Dünya üzerinde bazı ülkeler ekonomik, sosyal kaygılar ve bunların yol açabileceği daha ağır krizler nedeniyle tedbirleri uzmanların söylediğinin aksine aşama aşama ve zamana yayarak kaldırmak yerine bir anda kaldırdılar. İnsanların çoğu da ister istemez bir anda rahat davranmaya başladı. Sonuç ortada. Sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde haberler aynı. Vakalar artıyor.
Artan vaka sayıları nedeniyle okulların açılması da ertelendi. Şimdilik 21 Eylül’de aşamalı ve seyreltilmiş yüz yüze eğitimin başlayacağı duyuruldu. Şimdilik diyorum çünkü 21 Eylül’e kısa bir süre kala vaka sayıları ve virüsün yayılma hızı göz önünde bulundurularak bu kararda Milli Eğitim Bakanı ve Bilim Kurulu’nun katılacağı bir toplantıda ele alınacaktır. Çocuklarımızın, büyüklerin, kısacası hepimizin sağlığı açısından bu durumu yadırgamıyorum. Ancak velilerle, öğretmenlerle, okul yönetimleriyle, öğrencilerle yaptığım sohbetlerden yola çıkarak, kendim de bir veli olarak bazı endişeleri ve hassasiyetleri de paylaşmak istiyorum.
ÇOCUKLAR NEREDE DAHA ÇOK GÜVENLİ?
Okullara gidemeyen çocuklarımız okullar dışında açık olan her yerde olmaya devam edecekler. Parklarda, sokakta, arkadaşlarıyla aynı ortamlarda, AVM’lerde, kafelerde vakit geçirecekler. Ergenlik dönemindekileri evde tutmak neredeyse mümkün değil. Soru şu: Öğretmen gözetimindeki sınıf mı daha güvenli yoksa rahat hareket edebildikleri diğer ortamlar mı?
Artan vakalar ve ortaya çıkabilecek yeni olumsuzluklar şimdiden göz önünde bulundurularak çocukların psikolojilerine yönelik bir çalışma yapılıyor mu? Bununla birlikte sıkılan, yalnız kalan, kilo alan, bilgiyi unutan, okuldan kopan çocuklarımız olduğunu da hatırlatmak isterim. Kayıp nesil kaygısı her gün daha da artıyor.
Daha önce özel okulların 15 Ağustos’tan itibaren yüz yüze telafi eğitimi verebilecekleri açıklanmıştı. Birçok okul 17 Ağustos Pazartesi için hazırlık yapmıştı. Şimdi bu okullar telafi eğitimini sanal eğitime çevirmek zorunda. Çoğu 17’sine yetiştiremeyecek. Bu karar biraz daha önce alınamaz mıydı?
UZAKTAN EĞİTİMDEKİ SORUNLAR
Uzaktan eğitim salgın nedeniyle tüm dünyanın uygulamak zorunda kaldığı bir yöntem haline geldi. Türkiye’de bu konudaki hazırlığını önceden yaparak hemen uygulamaya geçti. Çocukların ekran yorgunu olduğu bir sır değil. Ayrıca uzaktan eğitimde özellikle bilgisayarla yapılan derslerde sorun var. Yaş büyüdükçe bu sorun daha da artıyor. Kurallara çok dikkat eden çocuklarımız da var. Ancak genelde öğrenciler kamera ya da mikrofonlarını ya da her ikisini birden kapatarak derse katılıyorlar. Sadece o anda
Hatırlayacaksınız, CHP kurultayında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” demişti. O dostların kim olduğu uzun süre tartışıldı. Bu tartışmaya ilerleyen satırlarda yeniden döneceğiz. Sonrasında Meral Akşener, Ayasofya’yı ziyaret ederek namaz kıldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise yaptığı açıklamada önce Akşener’in Ayasofya ziyaretine değinerek, “Bana göre bu ziyareti ve ibadeti ziyadesiyle memnuniyet vericidir” dedi. Ardından da siyasetin gündemine adeta bomba gibi düşen o açıklamayı yaptı: “Sayın Akşener’in böyle gitmeyeceğini, böyle ittifak olmayacağını, olsa bile bir ayağının çukura düştüğünü görüp derhal ve çok kısa süre içinde evine dönmesi doğru ve tutarlı bir davranış olacaktır. Evinde rahatı ve huzuru bulacaktır. İkbal ile idbar arasında sıkışıp kalmak yerine, kaldı ki zillete düşmektense evde olmak isabetli bir tercihtir.”
SİYASETTE HER ŞEY KONUŞULUR
MHP’li kaynaklarıma açık açık şu soruyu sordum: Bu Akşener ve arkadaşlarının MHP’ye dönmesi için bir çağrı mı, yoksa İYİ Parti’nin ‘cumhur ittifakı’na katılması için bir davet mi? Ya da iki seçenek de masada, her ikisine de yanıt mı bekliyor MHP Genel Başkanı? Kaynaklarım bunun bir ayrıntısı olmadığını söylediler. MHP Genel Başkanı’nın ikinci bir açıklama yapıp sözlerine daha da açıklık getirmeye şimdilik ihtiyaç duymadığını belirtiyorlar. Mesele ve sorunun HDP ile birliktelik olduğunun altını çiziyorlar: “Bir yanda HDP ile birliktelikleri var, diğer yanda milliyetçi ve muhafazakâr bir çizgileri. Bu ikilik ortadan kalkmalı. Karar versinler, siyasette her şey düşünülür, konuşulur” yorumunu yapıyorlar. MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin konunun tartışılmasını istediğini de vurguluyorlar.
ESKİ HUKUK
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Bahçeli’nin çağrısını yadırgamadığını söyledi: “Makul çizgide bir davettir. Terör örgütleriyle el ele olmak, milli ve yerli olarak düşündüğümüz İYİ Parti’ye hiç uygun düşmeyebilir. Böyle bir sıkıntının olması hasebiyle, böyle bir davet gerçekleşmiş diye düşünüyorum. Ülke genelinde bir bütünleşmenin gereğini düşünüyorum” dedi. Aslına bakarsanız, son cümlesi ile Cumhurbaşkanı da Bahçeli’nin davetine katkı yapmış oluyor. Burada Erdoğan-Akşener hukukunun eskiye dayandığını da hatırlatmak gerekir. DYP’den istifa eden Akşener, 2001 yılında Fazilet Partisi’nden kopan Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğini yaptığı, yenilikçi kanat olarak adlandırılan oluşuma katılmıştı. Ailevi dostlukları olduğunu da hatırlatalım.
TABAN KABUL ETMEZ
Peki İYİ Parti’de durum ne? MHP ile fırtınalı bir geçmişi olan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Bahçeli’nin çağrısını “siyasi magazin” olarak tanımlayarak, kamuoyu önünde ciddiye almadığı mesajını verdi. İYİ Parti’de zaman zaman yapılan sohbetlerde ‘cumhur ittifakı’nda yer alma olasılığı her ne kadar değerlendirilse de teknik olarak mümkün görülmüyor. Tabanın bunu istemeyeceği ve İYİ Parti’nin ‘cumhur ittifakı’na katılması durumunda tabanın diğer partilere, özellikle de yeni kurulan partilere kayacağı belirtiliyor. ‘Cumhur ittifakı’ ile işbirliğinin iyileştirilmiş, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş temelinde gündeme gelebileceği söyleniyor.
TEMAS YOK
Konumuz İstanbul Sözleşmesi. AK Parti’nin yakın bir zamanda konuyu yetkili kurullarında ele alarak bir karar vereceği belirtiliyor. Daha önce de yazdığım gibi, kadın dernekleri, bu işin tarafları, uzmanlar mutlaka dinlenmeli. Mutlaka onların görüşleri alınmalı. Köşelerinde, sosyal medya hesaplarında, cemaatlerinde asanlara, kesenlere, küfredenlere, hakaret edenlere, kendilerine bakmadan kötü söz söyleyenlere, bu tartışmadan mutlaka bir çıkarı olanlara, insanı bir ve eşit görmeyenlere kulaklar tıkanmalı. Yok sayılmalılar. Nedense bazıları bu konuyu iktidar alanı elde etme sorunu haline getirdi. Adeta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kendi kararlarını dayatmaya çalışıyorlar. Bunu da aleni yapıyorlar. Üstelik kimi çirkin üslubuyla, kimi de sözleşmenin içeriğini dahi bilmeden yapıyor. AK Parti’nin kendi yaptırdığı araştırmaya göre, toplumun yüzde 85’inin İstanbul Sözleşmesi’nden haberi yok. Sözleşmeyi okuyanların oranı yüzde 3. Okumadığı halde sözleşmeden çıkılmasını isteyenlerin oranı yüzde 5. Hadi diyelim ki onların deyimiyle “kötülüklerin anası İstanbul Sözleşmesi”nden çıkıldı. Sonra ne olacak? Sonra ne isteyecekler? Gerçekte kadının eşitliğini içine asla sindiremeyen ve çirkin üsluplarıyla sinirlerimizi bozan bu grup, sonra hangi kanuna muhalefet edecek?
BİZ HEPİMİZ AYNI TARAFTAYIZ
Çirkin üslup demişken, burada tekrarlamayacağım o kelimeyi kullanan beyefendi ve ona hak verenler! Yazıklar olsun hepinize! Biz kadınlar siyah-beyaz, başörtülü-başörtüsüz, çocuklu-çocuksuz, o partiden-bu partiden, hepimiz aynı taraftayız. Şiddete, hakarete, cinsel istismara, tecavüze karşı hepimiz birlikteyiz. O yüzden kötü kelimeleriniz hiçbirimize işlemez. Bizi muhafazakâr-muhafazakâr değil diye de bölmeye çalışmayın. Buradan oyun, hesap, iktidar mücadelesi çıkarmayın.
SORUNLU DENİLEN TERİMLER
Sözleşmedeki bazı terimleri sorunlu görenler ve onlara itiraz edenler var. Ancak İstanbul Sözleşmesi’ni okuyanlar terimlerin açıklamalarına da sözleşmede yer verildiğini göreceklerdir. Toplumsal cinsiyet, eşcinsellik yada cinsiyetsizleştirme değildir. Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın ve erkeğe eşit fırsat verilmesi anlamına gelir. Cinsel yönelim kavramı dördüncü maddede geçmektedir. Şiddet ile mücadelede hiç kimseye ayrımcılık yapılmaması, din, dil, ırk vb pek çok unsurla birlikte, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddetin de kabul görmemesi gereği vurgulanmıştır. ‘Ama’sız, ‘fakat’sız bu içeriklere itirazı olan var mı?
SAĞDUYU GEREK BİZE
Sağduyu ile hareket etmek gerekiyor. Kadın derneklerinin tüm açıklamalarına rağmen eğer hâlâ bazı kavramlarda muğlaklık olduğu düşünülüyorsa buna aklıselimle yaklaşmakta fayda var. Avrupa Konseyi’ne yorum beyanı gönderilmesi ya da muğlak kavramlar için konseyin toplantıya çağırılması gibi öneriler değerlendirilebilir. Ancak çözüm, şiddet eylemlerinin engellenmesi, mağdurlara yardım edilmesi ve faillerin adalet önüne çıkarılmasını amaçlayan bir kazanımdan vazgeçmek olmamalıdır. Orta yol mutlaka bulunur.
COVID-19’LU SAHİLLER
Tabii ki kurallara uyan, dikkat eden insanlar da işletmeler de var. Ancak onların istisna olduğunu söyleyip gördüklerimi sizlere aktaracağım. Sevgili doktor arkadaşım Prof. Dr. Murat Türegün ile birlikte Bodrum sahillerini dolaştık. İşletmelerin önünden geçtik, Türegün “Bu kalabalığın içine asla girilmez” dedi.
Sosyal mesafe yok! Bodrum’da ve Çeşme’de şezlonglar yan yana, hatta dip dibe!
Halk plajları ağzına kadar dolu. Sahil de deniz de dolu. Havuzda, denizde sosyal mesafeye dikkat edilmiyor.
Plaj partilerinde durum vahim. Saat 17.00 gibi başlayan partilerde, eğlence en az üç saat sürüyor. İğne atsanız yere düşmüyor.
Akşamları çarşılarda, marinalarda gezenlerde maske yok.
Gece kulüplerinin çoğu önüne ya da bir bölümüne restoran açarak, ruhsatlarına restoranı ekleyerek, gece kulüplerini de hizmete açmış. Bazı yerlerde gece 24.00 kısıtlamasına uyulsa da özellikle Çeşme ve Alaçatı’da tedbirsiz eğlence sabahlara kadar sürüyor.
İnsanlar birbirlerini gördüklerinde el sıkışıyorlar, sarılıyorlar hatta öpüşüyorlar.
Kalabalık bayram sofralarından, el öpmelerden, sarılmalardan, kucaklaşmalardan mutlaka kaçınmak gerekiyor. Salgın bitmedi, devam ediyor. Bu nedenle de Mehmet Hoca’yı aradım. Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, Kurban Bayramı’nda beş riskli aktivite olduğunu söyledi. Dikkat edilmesi gerekenleri şöyle anlattı:
BEŞ RİSKLİ AKTİVİTE
1)İNSANLARIN BULUNDUKLARI ŞEHİRDEN BAŞKA YERE GİTMESİ:
Gidişler genelde büyük şehirlerden küçük yerleşim yerlerine oluyor. Yani virüsün yoğun olduğu illerden daha az olanlara. Tabii Güneydoğu Bölgesi hariç. Güneydoğu’da şu an salgın yoğun. Peki bu yerleşim yerlerine nasıl ve hangi araçla gitmeliler? En güveniliri kendi araçlarını tercih etmeleri. Mola verdikleri yerlerde, kısa sürede ihtiyaçları gidersinler. Virüsün miktarı ve virüsle temas süresi önemli. Yemeklerini kalabalık yerlerde yemesinler. Otobüs ya da uçakta pencere kenarını tercih etsinler.
2)BAYRAM NAMAZI: Bayram namazını açık alanda, sosyal mesafe kuralına uyarak ve maske ile kılsınlar. Kapalı alanda kılmaya mecburlarsa, mesafeye mutlaka dikkat etsinler. Yüksek sesle konuşmasınlar. Yüksek sesle konuşmak, bulaş riskini on kat arttırıyor. Cami çıkışlarında toplu bayramlaşmadan kaçınmak gerekir.
3)KURBAN KESİMİ: Virüs hayvanlardan bulaşmaz. Ancak insandan insana bulaşır. Bayram namazından hemen sonra kurban kesimi için yığılma olmamalı. Kurban kesimi dört güne yayılarak yapılmalı. Sosyal mesafe ve maske kuralarına mutlaka uyulmalı. Diyelim ki kurbanı kesende virüs var, diyelim ki keserken hapşırdı. Evde bıçağı, elimizi yıkamak gerekiyor. Sadece COVID-19 için değil başka hastalıklar açısından da çiğ ete değdikten sonra el normalde mutlaka yıkanmalı.
4)TOPLU TAŞIMA ARAÇLARININ KULLANIMI: Bayramlaşma ziyaretleri mutlaka dört güne yayılmalı. Toplu taşıma araçları kalabalık olmamalı.
5)BAYRAMLAŞMA:
Hem kadın dernekleri temsilcilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşme taleplerini kaleme almış, hem de “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmamalı” demiştim. Yazılarıma ara verdiğim bu bir haftalık kısa sürede geldi kötü haber. Pınar Gültekin vahşice katledildi.
Lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve bir düşünün... Bugüne kadar kaç Pınar katledildi? Kaçımız tecavüze uğradı? Kaçımız dayak yedi? Kaçımız cinsel istismara uğradı? Kaçımız çocuk yaşta evlendirildi? Bu soruların yanıtları, istatistiki bilgi olarak açıklanan o rakamlar kalplerinizi kanatır. Bizim kalplerimiz kanıyor. Sesimizi duyurmak için sosyal medyadaki fotoğraflarımız siyah-beyaz olsa da aslında kapkarayız. Yastayız, üzgünüz, kırgınız, kızgınız... Bizler anneleriniziz, bizler eşleriniz, bizler kardeşleriniz, kızlarınız, hayat arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınızız. Arkanızda değil, yanınızdayız. Karşınızda değil, eşit olarak yanınızda olmak isteğimiz. Bizler insanız. Peki ya siz? Katleden, tecavüz eden, döven, hakaret eden, istismar eden ya da tüm bunlara sessiz kalan, değerlerin arkasına saklanmaya çalışanlar, illa bir kadını suçlu bulmaya çalışanlar, “ama” diye başlayan cümleler kuranlar sizler nesiniz? İnsan sormadan edemiyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmadığı halde yaşanıyor bu katliamlar. Peki ya çıkılsa? Diyeceksiniz ki “Adının illa İstanbul Sözleşmesi olmasına mı gerek var, önlemler alınır, gerekli düzenlemeler yapılır”. Niye bir kazanımdan vazgeçelim? Bu kazanımın yerini doldurmak ne kadar sürer?
Bakın, hükümete yakınlığı ile de bilinen Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM’in başkanı Saliha Okur Gümrükçüoğlu, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Burada yapılması gereken hukuki bir kazanım olan sözleşmeden çıkmaktan ziyade, söz konusu maddeleri uluslararası hukuk çerçevesinde çözüme kavuşturmaya çalışmaktır. İstanbul Sözleşmesi ve benzer hukuki metinler de amaç olarak şiddetin önlenmesine yönelik gerekli düzenlenmelerin yapılmasına yöneliktir. Söz konusu sözleşme şiddetin önlenmesi noktasında araçlardan sadece bir tanesidir. Aslolan şüphesiz şiddetle mücadeledir” dedi.
Sevgili okurlarım, biz hepimiz temelde bu konuda birleştik. Bizi, kadınları ilgilendiren konuda hepimiz aynı fikirdeyiz. Yapılması gereken kazanımlardan geri adım atmak değil. Sorunlar var ise oturup ne yapılması gerektiğini konuşmak, şiddeti engellemek için de ne gerekiyorsa artık bir an önce yapmak. O masada mutlaka kadın derneklerinin temsilcileri de yer almalı. Bir daha hiçbir kadın siyah-beyaz bir fotoğrafa dönüşmesin... Kalplerimiz kanamasın.
Herhangi bir sabahtan Türkiye örneği sizlere... Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü ile telefon sohbetimiz onun bu sözleriyle başladı. Sevgili okurlar, tahmin edeceğiniz gibi konumuz İstanbul Sözleşmesi. Sonda söylenmesi gerekeni başta söyleyerek başlayacağım: Kadınları ilgilendiren konularda kararları erkekler vermesin. Kadınlar da korkmadan, çekinmeden, siyasi kaygı duymadan konuşsun lüften!
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NE KADINLAR NE DİYOR?
Sadece Canan Güllü ile konuşmadım. Birçok farklı görüşlerden birçok kadını, birçok dernek temsilcisini aradım. Muhafazakâr ya da değil hepsinin ortak görüşü şu:
“İstanbul Sözleşmesi kadına karşı, insana karşı şiddeti önlemeye yönelik. Anayasa ve hukukta ne var ise o çerçevede kaleme alınmış. Kimseye özel bir alan açmıyor.”
Altını çiziyorum: Bu görüş muhafazakârların da muhafazakâr olmayanların da ortak görüşü.
KİM BU CEMAATLER?
Peki Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı şehirden adını alan, 9 yıldır yürürlükte olan meşhur İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışma nereden çıktı? Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’ye göre kara propaganda 2009 yılında başladı:
“Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) üzerinden cemaatlerin bir savaşı oldu. Cemaatler, KADEM üzerinden Sayın Cumhurbaşkanı’na yüklendi. Yaptıkları kara propaganda şöyle oldu: