Bu prim, gerçekte ağır bir sorumluluğu gerektiriyor; zira başkan kalmak ve başkanlığın hakkını vermek, başkan seçilmekten çok daha zordur.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, 31 Mart seçimleri, her mahalli seçimde yapıldığı gibi şirazesinden çıkarıldı ve genel seçimler havasına sokuldu. Dolayısıyla bu seçimlerde muhalefet, yerel muhalefet yapmadı; belde, ilçe ve şehirlerle ilgili en küçük bir projeden, plandan ve yatırımdan söz etmedi.
Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimizin hayati konuları olan kentsel dönüşümden, ulaşım vb. konularından bahseden olmadı.
Bütün muhalefet partileri mahalli sorunları bırakıp genel sorunlardan, merkezi hükümeti ilgilendiren; emekli maaşı, enflasyon (hayat pahalılığı), dar gelirlilerin geçim sıkıntısı ve hatta İsrail ile ticaret bile gündeme taşınıp ‘Vur abalıya! yapıldı.
Pahalılık altında inleyen millet de denilenlere kulak asmadan bildiğini okudu ve iktidardaki AK Parti’ye ayağını denk atması için bir ders verdi. Mahalli yönetimleri teslim ettiği CHP’ye de böylece bir kredi açtı, yani imtihana tabi tuttu.
Milletimiz 90’lı yıllarda da aynı krediyi Refah Partisi’ne açmış, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin belediye başkanlıklarına muhalefet partisinin adaylarını getirmişti.
Refah Partili başkanlar (Erdoğan ve Gökçek) sergiledikleri üstün performanslarıyla partilerini merkezi yönetime de taşımışlardı. Yani dememiz o ki, çeyrek asırlık AK Parti iktidarının ilk kıvılcımı İstanbul ve Ankara gibi mahalli idarelerde çakmıştı.
O gün estirilen mahalli hizmet rüzgârı, AK Parti’yi iktidara taşımakla kalmadı, bu denli bir iktidarın kesintisiz, onlarca yıl sürmesine sebep oldu.
Övündüğümüz dinimiz olan Müslümanlığın temeli birlik ve beraberliktir. Zira yüce dinimiz, bir tarağın dişleri gibi eşit, bir binanın tuğlaları gibi birbirine kenetlenmiş, bir bedenin uzuvları gibi birbirine duyarlı olmayı emrediyor.
Birlikte rahmet, ayrılıkta azab-ı ilahi vardır diye ihtar ediyor.
Ve bu cümleden olan Yüce Rabbimiz; ‘Şükrederseniz (verilen nimetleri emrolunan yerlerde kullanırsanız), size olan nimetlerimi elbette artırırım. Yok eğer nankörlük ederseniz, şunu bilin ki, benim azabım çok şiddetlidir’ buyurmaktadır. (İbrahim Süresi, 7. ayet meali)
Osmanlı’dan sonra başsız kalan İslam alemi, birliğini ve dirliğini yitirdiği gibi bin bir parçaya bölündü. Bölünen her bir parça da Allahü tealanın kendilerine verdiği nimetleri O’na isyanda, O’nun emir yasaklarının hilafına kullanmaktadır.
Marka Müslümanı görünümündeki bu ülkeler, sahip oldukları sayısız nimetlerin içinde, yalnızca petrolü kıssa, başta İsrail ve ABD olmak üzere tüm zalimler güruhu hizaya gelir ve işlemekte oldukları vahşeti durdurmak zorunda kalırlar ama nerede?
Haşa zulmetmez kuluna Hüda’sı, herkesin çektiği kendi cezası...
Müslümanlar, dağılıp tefrikaya düşmenin bedelini ödüyorlar. Birlik içinde olsalardı hem güçlü ve hem de onurlu olacaklardı. Dağılıp paramparça oldukları bugün ise, güç ve kudretten yoksun, zillet içinde yaşamaktadırlar.
Dikkat ediyor musunuz: Gazze’deki vahşete, İslam toplumlarından ziyade Batılı toplumlar (halklar bazında) daha duyarlı. İslam aleminin üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş gibi, kimi toplumlarda kıpırdanmalar varsa da bu ülkelerin idarecileri ağızlarını açıp tek kelime etmiyorlar.
Seçim sonuçları il il, ilçe ilçe, belde belde ve buralardaki seçim sandıkları tek tek incelendiğinde görülecektir ki, AK Parti CHP ile değil, kendi kendisiyle, küstürdüğü kendi partilileriyle yarıştı. Bu sakil durum, Yeniden Refah Partisi’nin atağıyla birleşince en az üçe bölünen AK Parti oyları sonucunda kaybetmek mukadder oldu.
Yoksa, CHP oyunu artırmış falan değil; CHP’ye, en az yüzde 7-8 DEM Parti’nin oyları ile yine en az yüzde 6 İYİ Parti’nin oyları ve yüzde 2-3 civarında da diğer partilerden oy gitti. Bunları topladığınız zaman yüzde 15-16 dolayında bir oy ediyor.
CHP toplamda yüzde 38 oy aldığına göre; bundan toplama oylar çıkarıldığında geriye CHP’nin çıplak oyu olarak yüzde 22 oy kalır. Yani CHP kendi oylarını artırmadı, bilakis düşürdü lakin o da ‘tepki’ oylarıyla bu başarıyı yakaladı.
Nitekim DEM Parti İstanbul adayı Meral Danış Beştaş, ‘İmamoğlu, ‘Bu oylar benimdir’ demesin sakın. Aldığı oylar onun değil. Bizim seçmenlerimiz oraya oy verdi’ diyerek CHP-DEM Parti ittifakını ifşa etti.
Beri tarafta Cumhur İttifakı oyları parçalanıp AK Parti’yi darmadağın ederken, CHP cenahında DEM Parti ve İYİ Partililerin oylarını CHP’li adaylara boca ettikleri görülüyor.
Gelelim zurnanın ‘zırt’ dediği yere; AK Parti adaylarını belirlerken belli ki objektif olarak sık dokuyup ince elemedi, eleyemedi. Bunun da başlıca sebebi AK Parti’deki bu seçici kuruldan başkası değildir.
Sayın Erdoğan, bütün liderlerin kaderinde olduğu gibi yalnız adam! En yakınındaki kurmayları bile ona destek olmaları gerekirken belli ki köstek oluyorlar.
Bırakın birbirine haset eden yabancıları; iki öz kardeş, biri, önceki seçimde AK Parti adayı ve seçilmiş belediye başkanı. Bu seçimde başkan olan kardeş aday yapılmıyor, diğer kardeş yarışa sokuluyor. Başkan olan kardeş bu durumu kendine yediremiyor, gidip CHP’den aday olup AK Parti’nin (öz kardeşinin) karşısına dikiliyor. Sonuç AK Parti adına hüsran oluyor.
CHP, demokrasi tarihimizde ikinci kez 1. parti oldu (ilki Ecevit döneminde yüzde 41) ve oylarını yüzde 37.8’e çıkardı.
İktidar partisi olan AK Parti ise, bunca belediye başkanlıklarını kaybetmesine rağmen, oylarını aşağı-yukarı muhafaza etti yüzde 35.5. Nitekim bir yıl önceki genel seçimlerde AK Parti’nin oyları yüzde 36’lar civarındaydı.
Aynı genel seçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oyu ise yüzde 52 idi; yani başında bulunduğu partinin oylarından yüzde 16 daha fazla oy almıştı (Cumhur İttifakı oyları dahil).
Bu tablodan da anlaşılacağı üzere, millet, genel seçimlerde de iktidar partisine gerekli ikazı yapmıştı. Zira ekonomi iyi gitmiyordu; özellikle dar gelirli ve emekli, enflasyondan en fazla etkilenen kesimler olarak, mutsuzluk tablolarını sandığa yansıtmıştı. Görünen o ki, milletin sandıkta yaptığı bu uyarı pek kaale alınmadı.
Bu uyarıdan yaklaşık bir yıl sonra mahalli idareler seçimleri yapılacaktı; milletin Erdoğan’a güveni tamdı ve bu müddet esnasında eksikliklerin giderileceğini; özellikle pahalılığa bir çare bulunacağını ve düşük maaş alan emeklinin maaşının, asgari ücret seviyesine çıkarılacağını umuyor ve bekliyordu.
Bu ekonomik darlığa rağmen memurun ve memur emeklisinin maaşlarına neşter vurulmuş ve düzeltilmişti; ayrıca çalışmakta olan memura 8 bin lira seyyanen zam yapılmıştı.
Sayıları 16 milyonu bulan işçi emeklisi, Bağ-Kur emeklisi ve Bağ-Kur tarım emeklisi de aynı beklenti içinde oldu; bu olmazsa da hiç değilse, seyyanen verilen 8 bin liralık zammın 4’er bin olarak bölünüp kendilerine de verilmesini arzuladılar.
Yüksek enflasyon altında inleyen geniş halk kitleleri (çalışmakta olan ya da emekli); maaşlarımıza zam yapılmasın ama her gün artmakta olan şu pahalılık dursun; bunun önlemi alınsın diye feryat etti.
Dolayısıyla kusursuz ve günahsız kul olmaz. Nitekim Peygamberler (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) bile ‘zelle’ (faziletli bir fiil varken, daha az faziletli olanı işlemek veya evla olanı terk etmek) işlemişlerdir. Musa aleyhisselamın kasıt olmaksızın bir adamı öldürmesi ve Sevgili Peygamberimizin (aliyhisselam) Bedir esirlerini fidye karşılığı salıvermesi bu kabil zellelerdir.
Peygamberlerin dışındaki insanların büyük çoğunluğu ise, günahkâr kullardır. İşte Allahü teala kullarını çok sevdiği ve onlara acıdığı için, bazı gün ve gecelere özel anlamlar yüklemiş ve bu zamanda yapılacak ibadetlere, sair zamanlarda yapılanlardan çok daha fazla mükafat vereceğini bildirmiştir.
Bunların başında da ‘Bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ gelmektedir. İbn Arabi Hazretleri Kur’an-ı Kerimdeki ‘Bin aydan daha hayırlı’ ifadesine dikkat kesilerek şöyle buyurur: ‘Bu ifade başka bir anlam daha içerir ki, o da bu gecenin bir sınırlama olmaksızın bin aydan ‘daha’ hayırlı olmasıdır.
Bununla birlikte bin aya ilave olan kısım (daha) belirsizdir ve dolayısıyla nerede biteceği bilinemez. Allahü teala Kadir Gecesi’nin bin aya bedel olabileceğini söylememiş, herhangi bir vakit belirtmeksizin bin aydan daha üstün saymıştır. Bu geceye ulaşan kul, bin seneden fazla (ama) belirsiz olan bu sürede ihlaslı bir halde Rabbine itaat etmiş gibidir’.
Dolayısıyla bu mübarek geceye kavuşan kişi agah (uyanık, gafletten beri) olmalı ve onu, tövbe ve istiğfarla (af dilemekle), ibadetle ve yakarışla geçirmelidir.
Allahü tealanın mağfiretinin (bağışlamasının) sonsuzluğunun idrakinde olan İslam büyükleri, bundan dolayıdır ki her geceyi Kadir, her karşılaştıkları insanı Hızır bilmiş ve öyle davranmışlardır ve bunun karşılığını da hesapsız (ölçüsüz) almışlardır.
Nitekim Cenab-ı Hak, Sevgili Peygamberine şöyle hitap eder: ‘Senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetsin diye.’ Bununla birlikte Müslim ve Nesai, Ebu Hureyre’den (Radıyallahu anh) Hz. Peygamber aleyhisselamın şöyle dediğini aktarır: ‘Kim iman ederek ve Allah’tan umarak o geceye kavuşursa ve onu ayakta geçirirse, onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır ve onun günahı mahcup olamayacak şekilde örtülür.’
Bundan daha büyük müjde olabilir mi?
Yerel (mahalli) hizmetlerimizi görecek belediye başkanlarını ve onların kurullarını seçeceğiz.
Yenilgiye doymayan birileri, muhtar seçimi ile Cumhurbaşkanı seçimini, bilerek ve isteyerek karıştırıyor ve yerel seçimleri, genel seçim havasına sokmak istiyor. Bu sakil durum, bizim demokrasiyi ne denli özümsemeyişimizle yakından ilgilidir.
Bunun da manası, bizim gerçek demokrasiye geçmemiz ve onu sindirebilmemiz için daha kırk fırın ekmek yememiz lazım.
Bu hazımsızlar güruhuna göre; kendi yandaşları veya partileri kazanırsa ‘Yaşasın demokrasi!’, kaybederse ‘Hastaya ilaç sorulursa böyle olur’, ‘Profesörün oyu ile çobanın oyu eşit olursa, başka ne bekliyorsunuz?’ gibi yaveleri gevelerler.
Malum, daha dün ülkemiz uçurumun kenarından döndü. İntikam ateşiyle yanıp tutuşan düşman, aportta beklemektedir (fırsat kollamaktadır). FETÖ denilen Haşhaşilerin, başta ABD olmak üzere Avrupa’da nasıl himaye görüp desteklendikleri bilinmektedir.
Sittin senedir, içimizde yeşertilen ve tüm devlet müesseselerinin kılcallarına değin nüfuz ettirilen bu ayrık otları öyle üç-beş yılda temizlenemez.
Bu pespaye güruhtan bir tekinin bile pişmanlık duyduğunu ve yolundan döndüğünü görmedik. Hemen hepsi sütre gerisinde bekliyorlar. Malum, takiye bunların en önemli özelliğidir. Asla oldukları gibi görülmezler.
Nerede bir güç odağı varsa oraya girer ve o gücü ele geçirmeye çalışırlar. Koca devlete nüfuz edip, onu ele geçirmeye yeltenen bu kişilerin, spor kulüplerine kadar her kurum ve kuruluşa nasıl el attıklarını ve onları nasıl manipüle etmeye çalıştıklarını gördük.
İstanbul’umuz, kendisine yakışmayan ehil olmayan yöneticiler eliyle kirletildi ve adeta koca bir köy haline getirildi. Dünya incisi bu şehir, havası solunamayan, çamur deryası yollarında yürünemeyen, aylar boyunca suları akmayan, hemen her gün saatler boyunca elektriği kesilen, çöpleri toplanamadığından her köşe başında çöp dağları oluşan mezbeleliğe dönüştürülmüştü.
CHP zihniyeti marifetiyle, ülkemizin kalbi bu nahoş, çirkinler çirkini hale getirilmişti. Kalbi bu durumda olan ülkenin diğer şehirlerinin halini varın siz hesap edin.
İlk defa, ANAP’lı Bedrettin Dalan, ağır hasta olan İstanbul’u ameliyat masasına yatırarak neşter vurdu. Pis kokan ve pislik götüren Haliç’i gözlerim gibi masmavi yapacağım diyerek işe koyulan Dalan’ın hizmetleri. Lakin kısa bir zaman sonra siyaset rüzgârı ters taraftan esti ve CHP zihniyeti yeniden şehri teslim aldı. CHP’li Nurettin Sözen döneminde İstanbul, yukarıda zikredilen hale sokuldu. Adeta bir kâbus gibi çöktükleri bu şehrin semasından aylar boyunca bir damla yağmur bile yağmadı.
Yaşanılamaz şehir haline getirilen İstanbul’umuza Erdoğan, Hızır gibi yetişti ve başlattığı hizmet seferberliği ile Dalan’ın ameliyat masasına yatırdığı şehri ayağa kaldırdı.
1994-2019 arası dönemde AK Parti iktidarları boyunca İstanbul’a sayısız hizmetler yapıldı.
Burada da merhum Kadir Topbaş Bey’in hummalı çalışmalarını hatırlamalıyız. Merkezi idarenin de yardımıyla bütün şehirlerimiz gibi İstanbul’un da yıldızı parladı, gelişti ve modern bir görünüme kavuştu. Bunca sayısız hizmete rağmen, 2019 yılında yapılan mahalli idare seçimlerinde İstanbul’u CHP kazandı, o günden bugüne kadar geçen beş yıl içerisinde İstanbul’da hizmet yine unutuldu ve koca kent kelimenin tam anlamıyla ‘fetret’ devrini yaşadı.
Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçilen Ekrem İmamoğlu, tipik bir kifayetsiz muhteris olarak, İstanbul’un dışında her şeyle ilgilendi ama dünyanın incisi bu şehri yüzüstü bıraktı.
İstanbullu karda-kışta, fırtınada yollarda canıyla uğraşırken, o, İngiliz Sefiri ile Boğaz’da balıkçıda demleniyordu. Şimdi de belediye imkanlarıyla ele geçirdiği partisiyle birlikte hem İstanbul’da ve hem de Türkiye’nin diğer yerlerinde DEM’lenmeyi marifet biliyor!
Dağın uzantısı DEM ile yapılan ve süslü cümleler ardına saklanıp adına ‘kent uzlaşısı’ dedikleri işbirliği tek kelime ile ittifaktır. Önceki genel başkan olan Kılıçdaroğlu da aynı aymazlıkla bu ittifakı yapmıştı. Yeni eşgenel başkanlar da (Özel ve İmamoğlu) aynı yolun yolcusu olarak bölücü ve yıkıcılarla ortak hareket ediyorlar.
Belli ki çok uzun süre muhalefette kalmanın ezikliği, taşkınlığı ve hırçınlığı zaman zaman CHP’li yöneticileri rotadan çıkartıyor. Mahut zihniyet 90’lı yıllarda da aynı aymazlıkla bölücü partiyi TBMM’ye taşımıştı.
Aynı oyun bu kez yerel yönetimlerde tezgâhlanıyor, bundan dolayıdır ki İstanbul ili merkez üs olarak seçilmiş durumdadır. Bu cümleden olarak, aynı ipte iki cambaz oynatılmakta; bir yandan İBB’nin başına İmamoğlu seçilerek kendisine cumhurbaşkanlığı yolu açılacak, diğer taraftan da DEM’lilere İBB Meclisi’nde gurup kurdurulup melanetlerini dünyaya oradan duyurmaya çalışacaklar.
Bazı safdiller, ‘Ne münasebet! DEM Parti İstanbul Büyükşehir’de aday çıkardı. CHP ile de ittifak yapmayacaklarını açıkladı. Parti yetkililerine mi inanacağız, yoksa kurduğumuz hayallerin peşinde mi koşacağız?’ diyerek ortadaki gizli ittifakı görmezden gelip milletten saklamak istemektedirler.
Hayır! Ne CHP’li yöneticilere ne de DEM Partili yöneticilere inanacağız; işin doğrusunu dağdaki terörist başları söylüyor ve oyun onların kurguladıkları şekilde sürdürülüyor.
Dağ kadrosu, Demirtaş’ın adaylığını engellediği gibi, İstanbul’un 22 ilçesinde aday çıkarmayarak İmamoğlu’na doğrudan destek verdi. Bunu görmemek için siyasi körlükten öte fiziki olarak da âmâ olmak gerektir.
Bu durumu İmamoğlu bile saklamıyor, ama kimi safdil yorumcular TV ekranlarında ve gazetelerdeki köşe yazılarında mahut kirli ittifakı örtbas etmek ve milletin gözünden saklamak için adeta yırtınıyorlar.
Bu da demektir ki bu kirli ittifakta onlara da böylesine gizli bir görev verilmiş ve onlar da bu ittifaka ‘ortak’ edilmiş!