Kuruluşunda 51 üye olan ülke sayısı bugün itibarıyla 193’e ulaşmıştır. Merkezi New York’tadır. Sözde en etkili organı, beşli çetenin (ABD, İngiltere, Rusya, Fransa, Çin) oluşturduğu Güvenlik Konseyi’dir.
Beşli çete ifadesini bilerek kullandık; hani, Sayın Erdoğan diyor ya “Dünya beşten büyüktür” diye; BM Güvenlik Konseyi’nde yer alan ve VETO hakkı bulunan bu ülkeleri kastediyor.
Bunun manası şudur: BM Güvenlik Konseyi’nde, herhangi bir konuda oylama yapılsa ve Konsey’in üyelerinden bu beşli çetenin biri dışında hepsi evet dese, bu üyelerden bir teki hayır dese, sonuç hayır çıkar.
İşte son örnek: Brezilya’nın, Filistin-İsrail savaşında ateşkes talebi oylandı, iki üye çekimser, diğerlerinin evet demesine rağmen bir tek ABD’nin vetosuyla karar alınamadı.
Görüldüğü şekliyle, dünya, bu beşli çete olarak zikrettiğimiz ülkelerin bir tekinden bile büyük değildir. ‘Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa. Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!’ (N.F.K.)
Emperyalistlerin zulümden ve sömürüden yana oluşturdukları bu haksız ve hukuksuz sistemde, hak ve hakikat namına hiçbir oluşa imkân ve ihtimal yoktur ve olamaz.
Nitekim olmamaktadır, olamamaktadır.
Devamlı tekrarladığımız, değişmez bir gerçek var; o da hükmü, galip (güçlü) olanın koymasıdır. İnsanlık tarihinde, güç, çok az zaman dilimlerinde adil kişilerin veya yönetimlerin elinde bulunmuştur.
İsrail bu katliamlarıyla ateşle oynamakla kalmıyor, kıyamet ateşinin kilometre taşlarını da beraberinde döşüyor. Ne hazin tecellidir ki, bu kez Kızıldeniz’in sularında kendileri boğulacaklar, sağ kalabilenler ise çil yavrusu gibi dağılıp iğne deliklerine saklanacaktır.
Lakin arkalarına saklandıkları taşlar ve ağaçlar dile gelip onları ihbar edecek ve lanetlenmiş bu kavim (Siyonistler) takdir edilmiş (mukadder) sonlarından kurtulamayacaktır.
İsrail’in hedefinde şimdilik Gazze’ye, kuzeyden Suriye’ye, güneyden Lübnan’a doğru genişlemek var. ABD’nin fiilen parçaladığı Suriye’den, o da hakkına (Nasıl bir haksa?) düşeni almak istiyor.
Bilahare yine ABD’nin öncülüğünde Suriye’de oluşturulacak Kürdistan (gerçekte küçük İsrail) devleti ile İsrail, Türkiye ile sınır komşusu olacak. Bu durum, ‘Arz-ı Mev’ud’ için atılmış ikinci büyük adım olacak.
Kürtlerin büyük çoğunluğu, sözde kendileri için kurulacak bu devletçiklerin, gerçekte Büyük Ermenistan için olduğunu dahi bilmiyorlar, bilemiyorlar.
Malum vaktiyle, Batılıların himaye ve teşvikleriyle Ermeniler, Kürtlere zulmetti; Rusya’daki Bolşevik ihtilalinden sonra Rus ordusu çekilince Kürtler de Ermenilere zulmetti.
PKK, Ermeni terör örgütü ASALA yerine kurulan ve gerçekte muhayyel Büyük Ermenistan’a hizmet etmektedir. Doğu ve Güney-Doğu’muzda kaynatılan Ermeni aşıdır. Kürtler, bu aşta yalnızca tuz ile biber olmaktan ibarettir.
Dikkat edilirse, büyük şeytan ABD tüm savaşlarını vekaletle yürütüyor. ABD; Çin’le, Rusya’yla, Türkiye ile ve hatta AB ülkeleriyle savaş halindedir.
Mahut şeytan kibrinin şehvetine kapılarak, düzmece bir din üretti; müntesiplerine evangelist denilen bu kişiler, inandıkları tanrıyı da kendilerine benzeterek, onu ‘Kıyamet Savaşı’na-Armageddon’ zorlamak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Batılılar, gerçekte Yahudileri günahları kadar sevmezler, onlardan nefret ederler. Bu yüzden, onları kendi içlerinden çıkarıp (adeta sürgün edip), Orta-Doğu’da yurt edinmelerini sağladılar.
Yahudi öncüleri bu durumu canlarına minnet bildiler, böyle bilmeyenleri de Hitler’e özgü metotlarla, yeni yurtlarına gitmeye mecbur ettiler.
Siyonizm illetine tutulan Yahudi öncüleri, 2000 yıldır yurtsuz kalan bu milleti, yeni yurtlarında, ‘ölüm’ ateşine attılar. Öyle görünüyor ki, bu ateş, harlayarak kıyamete kadar sürecektir.
Halbuki Tur-i Sina’dan dönen Hz. Musa aleyhisselamın getirdiği on emrin altıncısı ‘öldürmeyeceksin’di. Siyonizm’in elinde oyuncak olan İsrail Devleti ise, kurulduğu günden beri öldürmekten başka bir şey yapmadı, yapmıyor.
Ve üstelik bebekleri ve masum sivilleri öldürmekten zevk alıyor! En iğrenç ve aşağılık savaş suçunu işleyerek hastaneleri ve camileri bombalayarak binlerce masumun kanına giriyor.
Batı, bu ölüm ateşinde Yahudi’yi maşa olarak kullanıyor; Yahudi de aynı ateşte Batılıyı maşa olarak kullanıyor. Yahut her iki taraf da öyle zannediyor.
Büyük şeytanın dışişleri bakanı, ayağının tozuyla geldiği İsrail’de; ‘
Küfürün, hak ve hakikati örtmenin tek bir millet olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz.
Ve mahut insan müsveddelerinin şahsında şeytanın mücessem (cisimleşmiş) halini görüyoruz.
Aynı topraklarda Türkler 400 yıl boyunca hüküm sürdü. Türklerin insani hassasiyetine bakınız; üç semavi din için de mukaddes addedilen bu beldede inşa edilen İslam mabedinin kitabesinde, ‘ La ilahe illallah İbrahim halilullah-Allah’tan başka ilah yoktur, İbrahim (Aleyhisselam) Allah’ın dostudur’ ibaresini yazmıştı.
Bu denli hoşgörülü yaklaşımdır ki, Osmanlı yönetimindeki 400 yıl boyunca hiç kimsenin burnu bile kanamadı. Şimdiki İsrail Başbakanı ise, şahsi sosyal medya uygulamasından, bombaladıkları sivil hedeflerde yerle bir edilen binaların görüntülerini yayınlama alçaklığıyla övünüyor.
Bilen-bilmeyen hemen herkes HAMAS’ı suçluyor; çıkış noktaları da İsrail’e saldırmasını gösteriyorlar. Tabii burada çok önemli bir husus gözden kaçırılıyor.
İsrail’in, Gazze’ye uyguladığı gayr-i insanı abluka ile oradaki insanlar zaten ölüme terk edilmişti; tıpkı kurbağayı ılık suyun içine atıp, suyun ısısını gittikçe arttırmak gibi. Topyekûn Filistin halkının ölümü belli bir vadeye yayılmıştı.
Sonuçta kediyi bile çok sıkıştırdığınızda aslan kesildiğini görürsünüz.
HAMAS da her gün ölmektense, bir kere ölmeyi yeğleyerek, İsrail’e sızdı ve belli hedefleri vurma başarısını gösterdi. Başarısı diyoruz, zira delinmez denilen demir kubbeyi deldi ve yenilmez denilen İsrail’i vurarak, yenilebileceğini gösterdi. (Bu arada, HAMAS’ın sivil hedeflere yaptığı saldırıları tasvip etmemiz asla mümkün değildir.)
Bilakis yaldızla kaplı sahte uygarlığıyla iyice ihtiyarlayan, köhnemiş dünyamızın hızla vahşete gitmekte olduğu su götürmez bir gerçektir.
Son iki yüzyıldır, ipin ucunun kimin ya da kimlerin ellerine geçtiğini, sizler, bizden daha iyi biliyorsunuz. Dünyanın jandarmalığına önce İngiltere ondan sonra da ABD soyundu.
Ve bu iki büyük şeytan, o gün bugündür, bütün bir dünyayı yalana teslim ettiler. Öyle ki; zalimler mazlum, mazlumlar zalim, hainler kahraman, kahramanlar hain, soykırım yapanlar uygar (medeni), soykırıma uğrayanlar ya da onları savunanlar barbar (vahşi), misket bombalarıyla sahildeki çocukları, kundaktaki bebekleri hunharca katledenler çağdaş ve ilerici, bu mazlumların haklarını savunanlar ise, yobaz ve gerici.
Kurulduğu günden beri devletini terörle özleştiren ve sürekli mazlum insan avı yapan İsrail, on yedi yıldır Gazze’yi abluka altında tutup, orada yaşamakta olan iki buçuk milyon insana nefes aldırmıyor.
İsrail, yeni dünyanın jandarmaları tarafından nokta şeklinde yerleştirildiği Filistin topraklarında, yıllar yılı icra ettikleri devlet terörü yüzünden Filistin’i nokta şekline getirip, mahut toprakları işgal ettiler. Diğer bir deyişle dağdan gelip bağdakini kovdular.
İsrail, tahrif edilmiş Tevrat’a göre dizayn edilmiş bir din devleti olup, 2000 yıl önce kovuldukları toprakların intikamı için (Arz-i Mev’ûd-Tanrı’nın kendilerine vadetmiş olduğunu ileri sürdükleri topraklar) yanıp tutuşmaktadır.
Mahut toprakların sınırları Nil ile Fırat nehirleri arasını kapsamaktadır. Dolayısıyla ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurmak istediği sözde Kürt devleti, gerçekte küçük İsrail’dir. Ve yine bu yüzdendir ki ABD’nin Karaağaç’ta, Suriye’de, Girit’te ve şimdi de uçak gemileriyle Doğu Akdeniz’de konuşlanmasının asıl hedefinde Türkiye vardır.
Zira vesayet altındaki millet ve milletin özlem ve beklentileri asla dikkate alınmıyordu.
Hikmet-i devlet denilerek, millete rağmen icraat yapmak marifet biliniyordu. Halbuki asıl olan milletti ve devletler millet içindi. Bizde ise bunun tam tersi uygulanıyor ve millet, kime hizmet ettiği belli olmayan devlet için peşkeş çekiliyordu.
Kime hizmet ettiği belli olmayan ifadesini bilerek kullandık; zira vesayet altındaki devletimiz ABD menfaatleri doğrultusunda konumlandırılmıştı. NATO’nun güney-doğu kanadının en uçtaki karakoluyduk.
Bu yüzden başta Rusya olmak üzere tüm komşularımızla düşmandık. Yunanistan ile olan NATO birlikteliğimiz ise tam bir komediydi. Yunanistan öz evlat, Türkiye üvey evlattı.
Bu denli vahim halin tipik örneği Kıbrıs’tır. Yunanistan ve GKRY bütün yanlışlarıyla haklı, Türkiye ve KKTC ise tüm doğrularıyla haksız görülmektedir.
Düşünebiliyor musunuz; AB’ye ortaklık şartlarından olan ‘sorunsuzluk’ orta yerde dururken, hiçbir sorununu çözmemiş olmasına rağmen görmezden gelinmiş ve GKRY, AB’ye dahil edilmiştir.
ABD ve NATO ile dost ve müttefikliğimizden başımıza gelmeyen kötülük kalmadı. Daha açık ifadesiyle ABD ve AB ülkelerinden gördüğümüz düşmanca tavırları başkaca hiçbir ülkeden görmedik.
Yani dememiz o ki, düşman başına diyeceğimiz dost ve müttefiklerimiz bize sürekli şeytan taşlattırdılar, bu yüzden de tavaf yapmaya asla vakit bulamadık.
Zira 1950’den önceki tüm seçimler ya şaibeli ya da anti demokratikti. Çünkü tek bir parti vardı ve şehirlerin belediye başkanları ve valileri, aynı zamanda o partinin il başkanlarıydı. Yani şeklen de olsa, demokrasi, bizde 1950 yılından itibaren vardır.
Şeklen diyoruz çünkü, 1950’den sonra da, çok parti olmasına rağmen, iktidara gelen partiler muktedir kılınmamıştır. Cümlesi ve hatta darbe hükümetleri bile vesayet altındaydı; ABD’nin güdümündeydiler.
ABD ise Türkiye’yi avucundan çıkarmamak için bildiği tüm tedbirleri almıştı. Ta 60’lı yıllardan Türkiye’nin 40, 50 sene sonrasının hesaplarını yaptılar ve gördüler ki, ne yaparlarsa yapsınlar, onca kez partilerini de kapatsalar, 2000’li yıllarda Erbakan (yerli ve milli) tek başına iktidara gelecek.
İşte ABD, 40-50 sene sonrasının kadrolarını FETÖ’ye kurdurdu. Erbakan iktidarda olsa bile muktedir kılınmayacak ve gerçek iktidar FETÖ eliyle oluşturdukları bürokraside olacaktı.
Zaten yönetim şeklimiz, esas itibarıyla bürokratik oligarşiydi. Bunlar hancı, iktidarlar yolcuydu; hem de ömürlerinin ortalaması 18 ay olan hükümetler...
Hesapları tuttu; 2000’li yıllarda bekledikleri gibi yerli ve milli bir parti olan AK Parti tek başına iktidara geldi. FETÖ marifetiyle yetiştirdikleri kadroları, mahut hükümete boca ettiler.
Böylece, sittin senedir yaptıkları gibi davul Erdoğan’ın boynunda, tokmak kendilerinin (FETÖ-ABD) elinde olacaktı.
Yerli ve milli iktidar, istediği kadroları gökte ararken yerde bulmuştu! Sözde inançlı (alnı secde yüzü gören) kadrolar, FETÖ- ABD tarafından bol miktarda kendisine sunuluyordu.
Kuruluşunun hemen ertesi yılında yapılan seçimlerle, tek başına iktidara geldi ve o gün bugündür iktidarını sürdürmektedir.
Yeni kurulan (henüz bir yaşında) bir partinin, asırlık partileri geri bırakıp iktidara gelmesi ve daha önemlisi, tek başına olan bu iktidarını da neredeyse bir çeyrek asır boyunca sürdürmesi, dünyadaki demokrasilerde örneği olmayan bir durumdur.
Bizim demokrasimizde ise, bu durumun açıklaması şöyledir: Millet, on yıllar boyu insan yerine konulmamaktan bıktı. Seçip iş başına getirdiklerine reva görülen muamelelerden tiksindi. Her on yılda bir yapılan darbelerden iğrendi. Oylarıyla iktidar yaptıklarının muktedir olamamalarından bıktı usandı. Oylarıyla iktidar yaptıkları onca parti, halkın özlem beklentilerini sigara paketleri üzerine yazdılar; sigaralar bitince de paketi kaldırıp attılar.
Hani egemenlik kayıtsız şartsız milletindi? Milletin fertleri, hastanelere alınmıyor, üniversitelere, orduevlerine giremiyor, mahkemelerden, daha da vahimi milletin Meclis’inden kovuluyor, şehit olan oğlunun törenine alınmıyor, bir şekilde içeri giren yaslı annenin başörtüsü çıkarılmaya zorlanıyor, bunlar ve bunlar gibi daha nice aşağılık eylemler bu milletin evlatlarına reva görülürken; haklarını savunmak için iktidara getirdikleri şapkalarını alıp gitmekle yetiniyor.
Hiç kimse vesayete dur demiyor, diyemiyor.
İşte sandığa yansıyan ve onları patlatıp AK Parti’yi iktidara taşıyan milletin bu öfkesiydi. Eskiye ve eskilere duyduğu nefretin yansımasıydı.
AK Parti bu denli tepki oylarıyla iktidara geldi. Peki, bunca uzun iktidarını nasıl sürdürdü ve sürdürebiliyor derseniz, bunun da cevabı çok açıktır:
Milletin oylarına sahip çıkan, vesayete bayrak açan ve ölümü pahasına mücadele yürüten