Başkan Erdoğan’ın dediği gibi, bir elli yıl bekledik, yeni bir elli yıl daha beklemeye tahammülümüz yok.
Bu duruma, Kıbrıs Rumunun şımarıklığı yanında, Yunanistan’ın küstahlığı, ABD ve AB’nin tamamen haksız ve hukuksuz tutum ve davranışları sebep oldu.
Kıbrıs Türkü Annan Planı’na evet dedi; Rumlar ise hayır dediler.
Bu durum karşısında AB ne yaptı? Kıbrıs Rumunu cezalandıracağına mükâfatlandırdı. Ve AB müktesebatına aykırı olmasına rağmen, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni AB’ye dahil etti.
Ve üstelik tüm bu hukuksuzlar yapılırken, adanın kuzeyi resmen ve alenen dışlandı ve ambargoya tabi tutuldu.
Cenevre’deki müzakerelerde de masayı terk eden yine Rumlar oldu.
Artık bu saatten sonra tak sepeti koluna, herkes yoluna!
Kıbrıs, taksim olmuş iki egemen devletten ibarettir. Bundan sonra konuşulacak veya tartışılacak her şey, iki ayrı, bağımsız devletin varlığı kabul edilerek konu edilebilecektir.
Ağız tadıyla bayram kutlayamadığımız uzun zaman oldu. Zaten son Peygamber Muhammed aleyhisselamdan bin yıl sonrası ‘Ahir zaman’ olarak belirtilmiştir.
Bu zamanda Cenab-ı Hak, daha çok ‘Celal’, ‘Kahhar’, ‘Cebbar’, ‘Mütekebbir’ sıfatlarıyla tecelli edecek ve tüm insanlık sıkıntıya düşecektir.
Zaten bu günlere, yevm-ül beter diye boşuna denilmemiştir. Her gelen yeni gün, geçen günü aratacaktır. Bundan dolayıdır ki, inançlı insanların ağzında; ‘Allah beterinden korusun’ duası eksik olmaz.
Allahü teala kullarını çok sevdiği ve onlara çok acıdığı için, bazı günlere kıymet vermiş ve bu kıymetli zamanları kullarının affedilmesi için vesile kılmıştır. Kullar da, bu günlere değer verir ve günahlarına tövbe ederse (pişman olup bir daha yapmamaya azmederse) affedilirler.
Kullar, ibadetleriyle (her hayırlı iş ibadettir; yeter ki o bilinçle yapılsın) arınır ve Allah’a yaklaşırlar.
Hac ve Kurban ibadetleriyle de Mümin; dünyadan soyutlanır, Arş’ın etrafındaki melekler gibi Rablerini zikreder ve kendilerini, var eden ve her an varlıkta durduran Allah’a adarlar.
Böylece; melekler gibi ve hatta meleklerden daha üstün olarak Cenab-ı Hakk’a yakın olurlar.
Allahü teala, kudsi hadiste (manası Allah’tan, sözleri Peygamberden olan kutsal metin);
Yahu! Hâlâ anlamadınız mı; FETÖ devlete talip, yani o, kendisini hancı görüyor, ne yapsın siyaseti? Siyaset en fazla iktidar olur; olur da muktedir olabilir mi? Şimdiye kadar olabilmiş mi?
Hükümetler yolcu kabilinden, bugün varlar, yarın yoklar. Oldukları dönemlerde de asla devlete nüfuz ettirilmezler. Hükümetçilik oynayıp giderler.
Bundan dolayıdır ki, daha işin başında F. Gülen melunu; benim siyasetle işim olmaz, benim işim devletle-bürokrasiyle deyip yolunu yordamını belirlemiş hedefini çizmişti.
Nitekim başardı; zira iktidara kim gelirse gelsin onun borusu öttü, gerçek muktedir hep o oldu. Çünkü bu sistem, tam manasıyla bürokratik oligarşiydi.
AK Parti’nin tek başına iktidarında; 81 ilin 76’sının Emniyet müdürleri ve hepsinin İstihbarat müdürleri FETÖ’cüydü.
Adam, CIA’nın güdümünde olarak; 70 yıldır kadro yetiştiriyor. Dünyanın 165 ülkesinde yapıyor bu işi. Dolayısıyla FETÖ’nün (ABD) arabası durakta beklemez, giden araca biner ve yönetimde kim varsa onunla iş tutar, onun istediği gibi yönlendirir.
Daha açık ifadesiyle, elindeki devasa kadrolarıyla siyaseti de kontrol eder.
Askeri ve sivil tüm istihbarat kanalları ellerinde bulunduğundan, yolcunun (hükümet üyelerinin) gerçek bilgiye ulaşması imkânsızdır. Bu yapı, onlara ne derse, inanmak zorundadırlar.
Akabinde ABD ve yandaşları çullandı bu İslam diyarına; onlar da tutunamadılar ve arkalarına bakmadan terk ediyorlar Afganistan’ı.
ABD, her ne kadar kuyruğu dik tutmaya çalışsa da, Afganistan’daki durumları tam bir hezimettir. Zira bu durumu kendi medyaları ve kamuoyları da dillendirmektedir.
ABD Başkanı Biden, kendilerinin çekilmeleri durumunda Kabil Havalimanı’nın güvenliğinin Türkiye tarafından sağlanmasını Erdoğan’a teklif etti.
Halbuki çekilme öncesi, Amerikalılar Taliban’la onca görüşme ve müzakere yaptılar. Bu görüşmeler esnasında Kabil Havalimanı’nın güvenliğinin ve akıbetinin görüşülmemesi mümkün mü?
Erdoğan da, şartlara bakarız ve ona göre adım atarız diyerek; ne evet ve ne hayır demeye getirdi. Ayrıca Pakistan’ı ve Macaristan’ı da Türkiye ile birlikte zikrederek, bu işin yalnız başına yapılamayacağını da söylemiş oldu.
İki süper gücün tutunamadığı yerde, Türkiye oyuna mı çekilmek isteniyor?
Türkiye, ne ABD ve ne de Rusya gibi bir işgal gücü değil ancak bu durumu anlatacağınız ve anlayacak yetkili ve sorumlu muhatabınız var mı?
Merkezi hükümetin söz sahibi olduğu alanlar sınırlı. Taliban, her geçen gün yeni bir bölgeyi işgal ederek genişliyor.
Takiyeciliği hayat düsturu olarak benimsemiş bu örgüt, bukalemun gibidir; her renge, her kılığa kolayca girer ve kendini gizler.
Sahte de olsa din temelli oluşu, masonluğu çağrıştırmaktadır. Masonluğa da girilir ama çıkılamaz. Aktif olmayan mason birader, ‘uyuyan’ olarak ilan edilir ve ancak zamanı gelince kendinden istifade edilmeye bakılır.
Destansı çapta verdiğimiz Kurtuluş Savaşı’nın sonucunu Batı, zoraki kabul etti ve aklı sıra bizim için bir plan yaptı. Bu plana göre, Türkiye’nin en iyi hali, Batı’nın gerisinde olacaktı. Hepsinden önemlisi, hemen her hususta devamlı kendilerine muhtaç olacaktık.
En ufak bir kıpırdanışta, kendimize gelişimizde, kendi ayaklarımız üzerine doğrulmaya yeltenişimizde tepemize bindiler.
Bu yüzden zaten vesayetle hastalıklı olan demokrasimizi, envaı çeşit darbelerle kuşa çevirdiler.
Her şeye rağmen direndik ve demokraside ısrar ettik. Lakin üzerimize çullanan dışarıdaki vesayet odaklarının derdi asla ve kata demokrasi değildi.
Onların kendi dışındaki ve özellikle Müslüman ülkeler için demokrasiden anladıkları, Afganistan’a ve Irak’a götürdüklerinden başkası değildir.
15 Temmuz’daki, onlara göre
Bununla da kalınsa iyi, Atatürkçülük iddiasında bulunan rakiplerini sahtecilikle suçluyor ve onları dışlıyor.
Bu denli aymazlıkta da başı, maalesef Atatürk’ün kurduğu parti yani CHP çekiyor. Bu sakil anlayışa göre, CHP’li değilsen Atatürkçü de değilsin!
Nitekim onların gözünde Atatürk’ün Aydın İl Başkanı A. Menderes, Atatürk’ün Başbakanı Celal Bayar da Atatürkçü değiller. Kendilerine göre, sebebi de, bu kişilerin CHP’den ayrılmalarıdır.
Mantıksız mantıkları şu: Atatürk’ün partisinden ayrılan ya da kendilerini Atatürk’ün partisinin karışışında konumlandıranlar Atatürkçü olamazlar.
Bir kere demokrasinin vazgeçilmez şartı çok partili hayat değil midir? Dolayısıyla CHP’den farklı partilerin olması kadar tabii bir şey olamaz.
Kimselerin öteye beriye çekmesine gerek yok; hemen herkesin tartışmasız ortak noktası şudur: Atatürkçülük muasır medeniyettir, yerlilik ve milliliktir, diğer bir deyişle, aklı ve bilimi öncelemektir.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin, bu söylenenlerle ne alakası var Allah aşkına?
Malum
Türkiye, Suriye’de sözde çocuk yaştakileri silah altına alıp askeri eğitime tabi tutuyormuş.
ABD aynı raporda, Türkiye’yi insan kaçakçılığı ile mücadelede, ‘ikinci kategorideki’ ülkeler arasında göstermiş.
Pişkinliğin, pervasızlığın ve utanmazlığın bu kadarına da pes doğrusu!
Batı’nın çocuklara yaklaşımını Kanada’da çıkarılan siyahi çocukların toplu mezarlarında görüyoruz. Yine aynı Batı’nın çocuk yaklaşımının nasıl olduğunu papazların, kiliselerde çocuklara yaptıkları iğrenç tacizlerinde görüyoruz.
Batı, tüm bu vahşetlerin ve iğrençliklerin hiçbirisinde sesini çıkarmıyor.
‘En iyi savunma hücumdur’ diyerek, başkalarına, bu arada Türkiye’ye saldırıyor. Böyle yaparak, kendi suçlarının görülmeyeceğini ve kendilerinden hesap sorulmayacağını zannediyorlar.
Daha da mühimi ise, avuçlarının içinden kayıp giden Türkiye’nin son hali ve tavrı ABD’yi deli divaneye çevirdi ve bu akıl almaz, iftira dolu raporları hazırlattı.
Aklı sıra Türkiye’yi hizaya çekecek ve ona, eskiden olduğu gibi vasilik yapacak.
Dil, bir milleti meydana getiren en önemli öğelerden biridir. Dilde birlik, haysiyetli her milletin şiarıdır, kimliklerinin sembolüdür.
Gerçek bağımsız olan her milletin eğitim dili, elbette ki kendi anadili olmalıdır. Bir ülkede yabancı dille eğitimin yaygınlaştırılması, o ülke insanını başkalarına, başka kültürlere uşak yapar.
Bize dilimizi kaybettirdiler, diğer bir deyişle evrenin planını kaybettik. Nereye, nasıl nüfuz edebileceğimizi bilmiyoruz ki, eşya ve olaylara tesir edebilelim ve onları hükmümüz altına alabilelim?
Batı, Batı diye yırtınıyoruz; Batı’nın hangi ülkesinde, kendi dillerinin dışında bir dille eğitimin yaygınlaştırıldığını görürsünüz?
Bir Alman’a ya da Fransız’a, İngilizce bir şey sorun bakalım; size cevap verirler mi? Bildikleri halde, asla İngilizce cevap vermezler. Almancanın ve Fransızcanın üzerine titrerler.
Biz ise, dilde tasfiyecilik diye bir ucubenin peşinde giderek güzel Türkçemizi mahvettik. Asırlar boyu oluşmuş medeniyet dilimizi köreltip kaybettik.
Sonunda utanmadan ne dedik biliyor musunuz, Türkçe bilim dili değildir; Türkçe ile bilim yapılamaz!
Elin oğlu (baskın kültür) kendi dilini sana dayatır ve sonunda seni böyle maskara yapar; kendi dilinle alay ettirir.