EŞİM YETKİSİZ, BİLGİSİZ İNSANLAR VE EKİPMAN SEBEBİYLE ÖLDÜRÜLDÜ
“Gelin Evi” programı ile tanınan sosyal medya fenomeni Neşe Özkan, 18 Aralık’ta V. Estetik firması aracılığı ile ulaştığı Plastik Estetik Cerrah Operatör Doktor M.A. ile Gaziosmanpaşa’daki Özel B. Hastanesi’nde, 135 bin liraya, karın gerdirme ve meme küçültme operasyonu olmak için anlaşıyor. Ancak genç kadının ameliyat sırasında kalbi çok kez duruyor ve yaşamını yitiriyor. Önemli bir not eklemek isterim: Estetik operasyonu yapan cerrahın adını internette araştırdığınızca farklı kişiler tarafından yazılmış, onlarca şikâyet var.
GEREKLİ CEZAYI ALSINLAR
Neşe Özkan’ın eşi İskender Özkan ise şu çağrıyı yaptı: “Eşim bu firmayı sosyal medyadan buldu. Yaklaşık 200-300 bin liralık bir ameliyatı 135 bin liraya yapabileceklerini söyleyince sevindi. Ben de destek oldum. Ameliyatın hangi hastanede olacağı bilgisi ameliyattan önceki gün söylendi. Ameliyat sabahı ise bazı tetkikleri yapıldı, EKG gibi bazı tetkikleri ise yapılmadı. Eşim; kalbinde delik olduğu, bu sebeple ameliyat olduğu bilgisini anestezi uzmanına verdi. ‘Ameliyatın üzerinden çok geçmiş’ gibi bir cevap aldı. Kendisine verilen, ‘Başıma bir şey gelirse hastane sorumlu değildir’ yazısını ise imzalamadı. Kasıtlı yapıldı demiyorum ama yanlış işlem, yetkisiz, bilgisiz insanlar, yetersiz ekipman sebebi ile öldürüldüğünü düşünüyorum. Hak ettikleri cezayı almalarını istiyorum.”
KAPI ARASINDA DEĞİL HER HASTAYA DETAYLI MUAYENE YAPILMALI
Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Başkanı Prof. Dr. Şükrü Yazar
YAPTIRIM VE CEZALAR CAYDIRICI OLMALI
Gıda mühendisi Ebru Akdağ, “Taklit ve tağşişin ifşa edilmesi önemli” diyor, “Ama” ile şu parantezi açıyor: “Peki numunesi alınan kaç üründen kaçı ‘gerçek’? Ben baktığımda, yüzde 1 oranında taklit ve tağşiş olduğu bilgisine ulaştım. Elbette Türkiye’de ciddi bir taklit- tağşiş sorunu var, yok demiyorum ama genele bakınca yüzde 1 nispeten iyi. Dolayısıyla arka arkaya listeler açıklanınca, ‘Peki şimdi biz ne yiyeceğiz’ gibi bir korku ve endişeye kapılmanız doğal. İyi bir iş yapılıyor, denetimler her yıl daha da arttırılıyor, ifşa sistemi de yerinde ancak bu işin iletişimi yanlış yapılıyor. Bu korku ve endişenin dağılması için tüm verilerin açıklanması daha doğru olur. Bir süredir (gıda sahtekarlarını ifşa eden son liste 2 Ekim öncesi son kez Mart 2022’de yayımlandı) bu listelerin açıklanması da durmuştu. Şu an anlık açıklanıyor. Bu sebeple taklit ve tağşiş eskiye oranla fazla gibi de bir algı oluştu. Oysa burada en önemli nokta yaptırım ve cezaların caydırıcı olmasıdır.”
Sahtecilere ilk ifşada 55 bin liradan az, 555 bin lirayı aşmamak kaydıyla, yıllık gelirlerinin yüzde 1’i oranında idari para cezası, tekrarı halindeyse ilk cezanın 2 katı uygulanıyor. 3’üncü tekrarda 1-5 yıl, yine tekrarı halindeyse 5- 10 yıla kadar hapis cezası istenebiliyor. Ancak hapis uygulandığını hiç görmedik. Para cezalarında ise yüzde 25 erken ödeme indirimi var. Akdağ, “Kesilen bu cezalar bu hilelere az bile. Özellikle ilk cezalar yeniden düzenlenmeli” düşüncesinde.
GÖZLE ANLAYAMAZSINIZ
Peki bu sahtecilerden nasıl korunacağız? Yanıtı şu: “Güvenilir marka güvenilir satış noktası... Mesela bal taklit edilmesi en kolay, gerçek olup olmadığının anlaşılması en zor ürün. Tadarak, koklayarak, gözle, akışkanlığından ya da ‘Donarsa gerçektir’ gibi testlerle asla anlayamazsınız. Gerçekliği sadece analizle anlaşılır. Yapabileceğimiz en iyi şey bildik markalara güvenmek. Çünkü çok bilinen markaların üzerindeki iç ve dış kontrol çok daha fazladır.
Bir de uzmanlığı gıda olmayan kişiler sistematik olarak ambalajlı gıdayı suçlamayı bırakmalı. Oysa su da baklagiller de işlenmiş gıdadır. ‘Ambalajlı gıda’ diye genelleme yaparsanız insanlar da açıkta, ‘köyden’ geldi diyerek yol kenarında satılan ürünlere yönelir ve bunlar iyiymiş gibi bir algı oluşur. Aslında asıl risk orada. Kontrollü gıdada böyle hileler oluyorsa kontrolsüzde
YARIM ÇAY BARDAĞI DAHİ ÖLDÜRÜYOR
PİYASADA “bandrollü” satılan yani “gerçek” dediğimiz tüm içkiler etil alkol, “sahte” içkilerse metil alkolden yapılıyor. Farkı ne derseniz? İnsan vücudu etil alkolü sindirebiliyor. Ama metil alkol insan tüketimi için uygun değil. Daha çok sanayide; çözücü, boya inceltici, antifriz, cam temizleyici gibi maddelerin yapımında kullanılıyor.
AYIRT ETMEK MÜMKÜN DEĞİL
Peki etil ile metil alkolü ayırt etmek mümkün mü? Cevabını Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Aydın versin: “Hayır! Metil ile etil alkolü renk, koku ya da tadıyla ayırt etmek mümkün değil. Bu ayrımı ancak laboratuvar şartlarında yapılan analizlerle yapabilirsiniz.”
İLK 6 SAAT KRİTİK
Fiyat ya da bir başka sebepten bilerek sahte içkiyi tercih edenler olduğu gibi gittiği mekân da ya da bir ortamda bilmeden maruz kalanlar da oluyor. Metil alkolden üretilen bir içki içtiniz diyelim. Ya sonra? “En yaygın belirtileri arasında baş dönmesi, mide bulantısı, karın ağrısı, görme kaybı, nefes darlığı ve bilinç kaybı var. İlerleyen safhalarda ise koma ve ölüm riski...” yanıtını veriyor Prof. Dr. Aydın ve ekliyor: “İlk 6 saat kritik. Yarım çay bardağı içmiş olsanız dahi...”
KAFAYI VURUP YATMAYIN
Acil organ nakli sırasına alınan Özlü, şanslıydı, kadavradan yapılan nakille hayata tutundu. Çok geçmiş olsun ama bu kaçıncı?
Anlıyorum yeni yıl gibi bayram gibi özel günlerde herkes fit olma ve dilediği kıyafete rahatça girme peşinde ancak “zayıflama hapı zehirledi”, “zayıflama çayından karaciğeri iflas etti” benzeri haberler neredeyse ayda bir ya da iki kez gündeme geliyor.
Ne yazık ki ne dinleyen ne ders alan var ne de yeterli denetim! İlaç olmadığı ve reçete gerektirmediği için marketlerde, internette yok satan, üstüne üstlük reklamı da serbest olan bu ürünlerin fazla kullanımının karaciğer, böbrek ve kalp hastalıklarından tutun da vermediği zarar yok!
BİTKİSEL TAKVİYELERE BAĞLI RAHATSIZLIKLAR CİDDİ ARTIŞTA
Üsküdar Üniversitesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı, Prof. Dr. Tayfun Uzbay
Çünkü hepimiz biliyoruz ki bu aslında soru değil, tehdit cümlesi. Evvelden beri sıklıkla duyarız; hele de trafikte, polis kontrolünde, herhangi bir aramada...
Ve eklenir: “Haritadan yer seç.” “Nereden çıktı şimdi bu” diyenlere hatırlatayım, geçen hafta Türkiye, Dubai’den İstanbul’a uçarken Türk Hava Yolları (THY) uçağını birbirine katan ve “Sen benim kim olduğumu biliyor musun(!) Milyar dolarlık adamım. Türkiye’yi satın alırım” diye bağıran Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Abdulkadir Özcan’ı konuştu. Özcan ne ilk ne de son olacak. Zira yurdum insanı “Gözünün üstünde kaşın var” ya da “Yan baktın” gibi sudan sebepler, incir çekirdeğini doldurmayan nedenlerle öfkelenmeye ve de göz dağı vermek için marifetmiş gibi bu sözleri dillendirmeye pek müsait. Peki, hiç düşündünüz mü hem psikolojik hem de sosyolojik açıdan ne anlama geliyor bu sözler?
BU CÜMLENİN ARDINDA ACIKLI BİR ACİZİYET YATIYOR
Yakın bir geçmişte, yine THY uçağında İbrahim Tatlıses’in kızı Dilan Çıtak, kedisi için kendisini uyaran kabin memuruyla tartışıp, karakolluk olmuş ve benzer bir üslup takınmıştı. Yine yakın zaman önce THY’nin İstanbul-Londra seferinde sorun yaratan bir yolcu polise, “Benim 10 fabrikam var” diyerek çıkışmıştı. Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette. Ama benim kişilerden bağımsız daha çok ilgilendiğim durum, bu kibrin (evet, bence bu cümlenin altında kibir yatmakta) altında yatan psikolojik nedenler.
KENDİNİ GÜÇ ÜZERİNDEN VAR ETMEK
Her cuma namaz sonrası hükümet karşıtı sloganlar atılıyor, devrik rejimin güçleri ile protestocular karşı karşıya kalıyordu. Esad rejimi çareyi, Sünni ve Şiilerin cami ziyaretlerini ve törenlerini durdurmakta buldu.
Ancak 2012’de, silahlı çatışmaların başlamasının ardından muhalif gruplar, camiyi Şam’ı ele geçirmenin ve hükümeti devirmenin sembolü ilan etti.
“Emevi Camisi’nde namaz kılacağız” söylemi, temel motivasyon oldu. Dolayısıyla Emevi Camisi’nde bu cuma kılınan namazın pek çok açıdan önemi büyüktü. Ki uzmanlar MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ın da orada olmasını dünyaya verilen bir mesaj olarak yorumluyor. Hem tarihine hem de Emevi Camisi’nde namaz kılmanın neden önemli olduğuna bakalım.
İSLAM TARİHİ AÇISINDAN KUTSAL DEĞİL AMA SEMBOLİK ANLAMI BÜYÜK
Tarihçi- yazar, Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Cengiz Tomar,
20 yıl ne ki! Söylese belki ama AIDS’e de yol açabilen bir virüs taşıdığını bildiğin halde beraber olduğun kişiden bunu saklamak neresinden baksan yemeğine ilaç koymakla eş değer bence.
Uzmanlar HIV vakalarının Türkiye’de artışta olduğu ve çoğunun da bu vakada olduğu gibi tesadüfen tespit edildiğini söylüyor. Artışın sebebi ve toplumsal tabuları araştırdım.
HIV HASTALARININ DAMGALANMASI ÖNEMLİ SORUNLARDAN BİRİ
Geçtiğimiz kasım ayında İzmir’de 13 yaşındaki çocuk, AIDS nedeniyle yaşamını yitirmişti. Babasının şubat ayında HIV pozitif olduğu, annesi ve kardeşinin HIV negatif olduğu ortaya çıkmıştı. Savcılıkta ifadesi alınan baba evde tüm önlemleri aldığını söylemiş, “Nasıl bulaştı bilmiyorum” demişti. Oysa kendince önlem almak yerine eşi ve çocuklarını önceden hastaneye götürmüş olsaydı, belki de böyle bir ölüm yaşanmayacaktı. Çünkü HIV enfeksiyonu ve AIDS erken tanı ile tedavi edilebilir, kronik bir hastalık artık. Ama tedavi için tanı, tanı için de test şart! Ancak “damgalanma”, “dışlanma” korkusu ile test yaptıran neredeyse yok.
HIV POZİTİF SAYISI HIZLA ARTIYOR
Oysa Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı’nın, 2023 raporuna göre dünyada 39 milyon kişi HIV ile yaşıyor, 40 milyon kişi de AIDS’ten hayatını kaybetti. Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilerine göre, 1985’ten 2023’e kadar toplam 41 bin 732 kişi HIV tanısı aldı. Vakaların yüzde 81,5’i erkek, yüzde 18,5’i kadın, yüzde 16’sı yabancı uyrukluydu. HIV enfeksiyonu son 10 yılda yüzde 460 arttı. Buraya parantez açalım: Hastaların yaklaşık yüzde 60’ına son 10 yılda teşhis konuldu.
Fehmi Tabak
HIZLI TESTLER YASAL OLSUN
VATANDAŞI CEZBEDECEK TOPLU TAŞIMA AĞI YOK
İstanbul’da trafiğin çile haline gelmesinin altında hiç şüphesiz kentin nüfusunun alabildiğine büyümesi var. Günde ortalama 30 milyona yakın yolculuk yapılan kent, 1980’ler itibarıyla alabildiğine genişledi. Nüfus artışına bağlı yapılaşmış alanlar, buna bağlı olarak da motorlu araç sayısı hızla arttı, artmaya da devam ediyor. İstanbul Ticaret Üniversitesi Ulaştırma Sistemleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı, “İstanbul’un artık ucu bucağı yok” diyerek giriyor söze ve ekliyor: “İstanbul’un ulaşım sorunu 5-10 değil en az 40 yıllık. Hızlı ve plansız büyüdü İstanbul. Farklı şehir ve bölgelerde çekim merkezleri yaratılmalı. Zira dün akşam Sütlüce’den evime giderken yüzde 90 trafik yoğunluğunu canlı canlı gördüm. Bugün hemen çalışmalara başladık. Bu ayın 26’sında Büyükşehir Belediyesi, Ulaştırma ve İçişleri Bakanlığı, Kalkınma Ajansları, Sivil Toplum Kuruluşları, uzmanların katılımı ile bir trafik kurultayı düzenlemeyi ve somut sonuçları masaya koymayı planlıyoruz.”
KAPASİTE VE KONFOR SORUNU VAR
Peki nüfusun hızla artmasından bağımsız İstanbul trafiğini içinde çıkılamayacak hale sürükleyen ne? Günün sonunda onca otoyol, köprü yapıldı. Trafiğin rahatlaması gerekmez miydi? Diyor ki: “Doğru. Ancak az ya da çok şeritli o yolları, köprüleri dolduran, işgal eden araçlar var. İstanbul trafiğinin çileye dönüşmesinin temel sebebi yüzde 85 özel araçlardır, ki bunun yüzde 80’i bir yolculu. Diyeceksin ki ‘Bile bile bu insanlar neden araçları ile trafiğe çıkıyorlar da toplu ulaşımı kullanmıyorlar?’ Çünkü bizdeki toplu ulaşım kapasitesi ve konforu yeterli değil. Vatandaş da balık istifi gitmek yerine ‘geç de olsa rahat gideyim’ deyip araçla ulaşımı tercih ediyor. Yani bunca yatırıma rağmen hala vatandaşı cezbedecek bir toplu taşıma ağı yok!”
DENİZ KULLANILMIYOR
“Deniz ulaşımı ise İstanbul için çok büyük bir olanak.