YÖK “Küresel Salgında Yeni Normalleşme Süreci” adıyla hazırladığı bir kılavuz hazırladı. Hazırlanan kılavuzda Uzaktan Öğretim Uygulamaları, Uygulamalı Eğitimler, Ölçme ve Değerlendirme Uygulamaları, Yabancı Uyruklu Öğrenciler, Toplantılar, Kongreler ve Değişim Programları başlıkları altında çerçeve kararlar ve öneriler yer alıyor. Kılavuzda yer alan “Bu kılavuz, olası senaryolara göre genel bir çerçeve çizmekte, salgının bölgesel ve yerel seyrine göre farklı programlar için yapılacak olan uygulamalara yönelik hususlarda yetkiyi üniversitelerimizin ilgili kurullarına bırakmaktadır” ifadesi konuyla ilgili yetkinin üniversitelere bırakıldığını, beklenen açıklamaların üniversitelerden geleceğini işaret ediyor. Başka bir deyişle, üniversitelerin yüz yüze öğretime başlayıp başlamaması konusunda genel bir karardan ziyade salgının o ildeki seyri dikkate alınarak ve yüz yüze öğretimin şart olduğu uygulama gerektiren programlara öncelik verilerek üniversitelerin ilgili kurullarının konuyla ilgili karar vermesi bekleniyor.
Eğitim ve sağlık çok önemli. İkisinden de vazgeçmek mümkün değil. Fakat içinde bulunduğumuz şartlarda sosyal mesafe ve hijyenle ilgili katı önlemler alınmadığı sürece okulları açmak hayati bir riski göze almaktır. Bu önlemler sadece sınıflarda sosyal mesafe kurallarını sağlayacak oturma düzeninin ayarlanması ile sınırlı değil. Okullarda temizlik işlerinden sorumlu olacak personelden, dezenfektanlar, lavabo sayıları, okula giriş çıkış saatleri, yemek saatlerinde yemek hanelerdeki yığılmanın önlenmesine kadar her ayrıntı tek tek ele alınmalıdır.
Özellikle büyük ve kalabalık bir şehirlerde üniversite okuyan öğrencilerin okula ulaşımlarıysa ayrı bir sorun. Fakat en büyük sorun barınmadır. Çünkü üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğu üniversitenin bulunduğu şehir dışında bir yerden gelir. Okul binalarında alınacak önlemlere ilaveten çocuklarımızın barınma sorunlarını çözmek öncelikli hedeflerden olmadır. Geçen senelerden biliyoruz. Yurt çıkmayan, yurtlarda bir odada 6-8 kişinin kaldığı öğrencilerimiz vardı. Kaldı ki şuan bazı yurtlar karantina için kullanılıyor. Sadece barınma açısından bakıldığında bile üniversitelerde her program için yüz yüze öğretim yapılması oldukça riskli ve zor. Fakat bazı bölümler var ki, uzaktan öğretimle öğretime devam edilmesi olanaksız. Bu sebeple yetkililerin üniversitelerin açılıp açılmamasıyla ilgili karar verilirken her bölüm için ortak karar verilmesinden öte, programların derslerinin özellikleri dikkate alarak en doğru kararları vereceğini umuyoruz.
Öğrencinin matematik dersinde istenen başarıyı elde edememesinin birçok sebebi vardır. Bu sebeplerin en kötülerinden biri de öğrencinin daha önceki yıllarda matematik dersinde başarılı olamadığı için kendinde matematik zekâsının bulunmadığını, çok çalışsa bile bu dersi yapamayacağını düşünerek katı bir ön yargı ile derse başlamasıdır. Hâlbuki bu durum hiç de düşünüldüğü gibi değildir…
İlk defa spor yapmaya başladığınız günü hatırlayın. Hele ki biraz fazla çalıştıysanız ertesi gün muhtemelen ağrıdan kolunuzu, bacağınızı zor hareket ettirirsiniz. İlk bir iki hafta bu durum devam eder. Bu süreçte vazgeçmez de çalışmaya devam ederseniz sonraları kaslarınız yaptığınız harekete alışır, artık ağrılar olmaz, ilk günkü hareketleri (hatta daha zorlarını) daha esnek ve rahat bir şekilde yaparsınız. İşte matematikte de süreç benzer şekilde işler.
Öncelikle net bir şekilde ifade etmek istiyorum: Okullarda gösterilen ya da merkezi sınavlarda sorulan matematiği yapabilmek için dâhi olmaya gerek yoktur. Çünkü bu sınavların amacı dâhi seçmek değildir. Bazı öğrencilerin matematikte diğerlerine göre daha yetenekli olduğu, daha özgün ve pratik çözümler yaptığı bir gerçektir. Ancak unutmamak gerekir ki, yetenekler geliştirilebilir.
Öğretmenlik yaptığım süreçte, matematiği iyi olmayan onlarca öğrenciyle çalıştım. Matematik yapabildiklerinde kendilerine güvenlerinin nasıl geldiğini, bu güvenle diğer derslerinin notlarının yükseldiğini, daha önce hayal bile edemedikleri üniversitelerde öğrenim görme arzularının nasıl gün yüzüne çıkıverdiğini, hatta o üniversiteleri kazandıklarını, hayatlarının nasıl farklılaşmaya başladığını mutlulukla izledim.
Burada esas değinmek istediğim “Öğrencileri başarıya götüren şey ne oldu?” sorusunun cevabıdır. Bu soruyu cevaplamadan önce hatırlatmak isterim ki, eğitim bir süreçtir ve her öğrenci, diğerlerinden farklı özelliklere sahip bir bireydir. Bu sebeple günde şu kadar saat çalışılırsa bu kadar başarı elde edilir gibi bir genelleme vermek doğru bir yaklaşım değildir. Her öğrencinin eksikleri ve öğrenme hızı farklı olmakla birlikte öğrencilerimle çalışmamda referans noktalarımı şu şekilde özetleyebilirim: Öncelikle matematiği yapabileceklerine dair inanç kazanarak yola çıkmaları çok önemlidir. Bunun için de öğrencinin seviyesine uygun şekilde ders anlatıp seviyesine göre kaynak kullanılmalıdır. Matematik eklemeli bir derstir. Yani yeni öğrendiklerinizi önce öğrendiklerinizin üzerine inşa edersiniz. Bu sebeple yeni konulara geçmeden önce mutlaka temeldeki eksiklikler tamamlanmalıdır. Öğrencinin yapacağı tekrar ve çalışmalar çok önemlidir. Bu süreçte çok zorlandığı belki umutsuzluğa düştüğü durumlar olacaktır. Fakat buna rağmen pes etmeyip ısrarla çalışmaya devam ederse aynı az önce vermiş olduğum spor yapmaya yeni başlayan kişi örneğindeki gibi öğrenci de zorlanarak çözdüğü ya da çözemediği soruları bir süre sonra daha rahat çözecektir. Burada “bir süre sonra” diye bahsettiğim süre öğrencinin ne kadar eksiği olduğuna ve çalışma temposuna bağlıdır.
2018 ve 2019’da uygulanan TYT oturumunun süresi 135 dakika olmasına rağmen salgın dönemine istinaden sınav süresine 30 dakika eklenerek TYT bu sene 165 dakika olarak yapıldı. Geçen yıllara göre 30 dakika daha fazla süre verilerek uygulanan sınavda normalde öğrencilerin net ortalamalarının artması beklenirken aksine Türkçe ve temel matematik net ortalamasının geçen seneye göre düştüğü dikkat çekiyor. Eklenen 30 dakikadan en büyük nasibi ise 1,1 artışla genelde sayısalcılar tarafından sona kaldığı ve süre yetmediği için tamamı yetiştirilemeyen sosyal bilimler testi almış gibi görünüyor.
Aşağıdaki tablodan AYT oturumundaki derslerde ise sözel derslerin net ortalamalarının genelde bir önceki yıla göre düşerken sayısal derslerin net ortalamalarının ise 2019 yılının net ortalamasına göre arttığı görülüyor.
YKS sonuçları açıklandığında öğrencileri kötü bir sürpriz bekliyordu. Özelikle AYT oturumunun çok iyi geçtiğini düşünen ve sınavdaki netleriyle geçen seneki sıralamalara göre tahmini bir sıralama hesaplayan eşit ağırlık ve sayısal çıkışlı öğrenciler sonuçlar açıklandığında çok büyük hayal kırıklığına uğradı. Çünkü AYT soruları kolay geldiği için daha çok kişi tarafından çözüldü ve ayırt ediciliği azaldı. AYT’de benzer netleri yapanlar arasından TYT ve orta öğretim başarı puanı daha iyi olan öğrenciler daha iyi sıralama elde ettiler. Aşağıdaki tablodan da görüldüğü gibi 2019 senesinde sayısalda 550 ve üzeri puan alan 38 öğrenci varken bu sene 150 öğrenci; 2019 senesinde 530 ve üzeri puan alan öğrenci sayısı 1115 iken bu sene 2846 oldu. Bu durum, sayısalda daha geniş puan aralığında olmak üzere sayısal ve eşit ağılık puanlarında belli aralıklarda yığılmalar olmasına neden oldu.
Senelerdir sınava hazırlanan öğrencilerin benzer kaygıları duyduğuna tanık olmuşumdur. "Acaba sınav soruları çok zor olur mu?" diye kaygılarını dile getirirler sınav yaklaştıkça. 2020 YKS sonuçları bir kez daha gösterdi ki, sınavın kolay olması bir avantaj değil. Çünkü bu sınavda önemli olan tek başına bir kişinin kaç net yaptığı değil, soruların sınava giren tüm öğrenciler tarafından ne ölçüde çözüldüğüdür.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk son yaptığı açıklamada okulların açılması konusunda 4 alternatif senaryo üzerinde çalıştıklarından bahsetti. Bakan Selçuk, bu senaryolardan ilkini okulların tamamen açılması, ikincisini okulların hiç açılmadan sadece uzaktan eğitimle derslerin yapılması, üçüncü senaryoyu hibrit öğrenme ve dördüncü senaryoyu ise illerdeki salgın durumuna göre farklı çözümler uygulanması olarak açıkladı. Bu senaryolar içinde belki çok iyi bilinmediği veya belki de şu an için en muhtemel senaryo olarak görüldüğü için en çok dikkat çeken hibrit öğrenme modeli oldu.
Hibrit Öğrenme Modeli, yüz yüze sınıf eğitimi ile internet üzerinden eğitim ortamlarının harmanlanması anlamına gelmektedir. Bu tanımı biraz daha açarsak; öğretmen sınıfta öğrencileriyle ders işlerken sınıfta olmayan öğrencilerin de aynı anda bulundukları ortamdan internet aracılığıyla derslere katılım sağlayabilmesidir. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un üçüncü senaryo olarak belirttiği hibrit öğrenme modeli uygulanırsa sosyal mesafe şartlarını oluşturabilmek için haftanın bazı günleri bir sınıfın yarısı okula gelip dersleri sınıf ortamında işlerken diğer yarısı da aynı anda evlerinden interneti kullanarak derslere katılma olanağı bulabilecek. Haftanın diğer günlerinde ise okula gelen öğrenciler ile evde olan öğrenciler yer değiştirerek öğretim devam edecek.
Bizler için hibrit öğrenme modeli yeni bir deneyim olsa da eğitim alanında yapılan uluslararası araştırmalarda öğrencilerin hibrit öğrenmeden memnuniyet derecelerinin yüz yüze öğrenme, tamamen internet üzerinden öğrenmeye göre daha fazla olduğu, başarı seviyelerininse yüz yüze öğrenme ve tamamen internet üzerinden öğrenmeyle elde edilen başarıya eşit ya da bu başarıdan daha fazla olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.
Peki, salgın dönemi için düşünülen kuvvetli muhtemel senaryolardan biri olan hibrit öğrenme modeli uygulanmasının ne gibi avantajları ve dezavantajları olabilir, uygulama sırasında ne tür güçlüklerle karşılaşılabilir? Bu soruların birçok farklı cevabı olsa da en belirginlerini şu şekilde özetleyebilirim:
• Hibrit öğrenme modelinin orta, lise ve üniversite düzeyinde uygulanabilirliği ilköğretim düzeyindeki öğrencilere göre daha rahat olacaktır. İlköğretim öğrencisinin bu modelle öğrenim görebilmesi için evde bir büyüğünden destek alması gerekir. Kaldı ki, çalışan veliler için çocukların haftanın belli günlerinde okula gitmesi de onları emanet edebilecekleri biri yoksa oldukça ciddi bir sorun yaratacaktır.
• Hibrit öğrenmenin uygulanabilirliği açısından karşılaşılacak en büyük engellerden biri her öğrencinin evinde bilgisayar, internet gibi gerekli donanımların bulunmaması olacaktır.
Peki hem ortaokul hem de lise öğrencilerinin sınav sonrasında benzer yorumlar yapmalarına sebep olan nedir? Bundan sonraki senelerde yapılacak sınavlarda öğrencileri yine benzer tarzda mı sorular bekliyor? Bu soruların cevabı, ülkemizde 2004-2005 eğitim öğretim yılında pilot uygulaması yapıldıktan sonra uygulamaya giren ve son 3 senedir yapılan sınavlarda etkisini ciddi olarak gördüğümüz öğretim programına dayanmaktadır.
Bilgi Çağı ya da Bilişim Çağı olarak da adlandırılan içinde bulunduğumuz çağda bilim ve teknoloji oldukça hızlı gelişmektedir. Bu değişimin gereği olarak ülkemizde uygulanan öğretim programı bilgiyi üreten, hayatta işlevsel olarak kullanabilen, problem çözebilen, eleştirel düşünebilen, empati yapabilen, girişimci, topluma katkı sağlayabilecek nitelikte bireyler yetiştirmeyi hedeflemektedir. 2004 yılından itibaren uygulanmaya başlanan öğretim programının önünde programın felsefesinin tam olarak anlaşılamaması, donanım yetersizliği, sınıflarda bu öğretimi verecek öğretmenlerin eski sistemin öğretim tekniklerine alışkın olması gibi birçok engel hâlâ vardır. Bununla birlikte en büyük engellerden bir diğeri de, öğrencilerin lise ya da üniversiteye yerleştirilmesi için yapılan ve klasik tarzdaki test sorularından oluşan merkezi sınavların, öğrencilerden geliştirmesi beklenen davranışları ölçmekte yetersiz kalmasıydı. Bu sebeple artık daha çok ezber ya da işlem yeteneği gerektiren soruların yerini ALES (Akademik Pesonel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı) sorularına benzer, öğrencilerin çok alışkın olmadığı, "Çok uzun, ne sorduğunu anlamadım" şeklinde nitelendirdiği soruların aldığı görülmektedir.
Evet sınavlarda, sadece Türkçe dersinde değil her derste, oldukça uzun metinler şeklinde sorular karşımıza çıkıyor ve çıkmaya da devam edecek. Hatta sorunun içinde öğrencilere soruyu çözerken kullanabileceği formüller dahi verilebiliyor. Bunun oldukça açık bir sebebi var: Öğrencilerden okuduğunu anlaması, yorumlaması, verilen bilgileri, grafikleri analiz ederek mevcut problemin çözümü için bu bilgileri doğru şekilde kullanması isteniyor.
Ülkemizde yapılan merkezi sınavlarda öğrencilerin başarılı olabilmesi için neler yapılması gerektiği konusunda ayrı bir yazı hatta belki de yazı dizisi hazırlanabilir. Fakat burada kısaca şunu söyleyebiliriz ki; farklı türde kitaplar, makaleler okumayı seven, araştırmacı ruhlu öğrenciler bu sınavda daha şanslı. Sebebi ise çok açık: Farklı tarzda yapılan okumalar, araştırmalar bireyin ufkunu açarken bireye düşünme, empati yapma, farklı olayları karşılaştırma, yorum yapma ve bunun sonucu olarak da problem çözme becerisi kazandırıyor.