Bence şahane bir yaşam koçu olabilirdim. Yaşam koçlarının çoğundan ayıptır söylemesi daha zenginim. Daha ünlüyüm. Spor yapmadan normal kilodayım ve psikoloğa gitmeden az çok bir ölçüde akıl sağlığım var. Ne kadar az ne kadar çok, gününe göre değişir. Bugünkü akıl sağlığım biraz karneyle dağıtmışlar gibi. “Onlardan daha zenginim” filan yazıyorum zira. Olsun. Her şekilde görülüyor ki yaşam koçlarının dediğini değil, benim yaptıklarımı yaparsanız, yaşamınızda daha güzel şeyler olabilir. Ve daha da güzeli, benim önerilerim bedava.
Ben endişe ve tasadan yıldım arkadaş! Hayır ne faydası var? Ben gece uykusuz kalınca dolar 2 TL’ye mi iniyor? Ben her akşam CNN seyredince terör mü azalıyor? Yoo. O zaman derin bir nefeees ve hep beraber gevşiyoruz!
Kendinizi dinlemeyin: Beyninizde buluttan nem kapan, vesveseli, geveze ve drama seven bir teyze oturuyor. Onu dinlemeyin. He deyin geçin. Müzik açın, kitap okuyun. Su, yatağını bulur efenim! Yarın ne giyeceğinizin planı bile bazen tutmuyor, hayatınızın geri kalanını planlamak nasıl bir ukalalık! Kendinizi rüzgara bırakın, akıntıya karşı yüzmeyin.
Ne yerseniz yiyin: Asla yediğiniz tavuğun özel hayatında neler yaşadığını öğrenemeyeceksiniz. Ne kadar gezdi dolaştı, ne kadar pinekledi, ne stres yaşadı bilemeyeceksiniz. İçtiğiniz sütün kaynağı olan inek ne yedi, emin olamayacaksınız. Ekmeği, şekeri filan azaltın ama gerisini bırakın dağınık kalsın. İçtiğimiz sütün nereden geldiğiyle ilgili duyduğumuz endişe, sağlığımıza o sütten çok daha fazla zarar veriyor, o noktaya geldik!
Kas makbul bir şey değildir: Sadece kebapta değil, bence insanda da fazla kas tatsız oluyor. Günde 1 saat spor yapmayınca bütün gün dert edenlerden olmayın. İnsanoğlu lazım olduğunda hareket etmek için tasarlanmış bir canlı. Doğada yarasa gibi ters asılıp mekik çekmek gibi bir aktivite türü yok. Yürümek var, yüzmek var, meyve toplamak var. Efendi gibi spor yapın, durup dururken sakatlık çıkarmayın.
Krizi fırsata çevirin: Ekonomik kriz var mı yok mu tartışılıyor. Ben de doğrusu “Var” diyene deli gözüyle bakmıyorum. Özellikle aile reisleri için, işte size para harcatmaya çalışanları reddetme fırsatı. Krizi öne sürerek misafirden, hediyeden, hafta sonu illa AVM’ye gitmekten, hatta uzun telefon konuşmalarından kurtulabilirsiniz. Fast food’u bırakıp evde daha çok yemek yemek, ucuz olduğundan daha çok sebze tüketmek, taksiler indi bindi ücreti 8.5 TL almaya başladığından daha çok yürümek... Güzel şeyler bunlar. En azından bu şekilde bakalım.
Elinizde olmayan şeylere kafayı takmayın, çünkü elinizde değil: Suriye’deki savaş veya Türkiye’deki tehlikeli yapılanmalarla ilgili tasalanıyorsunuz. Çok normal. Peki tasalanmanız neye yarayacak? Her şeyi devletten beklememek lazım ama bazı şeyleri de devletten beklemek lazım! Ben bekliyorum mesela. Devlet bunları çözsün! Veya oradakiler o işi yapmasın, gelsin senaryo yazsın, takı tasarlasın, ne bileyim tornacılık yapsın. Çünkü ben ülkeyi yöneteceğim diye çıkmadım oraya, onlar çıktı.
Savaştayız!
Ülke içinde terörle mücadele, dışında ise Silahlı Kuvvetlerimizin de içinde olduğu büyük bir savaş var. Uzmanlar 10-15 yıl bu savaşın sürebileceğini söylüyor. İnşallah sürmez.
Ama haftaya bitmeyeceği de açık. Oradan korkarım ki şehit haberleri gelmeye devam edecek. “Şurası kontrol altına alındı, burada bilmem ne güçleriyle çatışma oluyor” gibi bilgiler akacak. “Orada ne işimiz vardı”cılar “Girmeseydik kendimizi nasıl koruyacaktık?”çılarla tartışacak. İki taraf da biraz haklı olacak, biraz haksız.
Ama şu kesin, bir ay içinde Suriye’yi çiçek çocukları yönetmeye başlamayacak!
Biz televizyonda “Ülkemiz bir beka sorunu yaşıyor” cümlesini duyup, içimizi çekmeye devam edeceğiz. Propaganda görüntüleri, korkunç videolar gelecek belki. Zafer haberleri de olacak belki. Ama biz bu durumu bir süre yaşayacağız sevgili vatandaşım!
Özellikle son bir-iki aydır, arkadaşlarımın teker teker motivasyonu düşük, sinirli, depresif insanlar olmaya başladıklarını daha yoğun hissediyorum. 2-3 sene öncesinin sosyal kelebekleri, neşe pınarları, serotonin bombaları bunlar.
Malumunuz herhangi bir canlının en hayati özelliği pençesi, dişi, hızlı koşması vs değildir. İnsanoğlunun hele, hiç değildir. En önemli özellik, değişen duruma adapte olarak hayatta kalmaktır!
Bu gergin, soğuk, kasvetli atmosfere belki bir süre ruhen “alışmak” lazım.
Hem mezeleri bayat, hem hesabı kazık meyhane gibi tutar tarafı olmayan bir yıldı.
“Seni çok özlüyorum ve hiç aramıyorsun” diye ikide bir atar yapıp, doğum günü partisine senden başka herkesi çağıran arkadaş gibi sahtekâr bir yıldı.
İki saat, acaba sonunda ne olacak diye gerip gerip, meraktan çatlatıp, hikâyenin finalini gıcıklığına havada bırakan sanat filmi gibi asap bozan bir yıldı.
Sürekli kızartma balık yapan, plastik kovaya kokulu çöp doldurup kapının önüne koyan, çocukları 24 saat bağıran, ama sana kırk yılda bir misafir gelse, atlet-pijama kapıyı çalıp gürültü şikayetine gelen komşu gibi, tahammül edilemez bir yıldı.
Zerrin İffet karakterinin dediği gibi, insanı silikon askısı kopan sutyen gibi yarı yolda bırakan bir yıldı.
Bir yıl içinde tarihin en feci darbe teşebbüsü, pek çok bombalı eylem, bir sürü korkunç yangın, savaş, çatışma, yüzlerce taciz, tecavüz ve ekonomik kriz aynı anda olmaz abi! Ben bunu protesto ediyorum. Ha kaderse, illa olacaksa olur. Ama biraz daha ağır ağır olur. Hani iki ayda bir olur, anlarsın. Yine anlamazsın tabii de, psikolojik olarak hazmedecek bir zamanın olur.
O gözü kör olasıca, soykası batasıca 2016’da güldüğüm bir şeyler aradım. Arşivleri tara, eski yazılarına bak... I ıh. Kara mizahın tavan yaptığı bir yıldı 2016, ve bu asla iltifat değil!
Ha şunlara bir tık güldük:
Herkes daha çok ve coşkulu gelecek planları yaparken...
İnsanlar birbirine bu kadar kızıp bağırmazken...
Eskidendi, eskidendi, çook eskiden...
Şimdi ise...
Mesele bir şeylerin eksikliği değil fazlası kardeş! Fazla trafik, fazla yemek, fazla stres, fazla kaos...
Her hafta, 120 yaşına kadar yaşamak, her şeyi yiyip haftada 3 kilo vermek, 50 yaşında 25 görünmek, stresten kurtulup sevgi kelebeği olmak için yepyeni, daha da yeni, en yeni ve bu sefer hakikaten mucize yaratacak bir formül buluyoruz.
Pakistan dağlarında yaşayan, 120’sinde hâlâ çakı gibi olan, 60’ında doğum yapan (ki bu bayağı kötü bir şey bence) Hunza Türkleriyle ilgili bir makale okudum az önce. Sağlık ve uzun ömürleri dağda yüksek oksijenli ortamda yaşamaya ve kuru meyve yemelerine bağlanmış. Şu an bu yazıyı pencere açık, kuru erik yerken yazıyorum! Kar atıştırıyor, hava buz ve iki kere hapşırdım. Sanırım Hunza Türkü değil, İstanbul Türkü olduğum için böyle oldu. Derhal pencereyi kapatacağım, zira gribim henüz iyileşti.
Bizim de kabahatimiz yok aslında. Derdimize deva arıyoruz. Az oksijenli, bol telefon ve televizyonlu, her yerden yeme içme ve tüketme sloganı fışkıran, çok trafikli, fazla sorumluluklu, aşırı stresli, eşten dosttan ziyade kötü haber alan kaynaklardan haber aldığımız bir hayatımız var.
Evden çıkıp yürüyerek Barbaros Bulvarı’ndaki ilkokula gittim. Yıllardır da Maçka’da oturuyorum. Memleketin neresi diye soranlar oluyor bazen. İzmirli zannedenler var. Değil, İstanbulluyum, Beşiktaşlıyım. Yani benim memleketim aha tam da burası. Yani bombaların patladığı yer!
Eski Beleştepe, şimdiki Şehitler Tepesi’ne pergelin ucunu koyup etrafına bir daire çizdiğinde, benim mahallem ortaya çıkıyor. En çok geçtiğim yollar, hayatımı geçirdiğim adresler, karış karış bildiğim kaldırımlar...
O iki bomba benim güzel havalarda çıkıp yürüdüğüm yerlerde patladı. Biri evden 100 metre ileride, diğeri taş çatlasa 1 kilometre. İnsan oturduğu binayı sallayacak kadar güçlü bir patlamada, içgüdüsel olarak kendini yere atıyormuş. Bu vesileyle öğrenmiş oldum cumartesi gecesi.
Korktum mu? Vallahi tuhaf ama pek de korkmadım! Korkmuyorum.
Yaz sonundan beri arkadaşlarımla mütemadiyen tıp konuşur olduk.
Kiminde tiroid sorunu çıktı, kimi mide kanaması geçirdi, bazısı açıklanamayan baş dönmeleri yaşadı. En sağlıklıları bile tutulmuş kaslarla arayıp, boyun ağrısı için kullandığım (Yazar hastalığı efendim, yapacak bir şey yok) ilaç olup olmadığını sordular. Şu an da hepsi evde soğuk algınlığından yatıyor. Birbirimize sürekli ilaç tavsiye ederken, “Acaba yaşlanmak böyle bir şey mi” diye düşündüm. Ve fakat arkadaş demografim çeşitli. 25’ten 55’e her yaş var. Belki de bize böyle topluca nazar değmişti!
Derken, darbe girişiminden sonra, yazın ortasında, dizi filan da yazmazken, hayatımın en rahat ve dertsiz dönemlerinden birinde, boyun kaslarımın kasılıp berbat ağrılar yaptığını hatırladım. Oysa 48 saat hiç masadan kalkmadan yazdığım dönemlerin aksine, çiçek gibi hayatım vardı. Ama bu defa ilk kez ön boyun kaslarım bile o kadar acıyordu ki bademciklerim şişti sanmıştım.
Bu büyük travmanın kimsede iz bırakmaması mümkün olamazdı.
Hukukçular, akademisyenler, gazeteciler “Nasıl bir başkanlık sistemi?” sorusuna varsayımsal cevaplar ve hayali teoriler konusunda uzmanlaştı. Benden iyi senaryo yazıyorlar artık.
Bahçeli sisteme destek mi veriyor, yoksa kurt politikacı olarak köküne kibrit suyu mu ekilsin istiyor, bu konuda da rivayet muhtelif. Başkanlık olursa MHP’nin yok olma ihtimalinden söz ediliyor. O zaman plan nedir? En çok merak edilenlerden biri bu.
Doların ve ekonominin vaziyeti pek öngörülemiyor.
Dünya karışık. Avrupa’ya neler olacak, Trump neler yapacak, Suriye nasıl çözülecek, kimse bilmiyor.