. Diğer yandan Milli Eğitim Bakanı, içerisinde kendisinin de bulunduğu bir ekiple dizi platformlarını gençlik dizileri açısından inceliyor. Gençlerin en çok izledikleri dizileri takip ediyor: “Gençler aksiyonla, Kore dizileri ile İspanyol dizilerine ilgi gösteriyorlar. Şunu anlamaya çalışıyorum: En fazla izlenen dizide ne görüyorlar, ne alıyorlar? Sonra da liselileri topluyorum, onlarla sohbet ediyorum.”

ÇOCUKLARA ‘ÖZGELECEK’ YAZDIRMAK

“Ben çocuklara özgeçmiş yazdırmam, ‘özgelecek’ yazdırırım.” Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bu sözü üzerine düşünün derim. Gelelim bu sözü neden söylediğine... Bizler çocuklarımızı anlayabiliyor muyuz, anlamak için yeteri kadar çaba gösteriyor muyuz, aramızdaki kuşak farkı zorluk mu yaratıyor sorusuna verdiği yanıt şöyle:

“Çocuklarda problem yok, problem yetişkinlerde. Yetişkin, kendi döneminin özgeçmişi ile bağlantılı. Ben çocuklara özgeçmiş yazdırmam, ‘özgelecek’ yazdırırım. Anne-babalar çocuklarını anlamaya çalışmalı. Çocuk istenmeyen bir davranış yapıyorsa, istenilen davranışı görmüyor olabilir. Çocuk eğer gerçekten bütün ruhuyla bir anne-baba ile birlikte olmaktan tatmin yaşıyorsa başka bir arayışa girmez zaten. Çocukları suçlamak yerine hangi tatmin noktalarında sorun var, bizim yaşam tarzımız bir çocuğun çocukluğunu yaşamasını ne şekilde eksik bırakıyor bakmak lazım.”

 YAVAŞ’TAN GÖKÇEK’E: İŞİNE SON VERİLDİĞİNİN FARKINDA DEĞİL

Yazının Devamını Oku

Berlin Konferansı ve olası sonuçları

21 Ocak 2020
KİMİNE göre sadece niyet beyanı, kimine göre başlangıç, kimine göre henüz soru işaretleriyle dolu bir yolun başı...

Berlin Konferansı’ndan ve Libya konusundaki 55 maddelik sonuç bildirgesinden bahsediyorum. Kim ne derse desin Berlin Konferansı önemli bir adım, ancak mutlaka konferansı somut adımlar takip etmeli. Neden mi? Çünkü tam da Erdoğan’ın deyimi ile “Söz uçar yazı kalır”. Hafter metinlere imza atmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu durumu uçağındaki gazetecilere “‘Bunun imza ile teyit edilmesi gerekir’ dedik. Fakat tüm bunlara rağmen imza altına alınamadı. Olay tamamen sözlü olarak bütün katılımcıların şahit olması ile o şekilde kalmış oldu” sözleriyle açıkladı. Ortada sadece söz var. Yine de verilen sözleri, atılması gereken adımları ele alacağız. Önce konferans sürecine Ankara açısından nasıl gidildiğine bakalım.

ANKARA AÇISINDAN KONFERANSA GİDEN SÜREÇ

- Türkiye açısından doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, Körfez ülkelerinin ve küresel aktörlerin enerji ve güvenlik oyunları elbette önemli. Ancak işin kültürel, sosyal ve insani boyutu da kritik. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin en büyük destekçisi Köroğlu aşireti. Köroğlu aşireti Osmanlı döneminde Anadolu’dan giden Türklerden. Sayıları bir milyonu aşıyor. Hafter tarafından etnik temizliğe tabi tutuluyorlar. Türkiye açısından kritik bir başlık.

- Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve Suudi Arabistan Ortadoğu’daki halk hareketlerini ezmek için tüm imkânlarını seferber etti. Hafter’e askeri ekipman ve finansal kaynak sağladılar. Üstelik BAE’nin telkin ve baskıları ile Hafter, Moskova’daki zirveden anlaşma metnine imza atmadan apar topar ayrıldı. Abu Dabi yönetimi her seferinde bölgede Türkiye’nin ayağına çelme takmak için uğraşıyor.

- Türkiye’nin politikalarından rahatsız olan diğer ülke Yunanistan. Yunanistan Berlin’deki konferansa davet alamayınca barış ve ateşkes çabalarını engelleme tehdidinde bulundu. Ankara’ya göre Rum-Yunan ikilisi AB’nin Türkiye ile ilişkisini rehin aldı. Tüm bunlara rağmen Ankara, doğu Akdeniz ve Libya’da diplomasi ve işbirliğine önem veriyor. Müzakere kapılarını açık tuttuğunun altını çiziyor.

- Ankara Berlin Konferansı’na giden süreçte her görüşme ve zeminde kalıcı, sürdürülebilir barışın sağlanamaması durumunda mevcut sorunun Libya’nın sınırlarını aşarak bölgeyi derinden etkileyeceği uyarısında bulundu.

KONFERANSIN SONUÇLARI VE ORTAYA ÇIKAN SORU İŞARETLERİ

- Birleşmiş Milletler (BM), 2011 yılından beri Libya’ya silah ambargosu uyguluyor. Ancak bu ambargo yıllardır bazı ülkeler tarafından deliniyor. Konferansta imzalanan metinde silah ambargosunun uygulanması isteniyor.

Yazının Devamını Oku

O mektupta ne var?

17 Ocak 2020
Kanal İstanbul Türkiye’nin en dikkat çeken gündemi. Hükümet “Yapacağım” diyor, Ekrem İmamoğlu ve CHP “Yaptırmam, yapamazsın” yanıtını veriyor. Açıklamalarla gerginlik artmışken, bir önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı ve konuşma yaptığı Ankara’daki Akıllı Şehirler ve Belediyeler Toplantısı’na Ekrem İmamoğlu’nun Erdoğan’a mektup verdiği an damgasını vurdu. Ben de mektubun içeriğinin peşine düştüm.

NORMALLEŞME İSTEĞİ

4 sayfalık mektup “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan” hitabıyla başlıyor. 23 Haziran’dan bu yana hükümet ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ilişkilerinin normalleşmeme nedenlerinin anlatılmak istendiği vurgulanıyor. Paragraflarda “Cumhurbaşkanım” ifadesinin kullanıldığı mektup için Ekrem İmamoğlu, “Son günlerde özellikle bakanların yalan yanlış ifadeleriyle süreci manipüle etme çabalarını, Sayın Cumhurbaşkanı’na yanlış bilgiler aktardıklarını dile getirdim” demişti. Kamuoyuna yansıyan bilginin aksine, Kanal İstanbul projesinin neden yapılmaması gerektiğine ilişkin İmamoğlu’nun gerekçeleri mektupta yok. Peki ne var?

Melen Barajı etrafında dönen tartışma.

Şehir hastanesine giden metro hattının durması konusundaki tartışma.

İstanbul’da Kanal İstanbul proje güzergâhındaki arazi hareketliliği tartışması.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, bu üç konuda bakanların Cumhurbaşkanı’na yanlış bilgi verdiğini iddia ediyor. Mektupta, bakanlıkların iddiaları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tezleri ve karşılaştığı zorluklar yer aldı. Hem bakanlıklar hem de bürokraside karşı karşıya kaldıkları zorluklar anlatıldı. İmamoğlu, “Bu sistematik yanlışlıklar hükümet ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasındaki normalleşmeyi engelliyor” ifadesini kullandı. Talebinin “Hükümet ile İBB arasında normalleşme sürecine geçilmesi” olduğunu belirtti. “İstanbul’un sorunlarını hükümetimizle birlikte çözmek istiyoruz” temennisi de yer aldı. Mektubun son bölümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan randevu talebini hatırlatarak “Arzu ettiğiniz her konuda bilgi ve belge sunmaya hazırım” dedi.

RANDEVU GELİR Mİ?

Yazının Devamını Oku

Libya masası

14 Ocak 2020
LİBYA masası Moskova’da kuruldu. Masada nasıl bir formül üretilecek, nasıl bir yola girilecek göreceğiz. Bu satırların yazılmakta olduğu saatlerde görüşmeler sürdüğü için masaya giden süreci inceleyeceğiz. En başta Türkiye’nin Libya’daki gelişmeleri doğu Akdeniz’deki gerilimden bağımsız görmediğini söyleyelim.

Ankara’nın Suriye ve Libya’da benzer süreçler takip ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Stratejinin temelinde askeri, istihbarati süreç ile siyasi sürecin birlikte yürütülmesi var. Maddeler halinde bakacak olursak:

Türkiye çatışma alanlarında askeri gücü kullanarak, askeri gücü tehdit göstererek siyasi alanda söz sahibi olmaya çalışıyor.

Bunu yaparken siyasi süreçleri ve diplomatik temasları sürdürüyor.

Askeri güç ile birlikte istihbarat gücünü de devreye sokuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, MİT’in Libya ile ilgili çalışmalarını “Teşkilatımız Libya’da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor” sözüyle açıklamıştı. Libya özelinde çalışmalar, kamuoyuna Erdoğan’ın sözleri ile yansıdığı tarihten çok önce başladı. Daha önce Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteği ile sahada alan kazanan Hafter’e artık bunun kolay olmadığı gösterildi. Askeri teçhizat ve lojistik yitirmesine neden olacak adımlar atıldı. Hafter’e attığı adımların maliyeti olduğu gösterilmeye çalışıldı. Sahada masaya oturmaya zorlandı.

Süreçte Rusya ve Türkiye arasında yine “çatışma içinde işbirliği” mekanizması devreye girdi. Ankara ve Moskova Libya için de işbirliği yaptı. Rusya’ya “arabulucu”, “başaktör” gibi sıfatlar takılsa da bazı gerçeklerin de altını çizmek gerekiyor. Ortadoğu’da başta Suriye olmak üzere sahadaki kaosu Rusya da sürdürülebilir görmüyor. Suriye sorunu devam ederken bu Libya için de geçerli. Ankara’nın Ruslarla yapılan temaslardan edindiği izlenim şu: Ekonomideki gelişmeleri de göz önünde bulunduran Rusya, ciddi maliyet üreten kaos noktalarında artık istikrar arıyor. Tabii oluşturulacak istikrar Rusya’nın çıkarlarına hizmet etmeli.

ANKARA SÜRECİ NASIL YORUMLUYOR?

Genel olarak bu tespitleri yaptıktan sonra süreci yürütenlerin ne dediğine bakmakta fayda var. Moskova’da Libya masasında görüşmeler sürerken üst düzey kaynaklarla görüşerek edindiğim Ankara’nın bakış açısını ve değerlendirmesini de yine maddeler halinde sıralayalım:

Yazının Devamını Oku

Cezası 13.5 yıl değildir!

10 Ocak 2020
HÜRRİYET Ankara büromuzun bu haftaki konuğu Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’tu. Açıklamalarını yazmak için bilgisayarın başına oturup haber sitelerinde şöyle bir tur attığımda karşıma çıkan ve üzerinde hepimizin düşünmesi gereken haberle başlayacağım.

- Bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre erkekler, aralıkta en az 74 kadına şiddet uyguladı, beş kadına tecavüz etti, 161 kadını seks işçiliğine zorladı, 32 çocuğa cinsel istismarda bulundu, 28 kadını taciz etti.

Sadece bir aylık istatistiki bilgi bu. Her gün şiddeti, bu şiddetin nasıl önleneceğini, tartışmalı mahkeme kararlarını konuşuyoruz. Bakan Zehra Zümrüt Selçuk’un geldiği gün de gündemde yine tartışmalı bir mahkeme kararı vardı. Hatay’da asit türü bir sıvı atıldığı için yüzünün bir bölümü yanan ve sağ gözünü kaybeden Berfin Özek davasında, sanık Ozan Çeltik’e kasten yaralamadan sadece 13 yıl 6 ay hapis cezası verilmesi. Gencecik bir kız, yüzü, gözü, geleceği, psikolojisi... Bunun karşılığı 13.5 yıl mıdır? Bakana açık açık sorduk, “Kezzap attığı için 13.5 yıl, bu mudur cezası?” dedik. Bakan Selçuk’un yanıtını paylaşıyorum:

“Değildir tabii ki. Biz bu tür davalarda itiraz ediyoruz. Gereken bütün hukuki süreçleri takip ediyoruz. Hukukun teknik olarak verdiği ceza ile vicdan arasında fark oluyor. Biz de o tür davalarda itiraz ediyoruz.”

Bakanlık bu davada da savcılığın gerekçeli kararı ulaşınca itiraz edip istinafa taşıyacak. Bu konularda hukuk ile vicdanın uyumlu olması gerektiğini, tam da bu satırları yazarken Cumhurbaşkanı Erdoğan da dile getirdi. Sözlerinden davayı yakından takip ettiğini anladık. Erdoğan, “Kendi kızının başına gelmiş olsa, orada bu olayı nasıl değerlendireceksin? Buradan yargı dünyasına sesleniyorum. Bu kanunların sayfaları arasında maddelere değil, vicdanınızın sesine mutlaka kulak verin” dedi. Bir ayda 74 kadına şiddeti, 5 tecavüzü, 32 cinsel istismarı önlemek için hâkimler vicdanlarının sesini dinlesin!

AH FİNLANDİYA AH!

Coğrafyalar insanların ve ülkelerin kaderlerini belirler. Ortadoğu’da herhangi bir ülkede doğmak acıya, ölüme doğmaktır. Finlandiya’da doğmak ise insana buradan bakınca “Neyin kafası?” sorusunu sordurabilir. Dünya, özellikle de Ortadoğu diken üstündeyken, Finlandiya’nın güzel ve akıllı başbakanının gündemini “haftada dört gün altı saat çalışma” sistemi oluşturuyor. Bu sistemi de “İnsanlar bu vakti hak ediyor. İnsanların ailelerine, sevdiklerine, hobilerine ve kültür gibi yaşamını diğer yönlerine daha fazla vakit ayırmayı hak ettiklerine inanıyorum” sözüyle savunuyor.

Ortadoğu ülkelerinin, küresel güçlerin yöneticileri! Bu coğrafyada da insanlar yaşamayı, hayatta kalmayı hak ediyor! Üstelik haftanın yedi günü sabahtan akşama çalışmaya da razılar. Yeter ki yaşasınlar. Finlandiya Başbakanı’nın dört gün çalışma sistemi ile açıklamalarını Bakan

Yazının Devamını Oku

Dünya diken üstünde

7 Ocak 2020
İKİ dünya savaşı, bölgesel savaşlar, vekâlet savaşları ders almak için yetmedi mi?

Dünya diken üstünde çünkü en büyük korku üçüncü dünya savaşı olasılığı.

ABD ve İran arasındaki “Şeytan kim?” saçmalığı, dünyanın önüne bir olasılık cetveli koydu. Olasılık cetvelinde olası karşı saldırılar, olası ölümler ve olası sonuçları bulunuyor. Cetvelin bir ucunda düşük oranlı karşılık ile az sayıda ölüm, diğer ucunda ise üçüncü dünya savaşı var. Şimdi dünya büyük bir tedirginlikle nereye sürükleneceğini bekliyor. Çünkü ABD’nin öldürdüğü Kasım Süleymani, İran için herhangi bir komutan değildi.

İRAN ORTADOĞU’DAKİ

KILICINI KAYBETTİ

Kasım Süleymani, Mayıs 2011’de Kum’da Hakkani Medresesi’nde konuşmaktadır. O konuşma ilkokul mezunu bir istihbaratçının vizyonunu da ortaya koyar:

“Bugün, İran’ın zafer ya da yenilgisi artık Mihran veya Hürremşehr’de belirlenmiyor. Sınırlarımız genişledi. Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye’de zafere şahitlik etmek zorundayız. Bütün bu gelişmeler İslam Devrimi’nin meyveleridir.”

İran’ın Ortadoğu’daki kılıcıydı. ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’nin belgelerine göre Süleymani, İran’ın Irak’taki her türlü politikasını formüle eden ve hayata geçiren kişiydi. Yıllarca “Ortadoğu’yu parmağında çeviren adam” denildi. Öldürülmesinin önemli sonuçları olacak. Şimdi tespitlerimizi ve sorularımızı sıralayalım:

- Suikast, 40 yıllık İran-Amerikan kavgasını bitirecek olası diyalog kanallarını havaya uçurdu.

Yazının Devamını Oku