ÖNCE UCUZ BİR MOTELE SONRA DA KARAVANA TAŞINMAK ZORUNDA KALDI
Bir zamanların ünlü oyuncusu Tori Spelling, önce evinden ayrılıp ucuz bir motele yerleşmiş, burada çekilen fotoğrafları günlerce konuşulmuştu. 18 yıllık oyuncu eşi Dean McDermott’la ona evliliği de bitmek üzere olan Spelling’in içine düştüğü durum oldukça üzücü.
Tori Spelling birkaç ay önce evlerini saran küf yüzünden ailece sağlıklarının bozulduğunu ve kendilerine yeni bir ev bulmaları gerektiğini sosyal medyadan duyurmuştu. Ancak yeni bir eve taşınmak yerine çocuklarıyla birlikte bir motele yerleşen ünlü oyuncunun bu tercihi soru işareti yaratmıştı.Hollywood'un "altın kızı" Tori Spelling'in hayatı altüst oldu
ÜNLÜ YAPIMCININ KIZI HAYATIN ACI GERÇEKLERİYLE KARŞILAŞTI
Hollywood’un en güçlü ve zengin yapımcılarından Aaron Spelling’in kızı olarak dünyaya gelen Tori, taşıdığı ünlü soyadı sayesinde Hollywood’da kendine kolayca yer bulmuş, bir zamanların ünlü gençlik dizisi Beverly Hills 90210’da başrollerden birini üstlenince de dünyaca ünlü bir oyuncu olmuştu. Hem aileden zengin hem de ünlü bir oyuncu olan Tori Spelling’in hayatı büyük bir lüks içinde geçti.
BABASININ SERVETİNDEN FAYDALANAMADI
Hatta bir dönem ailesinin sahip olduğu malikane Los Angeles’ın en pahalı evi olarak ün yapmıştı. Tori için her şey babasının ölümüyle başladı. 2006’da hayatını bırakan Aaron Spelling büyük servetinden kızı Tori’ye sadece 800 bin dolar bıraktı. Tori Spelling babasının ölümünün ardından da alıştığı lüks yaşantıyı sürdürmeye devam etti.
YATIRIM YAPMAK YERİNE LÜKS HARCAMALARI SEÇTİ
SIKI DOSTLAR ARTIK DÜŞMAN OLDU!
Buna eklenen son halka ise eski futbolcu David Beckham ve şarkıcı / modacı eşi Victoria Beckham oldu. David ve Victoria Beckham çifti, Meghan Markle İngiltere’ye geldiğinden beri onun ve Harry ‘nin en büyük destekçisi olmuşlardı. Çiftin gzö alıcı kraliyet düğününün de en özel konuklarından olan David ve Victoria Beckham, Harry ve Meghan’ın İngiltere’de kopardığı fırtına sırasında arkalarında duran yegâne insanlar olmuşlardı.
ASLINDA MUTLULUKLARINI BİLE ONA BORÇLULAR
Hatta Harry ve Meghan Markle aşkının başladığı zamanlarda çiftin gizli gizli buluşmasına da David Beckham yardım ediyordu. Ünlü futbolcunun iletişim direktörü Izzy May, Harry ve Meghan’ın buluştuğu seçkin bir kulübün müdürüyle arkadaştı. Beckham araya girmiş ve Harry’yle Meghan’ın aşklarının filizlendiği sıralarda rahatsız edilmeden görüşmelerine önayak olmuştu.David ve Victoria Beckham çifti Harry'yle Meghan'ın en büyük destekçisiydiler: Hatta çift akşlarının ilk zamanlarında gizlice buluşabilmeyi bile David Beckham'a borçluydu
Peki ne oldu da bugünkü mutluluklarına sebep olan dostları David ve Victoria Beckham’la Harry ve Meghan çiftinin arasına kara kedi girdi? David Beckham’ın ortağı olduğu Inter Miami takımına dünyanın en büyük futbol yıldızı Lionel Messi’yi getirmişti. Messi’nin çıktığı ilk maçta da David ve Victoria Beckham çifti sayısız ünlü konuğu ağırlamıştı.
NE DÜĞÜNE NE DE KRİTİK MAÇA GELDİLER
Harry ve Meghan bu maçta yoktu. Hatta çiftin oğulları Brooklyn Beckham ve Nicola Peltz’in muhteşem düğün törenine de katılmamışlardı. Harry ve Meghan’ın ABD’de eski dostlarını teker teker terk edip kendilerine yeni bir çevre kurarken David ve Victoria Beckham çiftinden de vazgeçtikleri belli oluyordu. Ama asıl fırtınayı koparan bir başka şey olmuştu.En sonunda Beckham'lar da basının "Meghan'lanmak" diye adlandırdığı gazaba yakalandı... Eski dostlar artık düşman oldu
BECKHAM ÇİFTİNE BÜYÜK SUÇLAMA
HOLLYWOOD'A DANİMARKA'DAN TRANSFER GELDİ, UNUTULMAZ ROLLERİYLE YILDIZ OLDU
Hollywood’da Danimarka’dan transfer olan ünlü isim modellik yaparak başladığı kariyerine yıldız bir oyuncu olarak devam etmişti. Tam 5 kez evlendi, 5 kez de anne oldu. 54 yaşında hamile kalması dünya çapında ses getirdi. Brigitte Nielsen, 60’ıncı doğum gününü kendisinden 15 yaş küçük kocası ve 5 yaşındaki kızıyla kutladı.
1.83’lük boyuyla dikkat çeken gencecik Brigitte Nielsen, 80’li yılların başında modellik kariyerine başlayıp sonra da Hollywood’da isim yapmıştı. Viking’ler zamanından gelmiş gibi görünüyor, sarı saçları, upuzun boyu ve fiziğiyle o güne kadar pek de onun gibisini görmemiş olan gösteri dünyasını büyülüyordu.
PLAYBOY'A POZ VERDİ, HOLLYWOOD'UN İKİ EFSANESİYLE BİRDEN AŞK YAŞADI
Efsane fotoğrafçı Helmut Newton’ın dikkatini çekmesi uzun sürmemiş, ona verdiği pozlarla tanınmaya başlamıştı. Playboy dergisine kapak olması ve verdiği seksi pozlar uzun yıllar akıllardan çıkmadı. 1985’te Arnold Schwarzenegger’le Red Sonja (Kızıl Sonja) filminde oynayınca bir anda bir dünya yıldızı oluverdi. Aynı yıl Sylvester Stallone’la Rocky IV’te kamera karşısına geçti.
Artık herkes Brigitte Nielsen’i konuşuyordu. Sylvester Stallone ve Brigitte Nielsen, Rocky IV’te başlayan aşklarının hemen ardından aynı yıl evlendiler. Bu evlilik sadece 2 yıl sürdü ve birçokları tarafından bir reklam evliliği gibi görülüp eleştirildi. Üstelik Nielsen’in adı kızıl Sonja’da birlikte rol aldığı Arnold Schwarzenegger’le de anılmıştı.
İtalyan bir anne ile Amerikalı bir babanın kızı olarak İtalya'da dünyaya gelen Julia Fox, anne ve babası ayrıldıktan sonra babasıyla birlikte New York’a geldi. Babasıyla birlikte şehirden şehre gezmek zorunda kalan güzel yıldızın hayatının çocukluk ve ilk gençlik yılları çok zor geçmişti. Bir dönem evsiz bile kaldılar ve bugün adını tüm dünyanın öğrendiği yıldız oyuncu yoksulluk içinde zor bir gençlik yaşamak zorunda kaldı.
ÇOCUKLUĞU VE GENÇ KIZLIĞI YOKSULLUK İÇİNDE GEÇTİ, YAPMADIĞI İŞ KALMADI
Tanınmış bir oyuncu ve model olmadan önce ayakkabıcıda, dondurmacıda ve fırında çalıştı. Yeteneğinin farkındaydı; modayla ilgileniyor, kendi kendine tasarımlar yapıyor ve içine doğduğu zor yaşamdan fazlasını elde edebileceğini her zaman biliyordu. Bir arkadaşıyla birlikte tasarımlarını satmaya ve böylece para kazanmaya başladılar.
Yavaş yavaş moda ve gösteri dünyasına yaklaşan Julia Fox fotoğrafçılıktan yazarlığa kadar birçok şey denedi; New Yok’un popüler kültür dünyasında yavaş yavaş kendine yer bulmaya başladı. 2015’te Playboy’un çıplaklık içeren son sayısına poz verdiğinde adı biraz daha çok bilinir hale geldi.
ROL ALDIĞI İLK FİLMLE HAYATI DEĞİŞTİ
33 yaşındaki yıldızın adını gösteri dünyasına altın harflerle yazdırışı ise 2019’da Safdie kardeşlerin yönettiği Uncut Gems filmiyle gerçekleşti. Başrolde yer alan Adam Sandler’ın kuyumcu dükkanında çalışan metresini oynayan Julia Fox bu ilk sinema filmiyle eleştirmenlerden büyük övgü topladı ve deyim yerindeyse Hollywood’da sağlam bir adım atmış oldu.
2018’de evlenip 2020’de boşandığı pilot Peter Artemiev’den olan oğlu, çift boşandıktan sonra, 2021’in ocak ayında doğmuştu. Eski eşinin alkol ve uyuşturucu bağımlısı olduğunu ve kendisini kasıtlı olarak hamile bıraktığını açıkladı. Üstelik hamilelik sonrası depresyonu çok ağır yaşadığını ve kâbus dolu günler geçirdiğini itiraf etti. Ancak anne olmaktan hiç pişman olmadığını ve oğluyla çok mutlu olduğunu da her zaman ifade etti.
Christopher Nolan’ın Tenet hayal kırıklığının ardından çektiği dev bütçeli epik biyografi Oppenheimer ve Greta Gerwig’in senaryosunu yönetmen sevgilisi Noah Baumbach’la birlikte yazıp yönettiği Barbie’nin aynı anda gösterime gireceği açıklanınca interneti “Barbienheimer” fırtınası sardı. Birbirinden oldukça farklı bu iki filmin aynı anda dünya seyircisiyle buluşacak olması epey büyük bir fırtına kopardı.
Dünya tarihinin gidişatı değiştiren olayları anlatan, savaş ve ölümle örülü ciddi bir biyografiyle popüler kültürün en büyük sembollerinden biri olan Barbie bebeği ete kemiğe büründüren fantastik bir maceranın gişede buluşup çarpışacak olması özellikle sosyal medyada aylarca konuşulan bir olay haline geldi. Daha da konuşulacağa benzer… Gelelim filmlere.
ÖLÜMÜN TA KENDİSİ OLAN ADAM OPPENHEIMER
Christopher Nolan, yazdığı ve yönettiği filmlerle hem gişede büyük başarılar kazanmış hem seyircisinin hem de (çoğu zaman) eleştirmenlerin gönlünü kazanmış bir yönetmen. Following (1998), Memento (2000), Insomnia (2002) ile nispeten daha “bağımsız” bir kimlikle başladığı yönetmenli serüvenini Batman Begins (2005), The Prestige (2006), The Dark Knight (2008), Inception (2010), The Dark Knight Rises (2012), Interstellar (2014), Dunkirk (2017) ve Tenet (2020) gibi büyük bütçeli stüdyo filmleriyle sürdüren Nolan büyük bir yönetmen, tartışmasız. Ancak büyük projelere devam ettikçe bu büyüklüğün sihrine kapıldığı da daha gözle görülür hale gelmiş durumda
Atom bombasının mucidi olarak tanınan ABD’li fizikçi J. Robert Oppenheimer’ın hayatından kesitleri anlattığı son projesi Oppenheimer’ı, Kai Bird ve Martin J. Sherwin tarafından yazılmış 2005 tarihli American Prometheus kitabından uyarlamış. Çağının en zeki ve yetenekli bilim insanlarından biri olan Oppenheimer, ABD’nin Naziler’den önce bir atom bombası yapabilmek için alelacele giriştiği bir projenin, Manhattan Projesi’nin başına geçiyor. Üstelik komünist fikirlere sahip olmasına, partiyle ve partililerle bağ kurmasına rağmen. Oppenheimer etrafına birlikte çalıştığı bilim insanlarını topluyor, Los Alamos’ta sırf bu uğurda inşa edilen dev kasabaya kapanıp 2 yıl uğraştıktan sonra dünyayı büyük bir yıkıma ve bambaşka bir çağa sürükleyecek atom bombasını yapıyorlar.
NOLAN’IN İMZASI HALİNE GELEN HİKÂYE KURGUSU OPPENHEIMER’DA DA KARŞIMIZA ÇIKIYOR
Film Oppenheimer’ın proje öncesi yaşantısına kısaca göz atıp sonra bombanın yapılışına ve sonrasında yaşananlara bakıyor. 1930’ların sonunda başlayan ve 1950’lerin sonuna dek uzanan olaylar iki ana eksende ilerliyor, daha doğrusu iki ayrı zaman ekseninde anlatılıyor: Oppenheimer’ın Rus daha doğrusu Sovyet ajanı olduğu şüphesiyle sorgulanması ve ona bu suçlamayı (çaktırmadan) yönelten politikacı Lewis Strauss’un kabineye girip ticaret bakanı olmaya çalışırken Oppenheimer’ın onun ayağına dolandığı senato oturumu.
KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ... EN ÇOK ONLAR SEVİLDİ
Çok uzun dönemler boyunca annesi tahtta oturduğu için “Galler Prensi Charles” olarak anılan 73 yaşındaki Kral III. Charles nihayet İngiltere’nin yeni kralı olarak tacını taktı. Ve tahta çıkan en yaşlı hükümdar olarak 64 yıl boyunca taşıdığı Galler Prensi unvanını büyük oğlu William’a devretti.
Uzun yıllardır eşi Kate Middleton’la birlikte kraliyetin en sevilen yüzü olmayı başaran William da böylelikle taht için ilk sıradaki aday olarak hükümdarlığa kavuşacağı günü başlamaya bekledi. Kate Middleton ve Prens William 2011’de muhteşem bir düğünle evlendiler ve üç çocuk sahibi oldular. Elizabeth’in ölümünün ardından değişen taht sıralaması ve yenilenen unvanlar sayesinde de karaliyet ailesinin kraldan sonraki en önemli iki üyesi oldular.
ELIZABETH ÖLÜP CHARLES TAHTA ÇIKINCA KONUMLARI DAHA DA KRİTİK HALE GELMİŞTİ
Charles, Prenses Diana’yla evli olduğu yıllar boyunca onu mutsuz ettiği ve o trajik bir şekilde öldükten sonra da unutamadığı aşkı Camilla Bowles’la evlendiği için halkın gözündeki sempatisini çoktan kaybetmişti. Aradan uzun yıllar geçti, köprülerin altından da bolca su aktı. 73 yaşında ancak tahta çıkabilen “yaşlı” kral artık o kadar da antipatik değildi ancak halkın (ve dünyanın da) gönlünü kazanan hep oğlu William ve gelini Kate oldu.
Evliliklerinin 12. yılını tamamlayan William ve Kate, Elizabeth’in ölümünün ardından aldıkları yeni unvanlar gereği görevleri daha çok artınca daha da göz önünde olmaya başladılar. Bu göz önünde olma hali küçük kardeş Harry ve Amerikalı eşi Meghan Markle için ne kadar bir dezavantaja dönüştüyse onlar için de o kadar avantaja dönüştü. Biri tahtın ikinci sıradaki varisi Prens George olmak üzere üç çocukları olan William ve Kate, sık sık basına yansıyan mutlu aile pozları sayesinde de halkın sevgilisi sıfatlarını iyice sağlamlaştırdılar.
BİRİ SERT MİZAÇLI BİRİ ÇOK DİSİPLİNLİ
HOLLYWOOD TARİHİNDE BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ GÜNLER YAŞANACAK
Dünya sinemasının kalbinin attığı, endüstrinin merkezi Hollywood’u oldukça ilginç ve sıkıntılı olacağı kesin günler bekliyor. ABD'de senaristler birliği WGA (Writers Guild of America) 2 Mayıs'ta greve gitmişti. WGA'nın 11 bin 500 üyesinin stüdyo şirketleri ile yapılan ücret görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından gittiği grev sürüyor. Bu grev, 2088’de sona eren ve Hollywood’u adeta kilitleyen senarist grevinden 15 yıl sonra yeniden benzer bir süreci başlatmıştı.
Hollywood’un oyuncular sendikası SAG-AFTRA’nın da (The Screen Actors Guild-American Federation of Radio and Television Artists) 14 Temmuz'da greve dahil olduğunu açıklamasıyla birlikte işler tamamen içinden çıkılmaz bir hale gelmiş oldu. Bu iki sendikanın greve birlikte katılması kararı 1960’dan beri yani 63 yıldır ilk kez görülen bir durum. Ve bu deyim yerindeyse Hollywood’un tamamen “kepenk kapatması” anlamına geliyor.
SENARİST VE OYUNCU BİRLİKLERİ DEV ŞİRKETLERLE ANLAŞMA SAĞLAYAMADI: HOLLYWOOD KEPENK KAPATIYOR!
Senarist ve oyuncu sendikaları bir süredir içinde Paramount, Sony, Universal, Walt Disney ve Warner Bros gibi dev stüdyoları, ABC, CBS, FOX ve NBC gibi ulusal kanalları ve Netflix, Apple TV+, Amazon gibi streaming hizmeti veren dijital platformları da bulunduran Sinema ve Televizyon Yapımcıları Birliği (Alliance of Motion Picture and Television Producers – AMPTP) ile müzakere içindeydi. Senaristler de oyuncular da sendikaları aracılığıyla hem ücret eşitsizlikleri hem de film ve dizi prodüksiyonlarında yapay zekâ kullanımı gibi konularda anlaşma sağlamaya çalıştı ancak Hollywood’un dev şirketleri bu anlaşmaya yanaşmadı.Artık bu tür pozları bir süre göremeyeceğiz: Filmin yıldız oyuncuları galadan ayrılıp arkadaşlarına desteğe gittiler ve grevde olan oyuncular artık bu tür davetlere de katılamayacak... Öte yandan Oppenheimer dahil olmak üzere birçok önemli yapımda başrol oynayan sayısız İngiliz oyuncu da bu grevin bir parçası: Hem Hollywood'da büyük bir hakimiyetleri olduğu için hem de İngiliz oyuncu ve senaristler birlikleri de bu greve destek verdiği için...
SON ÖRNEĞİ 1960'DA YAŞANMIŞTI: DEV "ÇİFTE" GREV BAŞLADI
Hollywood tarihinin gördüğü en büyük kapsamlı çifte grev de böylelikle başlamış oldu. Hollywood’da çalışan tüm sinema, televizyon, radyo oyuncularını kapsayan SAG-AFTRA’nın da greve destek verip iş bıraktıklarını açıklamasıyla birlikte gösteri dünyasının en büyük eylemlerinden biri başlamış oldu. !3 Temmuz akşamı İngiltere’de düzenlenen Oppenheimer filminin galasında yaşananlar da tüm dünyada bir anda bir numaralı gündem maddesi haline geldi.
Yılın en önemli yapımlarından biri olan ve daha proje aşamasındayken bile büyük merak uyandıran Oppenheimer, 21 Temmuz’da tüm dünyada gösterime girecek. Christopher Nolan’ın yönettiği ve başrollerini Cillian Murphy, Emily Blunt, Matt Damon, Robert Downey Jr., Florence Pugh, Josh Hartnett, Casey Affleck, Rami Malek, ve Kenneth Branagh gibi dev isimlerin paylaştığı film “Atom Bombasının Babası” olarak tanımlanan teorik fizikçi Robert Oppenheimer’ın, ABD hükümeti tarafından “Manhattan Projesi” adı altında ilk atom bombasını üretmesi sürecini ve sonrasında yaşananları anlatıyor.
"Azınlık Raporu" ve "Dünyalar Savaşı" filmlerinde birlikte çalıştığı Steven Spielberg, Tom Cruise’a “Hollywood’un kurtardın, sinemayı kurtardın.” diyor ve ona sevgi ve minnet dolu bir şekilde sarılıyordu. Hollywood’un, e haliyle dünya sinema endüstrisinin, bu büyük isimlerinin arasında geçen anlar epey ses getirdi haliyle.
Hâkimiyet alanını giderek genişleten dijital platformlar ve dünyayı 2 sene boyunca saran koronavirüs pandemisiyle birlikte herkes birbirine “Sinema öldü mü?” diye sormaya başlamışken Tom Cruise "Top Gun: Maverick" ile seyirciyi tekrar salonlara döndürmüş ve gerçekten de kötü gidişata dur deneyi başarmıştı.
Cruise’un 1996’daki ilk filmden beri başrolünü oynadığı ve aynı zamanda artık yapımcı koltuğunda da oturduğu “Görevimiz Tehlike” serisi de büyük beğeni toplayan son halkası “Fallout”un ardından seyirciyle bir kez daha buluşacak ve salonda sinema izleme geleneğinin kolay kolay ölmeyeceğini bir kez daha kanıtlayacaktı. Çekimleri pandemi yüzünden sekteye uğrayan “Görevimiz Tehlike: Ölümcül Hesaplaşma Birinci Bölüm” 1 senelik gecikmenin ardından nihayet gösterime girdi. Seriye eklenen yedinci halka, adından da anlaşılacağı gibi iki bölüm halinde karşımıza çıkacak.Tom Cruise: Sadece dünyayı değil sinemayı da kurtaran kahraman!
Birçok övgüye mazhar özelliğinin yanında artık “sinemanın kurtarıcısı” titrini de elinde tutan 61 yaşındaki Tom Cruise, filmin gösterime girmesinden bir süre önce verdiği röportajda daha uzun yıllar Görevimiz Tehlike’nin yenilmez ajanı Ethan Hunt’ı canlandırmak istediğini hatta bu konuda kendine 80 yaşında bir kez daha Indiana Jones olarak çıkan Harrison Ford’u örnek aldığını söylemişti. Cruise’un hiç yaşlanmadığı ve bu uğurda tuhaf yollara bile başvuruyor olduğuna dair yıllardır süregelen ve artık şehir efsanesi haline gelen sosyal medya “geyikleri” artık herkesin malumu.
Görevimiz Tehlike: Ölümcül Hesaplaşma’yı perdede görünce ve Tom Cruise’un film boyunca üstesinden geldiği tehlikeli aksiyon sahnelerini izleyince aksiyon sinemasının artık en büyüklerinden biri olduğu tartışılmaz aktörün bu “80 yaşına kadar devam” söyleminin altının çok da boş olmadığını anlamak zor değil. Üstelik Tom Cruise bir kez daha filmdeki çok tehlikeli sahnelerin çoğunda dublör kullanmayı tercih etmeyip sinemaya ve rolüne duyduğu aşkla ölüme meydan okuyor. Filmin en az çekimleri kadar titizlikle ve büyük bir profesyonellikle yürütülen tanıtım kampanyası sayesinde biz izleyiciler de bu durumun gayet farkındayız ve Ethan Hunt motoruyla uçurumdan atlarken ya da bombalarla havaya uçurulan bir köprüden düşmekte olan tren vagonları arasında atlayıp zıplarken yüreğimiz daha da çok ağzımıza geliyor…
Türün en büyük klişesi çerçevesinde bir kez daha bütün dünyayı yok edebilecek daha doğrusu kendi istediği doğrultusunda şekillendirebilecek bir düşman var karşımızda yine. Ancak bir Rus denizaltısının uğradığı saldırı sonrası ortaya çıkan ve dünyayı avuçları içine alması an meselesi olan düşman bu kez kanlı canlı değil, tam da zamanın ruhuna uygun şekilde resmedilen “yeni nesil” bir tehlike: Adı “Varlık” konan, her yere sızabilen, tespit edilmesi etrafına ölüm saçmaya başlayana kadar pek de mümkün olmayan bir yazılım; daha kapsayıcı bir tabirle yapay zekâ. Bu yapay zekânın kendisine hizmet etmesi için seçtiği insan sureti yani filmin kanlı canlı kötü adamı ise Ethan Hunt’ın geçmişinden gelen ve arasında büyük bir mesele olduğu belli olan eski düşmanı Gabriel.Filmin prömiyeri, en heyecanlı sahnelerinin bir kısmının da çekildiği Roma'da yapılmıştı: Ah o merdivenlerin dili olsa!
Bir kez daha dünyayı kurtarmakla kendi ekibini kurtarmak arasında kalan Ethan Hunt, ölümcül hesaplaşmasında, bu tehlikeli gücü yok etmek yerine eline geçirmeye çalışan herkesin düşmanı haline geliyor. Yapay zekâ Varlık, yaşanacak maceranın olası sonuçlarını hesaplamak konusunda oldukça mahir. Oysa sinemada yapay zekâyı, yapay zekânın bilinçlenip baş kaldırmasını ele alan daha önceki birçok örnekte de gördüğümüz gibi insan faktörü yapılan tüm matematiksel hesapları bozabilecek tek şey. Söz konusu olan dünyayı kurtarmak için sıra dışı ve kitaba uymayan yöntemler konusunda uzmanlaşmış, sevdiklerinin hayatını zaten kendi hayatının önüne koymayı adet haline getirmiş Ethan Hunt olunca bozulan hesaplar da zaten hikâyenin en kilit noktası haline geliveriyor.
Yemen çöllerinden Abu Dabi havalimanına, (buranın henüz hizmete açılmadığını ancak film için hazırlanarak muazzam bir set haline getirildiğini not düşelim) Roma’dan Venedik’e uzanan müthiş takip – kovalamaca sahneleriyle dolu bitmek tükenmek bilmeyen aksiyon, filmin final blokunda doruğa çıkıyor. Avusturya Alpleri’nden geçen Orient Express’in içinde ve dışında (!) yaşananlar filmin son 1 saatini nefessiz kalarak izlemenize sebep oluyor. Ölümcül Hesaplaşma Birinci Bölüm’ün 2 saat 43 dakikalık süresinin uzun olduğu söylenebilir. Yine de filmin izleyiciye, bir yandan dev bir stüdyo yapımı – gişe canavarı seyrettiğini unutturmazken bir yandan da saf sinema duygusunu geçirmeyi başardığını eklemiş olalım.