Ferai Tınç

Could US passage of the Armenian bill spark stiff increase in Iraq war price?

15 Ekim 2007
 A program carried on HaberTurk yesterday featured an interview with former Turkish Ambassador to the US, Gunduz Aktan. On it, Aktan said some very important things, which I would like to repeat here for those who might have missed it. Aktan, who was one of the three Turkish MPs who visited the US recently to relay the Turkish Parliament's views on the Armenian bill before the US Congress, gave an interesting response yesterday to the question of what exactly Turkey's reaction to this bill should be. He said: 
 
"Turkey should give the reaction that the US is expecting, because the Republicans want to lay the cost for this bill on the Democrats." Isn't the US telling Turkey not to interfere in northern Iraq? Isn't it telling Ankara not to do anything? Yes, it is, and it is saying clearly what it expects. Aktan is right--I reviewed the news from the last few days, and I realized that the US has been spelling out clearly what it expects on this front.
* * *

According to news carried on CNN International last week, the Pentagon believes it's possible that Turkey will completely cut off ground and air access to Iraq from Turkey for the US. Defense Secretary Robert Gates has already noted "Up to 70% of the logistical carge used in Iraq comes through Turkey."
This is in addition to the significant proportion of fuel used by US troops which is also transported into Iraq through Turkey.
Gates also noted in his comments that "95% of the mine-resistant, protectively shelled vehicles used by the US also come through Turkey."
 
But now the US authorities are looking for new routes in the face of Ankara's stance on the Armenian bill. Some news sources are saying that they could use new paths through Kuwait or Jordan.
But there is one matter which is underlined through all of this: The military costs will rise.
 
And the Democrats, who are pushing to have a military pull-out from Iraq take place, and who want to have limitations set on the military budget, need to be ready to "pay the bills" is they accept the Armenian allegation bill despite all these warnings. You don't need to be a conspiracy theorist to see this; it is all so clear.
Yazının Devamını Oku

ABD’nin yaptırım beklentisi

15 Ekim 2007
YARIŞMA programları ya da diziler konusunda tam bir acemi turist gibi dolaşırım kanallar asında, ama Hakan Çelik’in pazar sabahları Haber Türk’te sunduğu programa takılmadan geçemem. Dün sabah Hakan Çelik, ABD’den yeni dönen MHP milletvekili emekli büyükelçi Gündüz Aktan ile konuşuyordu. Benim çok sevdiğim flüt sanatçısı Şefika Kutluer’i ilgiyle izledim, dinledim, Billur Kalkavan ile de eğlenceli bir sohbeti izledim.

Aktan çok önemli bir şey söyledi. Programı kaçıranlar için tekrarlamak istiyorum. Soykırım tasarısıyla ilgili olarak Meclis’in görüşünü aktarmak amacıyla ABD’ye giden üç milletvekili arasında olan Aktan, Türkiye’nin soykırım tasarısına tepkisinin ne olması gerektiği sorusuna çok ilginç bir yanıt verdi.

"ABD’nin beklediği tepki verilmeli" dedi Aktan nedenini de şöyle açıkladı: "Çünkü Cumhuriyetçiler, bu faturayı Demokratlara çıkartmak istiyorlar."

ABD, Kuzey Irak’a müdahale etmeyin demiyor mu? Birşey yapmayın demiyor mu?

Evet diyor ama ne beklediğini de açıkça söylüyor. Büyükelçi Aktan haklıydı. Ne bekliyorlar acaba diye birkaç gün önceki haberleri dikkatle gözden geçirince gerçekten de beklentilerin açıkça ortaya konduğunu gördüm.

* * *

CNN International’da geçen hafta yayınlanan bir habere göre Pentagon, Türkiye’nin Irak’a kara ve hava ulaşımını tamamen kesebileceği ya da sınırlayabileceğini düşünüyordu.

Savunma Bakanı Robert Gates, "Irak’ta kullanılan lojistik kargonun yüzde yetmişi Türkiye’den geçiyor" diyor.

Irak’ta Amerikan güçlerinin kullandıkları yakıtın yüzde yetmişi de Türkiye üzerinden geçiyor.

Bu arada benim dikkatimi çeken bir ayrıntıdan daha söz ediyor Amerikan Savunma Bakanı.

"Mayına dayanıklı, tuzağa karşı korumalı araçlarımızın yüzde 95’i Türkiye üzerinden gidiyor."

Şimdi Amerikalı yetkililer Türkiye’ye karşı yeni güzergah arıyorlar.

Yine bazı haberlerde, lojistik yolunun Kuveyt ya da Ürdün’e kaydırılabileceği belirtiliyor.

Ama altı çizilen bir konu var. Askeri harcamalar artacak.

Irak’taki askerlerin çekilmesi ve askeri bütçenin kısılması için bastıran Demokratlar, soykırım tasarısını bu uyarıya rağmen onaylıyorlarsa eğer faturasını da ödemeye de hazırlanmalılar.

Bunu görmek için komplo teorisyeni olmaya gerek var mı? Her şey o kadar açık ki.

* * *

BU arada petrol fiyatlarındaki "missileme tırmanışı" nı da dikkatle izlemekte yarar var. Tezkere tartışmalarıyla birlikte petrol fiyatı tırmanışa geçti. ABD’deki petrol stoklarının azaldığı haberleri ile birlikte gelen bu fiyat artışı, petrol çıkartma ve rafineri işlemlerinin pahalılaştığı bir dönemde petrol şirketlerinin ellerindeki ürünü daha fazla fiyata satmalarını sağlayacak.

Bush Yönetimi’nin güçlü petrol şirketleriyle iç içeliği göz önüne alındığında, PKK konusundaki duyarsızlığın hesaplı olabileceği bile insanın aklına geliyor.

ABD’nin beklentilerine yanıt verilecek mi?

* * *

YAPTIRIMLARIN
siyasi etkisinin ne olduğu çok tartışmalı olsa da, önemli bir siyasi araç. Ama sizin dış politikanız sadece etki-tepki kıskacı içine sıkışmışsa, olayların seyrini siz değil de başkaları belirlemeye başlamışsa bu tepkiler ne işinize yarayacak?
Yazının Devamını Oku

Amerikan türbülansı

14 Ekim 2007
TUHAF şeyler oluyor. 11 Eylül’ün etkisi de diyebilirsiniz ama ABD dış politikası, ülke içindeki farklı çıkarların öncelikleri nedeniyle tehlikeli bir türbülansa girdi. Hata üstüne hata yapıyor. ’Bize ne’ diyebilirsiniz. Kendi hatalarının bedelini kendisi öder. Ama öyle olmuyor. Onun hataları herkesi etkiliyor.

Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin aldığı bu son karar, ABD’nin Kafkasya’daki çıkarlarını nasıl etkileyecek acaba?

Amerikan kamuoyu, izleyebildiğim kadarıyla Türkiye’nin vereceği tepkinin sonuçlarıyla meşgul şimdi.

İncirlik kapanırsa ne olur? Irak’a giden ve oradan gelecek olan silah ve diğer lojistik desteğin geçmesine izin verilmezse ne yapılır? Bunlar tartışılıyor.

Tasarının Kongre Genel Kurulu’na gelmemesi için çaba harcayanlar Irak’ta çok zor duruma düşüleceğini, savaş masraflarının misliyle artacağını söyleyerek Kongre üyelerini iknaya çalışıyorlar.

Ama bu adımın Kafkasya açısından etkisi ne olur? Meselenin bu yönüne kimse bakmıyor.

Oysa, geçen ay sonu CIA Başkanı bir günlüğüne Bakü’deydi.

Güney Kafkasya, önümüzdeki dönemde bölgesel çatışma ve savaşların gerilimini taşıyacak merkez olacak.

* * *

ABD
’nin, İran gibi kontrol edilemeyen devletlere karşı Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirmek istediği füze erken uyarı sistemi, Rusya Devlet Başkanı Putin’i uzun zamandan beri rahatsız ediyor ve "eğer gerçekten bize karşı değilseniz, buyrun Azerbaycan’da, Garbala’da bizim radar sistemimiz var onu birlikte kullanalım" diyor. Önerisi kabul görmüyor.

Amerikan Yönetimi, İran’a askeri müdahale düşünmediğini söylese de her geçen gün bu söylem inandırıcılıktan uzaklaşıyor. Rusya’nın tedirginliği buradan geliyor. ABD’nin planı belli değil, belki de Moskova için çok belli. ABD’de İran’a mutlaka askeri operasyon düzenlenmesini isteyen çevreler var. Etkili de olabilirler. İran’a müdahalenin hesapları onların bastırmasının sonucu değil mi zaten?

ABD’nin Azerbaycan’a ihtiyacı var. 1992 yılında Amerika’daki Ermeni lobisinin etkisiyle, Azerbaycan’a uygulanmaya başlanan ambargo da bu amaçla kaldırıldı. Azerbaycan 11 Eylül’den bu yana ABD’den 27 milyar dolarlık askeri yardım ve 14 milyar dolarlık silah aldı.

Azerbaycan, İran’a karşı üs olarak kullanılabilir.

* * *

AMERİKAN
Kongresi’nin kararını kendi ulusal meclisinde ayakta alkışlayan Ermenistan ise Rusya’nın Kafkasya’daki en yakın müttefiki. Duma 1995’te, Rusya’da yaşayan Ermeni diasporasının etkisiyle soykırım kararı almıştı. Bu diaspora, Amerika’daki ile bazen aynı noktada birleşse bile Ermenistan’da Amerikan çıkarlarını savunacağını kimse beklemiyordur herhalde. O, Ermenistan’da Rusya’nın çıkarlarını savunur. Ve buradaki derinliği, Amerikan disporasınınkine göre daha fazladır.

ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisini kaybettiğinin farkına varan bu lobinin bazı üyeleri Rusya’nın Türkiye ile Ermenistan arasında normalleşme sağlamak için devreye girmesini önermeye başladılar bile.

Bu arada Dış İlişkiler Komitesi’nin kararını kınayan yabancı devlet hangisiydi tahmin edersiniz. Azerbaycan tabii ki. Yapılan açıklamada Hocalı katliamı karşısındaki sessizlik sorgulanıyordu.

Amerika sadece Türkiye’yi kaybetmekle kalmıyor, Kafkasya’daki ittifaklarını da tehlikeye atıyor.

Hem de üst üste yaptığı hatalarla türbülanstan kurtulma yeteneğinin zayıfladığı bir zamanda.
Yazının Devamını Oku

En büyük misilleme

12 Ekim 2007
SOYKIRIM tasarısı oylanırken Amerikan Kongresi Dış İlişkiler Komitesi’ndeki tartışmalarından bazılarını televizyondan izledim. Tasarıya karşı çıkanlar, içeriği doğru bulduklarını uzun uzun anlattıktan sonra, ancak bu dönemde Türkiye’nin çok önemli olduğunu söylüyorlardı.

Irak’taki Amerikan silah ve lojistik malzemenin Türkiye’den geçtiğini hatırlattılar. Bu kritik dönemde Türkiye’nin desteğinden vazgeçilemeyeceğini tekrarladılar.

Komitenin yarısından fazlası buna önem vermedi. Tasarı geçti.

Bu sadece bir örnek.

Misilleme tehditleri etkili olmuyor.

Daha doğrusu, bu tehditler terör gerekçesiyle ya da soykırım iddialarıyla ilgili olarak o kadar çok tekrarlandı ki, etkisini yitirdi.

Bunlar, iç kamuoyunu hedefleyen siyasi taktikler haline geldi.

Etkili bir muhalefet olmadığı için de doğru düzgün hesap sorulamadı ve siyaset günü birlik çıkışlarla sorunları geçiştire geçiştire bugüne geldi. Hálá da aynı yolda devam ediyor.

* * *

BU
yöntem, Türkiye’nin sosyal dokusuna zarar verdiğinin binde biri kadar caydırıcılık taşısa haydi neyse.

Ama tepkileri iç politika malzemesi haline dönüşüyor bu da Türkler, Kürtler, Ermeniler değişik etnik ve dini kökenden oluşan bir halkın iç huzurunu kaçırıyor. Türkiye’nin bütünlüğünü zedeliyor.

Agos Gazetesi, yakında kalkacak olan bir yasa yüzünden yine hedefe oturtuluyor. Amerikalı Kongre üyesine gücü yetemeyen hırsını yanındakinden alıyor.

Getirilmek istenen olabilir ama bizim gelmek istediğimiz yer burası mı?

Yıllardan beri sorunların üzerini örte örte, sonuç verecek yaratıcı politikaları konuşma cesaretini gösteremeye gösteremeye bu darbelere karşı kendimizi koruyamayacak duruma geldik.

Artık Türkiye’yi yönlendirmek için ne yapmak gerektiğini en kendi halindeler bile biliyor.

Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın açıklamasına bakın. Amerikan Kongresi’ne, "Siz merak etmeyin Türkiye’nin misillemesi önemli değil. Lafta kalır. Fransa’yı boykot etmişlerdi, bir yıl içinde Fransa ile ticaret hacimleri arttı" diye mesaj gönderiyor.

* * *

AÇIKLAMALARDA
kararın Türkiye’ye değil ABD’ye zarar vereceği söyleniyor.

Doğru değil. Çünkü uluslararası herhangi bir platformda, ya da ulusal parlamentolarda alınan bu kararın yaptırımı olmasa bile siyasi ve hukuki referans niteliği taşıyor.

Evet yapılacak birçok şey var.

İncirlik üssünü kapatmaktan, Ermenistan uçaklarına uçuş iznini kaldırmaya kadar masadaki ihtimalleri her yönüyle incelemeden, bir şey söylememek ilk aklıma geleni.

Meclis’te hemen konuyla ilgili partiler arası bir çalışma komisyonu oluşturmak, sivil toplumla üniversiteyle işbirliği içinde politikalar, stratejiler geliştirmek ve muhalefetle birlikte hareket etmek de ikincisi.

* * *

RESMİ
misillemelerin etkisini bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var o da Irak’ta yaptıkları PKK terörü konusundaki duyarsızlığı, Kıbrıs’ta kenara çekilmesi, bir de bu karar ABD’nin Türk kamuoyundaki itibarını onarılmaz biçimde sarstı.

Misillemelerin en büyüğü, etkilisi ve kalıcı olanı da budur bence. Bir halkın vicdanındaki misilleme.

Sevgili okuyucularım bayramınızı kutluyorum. Üzülmeyin, bizim bayramlarımızın tadı her zaman biraz kaçıktır zaten. Önemli olan üzüntüleri ve sevinçleri paylaşabilmek.
Yazının Devamını Oku

301’i kim marka yaptı?

8 Ekim 2007
"301, Levi’s 501 gibi marka oldu, 404 gibi üzerimize yapıştı." <br><br>Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın 301 tarifini çok beğendim. Hiçbir muhalefet partisi, ifade özgürlüğünün önünü tıkayan bu maddeye böyle güzel bir sloganla karşı çıkamadı.

Pardon haksızlık yapmayayım. Slogan bulamadılar demek doğru değil galiba.

Zaten 301’i hiç dert etmediler.

Evet, özellikle Türkiye dışında 301 çok meşhur.

Hele, yeni ceza yasası hazırlanırken bizim meslek örgütlerimiz "bakın bu, bu, bu maddelerde sıkıntılarımız var" dediğinde hiç kulak kabartmamış olan Brüksel entelijansyası 301’e fena takmış durumda.

Sanki 301 ile iş bitecekmiş gibi. Türkiye’de ifade özgürlüğünün önündeki tek engel 301’miş gibi.

Sıkıntı çok. Şu anda uyuyan ama istendiği zaman basını susturmak için devreye girebilecek olan engeller var. Soruşturmanın gizliliği bahanesi sadece biri.

301 gerçekten son derece gerici bir madde. Devlet kurumlarına, hükümete yönelik her türlü eleştiriyi keskin bir biçimde bastırma kapasitesine sahip.

Kötü bir marka haline gelmiş olan bu maddeyi kaldırmak ya da değiştirmek yetecek mi?

Yetmeyecek. İfade özgürlüğüne sadece göstermelik bir önem vermeye devam ettikçe, düşünceyi mahkum edecek başka yollar bulunacak.

"301’i, 501 Levi’s gibi marka haline getirip, 404 gibi üzerimize kim yapıştırdı acaba?"

AKP bunun yanıtını samimi bir biçimde verdiği gün, 301’den kurtulma cesaretini de bulmuş olacak.

SOYKIRIM TASARISI

AMERİKAN Kongresi Dışilişkiler Komitesi Çarşamba günü, Ermeni soykırım tasarısını oylayacak. Tahminler muhtelif ama tasarı kabul edilecek gibi görülüyor.

Daha sonra Kongre’nin de onayına gidecek olan tasarı bağlayıcı değil. Ama bunu hedef haline getirip büyük paralar kazananlar açısından önemli bir adım.

Stratejinin önce sigorta ayağında başarı sağlandı. AXA örneğin, tazminat ödemeyi kabul etti. Ardından California Valisi Schwarzenegger toplu mahkeme başvurusu hakkı tanıdı ve Alman Bankası’na, aynı İsviçre’deki Nazi altınlarıyla ilgili açılan dava gibi bir dava açıldı. Osmanlı Ermenilerinin mal varlıklarının, İstanbul’daki Alman Bankası aracılığıyla Almanya’ya kaçırıldığı iddiası doğrulanırsa büyük tazminatlar alınacak.

Dünya parlamentolarından bu kararları çıkartmak ise hukuki temeli güçlendiriyor. Amerikan Kongresi’nin alacağı karar en etkilisi tabii.

Artık, "Görmezden gele gele bugünlere geldik" demeyeceğim. Bu o kadar tekrarlandı ki. Demek biz bu deve kuşu sendromunu aşacak olgunluğa, zekaya, uzak görüşlüğe ulaşamadık.

Ben, Amerikan Kongresi’nden çıkacak böyle bir kararın sonuçlarını merak ediyorum.

Türk-Amerikan ilişkileri bozulacak deniyor. Bozulmadık bir tarafı pek kalmadı zaten. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün, Fikret Bila ile konuşurken anımsattığı Çuval olayı bunun her karşılaşmada aşılmaz bir engel haline dönüştüğünü söyleyen açıklamasını yabana atmayın. PKK konusundaki rezalet tavrın yanı sıra Irak savaşının Türkiye kamuoyunda yol açtığı vicdani ve siyasi tepkiler ilişkileri zaten bozdu.

İlişkiler bozulur mu noktası çoktan geçildi. Şimdi düzelme ihtimali sorgulanıyordu. Soykırım tasarısının kabulü ilişkilerin düzelme ihtimalini de kaldırır.

Böyle bir kopuş, Amerika’nın bölgedeki çıkarlarına İncirlik üssünün kapatılmasından çok daha büyük bir darbe olur uzun vadede.
Yazının Devamını Oku

Sahnede üç sandalye vardı

7 Ekim 2007
VİYANAEĞER Hrant Dink öldürülmeseydi, ben onlarla o sahneye çıkmayacak, o sandalyede oturmayacaktım. Daha doğrusu Türkiye aynı kefeye konmayacaktı.

Sınırsız Gazeteciler Örgütü’nün Avusturya kolu, Rus gazeteci Anna Politovskaya’nın ölüm yıldönümü nedeniyle panel düzenlemeyi tasarlarken, Türkiye ve Çin’in de konuşulması gerektiğine karar vermiş.

Rus filozof Mikhail Ryklin, Anna Politvoskaya’nın öldürülmesinden sonra ülkesinde gazeteciliğin daha da zor koşullarda yapılır hale geldiğini anlattı. Putin Rusya’sının istikrar uğruna giderek nefes alınamaz bir hale geldiğini de gözler önüne serdi.

Politovskaya ikinci Çeçen savaşını, burada yaşanan dramı gözler önüne serdiği için cezalandırıldı. Belki de yolsuzlukların üzerine gitme cesareti gösterdiği için.

Ryklin, Avrupa Birliği’ni de eleştirdi konuşmasında. Putin Yönetimi, eski Sovyet rejimini aratmaz hale gelmesine rağmen Avrupa gözünü kapamayı yeğliyordu. Çeçenistan unutulmuştu.

* * *

ÇİN
Bağımsız PEN Merkezi üyesi Yü Zhang’ın anlattıkları daha da iç karartıcı.

Çin’de, gazeteler devletin kontrolünde.

Özel gazeteler de var ama onlar da yoğun baskı altında.

Devlet Başkanı’nın yapacağı konuşmayı bir gün önce yayınladığı için bir gazeteciye 10 yıl hapis ceza verilebiliyor.

Çin’de herkesin bildiği bir haberi Yahoo’da yayınladığı için gazeteci hapse atılabiliyor.

Basın ve düşünce özgürlüğünün üzerindeki bu baskılara rağmen, Olimpiyatlar’ın Pekin’de yapılmasında bir sakınca yok. Çin dünya için çok önemli çünkü, yeni yatırım cenneti.

* * *

TÜRKİYE
ne Rusya ne de Çin, yine de göz göre göre bir gazeteci ölüme gönderiliyor, öldürülüyor. Neden? Siyasi cesaretsizlik, basiretsizlik olduğunu nasıl anlatayım?

Avrupa’nın Anayasa tartışmasında Türkiye’yi hırpalayarak kullanmış olmasının rolünden, söz ettiğimde, Türkiye’nin Avrupa vizyonunun bulanmasının sonuçlarını saydığımda anlıyorlar mı diye izleyicileri süzüyorum.

Anladıklarını gördüğümde öfkem daha da büyüyor.

Onun, diasporanın iddialarını savunduğu için öldürüldüğüne inanıyorlar. Hrant Dink öyle dar bir alana sınırlamamıştı ki kendisini. Meslek yaşamı boyu barış için çalıştığını, Türkiye’nin kendi iç sorunlarını çözmesi ve komşularıyla iyi geçinmesini istediğini, her türlü iktidarın karşısında olduğunu, acı çekenlerin, dışlananların kaderini paylaştığını anlatıyorum.

Soğuk Savaş’ta Türkiye’ye verilen "NATO’nun güneydoğu karakolu" görevinin sonuçlarından söz ediyorum.

Bir yandan da düşünüyorum. Türkiye’de sol hareketi dağıtmakla görevli oyuncuların hálá varlıklarını devlet mekanizmasının orasında burasında sürdürüyor olmaları en önemli sonuç değil mi?

Üstelik antikomünist koşullanmaları bugün "herkes bize düşman" paranoyasına dönüşmüş biçimde, hem de müttefikler tarafından umursanmamanın hayal kırıklığı içinde.

Neden? Çünkü ne darbelerle, ne işkencelerle, ne faili meçhullerle ne de yolsuzluklarla hiç biri ile, hiç biri ile yüzleşmedik. İnsanlar değil, maksat zihniyeti, davranışları, anlayışı mahkum etmekti, etmedik.

Son telefon kayıtları da göstermedi mi? Herkesin bilgisi dahilinde, gözü önünde bu ülkede bir gazeteci daha öldürüldü. Şimdi gerçek, anlaşılmaz hale getirilmeye çalışılıyor.

* * *

SAHNEDE
üç iskemle vardı. Biri Çin, biri Rusya biri de Türkiye için.

Ben üçüncüsüne oturdum. Acılar içinde.
Yazının Devamını Oku

Hayatı çalınanlar

5 Ekim 2007
ÖLÜM gibi desem değil, yoksulluk? O da değil. <br><br>"Hayatımı çaldılar" dediğinde ne kadar ağır bir yoksunluğu kastettiğini onunla konuşmamış olsaydım, imkan yok ben de anlayamazdım. Şam’ın kenar mahallelerinden birinde, oradaki tek Türk yardım örgütü Mavi Hilál’in dağıttığı okul çantalarını alan çocuklarını bekliyordu. Irak’ta İngilizce öğretmeni iken kaçmak zorunda kalmıştı. Büyük kızını rehin almışlardı, evlerine girmişler, mühendis olan kocasının işaret parmağını kesmişler, her şeylerini yağmalamışlardı. Küçük oğlu bombalardan ve yaşadıklarından sağır olmuştu ve artık konuşmuyordu.

Altı aydan beri bekliyorlardı. Parasız pulsuz, yardımlara muhtaç. İltica talebinde bulundukları ülkelerin hiç birinden ses yoktu.

"Çok yorgunum" dedi "Hayatımı çaldılar."

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin kayıt merkezinde rastladığım Ermeni kökenli Iraklı Bogos Bey ve küçük kızı da aynı ifadeleri kullanmışlardı. Annesi babası Türkiye Ermenisi idiler. Babadan oğula mültecilik kaderini o da birlikteki kızına emanet ediyor gibiydi.

"Yorgunum. Hayatımı çaldılar." .

Dünya Iraklı mültecilerin yeni farkına varıyor. Amerika’da sivil toplum örgütleri temsilcileri sıkıştırıyorlar, onlar da hükümeti. Condoleezza Rice, birkaç gün önce bir mülteci koordinatörü atadı. ABD, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne 30 milyon dolar para verdi.

İltica etmek isteyenlere kapısını en fazla açan ülke ABD. Ama bu süreç çok yavaş işliyor ve ABD’ye gidebilen Iraklıların sayısı yine de çok az.

Suriye ile ABD arasında bu konuda bir kriz var. Amerikalılar, Türkiye’ye bir şekilde gelmiş olan Iraklı mültecilere öncelik veriyorlar seçimlerinde. Buna da Türkiye soğuk. Çünkü mıknatıs etkisi yaratabilir ve göç Türkiye’ye yönelebilir diye düşünülüyor.

ARAPLAR İLGİSİZ

BU
sessiz yola düşüş, sınırlara yığılma şeklinde olmadığı için durumun aciliyeti hissedilmiyor. Ama sorunlar hızla büyüyor. Suriye hafta başında vize koydu. Bugüne kadar istediği zaman eşyalarını otomobile yükleyip Suriye’ye gidebilen Iraklıların son kapısı da kapandı.

Bundan sonra ne olur belli değil. Irak içinde yerinden edilmiş iki milyon kişi var. Daha doğrusu bunlar resmi rakamlar, resmi olmaya gerçeği hiç kimse bilmiyor.

Iraklıların durumuna dikkat çekmek için uluslararası girişimler var. Biz de Şam’a Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin temsilcisi Muazzez Ersoy ile birlikte gittik. Bir sanatçının, bir gün için sıkıntılı bir yolculuğu göze alarak gelmesi, mültecilerle zaman geçirip kamuoyunun dikkatini çekecek mesajlar vermesi çok güzel. Muazzez Hanım, bu işi ciddiye aldığını her haliyle gösteriyordu. "Bu bir insanlık dramı, birlikte mücadele etmemiz gerekiyor" diyerek bizi de onların yardımına çağırırken çok samimiydi.

Onun ve onun gibi toplumu etkileyecek insanların bu konuya sahip çıkmaları çok önemli.

Şam’da görüştüğümüz Suriye Kızılay’ının Müdürü Ershad Salihi, "Iraklı mülteciler Suriye nüfusunun yüzde onuna yaklaştı. Bu yükü taşımakta zorlanıyoruz. Türkiye Kızılay’ı 3 milyon dolar yardım yaptı. En büyük yardımı da Abu Dabi’den aldık. 10 milyon dolar ile Iraklı mültecilere yardım eden ilk Arap ülkesi oldu" diyor.

Irak Başbakanı Maliki de yardım vaat etmiş ama hálá yardım yok. Sorulduğunda, "Gönderecek mekanizma bulamıyoruz" yanıtını almışlar.

Diğer Arap ülkeleri de sanki böyle bir şey yok gibi davranıyorlar ve ilgisiz kalıyorlar.

İSTANBUL TOPLANTISI FIRSAT OLABİLİR

IRAK
’a komşu ülkeler ve BM Güvenlik Konseyi ülkeleri, G8 temsilcilerinin de katılacağı genişletilmiş Irak toplantısı ay sonunda İstanbul’da yapılacak. Bu toplantının gündeminde mülteciler konusu da olacak. Ama sivil toplum sesi olmadıkça zirvelerdeki ilgisizliği dağıtmak zor. Şam’da ufacık bir umut ışığı için kapı kapı dolaşan bir Iraklı profesör, "Sesimizi Türkiye’ye götürün" demişti. Sivil toplum örgütlerinin bu sesi duyacaklarını ve o toplantıyı aktif biçimde izleyeceklerini umuyorum.
Yazının Devamını Oku

Metta Sutta

1 Ekim 2007
"KİMSE kızgınlıktan ya da kötü niyetten, diğerine kötülük etmesin?" diyormuş Metta Sutta. <br><br>Myanmar’da, Budist rahipler cuntaya karşı gösterileri sırasında sürekli bu duayı tekrarlamışlar. "Temiz kalpli insan, gönlünün gözü açılır, duygularının bütün arzularından kurtulduğu için, bu dünyaya bir daha yeniden doğmaz."

Böyle diyormuş Buda’nın Metta Sutta’sı.

Budist rahipler, cuntayı bu duayla doğru yola çekeceklerini sanıyorlardı herhalde.

Ya da cuntanın üzerinde etkisi olanları.

Ama onlar bu dünyadan memnunlar. Ruhlarını özgürleştirmek gibi bir dertleri yok.

Onların tek isteği her gün yeniden doğmak, doğmak. Duygularının doyumsuz arzularını doyurmak, doyurmak.

* * *

BİNLERCE
Budist rahibin sokaklara çıktığı ilk gün, Hindistan Petrol Bakanı, askeri cunta ile petrol ve gaz arama anlaşmaları imzalamak üzere Myanmar’daydı.

Myanmar, Çin ile Hindistan için enerji açısından çok önemli bir nokta. İki büyüğün birbirine karşı kullandığı stratejik bir ülke.

Myanmar’ın henüz çıkartılmamış petrol ve doğal gaz yatakları her iki ülkenin iştahını kabartıyor.

Çin ile Myanmar arasında 2 bin 380 kilometrelik büyük bir petrol boru hattı projesi devrede. Bu hat Çin’in sürekli artan petrol ihtiyacının, Ortadoğu, Afrika ve Venezüela’dan karşılanmasında rol alıyor.

Sadece bu ülkeler değil. Tayland, Güney Kore, Malezya petrol şirketleri de, askeri cunta ile işbirliğinden hiç rahatsız değiller.

Sadece onlar mı?

* * *

BİRLEŞMİŞ
Milletler Genel Kurulu’nda ABD Başkanı Bush Myanmar’a yaptırımların artırılması çağrısını yaparken ne kadar samimiyetsiz idiyse, önceki gün Fransa Başbakanı Sarkozy de aynı derecede samimiyetsiz idi.

Sarkozy, Myanmar’daki Fransız şirketlerine yeni yatırımlar yapmamalarını söyledi.

Bu o kadar anlamsız ki. Fransız petrol şirketi Total, askeri cuntayı besleyen en büyük şirket. Yıllardan beri Burma’da. Üstelik 1998’den bu yana zaten yeni bir yatırım yapmadan işleri yürütüyor.

Myanmar’da muhalefet ve Fransız sendikalarının bütün bastırmalarına rağmen ne Sarkozy’nin ne de Total’ın, cuntayı çekilmekle tehdit edeceklerine dair bir işaret yok.

Fransa’nın Sosyalist Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, geçen hafta Total’in askeri cunta ile işbirliği içinde olduğu iddialarını reddetti.

Fransa Dışişleri Bakanı’nın bu tutumu da sürpriz değil tabii. Siyasetten uzak olduğu yıllarda kendi şirketi BK, Total’in Burma’daki operasyonları nedeniyle yıpranan imajını düzeltmek için danışmanlık hizmeti veriyordu.

* * *

CUNTACILARIN
en büyük gelir kaynaklarından olan petrol şirketlerinin ikincisi ise Amerikan petrol devi Chevron. George Bush, BM Genel Kurulu’nda yaptırımları ağırlaştırmaktan söz ederken Chevron’u aklının ucundan geçirmiyordu.

Zaten gerçekten askeri cuntanın işini zorlaştırmak isteseydi, onları değil Çin’i muhatap almaz mıydı?

Burma’nın askeri diktatörlüğü Çin’in desteği olmasa ayakta duramaz çünkü.

ABD Başkanı, cuntacılara verdiği desteği çekmezse gelecek yıl yapılacak olan Pekin Olimpiyatları’na katılma kararını gözen geçirebileceklerini söyleyebilirdi.

Bu samimi ve etkili bir tehdit olurdu.

Myanmar’da yaşananlar petrol oyununun bir parçası. Bu öyle bir oyun ki, dünyanın bütün Budist rahipleri Metta Sutta’yı binlerce kez tekrarlasalar bile vazgeçilemeyecek.
Yazının Devamını Oku