Bizim “umursamadığımız” değerler, başka şehirleri adeta uçuruyor.
Marka kent yapıyor.
Biz de yitirdiğimiz değerlerin kıymetini, o şehirdeki canlılığı görünce anlıyoruz…
“Biz, neyi kaçırmışız?” diyoruz.
Her zaman olduğu gibi mazeretlere sığınıyoruz..
Fazla detaya girmeyeceğim.
Yakın zamana kadar, Bursa denince akla, kaplıcaları gelirdi.
Gel gör ki, kıymetini bilmiyoruz.
Böyle bir değeri yok sayıyoruz.
Bunun da tek nedeni, geçmişten son yıllara kadar devam eden, “Biz Uludağ’ız”, “Türkiye’nin ilk ve tek kayak merkeziyiz”, “kayak yapmak isteyenler mecbur bize gelecekler” anlayışı.
Anlamsız olan bu ego yüzünden, sezonluk düşünülüp, minnetsiz davranılınca, Uludağ’a zarar verildi.
Mesela.
Ek yataklarla birlikte, 6 bin 500 kişiyi ağırlayacak kapasiteye sahip olan otel ve tesisleri, sadece kayak sezonunda açtılar, diğer aylarda kapalı kaldılar.
Uludağ’da var olan problemleri, sezon yaklaşınca gündeme getirip, kapanınca unuttular.
Tutku haline gelen güzelim futbol, centilmence oynanan spor olmaktan çıktı.
Taraftar takımını, “Vur, kır parçala, bu maçı kazan” tezahüratlarıyla maça hazırlıyor.
Futbolcular rakiplerini, düşman olarak görüyor.
Kaybedince de, “günah çıkarmak” için tribünlere oynuyorlar.
Antrenörler, oyuncularını karşılaşmaya, “Bu maçı alacağız başka yolu yok” psikolojisiyle sahaya gönderiyorlar.
Yenilince de, kendilerinden başka herkesi suçluyorlar.
Kulüp başkanları da başarısızlıklarını, hakemleri, rakip takımlarının yöneticilerini suçlayarak geçiştirmeye çalışıyor.
Sadece kamuda değil, özel sektörde görev yapan birçok kişi, maalesef böyle düşünüyor.
İlginçtir, bu kişiler, işini en güzel şekilde yaparken, gördükleri eksiklik ve aksaklıkları gidermek isteyen kişilere de, kötü örnek oluyor.
Onların da kendileri gibi düşünmesini istiyorlar.
Ama her kurumda başarılı olamıyorlar...
*
Mesela, Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ), Tıp ve mühendislik fakülteleri ile Teknoloji Transfer Ofisi iş birliğiyle ilginç bir projeye imza attı.
Ülkemizin, sağlık sektöründe, dışa bağımlılığını ortadan kaldırmak için, cerrahi zımba olarak bilinen stapler ile diyaliz hastalarının tedavilerinde kullanılan biyolojik membran üretimi için çalışma başlattı.
Bakmayın, “Beyaz Cennet” denmesine....
Bu benzetme, otellerde dinlenip, pistlerde kayak yapanlar için geçerli...
Uludağ’ın bir de oteller bölgesi dışında gerçeği var...
Onun adına, “Beyaz kabus” da diyebilirsiniz, “Beyaz ölüm” de...
ÖNCE KABUSU ANLATAYIM....
Bundan 25 yıl önce, AKUT’un efsane başkanı Kar Leoparı Nasuh Mahriki’nin, Uludağ’da mahsur kalanları kurtardıktan sonra dönüş yolunda yaşadığı kabus dolu saatleri dün gibi hatırlıyorum...
O olayda, AKUT ekibi değil de sıradan dağcılar olsaydı, ölü sayısını düşünemiyorum..
Yaşanan, kavga, yaralama ve cinayet gibi olayları da abartmamak gerekiyor...Bu gibi adli olaylar her yerde yaşanıyor...
Bursa’nın yaşanabilir şehir olmasında, Vali Yakup Canbolat’ın gecenin ilerleyen saatine kadar görevinin başında olması, İl Emniyet Müdürü Tacettin Aslan ile İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Recep Yalçınkaya’nın önceden bu şehirde çalışmış olmaları önemli bir etken...
En büyük sorun ise vatandaşların, olası hırsızlık olaylarına karşı önlemlerini almaması...
“Amaan, bir şey olmaz” anlayışından, kurtulamaması...
Şöyle ki... Nilüfer İlçesi Barış Mahallesi’nde, evinde 500 bin liralık para ve ziynet eşyası olan bir kişi, markete, kapıyı üzerine çekerek gitti... Döndüğünde, para ve ziynet eşyalarının çalındığını anlayınca, derinden bir, “Eyvahhh” çekti...
Sonra da, herkes gibi o da polise koştu....
SUÇLUNUN ŞANSI YOK...
Evde inceleme yapan polis, parmak izi bulamadı... Görgü tanıklarına da ulaşamadı... Binada, güvenlik kamerası da yoktu... İş yerlerinde olan bazı kameralar ise şüphelileri görüntülememişti... Sonunda, hırsızların kimliklerini nasıl belirlediler biliyor musunuz? Olayın yaşandığı dakikalarda, yoldan geçmekte olan halk otobüslerinin plakalarını belirleyip, araçların üzerindeki kameraları inceleyerek... Polis, o görüntülerden 2’si kadın üç kişiyi yakaladı... Üstelik, çaldıkları para ve ziynet eşyalarıyla... Fazla değil bir kaç saat daha geç kalsaydı, 500 bin lira tutarındaki para ve ziynet eşyalarına ulaşılamayacaktı...
Mahrumiyet bölgesi olsa da anlata anlata bitiremezler.
Buraları, dünyanın en güzel yerleşim yerine benzetirler.
“iyi ki burada çalışıyorum” derler.
Var olan sorunların giderilmesi içinde kendilerini kurtarıcı görürler.
Ne zaman ki, bir başka şehre atanır veya görevden alınırlar, dillerinden düşürmedikleri o kentleri unuturlar.
Zorunlu olmadıktan sonra da gelmek istemezler.
Görev yaptıkları şehirleri, unutmayan yöneticiler var mı?
Başkanlığını İbrahim Burkay’ın yaptığı Bursa Ticaret ve Sanayi Odası, Bursa’da da valilik yapan Diyarbakır Valisi Münir Karaloğlu’nun daveti üzerine, iş insanlarıyla Diyarbakır’a adeta çıkarma yaptı...
Şehri tanıtıp, yatırım yapmaları için...
Gazeteciler olarak biz de bu yolculuktaydık.
Yolculuk sırasında ilk şaşkınlığı, uçağımız Diyarbakır semalarındayken yaşadım..
Ekili arazileri ve modern binaları görünce şaşırdım...
“Acaba, başka bir yere mi gidiyoruz?” diyerek, espri yaptım…
MÜTHİŞ İLGİ
Sonunda Diyarbakır’a inip, gezmeye başladık…