Paylaş
‘Sessiz lüks’ü, markaların logolarının, monogramların ve markayı belli eden gösterişli parçalardan uzaklaşıp zarif detaylarla, sade kıyafetlere vurgu yapması olarak tanımlayabiliriz.
Yani ayaklı reklam panosu gibi ortalıkta dolaşmak ne mutlu ki uzun bir süreliğine sona erdi. Aslında sessiz moda bir trend değildir, dünyada yıllardır var olan gösterişin aksine, sade ve zamansızlık benimseyen tarz sahibi kişilerin temsilcisidir.
Çok beğendiğimiz, ikon yerine koyduğumuz kadınların tamamı tam da bu yüzden ikonlaşmıştır. Mesela bir gözünüzün önünde canlandırın, siz hiç Angelina Jolie’yi üzeri kocaman markalı kıyafetlerle gördünüz mü?
Veya Julia Roberts, Cate Blanchett’i?
Sadelik, şıklık, kalite ve minimalizm burada kesişir. Bu stilin temsilcisi ise Jil Sander ve The Row’dur. Özellikle dikkat edin, herkes bu iki markanın çatısı altında buluşacak.
Ama önemli olan trendleri takip etmek değil, gerçekten bu ruha sahip olup hayat boyu bu çerçevede dolaşmak. İşte o zaman ‘stil sahibi nasıl olunur’un cevabı da verilmiş olur.
Yeni mekân keşfetmenin güzelliği
İstanbul’da en sevdiğim yerlerden biridir Emirgan. Hem sokak içindeki eski mimari apartmanları, o apartmanların içindeki kocaman avluları, balkonları, ahşap köşkleri ve sokak aralarındaki kocaman ağaçlarıyla benim için kurtarılmış bölge gibidir Emirgan.
Tabii ki lale zamanı hariç. Artık kalabalıktan, bitmek bilmeyen organizasyonlardan, aynı andan birden çok iş yapmak zorunda kalmaktan bedenimiz de kafamızın içi de yorgun.
Sessiz moda, içe dönmek, sürdürülebilirlik diyoruz ama kendimizi İstanbul’da mümkün değil izole edemiyoruz.
O yüzden kalabalık akın akın gitmeye başlamadan yeni yerler keşfetmek benim için çok kıymetli. Hele bir de güzel vizyona sahip bir mekânsa değmeyin keyfime.
Bu tarihi atmosferde sabahın erken saatlerinden itibaren gün boyu güzel müzik, taze kahve hem de benim gibi hayvansal gıda tüketmeyen insanların en büyük derdi olan süt seçeneklerinde sadece bitkisel süt seçeneklerinin olduğu menüsü ve lezzetli atıştırmalıklarıyla çok tatlı bir yer girdi hayatımıza.
Ama güzel olan sadece bu değil yurtdışında özellikle New York ve Londra’da sıklıkla gördüğümüz kafe ve mağaza konsepti ile açılmış 7.83 House.
Mekânda gördüğünüz her şey ama her şey satılık. Kahve içmeye diye gidip içeride beğendiğiniz vintage bir mobilya ve içtiğiniz kahve fincanıyla evinize dönebiliyorsunuz.
İçeride şu an 70’ler havası hakim ama dekorları almak isteyen oldukça bu demek oluyor ki her seferinde başka bir dekorla karşılaşmak mümkün.
Bu da mekânı daha heyecanlı hale getiriyor.Özellikle benim gibi ev dekorasyonuna meraklı, gittiği her ülkede bit pazarı kovalayan biriyseniz ya da güzel kahve içeceğiniz farklı bir yer arıyorsanız en kısa zamanda burayı ziyaret edin.
Paylaş