Sahada Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin başarıları, darbeci Hafter ve güçlerini, dolayısıyla arkasında Rusya’nın başını çektiği cepheyi zor durumda bıraktı. Sahadaki bu başarının ardından Rusya’nın da aralarında bulunduğu cephenin masada çözüm ve ateşkes çağrılarını arttıracağı biliniyordu. Amaçları bu kez iki devletli bir Libya’nın ortaya çıkarılması ve bununla birlikte petrol alanlarını kontrollerinde tutmak, Rusya’nın Akdeniz’e inmesi ve Hafter eliyle o alana tıpkı Suriye’deki gibi yerleşmesiydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin iki ülkenin karşı karşıya geldiği Libya krizinde bile diyaloglarını sürdürdüler. Ancak o diyalog şimdilik işe yaramadı. Çünkü Rusya, ön görüşmeye kabul edilemeyecek ateşkes metni getirerek bir anlamda bunu dayatmaya çalıştı. Rus savunma ve dışişleri bakanlarının Türkiye ziyaretlerinin iptal edilmesinin ardından sahadaki gelişmelerin daha da önem kazanacağını söylemiştik. Yeni adımları Ankara önce kendi içindeki güvenlik zirvesinde değerlendirdi. Diğer yanda ise Libya’daki kazanımlar hem korundu hem sürdürüldü.
TÜRKİYE: ‘BİZ LİBYA’DAYIZ’
Gelinen noktada;
Sahada kazanımlarını koruyan Türkiye, üst düzey heyet ziyareti ile siyasi olarak da tüm dünyaya “Biz Libya’dayız” dedi.
Ateşkesin kabul edilebilir şartları bir kere daha Ulusal Mutabakat Hükümeti ile görüşüldü. BM gözetiminde bir ateşkes isteyen Türkiye de Ulusal Mutabakat Hükümeti de sahada 2015 yılındaki pozisyona geri dönülmesinden yana. Ateşkes süreciyle birlikte siyasi çözüm sürecinin hayata geçirilmesi için adımların atılması planlanıyor. Burada en kritik soru, “Darbeci Hafter bundan sonra muhatap alınır mı?” sorusu... Açıkçası hiç sanmıyorum. Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin planları hazır.
Sadece ateşkes, siyasi muhatap, siyasi çözüm süreci değil, iki heyet sahadaki gelişmeleri de değerlendirdi. Sahadaki kazanımların masaya etkisini de göz önünde bulundurarak askeri planlar da ele alındı. En kritik soru, Türkiye’nin bir üs kurup kurmayacağı... Resmi bir açıklama yok.
O görüşmede iki lider, Libya konusunda bir çözüm bulabilmek için heyetlerin görüşmesine karar verdiler. Hemen ertesinde, 13 Haziran günü Putin’in görevlendirdiği Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı yanındaki heyetle Ankara’ya geldi. Türkiye’nin Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal ile görüştü. Ankara’nın beklentisi, söz konusu görüşmede Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun askeri ve güvenlik makamlarından oluşan bir heyetle Türkiye’ye yapacakları ziyaret öncesinde Libya görüşmelerinin bir anlamda yol haritasının çıkartılmasıydı. Ancak öyle olmadı. Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı masaya ateşkes planı koydu.
MÜZAKERE SÜRECİNDE MERKEZE UMH KONULMALI
6 Haziran Kahire Deklarasyonu’nun bir benzeri olan ateşkes planını Ankara şu gerekçelerle reddetti:
* Tek taraflı ateşkes olmaz.
* Ortaya konan şartlar doğru değil, kabul edilemez. Hafter ve arkasında bulunan ittifak her zamanki gibi Hafter’e ateşkes ile zaman kazandırmak istiyor. Kararda Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin “Çok sayıda ateşkes ilan edildi. Hafter hiçbirinde uyması gereken şartları yerine getirmedi. Bu da taktik bir ateşkes isteği. Hafter’e zaman kazandıracaklar, güvenmiyoruz. Zaten teklif edilen şartlarda ateşkes olmaz” görüşü de etkili oldu.
* Türkiye bundan sonra Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin merkeze oturtulduğu bir müzakere sürecinin işletilmesini istedi.
BAKANLARIN ANKARA’YA GELMESİNE GEREK KALMADI
Rusların ön görüşmeye kabul edilemez bir ateşkes metni getirmesinin ardından bakanlar düzeyinde bir toplantıya gerek kalmadı. Ancak iki ülke arasında görüşmelerin önümüzdeki süreçte sürmesi kararı verildi. Peki bundan sonrasına ilişkin Türkiye’nin Libya konusundaki kırmızı çizgileri neler? Ya da Türkiye ile Ulusal Mutabakat Hükümeti nasıl bir ateşkes metnine
Öte yandan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır’ın Katar’a uyguladığı ambargonun üçüncü yılı 5 Haziran günü geride bırakıldı. Başta ambargo olmak üzere birçok alanda beraber hareket eden ve stratejik ilişkilere sahip Katar ve Türkiye’nin Libya’dan Suriye’ye kadar birçok alanda karşısına çıkan ülkeler de ortak. Hem bu durumu, hem de Katar’ın yeni yatırımlar gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceğini Katar Ankara Büyükelçisi Salim Mübarek el Şafi ile konuştum.
YATIRIMLAR DEVAM EDECEK
Her iki ülkenin geçirdiği zor zamanlarda birbirlerinin yanında durmaktan çekinmediğine dikkat çeken büyükelçi El Şafi, Katar’ın Türkiye’ye yatırımlarının devam edeceğinin mesajını verdi. El Şafi, “Katar devleti 2018 yılında 15 milyar dolarlık bir direkt yatırım sözü vermiştir. Ayrıca swap anlaşmasının tavanını 5 milyardan 15 milyara yükseltmiştir. Doğal olarak bu ilişkiler devam ettiği sürece karşılıklı yatırımlar da devam edecektir” dedi.
Hatırlayacaksınız, 2018 yılında söz verdikleri 15 milyar dolarlık direkt yatırımın 5 milyar doları Merkez Bankası kanalından yerine gelmişti. Belli ki kalan 10 milyar dolar için iki ülke arasındaki görüşmeler sürüyor.
KÖRFEZDE NORMALLEŞME MÜMKÜN AMA ŞARTLAR BELLİ
Hemen her alanda Türkiye ve Katar’ın karşısında yer alan blokla Körfez’de normalleşme mümkün olabilir mi? Katar’ın Ankara Büyükelçisi haksız ambargonun ardından ülkesinin kendi kendine ekonomik yeterliliği sağlama arayışına girdiğine dikkat çekti. Normalleşmenin mümkün olabileceğini belirten El Şafi, “Bu ambargonun kaldırılması hususunda bu devletlerin gerçek bir iyi niyet içinde olmaları, Katar devletinin egemenliğini zedelememeleri, diktelerden uzak durup Katar’ın içişlerine müdahale etmemeleri, uluslararası yasalara saygı ve ülkeler arasındaki eşitlik ilkesine riayet etmeleri şarttır. Bizler, Körfez bölgesinin birlik ve beraberliğini amaçlayan ve gelecekte bunun tekrar etmemesini garantileyen herhangi bir gerçek girişime karşı açığız” dedi.
Ancak ambargonun doğrudan Katar halkını hedef aldığına da dikkat çekti.
Olanlar diplomatik bir düzeyde meydana gelen bir husus değildi. Dini vecibelerin yerine getirilmesinin, öğrenimlerine devam etmelerinin, sağlık hizmetlerinden yararlanmalarının engellendiğini hatırlattı. Büyükelçi bu soruların kolay aşılamayacağını ekleyerek,
Şer cephesinin aktörlerinden. Gücü, parasından kaynaklanıyor. Suriye ve Libya’nın ardından şimdi de Somali’de Türkiye ile uğraşmaya çalışıyor. Üstelik bunun için yine parasını kullanıyor, aracıları ve siyasetçileri bu parayla finanse ediyor, bir anlamda satın alıyor. ABD ve Avrupalı bazı politikacıları nakit olarak destekliyor. Ankara bu politikacıların belirlenmesinde şer cephesi aktörünün FETÖ’cülerden yardım aldığını da tespit etti. Bahsettiğim ülke, Birleşik Arap Emirlikleri.
Hafter’in Libya’da sahada kaybetmesinin ardından Birleşik Arap Emirlikleri’nin Somali kartını yeniden nasıl ve niçin açtığına bakacağız.
BAE’NİN SOMALİ HIRSI
Türkiye’nin Afrika açılımı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölge ile ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirmek için yaptığı ziyaretler neticesinde ortaya çıkan ticari ve stratejik ilişkilerle Türkiye’nin bölgeye ve bölge insanına yaptığı yatırımın, Birleşik Arap Emirlikleri’ni rahatsız ettiği biliniyor. Üstelik Somali’de Türkiye’nin bir de üssü bulunuyor.
Bununla birlikte Somali, Katar krizi döneminde Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) baskısına boyun eğmedi ve Katar’a karşı o cepheyle hareket etmedi. O dönemden beri Somali’ye karşı provokasyonlarını arttıran BAE, Somali hükümetini baskı altına almaya çalışıyor. Tıpkı Libya’da bugün yaptığı gibi, 2017 yılında Somali’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale etmeye çalıştı. Somali Bölgesel Yönetimleri ile doğrudan ilişki geliştirerek resmi hükümet dışında bir güç oluşturmanın yollarını aradı. Yine parasını kullanmaya kalktı. 2018 yılında Somali güvenlik makamları Mogadişu Havaalanı’nda BAE’ye ait özel bir jetin içinde ülkeye getirilen 9.6 milyon dolara el koydu. BAE’den karşılık gecikmedi. Mogadişu’daki Sheikh Zayed Hastanesi’ni kapattı. Bunun üzerine ise Somali Savunma Bakanlığı, BAE tarafından maaşları ödenen ve eğitilen Somalili askerlerin bütün sorumluluğunu devraldığını duyurdu. İpler gerildi, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler durdu.
AB’Yİ KİM, NEDEN HAREKETE GEÇİRDİ?
Avrupa Birliği Parlementosu üyesi Antonio Lopez-Isturuz White, “Somali’nin diktatör bir rejim olduğu gerekçesiyle kınanması ve verilen desteğin gözden geçirilmesi” teklifini AB Parlementosu’na sundu. Görüşülmeye başlanan teklif kabul edilirse Somali, AB’den yardım alamayacak. Şimdi gelelim soru ve yanıtlara...
Somali hükümeti ile husumeti olan, hükümeti değiştirmek isteyen, farklı güçlere para desteğe yapmaya kalkan ülke kim?
Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin son dönemdeki askeri başarılarının ardında Türkiye’nin yardımı var. Türkiye’nin askeri danışmanlık olarak tanımlanan yardımı, 5 Ocak 2020’de, Hafter’in darbe girişiminden sonra başladı. Ankara amacının savaşmak olmadığını, meşru hükümete destek vermek ve insani trajediyi engellemek olduğunu birçok kez dile getirdi.
48 SAATTEKİ LİBYA TRAFİĞİ
Libya, uluslararası aktörlerin başta enerji olmak üzere kendi çıkarları için sahaya indikleri, sahayı karıştırdıkları bir kriz bölgesi. BM nezdindeki meşru hükümetle ortak kaygılarla iki muhtıra imzalayan Türkiye’nin karşısında her zamanki olağan şüphelilerin başını çektiği bir grup var. Türkiye ile ilgili olumsuz her konudaki olağan şüphelilerden kastım; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan. Bunlara Libya konusunda Yunanistan, Fransa ve hatta Rusya’yı da ekleyin. Hepsinin farklı çıkarları var, ortak çıkarları ise doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinde birleşiyor. Bu ortak çıkarlarının tam karşısında ise Türkiye var. Türkiye’nin imzaladığı muhtıra ve enerji, güvenlik ve bölgesel çıkarları açısından meşru hükümetin varlığını sürdürmesi, Libya’nın bölünmemesi hayati önem taşıyor. Dünya virüse odaklanmışken, Libya’daki savaş durmadı. Son günlerin sahanın dengeleri değiştirecek şekilde daha da hareketlenmesiyle, son 72 saate de kritik başkentlerdeki görüşmeler damgasını vurdu.
Darbeci general Hafter soluğu geçtiğimiz çarşamba akşamı Mısır’da bir başka darbecinin, yani Sisi’nin yanında aldı. Ziyarete gerekçe olarak askeri kargo taşıyan Türk gemisinin Misurata’ya geliş iddiasını gösterdiler. Aslında Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin ilerleyişine karşı destek istedi. Kaynaklara dayanarak yapılan haberlerde görüşmede Sisi’nin sınırlarının tehdit edilmesine izin vermeyeceğini söylediği yazıldı.
WAGNER’İN LİBYA’DAKİ FAALİYETLERİ
Yine çarşamba günü Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakan Yardımcısı Rusya’daydı. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov işbirliği için Rus tutukluların salınmasını istedi. Rus tutuklularla ilgili ayrıntılar bilinmiyor. Rusya inkâr etse de Wagner grubuna bağlı paralı askerlerin Libya’da bulundukları bilgisi var. Konu Erdoğan ile Putin’in mart ayında yaptıkları yüz yüze görüşmede de gündeme gelmişti. Şimdi gelelim o görüşmenin Wagner konusundaki ayrıntısına ve sonrasındaki gelişmeye... Edindiğim bilgiye göre, Cumhurbaşkanı konuyu gündeme getirince Putin gereğini yapacağını söyledi. Sonrasında da Rusya, Wagner’i Libya’da ön hatlardan geriye çekti. Ancak halihazırda Wagner’e bağlı paralı askerlerin sayısında bir değişiklik yok. Ankara’nın elindeki bilgiye göre Libya’da 1400 mensubu var.
Ve gelelim başkent Ankara’daki kritik görüşmeye... Bu satırların yazıldığı saatlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı ile görüşüyordu. Sahadaki son durumun yanı sıra bundan sonraki adımların da konuşulduğu görüşme kritik. Bu görüşmenin içeriği önemli soruların yanıtlarını da belirleyecektir.
Türkiye, Libya’daki asker sayısını arttıracak mı?
ABD’de polisin genel olarak neden olduğu ölümler, siyah ABD vatandaşlarının bu ihtimali yaşama oranlarının daha yüksek olması, siyahi ABD vatandaşlarının içinde bulundukları toplumsal ve sosyal durumun yanı sıra yağma ve şiddet görüntüleri toplumsal yapının anahatlarını, birikmiş toplumsal sorunları ve virüs salgınıyla daha da belirleşen ekonomik sorunları karşımıza çıkarıyor.
Önce şunu söylemek lazım: Tarih boyunca “amacının dünyaya özgürlük ve daha çok demokrasi getirmek” olduğunu iddia ederek, kimi zaman el altından, kimi zaman açıktan ülkeleri karıştırmaktan, yaptırım listesi sunmaktan kaçınmayan “patron” ya da “süper güç” ABD’nin, en basit evrensel değer olan “Tüm insanlar eşittir” kuralını kendi içinde hâlâ bir türlü tam kabullenememiş, tam sindirememiş olduğu aşikâr. Bununla birlikte vekâlet savaşları ya da doğrudan savaşlarla, toplumsal olaylarla başka coğrafyalarda çıkardıkları yangın görüntülerini bizzat yaşamaları ise trajik. Anlarlar mı bilmem, ama yaşadıkları tam bir kaos.
Bu süreçte ABD Başkanı Trump’ın başta ABD medyası olmak üzere sert bir biçimde eleştirildiğini görüyoruz. ABD Başkanı, virüs nedeniyle yüksek orandaki ölümler, artan işsizlik başta olmak üzere ekonomik sorunlar, George Floyd’un ölümü ve protestolardan çok başka işlerle meşgul olmakla suçlanıyor. Twitter’dan halka savaş açmak, Çin ve Dünya Sağlık Örgütü ile kavga... Süreç Trump’ın yeniden seçilmesini engeller mi? Yoksa Trump yanlılarının daha da konsolide olmasına yol açarak ikinci kez başkanlık yolunu mu açar, göreceğiz.
MİT KRİPTO EMİR SUBAYINI NASIL YAKALADI?
FETÖ ile mücadele 15 Temmuz’dan bu yana devam ediyor. Ancak hâlâ kripto FETÖ’cülerin olduğunu görüyoruz. Bunun son örneği Ege Ordusu Komutanı Korgeneral Ali Sivri’nin emir subayı Binbaşı Fevzi Öztürk’tü. Gazetemizden Toygun Atilla operasyonun emniyet ve savcılık boyutunu dün kaleme almıştı. Ben de katkı olsun diye MİT boyutunu anlatacağım. Bir süredir MİT, TSK içinde kripto FETÖ’cülerle ilgili hassas bir çalışma yürütüyor. Özellikle Kara Kuvvetleri içindeki mahrem yapılanmanın deşifre edilmesi için teknik çalışma yapılıyordu. Edindiğim bilgiye göre önce, Ege Ordusu Komutanı’nın emir subayı Fevzi Öztürk’ün FETÖ’cüler tarafından haberleşme amacıyla kullanılan sabit hatlarla irtibatı olduğu tespit edildi. Ardından da Öztürk’ün irtibatlı olduğu mahrem imamın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda görev yapan istihbarat sınıfındaki subayların mahrem imamı olduğu ve bu subayların takip faaliyetini yürüttüğü ortaya çıkarıldı.
İKİ MEKTUP
FETÖ ile mücadele deyince, FETÖMETRE ile bu mücadelede önemli katkısı olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevinden alınıp Genelkurmay Başkanlığı emrine verilen Tümamiral Cihat Yaycı’nın geçtiğimiz günlerdeki istifasına da değineceğim. İstifa sürecinde yaşananlarla ilgili bazı perde arkası bilgiler edindim. Hakkında açılan soruşturma gerekçesiyle görev yeri değiştirilen Cihat Yaycı’nın o süreçte hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, hem de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye mektup yazdığını öğrendim. Mektupta “Beni harcamaya çalışıyorlar” imasında bulunan Yaycı’nın Ankara’da FETÖ ile mücadele, doğu Akdeniz gibi başlıklardaki önemli katkılarına değer veriliyor. Ancak basınla kurduğu ilişki ile TSK’nın hiyerarşisine zarar verdiği eleştirisi yöneltiliyor. Paşa’nın yazdığı iki mektup da TSK’nın hiyerarşisine zarar olarak görülmüş olabilir.
Cumhur İttifakı’nın atacağı yeni adımlar.
Yeni siyasi partiler, vekil transferleri, bitmeyen seçim tartışmaları.
Salgın halinde bile dinmeyen bölgesel sorunlar.
Salgın ve salgının etkileri.
DIŞ POLİTİKA GÜNDEMİ
Vapurdaki bu poz, bir kaynağımın ifadesine göre “samimi, birbirinden gizlisi saklısı olmayan, temiz bir birlikteliğin, ittifakın” fotoğrafı. Edindiğim bilgiye göre vapur sohbeti ağırlıklı olarak dış politika üzerineydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye ve Libya’daki son gelişmeleri anlattı. Önümüzdeki süreçte her iki konuda da Türkiye açısından olumlu ve önemli gelişmelerin olacağı mesajını verdi.
Türkiye’nin önündeki süreç, her zamanki gibi kritik. Bir yandan salgınla mücadele sürecek, diğer yandan ekonomik ve toplumsal etkileri minimize edilmeye çalışılacak. Aynı zamanda salgın dinlemeyen bölgesel sorunlarla da mücadele sürecek. Her iki parti de bu başlıklara daha fazla yoğunlaşmak istiyor, bunun için de içeride zamansız ve yersiz bulduğu tartışmaların son bulması gerektiğini düşünüyor.
Hayat bu ülkelerde eski normale dönmüyor. Sosyal mesafeli, hijyenli, maskeli yeni normal var artık. Türkiye’de de sokağa çıkma kısıtlamasıyla geçecek Ramazan Bayramı’nın ardından haziran ayının ilk günleri ile birlikte gevşemeyi, sektörlerin peş peşe açılmalarını göreceğiz. Ülkeler, devletler ekonomiyi açmaya, gevşemeye gitmeye mecburlar. Önlerinde virüsün faturası olduğu gibi ekonomik fatura ve bu ekonomik faturanın neden olabileceği krizler, sosyal sorunlar bulunuyor. Bu süreci Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi anesteziyoloji ve reanimasyon ve yoğun bakım uzmanı Prof. Dr. Necmettin Ünal ile konuştum.
ADIMLAR KÜÇÜK KÜÇÜK ATILMALI
Prof. Dr. Necmettin Ünal da vaka sayısının azalmakta olduğu ülkelerde gevşemenin uygulanması gerektiğini düşünüyor. Ancak adımların çok dikkatli atılması konusunda uyarısı var: “Dünya geneline baktığımızda, ekonomik açıdan kayıplar çok fazla. Ülkelerin bazıları bunun yol açabileceği sosyal patlamalardan korkuyor. Bunun faturası virüsten de fazla olabilir. Bu nedenle tüm ülkelerde gevşeme adımları atılmalı. Sadece adımların doğru ve küçük küçük atılması taraftarıyım. 15 günde bir, bilemediniz haftada bir süre bırakılarak yeni adım atılmalı. Bunun nedeni kuluçka süresini izlemek. Attığınız adımın etkisini görmek.” Necmettin Hoca da süreçte izlenecek politikaların dinamik olması gerektiğinin altını çizdi. Tüm ülkelerde gevşemeyle vaka sayılarında artış görülebileceğini belirten Necmettin Hoca, bu nedenle sosyal mesafe, hijyen, maske ve sektörlere özel tedbirlerin sıkı bir biçimde uygulanmasının önemli olduğunu söyledi.
TURİZM SEKTÖRÜ TEDBİRLERİ CİDDİYE ALMALI
Prof. Dr. Necmettin Ünal, yeni normalde sezon açmaya hazırlanan turizmcilere de sunum yapacak. TURSAB’ı bilgilendirecek olan Necmettin Hoca dikkat edilmesi gereken unsurlara dikkat çekti, “Turizm Türkiye’nin ekonomisi için kilit önemde. Bu nedenle yanlış bir adım ileriye yönelik potansiyeli de kaybetme riskini beraberinde getirir. Çok daha dikkatli olmalılar. Tedbirleri çok ciddiye almalılar, en üst seviyede uygulamalılar. Misafirlerin seçimi ve kontrolü, personel seçimi ve periyodik kontrol, havaalanı-otel arası transport güvenliği, tesislerde sosyal mesafe, hijyen, maske kullanımı önemli maddeler. Mümkün olduğunca klima yerine doğal havalandırma kullanmaları gerekiyor.”
SICAĞI DA SONBAHARI DA BİLMİYORUZ
Sıcakta virüsün etkisi zayıflıyor mu? Sonbaharda grip gibi bu virüs de etkisini arttıracak mı? Yeni bir dalga mı başlayacak? Bu soruların yanıtları tartışmalı çünkü ne kesin bir bilimsel veri var, ne de virüs yeteri kadar tanınıyor. Peki bu yanıtı belirsiz sorularla ilgili Necmetin Hoca ne diyor? İşte yanıtı:
“Virüsün değiştiğiyle ilgili birçok bilgi var. Bu virüs tanındığından beri 40 bin kere mutasyona uğradığını söyleyen bir bilim adamı bile var. Ancak bunların hiçbiri hastalık yapıcı etkisini azaltıcı ya da çoğaltıcı bir etki göstermemiş. Peki o tür bir mutasyona uğrar mı? Bunun da yanıtı belli değil. Bir gün öyle bir mutasyon olur ki virüs hiç hastalık yapmaz, ya da öyle bir mutasyona uğrar ki farklı bir kabiliyet kazanır. Bu yukarıdaki tüm soruların yanıtlarını farklılaştırır. Gelelim sıcaklığa... Koronavirüsün yaz aylarında da enfekte edebildiğini hem görüyoruz, hem de bunun bilgisi var. Bu kış virüs kuzey yarımküre ağırlıklı başladı. Ancak şu anki sıcakta Brezilya örneği ortada. Dünyada en çok hasta sayısına sahip ülke. Diğer yandan kış boyunca güney yarımküredeki hasta sayısının kuzey yarımküreden daha az olduğunu gördük. Sıcağın etkisiyle ilgili kesin bir şey söylemek mümkün değil. Keza sonbaharda ne olacağını söylemek için de erken. Virüsün benzerleri kış aylarında artabiliyor. Bu belirsizlik için de yapmamız gereken kötü senaryodan yola çıkarak tedbirleri almak ve o tedbirleri uygulamak.”