FIFA da ilgili makamları sporda şiddetin önlenmesi konusunda göreve davet etti. Ne yalan söyleyeyim ortalama bir futbol seyircisi olarak benim bu konuda pek umudum yok!
Her defasında sporun centilmenlik olduğunun altını çiziyor, bir yazı hazırlayacaksam da düsturumu dostluk, kardeşlikten yana koyuyorum. Gelin görün ki daha 3 ay önce saha içinde hakem yumruklandı bu ülkede hem de bir kulüp başkanı tarafından.
Geçen yıl Göztepe-Altay maçında bir taraftar atılan meşale yüzünden ölümden döndü. Demem şu ki kanunda sporda şiddete dair önemli yaptırımlar var ancak maçların ya da derbilerin isimleri değişiyor ama şiddetin önüne geçilemiyor. Taraftarın ateşi söndürülemiyor!
Peki neden? Bu sorunun peşine düştüm.
ŞİDDET SARMALINI KÖRÜKLEYECEK KIŞKIRTICI AÇIKLAMALAR YAPILMAMALI
Türkiye gündemini sarsan kaza sonrası önce Mısır sonra ABD’ye kaçtı ana-oğul, geride gözü yaşlı bir aile ve 4 yaralı bıraktı. Hiç yakalanmayacaklarını, yanlarına kalacağını düşünüyorlarsa yanılıyorlar!
Milletlerarası Ceza Hukuku uzmanları ile konuştum. Anne ve oğlunun Türkiye’ye iadesi konusunda farklı fikirler olsa da ortak kanı, orada ya da burada her ikisi de yargı önünde hesap verecek.
ORADA YA DA BURADA MUHAKKAK YARGI ÖNÜNDE HESAP VERECEKLER
Marmara Üniversitesi Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı, avukat Prof. Dr. Selami Kuran, kaçak şüphelinin “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet” annesininse “suç- suçluyu kayırma” suçlaması ile soruşturmaya tabi olduğunu hatırlatıyor. Yani her ikisinin soruşturması da adi suçlardan. İşte bu, Prof. Dr. Kuran’a göre hayli önemli bir detay. Zira ‘iade’ sürecinin kapısını açabilir. Diyor ki: “Türkiye- ABD arasında suçluların iadesine yönelik bir anlaşma var. Bu anlaşma uyarınca özellikle de soruşturma adi suçlarla alakalı ise Türkiye’nin gerekli belgeleri sunması halinde ABD’nin zanlıları iade etmesi gerekmekte. Takip ettiğim kadarı ile Türkiye Adalet Bakanlığı zaten başsavcılığın açtığı soruşturmaya yansıyan; olayın nasıl ve nerede olduğu, olay sonrasında yaşanılanlar, cep telefonlarının olay yerinden kaybolması gibi, görgü tanıkları, yaralılar ile kaçışa yardım ve yataklık edenlerin ifadeleri dahil- toplanan tüm delil, bilgi ve belgeleri gerekli kurumlara iletti ve sanıklar hakkında iade talep etti. Şimdi ABD Adalet Bakanlığı bu başvuruyu inceleyecek ve sanıkların iade edilip, edilmeyeceğine karar verecek. ABD, özellikle siyasi suçlarda kendi vatandaşını iade etme eğilimi içinde değil. Böyle bir zorunluluğu yok! FETÖ davalarında benzerini yaşadık. Türkiye kapsamlı dosyalar hazırlamasına rağmen ABD süreci işletmemişti. Ancak firari anne oğlun soruşturması adi suçlardan. Dolayısıyla yürürlükte olan anlaşma gereği ABD’nin her ikisini de iade etmesi lazım. Hem de acilen.”
ADİ SUÇ OLDUĞU İÇİN İADE EDİLECEKLER
Anne Tok ABD vatandaşı mı? Bunu bilmiyoruz ama şüpheli Timur Cihantimur ABD vatandaşı. Zira ABD pasaportu ile çıkış yaptı Türkiye’den. Bu noktada süreç nasıl işler soruma
MERHUM ÖZAL’IN BİLE KABRİ AÇILDI ARTIK TÜM ŞÜPHELER DAĞILMALI
Başsavcılığa yaptıkları ‘Garipoğlu’nun mezarı açılsın’ talebinin reddedilmesinin hemen ardından konuşmuştum baba Süreyya Karabulut ile. Anayasa Mahkemesi’ne gideceklerini duyurmuş ve demişti ki: “Uyuyamıyorum. Kızım her an gözümün önüne geliyor. Bir an önce mezar açılsın ve bu işkencemiz de bitsin. Vicdanım çok sızlıyor.” Sadece acılı baba değil kamuoyunun da vicdanı sızlıyor. Zira 2014’te, Silivri 5 No’lu Cezaevi’ndeki tek kişilik hücresinde, kendini astığı ve öldüğü açıklanan Cem Garipoğlu’nun öldüğüne inanan neredeyse yok! Karabulut Ailesi’nin avukatı Dr. Rezan Epözdemir ölüm haberini aldıkları günü şöyle anlatıyor: “Haberi alır almaz, müvekkilimiz Nagihan Karabulut ile Silivri Başsavcılığına gittik. Soruşturma savcısı olan genç meslektaşım ile görüştük, hatta kendisi cinayeti medyadan takip ediyormuş, anne Nagihan Karabulut’a sarıldı, başsağlığı diledi, ağlaştılar. Otopsi işlemi baştan sona kayda alınmıştı. Bize sunulan fotoğrafların fotokopilerini, video ve DNA örneklerine ilişkin hazırlanan raporları inceledik. Savcı Hanım da yapılan incelemeler sonucu, ölenin Cem Garipoğlu olduğuna ilişkin kanaatinin kesin olduğunu ifade etti. Bunun üzerine adliye önünde bir açıklama yaptık ve Karabulut Ailesi ölenin Cem Garipoğlu olduğuna inandıklarını ifade ettiler.”
Münevver Karabulut - Cem Garipoğlu
KAMUOYU ÖLDÜĞÜNE NEDEN İNANMIYOR
Ancak kamuoyu Garipoğlu’nun öldüğüne bir türlü ikna olmadı. Arşive baktım da... Haklı sebepler var. Garipoğlu’nun cinayetten sonra 197 gün kaçması, teslim olana kadar da bulanamaması, ailesinin maddi güçle delilleri (güvenlik kamerası görüntülerini yok etmek gibi) karartmaya çalışması, cinayet günü evlerinde 700 bin dolar bulunması, parayı bulan ama tutanağa geçirmeyen 6 polisin tutuklanması, Garipoğlu’nun hapiste Çince öğrenmeye başlaması gibi...
KANLI KANEPEDEKİ POZ BİZE ‘ACABA’ DEDİRTTİ
Karabulut Ailesi’nin avukatı Dr. Rezan Epözdemir’e dönüyorum. Diyor ki: “Aslında hem deliller ışığında hem de yüksek güvenlikli bir cezaevinden ve de birbirinden farklı onlarca aktör; başsavcı, soruşturma savcısı, infaz savcıları, infaz koruma memurları, adli tıp hekimleri varken, maddi gücü ne olursa olsun, bir hükümlünün hepsini birden atlatıp, kaçmasının imkânsız olduğunu düşünüyorduk. Ta ki 2 yıl önceye kadar. Garipoğlu Ailesi’nin 3 Mart yani Münevver Karabulut’un katledildiği gün parti vermesi, sonrasında kardeş Sakine Garipoğlu’nun ünlülerle çıktığı ‘eller havaya’ gezmeleri, ailenin testere ve musluk işaretleri olan ‘imalı’ paylaşımları, dahası ve en önemlisi ailenin üzerinden onca yıl geçmesine rağmen atmaya kıyamadıkları, cinayetin işlendiği ‘kanlı’ kanepede kahkahalarla poz vermesi... Bir şeyler ispatlamaya çalışıyor, durumdan hoşnutsuz değiller de reklamını yapıyor, bu cinayete bir kutsiyet atfediyor gibiler... Dolayısıyla bizde ‘acaba’ oluştu. Bu sebeple fethi kabir işlemi, mezarının açılmasını talep ettik. Bizim taleplerimiz daha önce bu işlemlerin yapıldığı gerekçesi ile reddedildi. Baba Nida Garipoğlu da aynı zamanlarda ‘Aile olarak biz de rahatsızız’ diyerek başvuruda bulundu. Hatta biz bunun ailenin bir iletişim stratejisi olduğunu ve mezarın açılmayacağını düşünüyorduk. Bugün gelinen noktada ise başsavcılık Cem Garipoğlu’na otopsi işlemi sırasında yapılan işlemlere ait fotoğraf ve video kayıtlarının hazırlanıp gönderilmesi talebinde bulundu.”
ABD’NİN KENDİ VATANDAŞINI İADE ETMEK GİBİ BİR ZORUNLULUĞU YOK
Zanlı ile değil mağdur ile empati yapılır! Düsturum bu. Dünkü yazımı da bu bakış açısıyla yazmış “Ama” ile parantez açarak şunu sormuştum: “Annelik, hukukun ve vicdanın üzerinde bir mertebe mi?” Çünkü Eylem Tok, Murat Aci’yi ezerek öldüren oğlunu yurt dışına kaçırmasının ardından yaptığı açıklamada bu durumu “annelik içgüdüsü ile...” izah etmeye çalışmıştı. Cevapların yüzde 85’i “bu durumun annelik ile izah edilecek bir yanı yok!” derken yüzde 15 soruma “Evet” yanıtı vermiş, hatta Eylem Tok’un hareketini “annelik paniği ile yapılan bir hata” olarak görmüş. Yani bir kısım insan- bana göre gerçekten çok garip- hiç dememiş ki “henüz 29’unda hayattan koparılan Murat Aci de bir babaydı, 1.5 yaşındaki dünyalar güzeli kızı yetim, 27 yaşındaki gencecik karısı dul kaldı.” Bugün ortaya çıkan; yaralılara ait kayıp cep telefonunun annenin aracından çıkması, “her an dönebiliriz” açıklamasına rağmen oğlunu ABD’ye kaçırması, ilk günden bu yana tüm yaşananlara sessiz kalan doktor baba Bülent Cihantimur’un da kaçma ile ilintili olması gibi detaylar bakalım yüzde 15’in fikrini değiştirecek mi? Zira çocuğun yaptığı kaza olabilir ama sonrasından yaşananlar pek öyle annelik içgüdüsü ile açıklanamayacak gibi!
Timur Cihantimur - Eylem Tok
ANLAŞMA OLMASI YETMEZ
Peki, şimdi ne olacak? Şüpheli 17 yaşındaki Timur Cihantimur’un çifte vatandaş, yani hem Türk hem Amerikan vatandaşı olduğu öğrenildi. Bu durumda o ve annesi Türkiye’ye iade edilir mi? İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Özel Hukuk Anabilim Dalı Profesörü, bu konuda kitapları da olan Bahadır Erdem Hoca’yı aradım. Diyor ki: “Doğrudur, Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasında ‘Suçluların Geri Verilmesi ve Ceza İşlerinde Karşılıklı Yardım Antlaşması’ var. Siyasi suçlarda eğilim genellikle suçluların iade edilmemesi yönünde. Hatta FETÖ yargılamaları zamanında da benzer tartışmalar olmuştu hatırlarsanız. 17 yaşındaki şüphelinin işlediği suç ise hukuken iade kapsamında. Ancak ve ancak hiçbir devlet, bu durumda ABD, kendi vatandaşını iade etmek zorunda değil! Yani, ABD, kendi vatandaşını iade etmeyebilir.”
TÜRKİYE İADE İÇİN ÇOK SIKI BİR DOSYA HAZIRLAMALI
“Benzeri bir madde, Türk Ceza Kanunumuz ve hatta Avrupa Sözleşmesi’nde de mevcut.
Diyor ki “Annelik iç güdüsü ile...” Ben de anneyim ve benim içinde hiç şüphesiz bu dünyada canımı koşulsuz vereceğim tek kişi evladım. Ama bu, her durumda geçerli midir? Hele de evladınız dünyalar güzeli bir aileyi parçalamış, masum bir kız bebeği yetim bırakmışken...
Doğru demiyorum ancak suçu üstlenmeyi bile anlarım ancak evladı, kazayla da olsa insan öldüren bir annenin ilk işi, o kazadan hemen sonra “bavul yapmak, vizesiz gidilebilecek ve Türkiye ile diplomatik ilişkileri rayında olmayan bir ülke” araştırmak ve oraya kaçmak olabilir mi? Annelik, ahlaki değerleri yok sayacak kadar kutsal mı gerçekten? Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli ile olayın psikolojik yönünü, hukukçu Dr. Rezan Epözdemir ile de annenin oğluna yardım ve yataklıktan ceza alıp, almayacağını konuştum.
ANNESİ OLMASI SEBEBİYLE YARDIM VE YATAKLIKTAN HİÇBİR CEZA ALMAYACAK
Bu kaza aklıma Münevver Karabulut cinayetini düşürdü. Zira, cinayetten sadece birkaç saat sonra baba Nida Garipoğlu ve amca Hayyam Garipoğlu bir olmuş ve Cem Garipoğlu’nu önce Beylikdüzü’nde bir misafirhane sonra da hâlâ neresi bilmediğimiz bir yere saklamışlardı. 197 gün boyunca, ta ki avukatı tarafından polise teslim edilene kadar da kimse onu bulamamıştı. Dolayısıyla Karabulut ailesinin gönüllü vekili Hukukçu Dr. Rezan Epözdemir’i aradım. Diyor ki: “Münevver Karabulut’u vahşice ve hunharca katleden Cem Garipoğlu’nun babası Nida Garipoğlu, oğlunu kaçırmak, 197 gün boyunca saklanmasına yardım etmek ve adaletin tecelli etmesine engel olmak suçlamaları ile hâkim karşısına çıkmış ancak TCK 283/3 uyarınca hiçbir ceza almamıştı. Mahkeme, amca Hayyam Garipoğlu’na ise aynı suçlamalardan 3 yıl hapis cezası vermişti.”
İSABETSİZ BİR DÜZENLEME
Babaya ceza yok ama amcaya var.
ONLAR ALLAH’IN SESSİZ KULLARI BİZ OLMAZSAK NE OLACAK
Önce Şarkıcı Pınar Soykan’ı aradım. O gün o röportajı ayaküstü, kucağında ‘kızım’ varken bir AVM’de vermiş. Laf lafı açmış, 3 yıldır baktığı ve kızı gibi gördüğü bu sebeple de ‘kızım’ adını verdiği köpeğinin ne zorluklarla yaşama tutunduğunu anlatırken, konu miras olayına kadar gelmiş. Magazinci arkadaşlar mirasını kedisine bırakan Karl Lagerfeld’i hatırlatınca, o da “İnanın ben de aynısını yapmak ve evimi kızıma bırakmak isterim, o da bizim evin bir bireyi. Ona iyi bakılsın isterim” demiş. Sonrasını kendi anlatsın: “Aman yarabbi! Haber yayınlandıktan sonra küfredenler mi dersin, beddua edenler mi ‘Allah sana bu yüzden çocuk vermiyor’ yazanlar mı? Bir adam, asansörde kıstırdığı el kadar kediyi tekmeleyerek öldürdü ve kimsecikler ses çıkarmadı da ben, kızıma ‘miras bırakmak isterdim’ dedim diye ayağa kalktılar. Ne kadar vicdansız insanlar. İnan, çok ürktüm bu durumdan. Yaklaşık 5 milyon liralık, hala kredisi ödenen, 1+1 evimiz var. Duyan da multimilyoner sanacak beni.”
CAN CANDIR
“Sokakta yaşayan binlerce can var. Ayrıca çocukları oyalansın diye cins hayvan satın alıp, sıkılınca ya da bakamayınca yazlıklarının bahçesine ya da otoyol kenarlarına terk eden aileler var. Benim kızım da onlardan biri. Aylarca kuvözde kaldı. Son anda yaşama tutundu. Sabırla baktık, iyileştirip, bugünlere getirdik. O da bir can! Sizin gibi, benim gibi. Hayvanlar Allah’ın sessiz kullarıdır. Bizler olmasak ne olacak onlara? Karnım aç diyemez, şuram ağrıyor diyemez. Diyorlar ki ‘depremzedelere bırak paranı, sokakta yaşayan onca çocuk var, SMA’lı bebekler var.’ İyi de elimden geldiğince onlara yardım etmediğimi nereden biliyorsunuz? Benim asıl mesleğim anaokulu öğretmenliği. Gölcüklüyüm, 1999 depremini de yaşadım. Demem şu ki can can’dır. Keşke herkese yetebilsek ama benim amacım, yarın öbür gün bana bir şey olması halinde kızımın sağlıkla, iyi şekilde yaşaması ve hayvanlara yapılan zulme dikkat çekmekti. Hepsi bu.”
YASAL OLARAK MİRASÇINIZ OLAMAZLAR
Çünkü Türkiye’de 7’den 70’e neredeyse hepimizin yüksek zekaya, karşı konulmaz bir ilgisi var. Hele de ebeveynler arasında, çocuklarının ‘dahi’ olduğunu düşünmeyen yok gibi.
Neyse… Konumuz salt ‘zekâ’ değil, zekâ ile unutkanlık arasındaki bağlantı. 2023’te yayınlanan ve neden bilmem ama dün sosyal medyada yeniden gündeme gelen, son araştırmaya göre günümüzde yaygın bir sorun haline gelen unutkanlığın yüksek zekâ belirtisi olabileceği görüldü. İyi de tartışma programlarında toplumsal olarak balık hafızalı olduğumuz, özellikle de deprem- sel gibi felaketleri çabuk unuttuğumuzdan yakınan çok. Ne yani hepimiz mi “dâhiyiz?” Yoksa araştırmanın bize anlatmak istediği başka bir şey mi var? Sordum.
BEYİN YENİ BİLGİLERE ESKİYİ UNUTARAK YER AÇIYOR
“Son sorudan başlayalım” diyor, Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Derya Uludüz, “Her unutkanlık yaşayan yüksek zekalı diye bir durum elbette söz konusu değil. Senin bahsettiğin şey toplumsal hafıza. Her toplumun hafızası da kendi tarihsel tecrübelerine göre şekillenmektedir. Ancak ortak hafızamız bugünlerde hızlı çalışma hayatı, kitle iletişim araçları, tüketim çılgınlığı, siyaset ve daha pek çok unsurla birlikte daha çok ‘unutmaya’ odaklanmış durumda” yorumunu yapıyor.
İŞTE O ARAŞTIRMA
Gelelim araştırmaya...
Bakanlığın etiket düzenlemesi genişliyor. Bundan böyle -mış gibi yapan ürünlere rafta yer yok! Mesela muz aromalı süte muzlu süt, çilek aromalı gofrete çilekli gofret yazılamayacak, margarinlerin üzerine ‘tereyağı keyfi’, içinde süt olmayan, buzlu ürünlere ‘dondurma lezzeti’ denilemeyecek.
Amaç tarım ürünlerinin üretim ve tüketimini arttırmak, tüketicilerin yanlış yönlendirilmesini önlemek. Vallahi kocaman bir alkış!
MARKET REYONLARI İÇİNDE MEYVE OLMAYAN SÜT, YOĞURT VE KEFİRLE DOLU
Markete gittiniz. Her reyonda en az 20 dakika oyalanır mı yoksa alacağınızı alıp çıkar mısınız? Ben daha çok ikincisiyim, hele de büyükşehirlerde hep bir acelemiz olduğu düşünüldüğünde... Alışveriş ne kadar çabuk biterse o kadar iyi. Ancak bu, aynı zamanda aldığınız ürünü incelemediğiniz, etiketine bakmadığınız anlamına da gelir. Yani etiketine bakıyorum ama ne yalan söyleyeyim fiyat etiketine! ‘İçindekiler’ kısmına bakmak aklıma gelmiyor. Sonra da eve bal sandığım ‘aromalı’ macun, oğluma boyu uzasın diye süt sanarak aldığım ‘aromalı’ süt, ‘tereyağı’ görünümlü margarin ile dönüyorum. Üşenmeyin açın bakın bakalım dolaplarınızı! Sonumuz aynı, değil mi? İşte buna ‘etiket’ aldatmacası, bu ürünlere de -mış gibi ürünler deniyor.
VATANDAŞ ÜRÜNÜN İÇİNDE NE OLDUĞUNU NEREDEN BİLECEK?
“Farkındalığı yüksek bir gazeteci ve bir anne olarak sizin bile ‘düşünmeden’ sepete attığınız bu ürünlerin içinde ne olduğu ya da olmadığını vatandaş nereden bilecek?” diye soruyor Tüketici Konfederasyonu (TÜKONFED) Gıda Denetim Uzmanı ve Gıda Mühendisi Nurten Sırma ve ekliyor: “Bilemez.” Şöyle devam ediyor:
SAĞLIĞIMIZA DA CEBİMİZE DE YAZIK