Off White’ın kurucusu ve tasarımcı Virgil Abloh’un ölümünün ardından boşluğu zor doldurulacağı düşünülen Louis Vuitton, aileye katılan Pharrell ile unutulmaz bir defileye imza attı.
Kendisini tasarımcı olarak görmediğini, tasarımcıların ortaya koyduğu tasarımları farklı bir bakış açısıyla yön verdiğini defile sonunda tüm tasarımcılarla podyuma çıkarak dünyaya ilan eden Pharrell, tepkilere de cevap vermiş oldu.
Z kuşağının moda dünyasının taşlarını nasıl yerinden oynattığını uzun zamandır görüyoruz. Geleneksel moda ve tasarımlar artık Gen-Z’nin etkisi altında.
LVMH Grup’un radikal adımlarının ne kadar doğru olduğunu tartışmak için henüz çok erken ama rap dünyasının kendi içindeki DNA’sı ve siyah sanatçıların gustosuyla yeni bir akımın hayatımıza gireceğine hiç kuşku yok.
Ben Louis Vuitton’un yeni vizyonunu çok beğendim.
Özellikle markanın en büyük ticari akışının aksesuvar ve çantalar olduğunu göz önünde bulundurursak, koleksiyonda birçok arzu nesnesinin yer alması, ilk günden doğru bir iş birliği sinyallerini verdi.
Ayrıca rap dünyasının en önemli isimlerinin ailede olması demek, her defilenin dünya çapında ses getireceği ve geniş hayran kitlelerini garanti altına almak da demek.
Bunun ilk örneğini Paris’in ünlü Pont Neuf Köprüsü’nün müzik ve sinema sektörünün en ikonik isimlerinin Pharrell destekçileri olarak ön sırada yer almasından anlıyoruz.
Bayılırdım kampanya çekimlerine. 90’lı yıllarda yaz demek Zeki demekti. Bikini ile aynı desende pareo giymek ayrıcalıktı. Gözüm gibi bakardım o bikinilere.
Dünyanın en iyi modelleri ile yaptığı, dünya çapında ses getiren ve çığır açan kampanya çekimleri ise beni benden alırdı.
Cindy Crawford, Claudia Schiffer, Heidi Klum, Naomi Campbell, Adriana Lima, Alessandra Ambrosio, Adriana Karembeu gibi top modellerle çalışılırdı. Hatta kampanya yüzleri Türkiye’ye gelip podyumda yürürdü. Hayranlıkla izlerdim.
Taa ki 2004’te Adriana Karembeu’nun reklam afişi krizine kadar... Sonrası malum. Bir daha da ne öyle kampanya çekimleri görebildik, ne de öyle estetik billboard’lar.
2021 yılında Şefik Kaya ve Harun Onaran tarafından satın alınan Zeki, aynı DNA’yı takip ederek, günümüzün en önemli moda fotoğrafçılarından Mert Alaş’ın çektiği Irina Shayk kampanyası ile plajlara dönüş yaptı. Kadının en yalın olduğu haller olan plajlarda şık ve fit görünmek, mayo ve bikinin kalıbına göre çok değişkenlik gösterebiliyor.
Arkasında 30 yıllık deneyimi olan Zeki, özellikle 1 beden ufak gösteren mayo kalıplarıyla sezona iddialı bir giriş yaptı.
Ben döndüğü için çok mutlu oldum ama şu andan itibaren beni en çok meraklandıran şey bir sonraki kampanya yüzünün kim olacağı. Duyduğum kadarıyla gelecek sezon bomba bir isimle karşımızda olacakmış.
Sıradanlığa karşı koyabileceğiniz, stilinizi konuşturabileceğiniz parçalar hep buralardan çıkardı.
Hatırlayın daha 2000’lerin başında Seven, G-Star, Levi’s giymek ayrıcalıktı, şimdi Zara, H&M vs gibi dünya devi hızlı moda zincirleri karşısında bazıları yok oldu gitti, bazıları da küçülmekten yok denecek az kategorisine evrildi.
Hızlı modayla mücadeleye etmeye çalışan, zar zor ayakta durmaya çalışan markaların sonu ise pandemiyle oldu.
Uzun zamandır modanın ve stilin sıradanlaşmasından son derece mutsuzum.
Her şey prototip, her kadın birbiriyle aynı. Stile, yoruma aç hale geldik.
Gittiğim her şehirde lokal, farklı bir tasarıma ait parça arıyorum, değil tasarım kıyafet, mağaza bile bulamıyorum.
O kadar güzel işler yapan isimler yok oldu.
Eskiden stilini hayranlıkla takip ettiğim yabancı isimlerin bile eskisi gibi giyinemediklerine şahit oluyorum.
Ama çok iyi biliyoruz ki erkekler için değil hemcinslerimize güzel görünmek için giyiniriz. Tüm çabamız içten içe budur aslında.
Ama bazı şeyler vardır ki onun kadınlar için yapılmadığı aşikârdır.
Mesela uzun protez tırnak, platformlu ayakkabı, dolgulu büyük dudak gibi...
Hazır plaj sezonu açılmışken farklı örneklerle de durumu çoğaltayım.
Mesela sabahın erken saatlerinde kırmızı rujla plaja gelmek, kocaman, selülitli ve antrenmansız kalçalara Brazilian veya string kesim bikini giymek, bunlar kadınlar için değil erkekleri etkilemek için yapılan şeylerdir. Ama göz ardı edilen bir şey var, seksi olduğunu düşündüğünüz birçok şey, erkeklerin nefret ettiği şeyler kategorisine giriyor. Bunu uzun uzun X, Y ve Z kuşağına ait birçok erkekle konuştum ve ortaya çıkan sonuç şu:
◊ Z kuşağındaki erkeklerin bazıları hariç hemen hemen hiçbiri şu an aşırı popüler olan uzun ve sivri tırnaktan hoşlanmıyor hatta birçoğu görmeye tahammül dahi edemiyor.
◊ Olağanüstü fiziğe ve mükemmel kalçalara sahip olan Izabel Goulart gibi olmadığı sürece string bikini giyen bir kadın görmek hoşlarına gitmiyor. Özellikle eşlerinin ve kız arkadaşlarının giymelerini kabul edilebilir bulmuyorlar.
◊ Platform ayakkabılar için fikirler yarı yarıya yakın. Bir kısım ucuz görünmediği sürece rahatsız olmuyor, diğer kısım ‘görmek dahi istemiyoruz’ diyor. Hatta buna babet kategorisini ekleyenler de var.
Bunlardan biri de İstanbul’da çağdaş sanatı keşfetmeye ve tanıtmaya yönelik bir sanat galerisi olan Muse Contemporary ile sofistike keşiflerin adresi Mett Hotel & Beach Resort’un yaptıkları iş birliği oldu.
Ayşe Pınar Akalın’ın küratörlüğünde, Ceren Önal Palamutçu ev sahipliğinde Türkiye’den ve dünyadan 16 farklı sanatçıyı bir araya getiren “Cloud Nine” sergisi kapılarını açtı.
İsveçli sanatçı Petra Hultman’ın enstalasyonu, lentiküler fotoğrafçılık alanının önde gelen temsilcilerinden ve hayran olduğum İngiliz sanatçı Jeff Robb’un soyut çalışmaları, Portekizli sanatçı Miguel Rodrigues’in barok tarzı eserleri, Fransız sanatçı Laurence Jenk’in ünlü bonbonları, 12 yıldır Türkiye’de yaşayan Tom Fellows’un alüminyum panelleri, Canan Savaş, Yasemin Vardarlılar, Sinan Polvan gibi ünlü isimlerin eserleri Mett Bodrum’un özenle belirlenen mekânlarında sizlerle buluşmayı bekliyor.
Benim aklım savaş nedeniyle kısa bir süre önce Türkiye’ye yerleşen Rus çift Yulia Batyrova ve Marat Mukhametov’un beton ve porselenin zıt uyumunu vurgulayan kanat heykelinde kalmadı değil.
15 Eylül’e kadar kapıları herkese açık olan sergiyi gezmenizi çok tavsiye ediyorum. İnanın eserlerin seçkileri ile size verdiği hazza bayılacaksınız.
Sanatçıları desteklemek ve güçlendirmek için uluslararası pazara erişim sağlayan ve dünya çapında sanatçılar ve galeriler arasındaki iş birliğini kolaylaştıran bir kapı görevi gören Muse Contemporary harika bir iş başarmış. Bir sonraki sergilerini sabırsızlıkla bekliyorum.
Lucca by the Sea sezona ‘merhaba’ dedi
Bodrum’da bu hafta sonu sezonu açanlar arasında Mandarin Oriental içinde yer alan Lucca by the Sea de vardı. Şu an sadece restoranı açılan Lucca’nın plajı 15 Haziran’da aktif hale gelecek.
Geçen haftalarda The Stay Boulevard’ın üst katında açılan Marcello, aradığımız İtalyan ruhunu İstanbul’a getirmeyi başarmış. Peynir ve domates alerjisi olan birisi olarak İtalyan mutfağı genelde en zorlandığım mutfakların birisidir ve gitmeyi kolay kolay tercih etmem. Haliyle tercih sebebim olması için gözüm mekânda beni cezbedecek şeylerin varlığını arar.
Yine bu fikirle gittiğim Marcello’dan içeri adım atar atmaz dünyaca ünlü tasarım ofisi Autoban’ın imzasını taşıyan tasarımı karşısında paralize oldum.
İç mekânın renk kodları, geniş barı, harika terası, terastaki o şahane döşenmiş koltukları, muazzam İstanbul manzarası ve her bir köşede bulunan nefis sanat eserleriyle sıradanlıktan tamamen uzak, Nişantaşı’na yakışır şıklıkta bir mekân olmuş.
Özellikle mutfağın yanında asılı duran lentiküler fotoğraf alanının önde gelen temsilcilerinden İngiliz sanatçı Jeff Robb’un çıplak kadın vücudunun zarafetini 3D formda gözler önüne seren ve Portal serisinin en beğendiğim 5 eserinden 3’ünün burada asılı olması aklımı başımdan almadı değil.
Napolili Executive Şef Luigi Mariconda ve Genovalı foccaccia şefi Massimiliano Nardo’nun başında bulunduğu Marcello spesifik bölge restoranından çok İtalya genelinden en iyi lezzetlerin bir araya geldiği seçkin bir İtalyan restoranı olmuş.
Ben deneyemesem de yiyenlerin tepkilerinden gördüğüm kadarıyla mayasız, yufka kadar ince iki hamur tabakasının arasında özel olarak ürettikleri peynir dolgusundan yapılan Focaccia tipo Recco ile parmesan ve porçini mantarlı risottosu efsane.
Ben vegan olan imza kokteylleri eşliğinde keyifli bir şekilde dekoru incelerken, şef Luigi’nin annesinin tiramisusu karşısında yelkenleri suya indirip, aldığım küçük bir çatal sonrası İstanbul manzarasının tadını çıkarmanın mutluluğunu yaşadım.
İstanbul’dayken içeri girdiğimde yurtdışındaymışım hissini veren mekânların çoğalmasına bayılıyorum. Artık listeme Marcello da eklendi.
Kısacası şöyle dedi:
“Fikir çalmak, o fikri ortaya koyana kadar aylarca verdiğin özveriyi, teri, sevgiyi ve yeni fikirleri hayata geçirme enerjisini çalmak demek. Bu son derece incitici ve suistimal edici. Ben insana, çalışkanlığa, işçiye saygı duyarım. Üretimde ve malzemede etik ilkeleri benimserim. Fikir hırsızlıkları karşısında insan kalmaya çalışıyorum. Benim gibi gençler için bu sektörü ayakta durabilecekleri bir yer yapmaya çalışıyorum ama belki de çok iyi niyetliyim. Devam eden birkaç yasal davam var ama umursamıyorlar ve yapmaya devam ediyorlar. Bu ucuz Instagram kopyacılığı karşısında bir tek sen durabilirsin. Yaratıcılığın ve gençlerin hayatta kalmaya devam etmesini ve başarılı olduklarını görmek istiyorsanız, daha fazla onların oyununa ortak olmayın.”
Kitabına göre ve ahlaklı bir şey üretmek kesinlikle ucuz değil ve herhangi bir tasarım için verilen emeklerin karşılığı kopyacılık olmamalı.
Calza’ya sonuna kadar katılıyorum ve destekliyorum.
Emek hırsızlığına karşı boykot başlatılması fikrini en önde savunanlardanım.
Bir tasarımcının veya markanın yaptığı bir fikri alıp kendilerininmiş gibi göstermek tam olarak hırsızlıktır. Bunu bilerek alkış tutanlar ve destek olanlar ise suç ortağıdır.
Hammadde sıkıntısı almış başını gitmiş, üretim zinciri kırılmışken, tasarımcı hayalini kurduğu bir ürünü sizlerle buluşturabilmek için ekonomik krize rağmen büyük bir risk altına girmişken, tek bir ürünün maliyeti korkunç fiyatlara çıkıyor olsa bile üretmeye devam ediyorken, verdiği özverinin karşılığı bu olmamalı diye düşünüyorum.
Beklentin yüksek olduğu sürece o güne yüklediğin değer farklı bir boyuta geçiyor çünkü. Tahmin edebileceğiniz üzere biz kadınların beklenti çıtası yüksek olduğu için doğum günleri, evlilik yıldönümleri yılın en stresli günlerini de beraberinde getiriyor haliyle...
Ama Anneler Günü deyince durum değişiyor. Sadece hatırlandığını hissedeceği bir telefon konuşmasının yeteceği kadar beklentinin düşük olduğu bir gündür.
Kimisi için buruk, kimisi için heyecanlı, kimisi için sürpriz dolu anlara gebedir. Anneleri mutlu etmek kolaydır.
Onlara alacağımız hediyeyi bulmakta zorlanabiliriz.
Aslında bunun kolayı var.
Annemizin karakterini ve ihtiyacını doğru anladığımızda ve bunun üzerine biraz zaman harcadığımızda en doğru hediyeyi bulmak mümkün.
Geçtiğimiz günlerde en güzel hediyeyi bulmak için Hürriyet ve Amazon Türkiye ortak etkinlik gerçekleştirdi.