İngilizce ilk defa benim için orada yabancı dil olmuştu. Hatta arkadaşıma ‘Buradaki insanlar İngilizce konuşuyorsa biz senelerdir ne öğrendik?’ diye de sormuştum. İngilizceyle başka bir yüzleşmem de doktoraya başlayacağım zaman dil puanı gerekince oldu. İlk sınav notum 30 küsur olsa da bu sorunu aşmak dinleme ve konuşma sorununa göre daha kolay olmuştu benim için. Fakat çevremi biraz gözlemleyince bu sorunları yaşayanın tek ben olmadığını, bu durumun benim yeteneksizliğimle de ilgili olmadığını fark ettim. İngilizce öğrenimiyle ilgili kendi yaşadığım ve çevremdeki insanların yaşadığı sorunları farklı yaş aralığındaki öğrencilerle ile çalışmış İngilizce Öğretmeni Seher Duman’la paylaştım ve bu konuda fikrini aldım.
Türkiye'de İngilizce öğretimine okullarda küçük yaşlarda başlamasına ve senelerce kurslara gidilmesine rağmen neden hâlâ yeterli düzeyde İngilizce konuşamıyoruz? Akıcı şekilde İngilizce konuşmak için nasıl çalışmak ya da ne yapmak gerekir?
Türkçe ve İngilizce yapı olarak birbirinden çok farklı diller olduğu için Türkçe düşünüp İngilizce konuşmaya çalışıyoruz. Doğal olarak da bu durumda başarısız olmamız kaçınılmaz oluyor. Kaldı ki, bir dili öğrenmenin en iyi yolu dinlemekten geçiyor. Küçük çocuklara bakalım. En az 3-4 yaşına kadar dinliyorlar ve ardından kelimeler sonra da cümleler geliyor. İngilizceyi dilbilgisi, dinleme, konuşma ve yazma olarak dörde ayırırsak, bunlarda en etkili öğrenme yönteminin dinleme olduğunu düşünüyorum. Fakat bizler, ağırlıklı olarak dilbilgisi öğrenme ve öğretme çabasındayız. Hâlbuki bir dili öğrenmenin en iyi yolu, dile maruz kalmaktır. Bu olmadıkça dil öğrenme işini tam anlamıyla çözemiyoruz. Çevremizde sadece İngilizce konuşarak anlaşabileceğimiz birilerinin olmaması da bu sorunu tetikliyor. Eğer ana dili aynı olan iki kişi ile İngilizce konuşmaya başlarsak sıkıştığımızda kendi anadilimize dönüyoruz. Oysa anadilimizi konuşurken bu koşullarda kaldığımızda ne yapıyorsak o şekilde davransak İngilizce de konuşacağız. Bir diğer husus da ne yazık ki maddi imkânsızlıklar. Yurt dışında hangi İngilizce öğretmenine ‘Kaç defa İngiltere’de bulundunuz?’ diye sorsanız ‘Çok defa’ cevabını alırsınız. Ama bizim imkânlarımız ortada. Bırakın öğrenciyi herhangi bir İngilizce öğretmeni bir defa İngiltere de bulunduğunda bile kendini şanslı sayıyor.
YDS, YÖKDİL gibi sınavlara her sene binlerce kişi giriyor. Bu sınavlar İngilizce bilgisini gerçekten ölçüyor mu? Bu sınavlarda başarılı olmak için nasıl bir çalışma yapılmalı?
Bir İngilizce sınavı, sınava giren kişinin okuma, dinleme, yazma ve konuşma becerisini ölçebiliyorsa bu sınavın gerçekten kişinin İngilizce bilgisini ölçtüğünü söylemek mümkündür. Fakat YDS ve YÖKDİL gibi sınavlar sadece dilbilgisi ve okuma becerilerini ölçtüğü için İngilizce becerisini tam olarak ölçtüğünü söylemek doğru olmaz. Kaldı ki, sadece sınava hazırlık için çalışılan dilbilgisi konuları ve ezberlenen kelimeler kullanılmaya devam edilmediği sürece sınavdan bir süre sonra unutulmaya mahkûmdur. YDS ve YÖKDİL tarzı sınavlara hazırlananların dilbilgisi konularını çalışmaya ilaveten mutlaka kelime dağarcığını genişletmeleri gerekir. Bunu yapmanın en iyi yolu da farklı konularda makaleler okumaktır. Hatta sınavlara yönelik bu tip okuma ve anlama çalışmaları yapan, dilbilgisi sorularını çözerken dikkat edilebilecek noktalar konusunda ipuçları veren oldukça özenle hazırlanmış kaynaklara ulaşmak çok kolay. Bunlara ek olarak geçmiş yılların sorularını çözüp kelimelerini ezberlemek de faydalı olacaktır.
Fen derslerinin diğer dalları olan biyoloji ve kimya derslerinin netleri de aşağı yukarı aynı olsa da öğrencilerin her zaman fizik dersinin ne kadar zor olduğundan yakındığı dikkatimi çekmiştir.
Konuyu, değerli Fizik Öğretmeni Gülçin Aydın’la konuştuk.
Fizik dersi gerçekten zor bir ders mi, yoksa bu dersi zor hale getiren sebepler var mı?
Fizik dersinin zorlaştıran ilk ve en önemli sebep aslında öğrencilerin bu derse ön yargılı yaklaşmaları, “Fizik zor bir ders zaten, çalışsam da yapamam” deyip başlamadan pes etmeleridir. Diğer bir sebep de ortaokulda kazanılması gereken temel düzey becerilerinin yetersiz kalmasıdır. Sarmal sistemin doğru uygulanamaması, öğrencinin her sene aynı konuyu görse de aradaki bağlantıyı kuramadığı için öğrenme süreci tekrar başa dönmekte ve önceki yılı hatırlamaya çalışırken o yıl öğrenmesi gereken bilgileri tam öğrenememekte ve bu bir kısır döngüye dönüşüp öğrencinin dersten uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Öğrencilerin fizik dersinde başarılı olmasını engelleyen bir diğer etmen de temel matematik becerilerine sahip olmamasıdır. En çok karşılaştığım sorunlardan biri öğrencilerin fizik dersinde ezberlenecek çok formül olmasından yakınmasıdır. Aslında çok formül yok, konunun temeli biliniyorsa az sayıda formülle matematiksel denklemleri kullanarak hepsine ulaşabilirler. Bu da öğrencilerin matematiksel denklem becerisini gerektiriyor.
Fizik dersinde başarılı olabilmek için öğrencilere ne önerirsiniz? Özellikle YKS’ye hazırlanan öğrenciler fizik dersine nasıl çalışsın ve ne tip kaynaklar kullansın?
Düzenli çalışmak, her dersin olduğu gibi fizik dersinin de ilk kuralıdır. Fizikte hiçbir şeyi sadece ezberlemeye çalışmayın, öğrenilenleri mutlaka sorgulayıp birbirleriyle birleştirmeye çalışın. Karşınıza çıkan bir problemden “Ya şöyle olsaydı?” diye düşünerek farklı sorular türetip o sorulara cevap aramak fiziği gerçekten öğrenmeye başladığınızı gösterir. Bu sebeple mutlaka sorulara alternatif bakış açısıyla yaklaşın.
Lise düzeyi fizik dersinde fiziğin birçok alt dalından bahsetsek de genelde mekaniğin çalışma prensiplerini anlayan öğrencilerin fizik dersini sevdiğini ve diğer fizik konularında da başarılı olduğunu görüyorum. Bunun nedeni olarak da bu öğrencilerin, fiziği günlük hayatla bağlantı kurarak öğrenmeleri ve neden sonuç ilişkisi üzerinde çok durmaları olarak gözlemledim.
Fizik dersinde başarılı olmak için öğrencilere son olarak şunları söylemek isterim: MANTIĞINI KAVRA, İHTİMALLERİ SORGULA, BOL SORU ÇÖZ. Fizik sorusu çözerken öncelikle SORUYU OKUYUN! Soruyu açıklayan metin, sorunun çözümü için gerekli olan bütün bilgileri barındırır. Fizik soruları sadece şekil ve formül bilgisiyle çözülemez. Öğrencinin soruyu dikkatli okuması ve soru metnindeki önemli detayları yakalayıp bunları öğrendikleri bilgilerle kullanması gerekir. Sınava hazırlanan öğrencilerimiz için ise özellikle yeni nesil sorular çözmelerini ve bol soru çözerek konuları pekiştirmelerini öneririm.
Bu derslerin başında matematik geliyor. Matematik, yapabilenlerin en çok sevdiği ders iken, yapamayanlarınsa en korktuğu ve sevmediği ders olmuştur hep.
Bir diğer ders ise benim de öğrencilik yıllarımda çok zorlandığımı hatırladığım, şimdi de öğrencilerimin serzenişlerinden aynı sorunu onların da yaşadığını anladığım fizik dersi. Fizik dersini, öğrencilerimin yaşadığı benzer sorunlardan dolayı mı yapamazdım bilmiyorum ama kendimi hiçbir zaman fizik derslerinde yeterli hissetmezdim.
Fizik ve matematik, öğrencilerin anlamadıklarını açıkça kabul ettikleri iki sayısal ders olsa da öğrencilerin başı hep sayısal derslerle dertte değil. Türkçe ve İngilizce’de öğrencilerin özellikle sınavlarda sorun yaşadığı derslerin başında geliyor. Öğrencilerimle, girdikleri sınavların Türkçe kısmıyla ilgili konuştuğumda ya da ülkemizde yapılan merkezi sınavlardaki Türkçe net ortalamalarına baktığımda çok büyük bir sorun olduğunu açıkça görebiliyorum.
İngilizce ise başta ben ve benim gibi belli bir yaştan sonra yabancı dil öğrenmeye niyetlenen insanlar için oldukça büyük sorun. Bununla birlikte gençlerimizin de hem okullarda hem de özel kurslarda İngilizce öğrenmek için zaman harcamalarına rağmen bizler kadar olmasalar da bu işte oldukça zorlandıklarını görüyorum. Hele akademik kariyer yapmak için alınması gereken dil puanlarından şuan hiç bahsetmiyorum bile...
Gözlemlediğim bu sorunlara istinaden Fizik, Matematik, Türkçe ve İngilizce öğrenimiyle ilgili yaşanan sorunlar ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerileri hakkında bir çalışma yapmak istedim. Bu alanlarda yıllardır emek veren değerli öğretmen dostlarımla bu derslerde yaşanan güçlüklerin sebepleri ve bu güçlükleri aşmak için neler yapılması gerektiğiyle ilgili görüşmeler yaparak küçük bir yazı dizisi hazırladım. Beni kırmayıp zaman ayıran öğretmen arkadaşlarıma çok teşekkür ederim...
Türkçe dersi öğreniminde yaşanan güçlüklerin sebepleri ve çözüm önerileri
Ülkemizde yapılan merkezi sınavların derslere göre net ortalamalarını incelediğimizde sonuç çok parlak görünmüyor. Örneğin, bu sene 8. Sınıf öğrencilerinin katıldığı LGS (Liselere Geçiş Sistemi) sınavında 20 sorudan oluşan Türkçe testinin net ortalaması 10, üniversiteye giriş sınavlarının ilk basamağı olan TYT’de 40 sorudan oluşan Türkçe testinin ortalaması 14,28 olarak açıklandı. Bu demek oluyor ki, 8. sınıf öğrencileri, Türkçe sorularının sadece yarısını doğru cevaplayabilirken 12. sınıf öğrencileriyse yaklaşık olarak %35’ini doğru cevaplayabilmektedir. Sorun, başarı ortalamasının bu kadar düşük olmasıyla da kalmıyor. Bu sınavlara giren öğrenciler, genelde soruları anlamakta zorluk çektiklerini, birkaç defa okudukları için sınavda çok fazla zaman kaybettiklerini ifade ediyor.
Şu ana kadar gözlemlediğim bu sorunlara istinaden, bu alanda uzun yıllar emek vermiş olan Türkçe Öğretmeni Şennur Türk’le Türkçe derslerinde başarılı olmak için neler yapılabileceğini konuştuk.
Uzun senelerdir hem bir eğitimci hem de bir veli olarak öğrencileri gözlemledim. Hangi sınıf düzeyinde olursa olsun okula gitmek istememe konusunda öğrencilerin sıkı bir uzlaşmaları olduğunu söyleyebilirim. Üzerinde hep düşünmüşümdür: Çocuklar neden küçük yaşlardan itibaren okula gitmek istemiyorlar ya da bu durumun sorumlusu acaba sadece eğitim sistemi mi? Kendi çocukluğumu ve öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum da bizler okulda zaman geçirmeyi severdik. Hatta bırakın sevmeyi tatil zamanlarında okulumuzu özlerdik.
Bunları yazarken okul yıllarıma dönüp o günlere tekrar özlem duysam da yazıyı yazmamın sebebi benim duyduğum özlem değil. Şimdi öğrencileri görüyorum da ilköğretimde okuyanından tutun üniversitelisine kadar hepsi ağız birliği etmiş okulların açılmasını istiyor, zaman zaman sosyal ağ sitelerinde bir araya gelip okulların açılması için paylaşımlar yapıyor hatta işi ilgili makamlara mesajlar iletmeye kadar götürüyorlar.
Bu gelişmeleri hem ilgi hem de umutla izliyorum. Çünkü bu çocuklar daha dün okula gitmemek için tabiri caizse kırk takla atıyorlardı. Üç beş arkadaş bir araya geldiklerinde ise en sık gördüğümüz fotoğraf hepsinin elinde cep telefonu, kendi köşelerinde sohbet etmeden oturur vaziyetteydiler. Peki, ne oldu? Korona salgınından dolayı evlere kapandıklarında saatlerce başından ayrılmadıkları bilgisayarları, uğruna arkadaş sohbetlerinden vazgeçtikleri cep telefonları artık onlara yetmedi. Evet, bu durumu umutla izliyorum. Umuyorum ki, çocuklarımız sanal dünyanın dışında gerçek bir dünya, sanal arkadaşlığın dışında gerçek arkadaşları, ders dinleyebilecekleri onlarca sitenin dışında hem derslerini hem de farkında olmadan hayatı öğrendikleri okulları olduğunu hatırlamış ve özlemiş olsunlar.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, yeni eğitim öğretim döneminde okulları açmak için oldukça yoğun çaba harcadıklarını ifade ediyor. Ancak vaka sayıları artıyor ve bu durum çevrimiçi (online) eğitimin bir süre daha hayatımızın bir parçası olacağının sinyallerini veriyor. İki haftalık uzaktan eğitim sürecinde yaşanan sorunları tespit edip onları aşmak için alınacak önlemler, yapılacak eğitimin daha verimli olmasını sağlayacaktır. İşte uzaktan eğitimle ilgili temel sorunlar…
İnternet bağlantısı büyük sorun
Anne babaların en çok şikâyet ettiği konuların başında internet bağlantısı sorunu geliyor. Bağlantı sürekli koptuğu için zaten 30 dakika olan derslerin sürekli kesildiği, tekrar bağlanıp derse devam edene kadar ders süresinin bitmiş olduğu ve bu durumun öğrencilerin dikkatini dağıttığı belirtiliyor.
Günlük ders programları işi zorlaştırıyor
Bir diğer sorun ise bazı okulların ders programını günlük olarak iletmesi. Bazı okullarda sabit haftalık bir ders programı verilmesine rağmen bazılarının ise ders programını bir önceki günün akşamı ilettiği, derslerinse akşam saatlerine kadar devam ettiği belirtiliyor. Bu hem öğretmen hem öğrenci hem de veli açısından sorun yaratan bir durum.
Her evde bilgisayar veya internet bağlantısı yok
Her evde bir bilgisayar ve internet bağlantısının olmaması da süreci zorlaştırıyor. Bazı ailelerde okula giden birden fazla çocuk bulunuyor. Öğrenciler, dersleri çakıştığında evdeki bilgisayardan sadece kardeşlerden birinin yararlanabildiğini, telefondan ders dinlemeye çalıştıklarında ise bundan verim alamadıklarını dile getiriyor.
Öğrenciler odaklanma sorunu yaşıyor
-İnanarak yola çıkın. İnanın, isteyin ve istediğinizi elde etmek için sorumluluk almaktan gocunmayın. İnanmadığınız bir şeyi elde etmeniz olanaksızdır. Peki, inandığınız hedefi elde edeceğinizin garantisi var mıdır? Hayır. Fakat elinizden gelen her şeyi yaparak sınava girmiş olmanın verdiği rahatlatıcı his muhteşemdir.
- Mutlaka bir çalışma planınız olsun. Öncelikle sınava gireceğiniz zamana kadar her dersten bitirmeniz gereken konuları bir yere tek tek yazın. Hangi konu hangi ay bitecek belirleyin. Bunu yaptıktan sonra da kendinize haftalık planlar yapın. Konularınız ilerledikçe yaptığınız bu programda mutlaka geçmiş konuları tekrar edip soru çözmek için zaman ayırın. Örneğin haftanın bir gününü veya günün belli bölümlerini geçmiş konuları tekrar yapmak için ayırabilirsiniz.
- Bir konuyla ilgili bilmeniz gerekenleri tam olarak öğrenmeden soru çözmeyin. Öğrencilerden sık duyduğum bir söz “Konu çalışmama gerek yok, soru çözerek konuyu öğreneceğim” oluyor. Unutmayın soru çözerek konu pekiştirilir ama konuyu öğrenmek içinse çalışmak gerekir. O zaman önce konuyu çalışıp sonra da mutlaka soru çözün.
-Sınava hazırlık uzun, yorucu bazen de bezdirici bir süreçtir. Bu sebeple kendinizi mutlu edecek uğraşlar bulun ve dinlenmek için verdiğiniz molalarda bu uğraşlara zaman ayırın. Fakat bu uğraşlarınızın ders çalışmanızın önüne geçmesine de izin vermeyin.
-Sınava hazırlanırken kullanacağınız kaynak kitaplar çok önemlidir. Kitapların güncel ve sizin seviyenize uygun olmasına dikkat edin. Herkesin çok beğendiği bir kitap sizin başlangıç için çözebileceğiniz uygun kitap olmayabilir. Örneğin matematik dersinde çok iyi seviyede değilseniz zor bir kaynaktan başlarsanız soruları çözemedikçe umutsuzluğa düşer daha yolun başında yapamayacağınıza inanabilirsiniz. Dolayısıyla hem sınava hem de kendi seviyenize uygun kaynak kitaplardan çalışın.
-Olumsuz söylemlerden uzak durun. Ben bu dersi anlamıyorum, ne kadar çabalasam da yapamam, bu sene sınavda bize zor soracaklarmış, bu dersi hiç sevmiyorum... Bu ifadeler senelerdir öğrencilerden duyduğum ve adeta başarısızlığı davet eden sözler. Ve hiçbirinin gerçekte karşılığı yoktur. Bu sebeple bu tip ifadeleri hem kendiniz kullanmayın hem de kullanan arkadaşlarınızın sizi etkilemesine izin vermeyin.
-Sınava hazırlık süreci sadece yoğun olarak ders çalışmak demek değildir. Zihinsel ve bedensel olarak da en iyi şekilde hazırlanmalısınız. Bu sebeple yeme içme, uyku gibi temel ihtiyaçlarınızı geri plana atmayın. Bilgisayar, cep telefonu, televizyon vs. gibi teknolojik aletler odaklanma problemlerine ve dikkat eksikliğine sebep olduğu için elinizden geldiği kadar bunlardan uzak durun.
- YKS, LGS, KPSS, DGS hangi sınav olursa olsun sorularda sizin okuduğunuzu anlayıp, anladıklarınızı yorumlayarak cevaba ulaşmanız istenecek. Bu sebeple sizin yorumlama gücünüzü geliştirecek nitelikli kitaplar okuyun.
Öğrendiklerimizin hayatımızdaki rolü bu denli büyükken maalesef gençlerimizin öğrenmeyle ilişkilerinin çok iyi olmadığını üzülerek gözlemliyorum. Sadece kendilerine gerekli olduğunu düşündükleri kadarını öğrenmenin yeterli olduğunu sanıp, o kadarını öğrenmek için çaba harcıyorlar. Kendilerine gerekli olduğunu düşündükleri şeyler gerçekten gerekli mi? Gereksiz olarak gördükleri ya da hiç farkında bile olmadıkları bilgi, beceri, davranışlar gerçekten olmasa da olur mu? Ben bu durumu koskoca bir okyanus varken sığ bir derede balık tutmaya benzetiyorum.
Çocuklarımızı o kadar sınav odaklı yetiştiriyoruz ki, öğrenmek sadece sınavdan yüksek not almak için gerekli bir araç gibi görülüyor. Hâlbuki öğrenmeyi isteme, öğrenmek için araştırma-çaba gösterme, öğrenmekten keyif alma bir bireyin kendini geliştirmesinin en önemli yollarındandır.
Sınıfta en çok karşılaştığım durumlardan biri, öğrencilerin büyük bir kısmı öğrenmeyi istemekten yoksun oldukları gibi öğrenmeyi isteyenler de nasıl öğreneceklerini bilmiyor. Öğretmenin elinde sihirli bir değnek var ve öğretmen o değnekle kendilerine dokunduğunda bir daha unutulmamak üzere tüm bilgiler öğrenilecek. Öğrencilerin büyük çoğunluğu bu mecazda olduğu gibi öğreneceklerini düşünüyor. Öğretmenlerin öğretme-öğrenme sürecindeki önemi tartışılmaz. Bununla birlikte yapılan araştırmalara göre sınıfta verimli bir öğretimin gerçekleşmesinin en temel etkenleri öğretmenler ve öğrencilerdir. Öğretmen öğretim ortamını tasarlayan, bilgi veren, öğrenmeye teşvik eden, öğrenmeyi kolaylaştıran bir rehberdir. Fakat öğrenci bu süreçte kendi öğrenmesinin sorumluluğunu almadığı sürece etkili bir öğrenme gerçekleşmeyecektir.
Peki, öğrencinin kendi öğrenmesinin sorumluluğunu alması ne demektir? Bunu kısaca şu şekilde açıklayabiliriz: Kendini tanıması, ne şekilde daha iyi öğrendiğini bilmesi, neleri öğrenip neyi bilmediğinin farkında olması, bilmediklerini öğrenmek için kendine en uygun yöntemleri kullanarak çaba sarf etmesidir.
Öğrenme bir araç değil yaşam boyu devam eden bir olgudur. Çocuklarımızın kendini geliştiren/ gerçekleştiren bireyler olabilmesi için onları öğrenmekten keyif alacak, kendi öğrenmelerinin sorumluluğunu üstlenecek bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Böylesi, hem çocuklarımız hem de toplumumuz oldukça önemli ve faydalı bir kazanım olacaktır.
YÖK “Küresel Salgında Yeni Normalleşme Süreci” adıyla hazırladığı bir kılavuz hazırladı. Hazırlanan kılavuzda Uzaktan Öğretim Uygulamaları, Uygulamalı Eğitimler, Ölçme ve Değerlendirme Uygulamaları, Yabancı Uyruklu Öğrenciler, Toplantılar, Kongreler ve Değişim Programları başlıkları altında çerçeve kararlar ve öneriler yer alıyor. Kılavuzda yer alan “Bu kılavuz, olası senaryolara göre genel bir çerçeve çizmekte, salgının bölgesel ve yerel seyrine göre farklı programlar için yapılacak olan uygulamalara yönelik hususlarda yetkiyi üniversitelerimizin ilgili kurullarına bırakmaktadır” ifadesi konuyla ilgili yetkinin üniversitelere bırakıldığını, beklenen açıklamaların üniversitelerden geleceğini işaret ediyor. Başka bir deyişle, üniversitelerin yüz yüze öğretime başlayıp başlamaması konusunda genel bir karardan ziyade salgının o ildeki seyri dikkate alınarak ve yüz yüze öğretimin şart olduğu uygulama gerektiren programlara öncelik verilerek üniversitelerin ilgili kurullarının konuyla ilgili karar vermesi bekleniyor.
Eğitim ve sağlık çok önemli. İkisinden de vazgeçmek mümkün değil. Fakat içinde bulunduğumuz şartlarda sosyal mesafe ve hijyenle ilgili katı önlemler alınmadığı sürece okulları açmak hayati bir riski göze almaktır. Bu önlemler sadece sınıflarda sosyal mesafe kurallarını sağlayacak oturma düzeninin ayarlanması ile sınırlı değil. Okullarda temizlik işlerinden sorumlu olacak personelden, dezenfektanlar, lavabo sayıları, okula giriş çıkış saatleri, yemek saatlerinde yemek hanelerdeki yığılmanın önlenmesine kadar her ayrıntı tek tek ele alınmalıdır.
Özellikle büyük ve kalabalık bir şehirlerde üniversite okuyan öğrencilerin okula ulaşımlarıysa ayrı bir sorun. Fakat en büyük sorun barınmadır. Çünkü üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğu üniversitenin bulunduğu şehir dışında bir yerden gelir. Okul binalarında alınacak önlemlere ilaveten çocuklarımızın barınma sorunlarını çözmek öncelikli hedeflerden olmadır. Geçen senelerden biliyoruz. Yurt çıkmayan, yurtlarda bir odada 6-8 kişinin kaldığı öğrencilerimiz vardı. Kaldı ki şuan bazı yurtlar karantina için kullanılıyor. Sadece barınma açısından bakıldığında bile üniversitelerde her program için yüz yüze öğretim yapılması oldukça riskli ve zor. Fakat bazı bölümler var ki, uzaktan öğretimle öğretime devam edilmesi olanaksız. Bu sebeple yetkililerin üniversitelerin açılıp açılmamasıyla ilgili karar verilirken her bölüm için ortak karar verilmesinden öte, programların derslerinin özellikleri dikkate alarak en doğru kararları vereceğini umuyoruz.