Ferai Tınç

Makedonya ve Türkler

13 Mart 2005
AVRUPA hedefi, Balkan Türklerinin de vizyonunu genişletiyor.Makedonya Türk Demokratik Partisi Genel Başkanı Dr. Kenan Hasip, ‘Partimizin felsefesini tamamen değiştirdik. Artık Avrupa kriterleri temelinde bir partiyiz. Eskiden sadece Türklük derdik. Şimdi eski manada bir milliyetçilik yapmıyoruz. Biz Makedonya Türklerinin partisiyiz, vatandaşlık haklarımız ve sorumluluklarımız önde geliyor. Ayrıca, bu devletin tüm vatandaşlarına da kapımız açık’ diyor. Genel Sekreter Engin Musli de, ‘Zaman bastı’ diyerek Dr. Hatip’i doğruluyor.Gerçekten de Makedonya’da zaman basmış. Yani Makedonya, Türkleri ile beraber zamana, değişime ayak uydurmuşlar. Dar milliyetçiliği bırakıp, bütün Türk örgütlerini Makedonya’nın kalkınması ve Makedonya Türklerinin eşit haklarının güvence altına alınması hedefinin etrafında tek parti çatısı altında birleştirmişler. Şarık Tara’nın girişimi ve Avrupa Birliği’nin desteğiyle düzenlenen Güneydoğu Avrupa Zirvesi 2005’in sonuç bildirisinde, bölgeyi bağımsızlık sonrası yıllarda kana bulayan etnik çatışmalara son verilmesinin karara bağlanması da bunun işareti. Evet hálá sorunlar var, Kosova’nın bağımsızlık ısrarı, Karadağ’ın önümüzdeki yıl Sırbistan’dan ayrılma isteği devam ediyor. Endişe verici boyutlara varan işsizlik, (iki milyon nüfuslu Makedonya’da 400 binin üzerinde işsiz var) sorunları derinleştiriyor ama Balkanlar’da demokrasi ve eşitlik anlayışı derinleşiyor. * * *DR. Kenan Hasip ile Üsküp’te soğuk bir öğleden sonra, konferansın yapıldığı Aleksandar Palace’ın lobisinde görüşüyoruz. Eşit haklar gerçekten sağlandı mı? Eskiye göre durum değişmiş. Aslında üç yıl önce ülkede Arnavutların ayaklanması ile yaşanan etnik çatışmalardan sonra Fransız hukukçu Badinter’in hazırladığı Ohri anlaşmasında Türk azınlık, iktidar paylaşımı sürecinde hak ettiği ağırlığa sahip olamadı. Makedonlar ve Arnavutların ağırlığı belirledi anlaşma çerçevesini. Aynı Kosova Türklerinin başına gelen gibi. Ama şimdi iktidarda olan koalisyon hükümeti, Türklere hem Maliye Bakan Yardımcılığını vererek, hem de bürokraside daha fazla sayıda Türk kökenli Makedon vatandaşının istihdam edilmesini sağlayarak, kucaklayıcı bir siyasetten yana tavır koymuş. Anayasa Mahkemesi’nde ilk kez bir Türk hakim de görev yapıyor artık. Son olarak da, kimliklerinde isimlerinin Kiril yerine Latin harfleriyle yazılması kabul edilmiş. Türklerin isimleri bundan sonra Türkçe harflerle yer alacak kimliklerinde. Yani Husmen değil Hüsmen yazılacak. Bu, Balkanlarda bir ilk. * * *SORUNLAR yok mu, eğitimden işsizliğe kadar, Türklerin çok büyük soruları var. Hükümetle imzaladıkları anlaşmanın tam olarak uygulanmaması sonucu, bugün yapılacak olan yerel seçimlerde, seçim yasasından kaynaklanan ciddi sorunlar var. Hakça temsil sorunları var. Ama Dr. Kenan Hasip, ‘Ben Türklerin buradaki geleceğinden umutluyum. Gençlerimiz Türkiye’de üniversiteye gidiyorlar fakat artık orada kalmıyorlar. Gelip burada vatanlarında etkin olmak istiyorlar. Bizim de kadrolarımız gelişiyor. Biz de artık sorunlarımızın Avrupa Birliği’nde çözümleneceğine inanıyoruz ve Makedonya’nın AB’ne üyeliğini istiyoruz’ diyor. Balkanlar artık Avrupa’ya bakıyor. Dr. Hasip, benim ‘Eskiden Türkiye’ye bakılırdı’ diye düşündüğümü hissetmiş olacak ki hemen ekliyor, ‘Türkiye’nin AB yolu da Balkanlar’da geçer.’
Yazının Devamını Oku

Makedonya da Avrupa sırasında

11 Mart 2005
<B>ÜSKÜP<br><br>S</B>IRADAYIZ, kuyruktayız, durun biz varız derken, Güneydoğu Avrupa ülkeleri, Brüksel yolunda hiç arkalarına bakmadan ilerliyorlar. Adaylığı Türkiye’den sonra kabul edilen Hırvatistan, eğer ulusal kahraman ilan ettiği generali, uluslararası mahkemeye bugünlerde teslim edebilirse, programa göre AB ile müzakerelere önümüzdeki hafta başlayacak. Sırbistan da Avrupa’nın gözüne bakıyor, ama Makedonya ilk adımı başarılı bir şekilde atmış bile.

Makedonya Başbakanı Vlado Buckovski, geçen ay sonunda Brüksel’e 14 bin sayfa teslim etti. Adaylık başvurusu için Brüksel’in sorduğu 1.921 soruya yanıtlarını dört ay gibi kısa bir zamanda hazırlayıp teslim ettikleri için, AB Komisyonu Başkanı Barroso’dan övgü de aldı.

* * *

DÜN sabah, Balkanların karlı zirvelerini aşarak Üsküb’e geldim.

İlk kez, Hikmet Çetin’in Dışişleri Bakanlığı sırasında çıktığı ve Türkiye’nin bölgeye ilgisini gösteren bir Balkan gezisinin ikinci durağı sırasında Üsküp’ü gördüm. On yıl önceydi. Yugoslavya’da ayrılıp 1991’de bağımsızlığına kavuşmasından sonra Makedonya’nın ilk dünyaya açılış yıllarıydı ve Türkiye’den büyük şeyler bekliyorlardı.

İkinci kez 1999’da, Kosova NATO uçakları tarafından bombalanırken, Makedonya’daydım.

Makedonya bir yandan Kosova’dan gelen Arnavut göçüyle boğuşuyor, öte yandan Büyük Arnavutluk ideali peşinde koşan Makedonyalı Arnavutların bu yeni devleti parçalamamaları için savaş veriyordu.

İkinci gelişimde Türkiye’nin profili silikleşmiş, Makedonya gözünü ‘Batı’ya dikmişti.

Bugün ise Makedonya’da iklim çok farklı. Şimdi Makedonya’nın hedefi, bu yıl aralık ayında adaylık statüsünü resmen almak ve 2010 yılında Avrupa Birliği üyesi olmak.

Dün Makedonya Devlet Başkanı Branko Crvenkovski, Üsküp’te düzenlenen Güneydoğu Avrupa Zirvesi 2005 toplantısında, ‘Avrupalı geleceğimize inanıyoruz’ diyordu.

* * *

BU
toplantı , Makedonya ve diğer Güneydoğu Balkan ülkelerindeki değişim hakkında önemli bir fikir veriyor aslında.

Güneydoğu Avrupa Zirvesi, bölgede istikrar ve işbirliği ortamını geliştirmek amacıyla Avrupa Birliği ve bölge ülkelerinin katılımıyla oluşturulan bir forum. Fikir babası Türk iş adamı Şarık Tara. Zirve’nin açılışında Almanya Avrupa İşleri Enstitüsü Başkanı ve eski devlet bakanı Prof. Jürgen Gramke, Tara’yı ‘Yıllardan beri Balkanlar’ı barış içinde bir arada yaşanacak bir bölge haline getirmek için uğraşan kişi’ diye tanımlayıp kendisine teşekkür ederken, salonda bulunanlara ve havaya bakıp ne kadar haklı olduğunu düşündüm. .

Salondaki isimler, gerçekten Balkanlar’da son on yılda büyük bir iklim değişikliği olduğunu ortaya koyuyorlardı. On yıl önce birbirleriyle savaş içinde olanlar şimdi bir arada ortak geleceklerinin Avrupa’da arıyorlar.

Kimler yoktu ki? Makedonya, Bulgaristan, Karadağ cumhurbaşkanları, Sırbistan, Hırvatistan, Arnavutluk,Romanya, Moldova başbakan ya da yardımcıları katılıyor zirveye. Türkiye’yi Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin temsil ederken, Yunanistan, hala Makedonya’nın ismine taktığı için toplantıya resmi heyet yollamadı ama Yunan işadamları ve parlamenterleri buradalar.

Olli Rehn’i temsilen toplantıya katılan AB Komisyonu Genişleme Direktörü Fabrizio Barbaso ise Balkanlardaki değişimi Avrupa’nın yeni Balkanlara bakışını açıklarken kullandığı ifade ile ortaya koyuyordu: ‘Balkanlar artık Avrupa’nın ön bahçesi, arka bahçesi değil!
Yazının Devamını Oku

Kadın hakları medeniyet kriteri

7 Mart 2005
DÜNYA kadınları, New York’ta Pekin toplantısının üzerinden geçen on yıl içinde edinilen kazanımları tartışıyorlar. Amerikan Yönetimi’nin, kürtaja karşı verdiği öneriyi geçiremeyeceğini anlayınca geri çekmesi üzerine, toplantının kilitlenmesi önlenmiş oldu.Türkiye de bu toplantılarda temsil ediliyor ama geçen yıllardaki kadar etkili biçimde değil. Çünkü, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’ne son üç dönem temsilci yollayan hatta iki dönem de başkanlığını yürüten Türkiye, son seçimler öncesi yeterli kulis yürütmediği için Komite’de temsil bile edilemedi. Kopenhag kriterlerine uyum sürecinin en hızlı biçimde yaşandığı geçen yıl, kadınlara belli alanlarda Avrupalı hemcinslerinden bile daha ileri haklar sağlayan yasal düzenlemeler yapılırken, acaba neden Türkiye’nin sesini Birleşmiş Milletler çatısı altında duyuran bir kürsü kaybedildi? 1997 yılından beri komitede Profesör Feride Acar, son dönemde üstelik başkan olarak Türkiye’yi temsil ediyordu. Neden artık komitede Türkiye’den kimse yok? Çünkü, kadın haklarının bir ülkenin medeniyet seviyesini gösteren önemli bir kriter olduğuna inanan bir siyasi irade yok ortada. Bu yüzden de bu dönem yeterli lobi faaliyeti yapılmadı ve Türkiye komitede yer alamadı. Bu faaliyet, ülkeler arası uzlaşmalara dayalı bir çalışma. Her üyenin arkasında devletinin gayreti var. Zaten Türkiye’nin komitede sandalye sahibi olmasında da 1997 yılında bir kadın diplomatın çabası ve o dönem siyasi iradenin bu çabaya sahip çıkması etkili olmuştu. * * * 11 Mart’a kadar sürecek olan bu toplantıda, önümüzdeki yılın yoksul profilini kadınların oluşturacağı açıklandı. Kadın Çevre ve Gelişme Örgütü’nün 150 ülkede yaptığı araştırma, Pekin toplantısından bu yana geçen on yıl içinde dünyada kadınların durumunda bir iyileşme olmadığını ortaya koydu. En büyük tehdit yoksulluk. (AB ekonomik komisyonu temsilcisi Patrice Robineau’ya göre on yıl sonra Dünyanın en yoksul kesimini 46 yaş ve üstü kadınlar oluşturacakmış. Bu nedenle ülkelerin bütçelerini cinsiyetler arası eşitliğe duyarlı şekilde düzenlemeleri gerektiği tartışılıyor.) Araştırmanın sonuçlarında, dünyada askeró harcamalar ve militarizasyonun artması ve köktendinci siyasi akımların kadın haklarına karşı muhalefetleri eşitliğe karşı gelişen trendler olarak sıralanıyor. Siyaset ve iş dünyasında kadınların eşit biçimde temsil edilmeleri konusunda da Pekin Konferansı’ndan bu yana geçen on yıl içinde fazla mesafe alınmadığı ortaya çıkıyor. Zaten tersi olsaydı, daha fazla kadın siyasi yönetimlerde söz sahibi olsaydı siyasi sorunların barışçı yollardan çözümü zorlanır ve askeri harcamaları artıracak, militarizasyonu haklı kılacak gerekçeler azalırdı dünyada. Çünkü barış, kadın bakış açısının vaz geçilemeyecek önceliğidir. Iraklı kadınların durumu, bu gelişmelerin somut örneği. Yeni Meclise üçte bir oranında kadın temsilci girmesi için Washington’dan gelen baskılara karşı çıkılmıyor ama kadın hakları savunucusu kadınlar, karanlık güçler tarafından teker teker öldürülüyorlar. Askeri çatışma ortamlarında, hele de bu köktendinciliğin güçlendiği bir çevre ise kadın haklarının öne geçmesi mümkün değil. * * * YARIN 8 Mart dünya kadınlar günü. Ama kadın hakları artık sadece yılda bir gün tartışılmıyor. Belki Pekin’deki konferanstan bu yana kadın hakları konusunda fazla bir ilerleme olmadı ama cinsiyetler arası eşitlik, hayatın her alanıyla ilgili kararlarda gözetilmesi gereken bir öncelik haline geldi. Bugün artık herkes, bir toplumun medeniyet seviyesinin kadınlarının durumu tarafından belirlendiğinin farkında.
Yazının Devamını Oku

Toparlanma zamanı

6 Mart 2005
GEÇEN haftanın incisi, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, AB Komisyonu’nun Türkiye Temsilcisi Hans Jorg Kretschmer için ‘Kimmiş o?’ demesiydi.Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerini öncelikli hedef haline getirmiş olan bir hükümetin bakanı, aniden hafıza kaybına uğramış ve AB Komisyonu’nun Ankara temsilcisinin adını mı unutmuştu? Tabii ki hayır. Gül, sorulan soruya sinirlendi.Hükümetin eleştiriliyor olmasına tepki gösterdi. Oysa benim tanıdığım kadarıyla Dışişleri Bakanı, oturmuş ve sakin kişiliğiyle tepkilerini kontrol edebilen bir insan. Tabii ki bu çıkışlar, AB-Türkiye ilişkilerinde önemli değil. Zaten, Avrupa Birliği Komisyonu’nun Türkiye Temsilcisi Büyükelçi Hans Jorg Kretschmer de ‘Bakana kırılmadım’ diyerek olayın büyütülmemesini istedi. Marmara Grubu’nun önceki akşam İstanbul’da düzenlediği toplantıda konuşan Kretschmer, bu konuda sorulan soruya, ‘Gazetecilerin Bakana, Tübitak’ı ziyareti sırasında yönelttikleri sorunun, o anın gündemiyle ilgisi yoktu. Tepkinin nedeni herhalde oydu. Ben Bakana kırılmadım’ yanıtını verdi. Abdullah Gül gibi, Avrupa Birliği ile ilişkileri uzun yıllardan beri izleyen, bu konuyu iyi bilen bir insanın tepkisinin ardında, hükümetin son dönemde yaşadığı ikilem yatıyor. * * * HÜKÜMET ‘kamuoyu’ ile ‘hedefleri’ arasında kendisini sıkışmış hissediyor. Irak savaşı, Washington’dan gelen baskıcı açıklamalar; Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusunda Rumları kollayan tavrı; Avrupa kamuoyunda Türkiye karşıtı tartışmalar; Ermeni soykırımı iddialarının tanınması dayatması Türkiye kamuoyunda Batı karşıtlığını tetikliyor. Aşırı milliyetçi ve İslamcı söylemler prim yapıyor. Anadolu’da MHP, Saadet Partisi ve solcu geçinen bazı tabela partileri bu temelde hükümete karşı birleşiyorlar. Hükümette, 17 Aralık’tan sonra izlenen dağınıklığının ardında bu ‘kamuoyu’ baskısı ve ‘kaybetme’ korkusu var. Ne IMF ile ilişkiler, ne Avrupa Birliği sürecinin koşulları hükümete, muhalefetin alabildiğine kullandığı, kamuoyunun beklentilerini karşılayacak adımlar atmasına olanak veriyor. Teşvik meselesi gibi, türban gibi siyasi jestleri de yapamadığı için AKP’de sinirlilik baş gösteriyor. * * * ÜÇ ay aradan sonra Avrupa ile ilişkiler yeniden canlanıyor. AB’nin genişlemeden sorumlu yeni ismi Olli Rehn ve Troyka’nın ziyaretlerinde esas olarak reformlara devam ve uygulamaya hız verilmesi çağrısında bulunulacak. Gerçi Avrupa henüz Hırvatistan ile müzakereler konusunda hazırlıklarını tamamlayıp Türkiye sayfasını açmadı ama onu harekete geçmeye davet eden bir zorlama da gelmedi bizden. Büyükelçi Kretschmer, Marmara Grubu’nun toplantısında yaptığı konuşmada, bu süreçte Türkiye’nin en büyük sorunu olarak neyi gösterdi biliyor musunuz? Bölgeler arası dengesizliği. ‘Türkiye gibi hiçbir AB üyesi ne de adayı var. Türkiye’de İstanbul gibi büyük kentlerde yaşayanların ortalama geliri Portekiz’e eşit ama Güneydoğu Anadolu’da yaşayanlarınki ise Hindistan ayarında. AB’de böyle büyük bölgesel farklar olamaz’ diyen AB Büyükelçisi, Güneydoğu Anadolu sorununun çözümü için, özel sektörü göreve çağırdı. Hükümetin, ekonomik koşullar gereği, bölgeye yatırım yapmada yetersiz kalabileceğinin altını çizen Kretschmer, ‘Türk özel sektörü, riski alın ve ülkenizin çıkarı için bölgeye gidip yatırım yapın’ dedi. Aslında, bu doğru bir hatırlatma değil mi? 17 Aralık’tan sonra hükümette görülen dağınıklık, sivil toplumda da fark ediliyor. AB konusunda hızlanması için hükümeti uyaran Türk özel sektörü, riskleri de paylaşmaya hazır olmalı. Toparlanma zamanı herkes için geldi.
Yazının Devamını Oku

Gazeteciye hapis

4 Mart 2005
<B>İŞ</B> bittikten sonra, Türk Ceza Yasası’ndaki yeni düzenlemelerin basın özgürlüğünü çok ciddi biçimde tehdit ettiğini fark ettik. Türk Ceza Yasası değişti, onaylandı. 1 Nisan’da yürürlüğe giriyor.

Biz yeni uyanıyoruz.

Oysa kadın örgütleri, Türk Ceza Yasası değişirken kuş uçurtmadılar. Tasarı Alt Komisyon’da görüşülürken adım adım izlendi. Tartışmalar gazetelere yansıdı, kamuoyu yaratıldı.

Kendileriyle ilgili maddelerin tartışılmasından, oylanmasına kadar her adımda, kadınlar haklarını savundular. Eksikleri ve eleştirilen yönleri olmasına rağmen, Türk Ceza Yasası kadınlar açısından bir zaferdi.

Kadınların gösterdiği sivil toplum refleksini biz, gazeteciler gösteremedik.

Gerek Basın Yasası, gerek Türk Ceza Yasası ile ilgili hazırlıkları teflon bir ilgisizlik içinde izledik. Bazı meslek örgütlerinden çıkan cılız sesler içimize işlemedi.

Gazetecilere, habere, basın özgürlüğüne, şeffaflığa, halkın haber alma hakkına tahammülü olmayan zihniyetin ürünü olan bu maddeler elimizi kolumuzu bağlayınca durumun ciddiyetini ancak fark ediyoruz.

* * *

ÖNCE Çakıcı
, Yargıtay ve MİT ile ilgili haberleri yazarak, bu tuhaf ilişki ağını kamu oyuna duyuran Milliyet Gazetesi muhabirleri Tolga Şardan ve Gökçer Tahincioğlu hakkında ceza davası açıldı.

Cılız tepkilerle geçiştirdik.

Gerekçe, 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu’na muhalefet. Yasanın 10’uncu maddesinde yer alan gizlilik kararını ihlaldi.

İki gün önce, Hürriyet Gazetesi’nden arkadaşlarımız Toygun Atilla ve Çetin Aydın da, Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı Ercan Yalçınkaya ile Sedat Peker’in bir adamı arasında geçen telefon görüşmelerini haber yaptıkları için, Sorumlu Yazı İşleri Müdürümüz Necdet Tatlıcan ile birlikte aynı maddeye takıldılar.

Yeni yasamız sayesinde, çetecilerden önce, ilk dava çeteleri haber verenler aleyhinde açılıyor.

* * *

‘KOPENHAG Kriterleri’ni Ankara kriterleri haline getirdik’
diyen hükümetin imzasını taşıyan yasalarla basına getirilen kısıtlamalar hiçbir demokratik ülkede yok.

Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, bu konuda bir açıklama yaptı ve yeni Basın Yasası’nda basın yoluyla işlenmiş suçlara ceza vermeme ilkesinin kabul edildiğini, buna karşın ‘Yeni Türk Ceza Yasası’nın gazetecilere 23 ayrı suçtan hapis cezası verilmesini hükme bağladığını’ söyledi.

Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, yeni TCK’nın 26 maddesinin yeniden gözden geçirilmesi çağrısında bulundu.

Ama sorun sadece TCK değil. Basın Yasası’nda da sorun var.

Hakaret davalarına bakın. Cumhuriyet’in karikatüristi Musa Kart, Başbakan’ı kedi şeklinde çizdiği için 5 milyar lira para cezasına çarptırıldı. Yeni Basın Yasası’nın hakaret suçunu yorumlayışı ve öngördüğü ceza miktarı, eleştirmeyi bile imkansız hale getirecek biçimde. Özellikle yerel medyanın bu koşullarda nefes alması mümkün değil.

* * *

BASINDAN sorumlu Devlet Bakanı Beşir Atalay dahil birçok yetkili, şikayetleri dile getirdiğim zaman açık ya da üstü örtülü biçimde ‘Yasa çıkarken neredeydiniz?’ diyor.

Neredeydik?

Örgütlerimizden elimizi eteğimizi çekerken, meslek ahlakından dem vurarak aslında en iyinin kendimiz olduğunu kanıtlamaya çalışırken; sorumluluklarımızı, ne meslek ne de meslektaşlarımızı ama sadece kendimizi koruyan ‘mevkiler’ haline getirirken sahi biz neredeydik?
Yazının Devamını Oku

Avrupa ile NATO arasında Türkiye pürüzü

28 Şubat 2005
<B>BRÜKSEL </B>kulislerinde, birkaç aydan beri içten içe kaynayan bir sorun sonunda krize dönüşmüş durumda. Krizin nedeni Kıbrıs. Kıbrıs nedeniyle Türkiye frene bastığı için Avrupa Birliği ile NATO arasındaki stratejik görüşmeler yapılamıyor.

Dünkü yazımda, ABD Başkanı Bush’un ziyareti ile yumuşamış gibi görünmesine rağmen, Avrupa ile ABD arasındaki çekişmenin tamamen çözümlenmediğini yazmıştım. ABD, Avrupa ile stratejik ilişkisini NATO çatısı altında sürdürmek isterken, Almanya ve Fransa’nın başı çektiği bir grup Avrupa ülkesi, artık ilişkiyi ‘ikili’ bir hale getirmek istiyor. Brüksel, Washington ile NATO dışında tartışmaktan yana. Avrupa Birliği’nin güvenlik ve dış politikasının bu şekilde daha güçleneceği hesapları yapılıyor.

Avrupa NATO vesayetinden hoşnut değil. Irak savaşı sırasında, Avrupa Birliği’nin NATO dışında Brüksel’de ayrı bir Avrupa komutanlığı kurmaya kalkması, Amerika ve İngiltere tarafından çok soğuk karşılanmıştı.

Bush’un Brüksel ziyareti sırasında, Ortadoğu’dan, NATO’nun Irak’ta daha etkili hale gelmesine kadar birçok konuda görüş birliği sağlanmasına rağmen, transatlantik ilişkilerin geleceği açısından çok önemli olan bu iletişim meselesi henüz çözülmüş değil.

İşte bu çekişme alttan alta sürerken, NATO’da yaşanan Kıbrıs krizi gözleri yeniden Türkiye’ye çevirdi.

* * *

BU
krizi anlatmak için geriye döneceğim. Çünkü, Avrupa Birliği’nden sona şimdi NATO’da da karşımıza yeni bir Kıbrıs krizi çıkmakta.

Anımsayacaksınız birkaç yıl önce Kıbrıs nedeniyle Türkiye, NATO’da veto hakkını kullanma aşamasına gelmişti.

Avrupa, dış politikasını ve askeri gücünü oluşturma kararı alırken, NATO’nun olanaklarından yararlanmayı da isteyince Türkiye’nin direnişi ile karşılaştı. Sorun, 2003 yılında Washington Zirvesi’nde çözüldü.

Avrupa Birliği ile NATO arasında Berlin Plus Anlaşması yapıldı. Bu anlaşmanın maddelerinden biri de Malta ve Kıbrıs’ın, NATO-Avrupa arasındaki görüşmeler dışında kalmalarıydı. Türkiye rahatlamıştı.

Pekiyi o zaman bu anlaşmadan iki yıl sonra, şimdi neden yeniden bir krizle, üstelik de Türkiye’yi baskı altına sokan bir krizle karşı karşıyayız?

* * *

KRİZİN
esas nedeni bana göre, Avrupa’nın NATO’ya direnişinden kaynaklanıyor. Ama tabii görüntü bambaşka.

Bir süre önce, Washington Avrupa ile NATO içinde terör gibi konuları konuşmak üzere harekete geçti. Buna yanıt, ‘Tabii geliriz ama Kıbrıs ve Malta da bizimle bu görüşmelere katılacak. Çünkü onlar da artık üyemiz. Ya onlarla geliriz, ya da gelmeyiz’ oldu.

O zaman da Türkiye, anlaşmaya dayanarak Kıbrıs ile aynı masaya oturmayacağını söyledi. NATO’ya fren koydu. Süreç tıkandı.

Ya anlaşma? Avrupa Birliği belgeleri ile NATO’nun metni arasında bir fark olduğu ortaya çıktı. NATO’da alınan kararda, Kıbrıs ve Malta’nın ‘NATO ile AB arasındaki askeri ve stratejik işbirliği görüşmelerine katılamayacakları’ söylenmiş. Avrupa’nın belgelerinde ise sadece ‘askeri görüşmelere katılamazlar’ denmiş.

Tabii, var olduğunuz her platformda sonuçları kontrol edebiliyorsunuz, yoksanız kontrol edemiyorsunuz.

O yüzden Avrupa şimdi stratejik görüşmelere bütün üyelerim katılır diye bastırıyor. Türkiye karşı çıkıyor.

ABD ve İngiltere ise Türkiye’ye, ‘Avrupa ile stratejik işbirliğinde, terör gibi konuları birlikte konuşmakta senin de çıkarın var. Direnme’baskısı yapıyorlar.

Pekiyi ya Türkiye direnirse? ‘O zaman bu ilişki senin dışında gelişir’ resti çekilmiş.

Geçen hafta sorun, Başbakan Erdoğan ile İngiltere Başbakanı Blair arasında ele alınmış ama sonuca varılamamış.
Yazının Devamını Oku

Rekabet engeli

27 Şubat 2005
BRÜKSEL HERKES memnun, Amerika ile Avrupa Birliği arasındaki gerginlik ortamı Başkan Bush’un ziyareti ile aşılmış gibi görünüyor. Ama iletişim sorunu hálá masada. Diyaloğun nasıl devam edeceği belli değil.Evet, Suriye ve Lübnan konusunda Fransa ile anlaşma sağlandı, İran ile sorunların diplomatik yollardan çözümü konusunda Almanya ve diğer AB üyesi ülkelerle fikir birliği oluştu. Ayrıca, Avrupa artık NATO vasıtasıyla Irak’ın yeniden yapılanmasında rol almaya yanaştı, ama anlaşma sağlanamayan çok önemli bir nokta var. Avrupa Birliği ile ABD arasındaki diyalogun mekanizması ne olacak? Yani Brüksel ile Washington birbirleri ile nasıl konuşacaklar? Açsın telefonu konuşsun, ya da e-postayı kullansın demekle olmuyor tabii. İnce işler bunlar, Avrupa Birliği ile ABD’yi birbirine rakip iki güç olarak tasarlayanlar ile böyle bir gelişmeye izin vermemek için çabalayanlar arasındaki ince ya da kaba rekabet iletişim kanallarını tıkıyor. ŞİZOFRENİK DURUM Washington, Avrupa Birliği ile ilişkinin NATO içinde sürmesinde ısrarcı. Almanya Başbakanı Schröder’in, ‘Avrupa Birliği ile AB arasındaki diyalogu, NATO dışında kurulacak bir panele taşıma’ önerisi, Chirac tarafından da desteklenmesine rağmen, Atlantik ötesinden gelen ziyaretçiye kabul ettirilemedi. Bu anlaşmazlık ciddi sorunlara yol açıyor. Brüksel’de, Bush’un ziyaretinin hemen sonrasında gerçekleşen Türk Atlantik Konseyi toplantıları sırasında NATO Genel Sekreteri’nin yardımcılarından Jamie Shea, ‘Avrupa Birliği ile NATO arasındaki diyalogu geliştirmek zorundayız. Şimdi şizofrenik bir durum var. Amerikalılar NATO’ya konuşuyor ama bunun karşısındaki Avrupa-NATO kanalı açık değil’ diyor. Shea’ya göre, Washington ile Brüksel’in işbirliğini gerektiren Ukrayna meselesi ve Ortadoğu barış sürecinin başarısı gibi iki çok önemli konu var. Bu konularla nasıl başa çıkılacak, NATO Avrupa Birliği ilişkileri nasıl dinamizm kazanacak? Şu anda belli değil. SİYASİ NATO ABD ile Avrupa Birliği arasındaki iletişim kanallarının aktif biçimde devreye girmesi için NATO Genel Sekreteri bir paket hazırlayacak ve nisan ayında NATO üyesi ülkeler Dışişleri Bakanları’nın Vilnius’taki toplantısında sunacak. Paketin amacı, NATO’nun sadece askeri değil ama siyasi konuların da tartışıldığı bir platforma dönüşmesini ve tabii ki Transatlantik ilişkinin esas platformu haline gelmesini sağlamak. Brüksel’de görüştüğüm birçok yetkili, ‘Biz burada Irak’ı konuşmalıydık. Hiç konuşmadık. Neden Ortadoğu’yu da konuşmayalım? 60-70’lerde siyasi konsültasyonlar da yapılırdı burada. Siyasi diyalog bizim kültürümüzde vardı. Son yirmi yıldır neden yok oldu’ sorusunu soruyor. NATO üyesi ülkeler kamu diplomasisi bölümü Başkanı Stefanie Babst, ‘AB ile NATO arasındaki ortaklıkta siyasi irade eksikliği var. Evet, Avrupa Birliği ile NATO Balkanlar’da ortak iş yapıyor. Ama biz, terör konularında daha çok siyasi diyaloga dayalı işbirliği de yapabilmek istiyoruz. Bunu gerçekleştirebileceğimiz araçlar var. Berlin anlaşması gibi’ diyor. TÜRKİYE AÇISINDAN İşte buraya bir nokta koyun. Çünkü tam da bu noktada, AB ile NATO arasındaki bu anlaşma noktasında, içinde bizim de olduğumuz ciddi bir pürüz var. Ama burada kesmek zorundayım. Brüksel-Washington diyalogunun, güçlü üyelerinden biri olduğumuz NATO içinde devam etmesinin bizim açımızdan da önemli olduğunu söylemekle yetinip, bu pürüzün ne olduğunu yarınki yazıma bırakıyorum. İyi pazarlar sevgili okuyucularım.
Yazının Devamını Oku

NATO Zirvesi’nin ardından

25 Şubat 2005
<B><I> BRÜKSEL<br><br></I>BRÜKSEL</B>’de kar yağıyor. NATO koridorları Bush’un ziyaretinin ardından eski sessizliğine kavuşmuş. Ama üç gün önce burada yapılan toplantının yankıları hálá sürüyor. NATO kulislerinde kulağıma gelen zirve sonrası değerlendirmeler ilginç. Brüksel Zirvesi aslında, tarihi İstanbul Zirvesi’nin devamı olarak görülüyor.

NATO Genel Sekreteri de Hoop Scheffer’in yardımcılarından Jamie Shea, dün Brüksel’de NATO karargahında yaptığımız görüşmede, ‘NATO’nun şanlı bir geçmişi oldu, şimdi şanlı bir gelecek için çalışıyoruz’ diyordu.

NATO’nun geleceği hálá çok belirli değil. Ama Irak konusunda sağlanan ilerlemeler bu yolda umut verici olarak değerlendiriliyor.

Brüksel Zirvesi, Irak savaşı sırasında yalnız kalan Washington’un, bu ülkeyi yeniden inşasında NATO’dan istediği desteği bulmaya başladığını gösteriyor.

* * *

NATO
Merkezi’nde görüştüğüm yetkililere göre, NATO’nun Irak ile ilgili olarak dört noktada toplanan isteklerine bütün üyelerden olumlu yanıtlar gelmesi bunun göstergesi.

Dört noktada alınan önemli kararlar şunlar:

Ağustos’tan itibaren, Bağdat’ta güvenli bölgede Irak güvenlik güçlerinin eğitimini yapan 111 NATO yetkilisinin sayısı, NATO üyesi ülkelerin daha fazla katkıda bulunma kararlılığı ile 360’a yükseldi. Böylece NATO’nun önümüzdeki bir yıl için ön gördüğü hedef karşılanmış oldu. Irak’ta 10 ülke eğitim veriyordu şimdi bu sayı 15’e yükseldi.

Güvenlik görevlilerinin Irak dışında eğitimleri için, Fransa ve Almanya dahil Avrupa Birliği’nin, Amerika’nın Irak politikalarına en fazla şüpheyle bakan ülkeleri de sorumluluk üstlenmeyi kabul ettiler. Örneğin Fransa Ürdün’de eğitim verecek.

NATO fonu için katkı fazlasıyla bulundu. NATO Sözcülerinden Carmen Romero, ‘Biz 3.4 milyon euro istedik, 21 ülke katkıda bulunacağını açıkladı ve şimdi bir yıllık harcamalarımız için 4 milyon euro sağlanmış oldu fona’ diyor.

Askeri malzemenin koordinasyonuna katkıda bulunan ülkelerin sayısı arttı.

Bütün bunlara bakıldığında, ABD’nin Irak’tan çıkma stratejisini hayata geçirmeye başladığını görmemek mümkün değil. Öyle ya geçen yıl bu zamanlarda, ABD NATO gündemine Irak’ta aktif olarak görev alma konusunu getirmişti. Washington’un bu talebine hiç de sıcak bakılmadığını hatırlatmaya gerek var mı?

NATO yetkilileri, ‘Siyaset değişikliğine Irak seçimleri yol açtı’ yorumunu yapıyorlar.

* * *

TÜRKİYE
ile Amerika arasında, her iki tarafta bazı çevreler tarafından abartıldığına inandığım derin ‘imaj’ sorunu yaşanırken, Türkiye de Irak’ın yeniden inşasına katkısını arttıran ülkeler arasında yer alıyor. Ankara’daki Barış İçin Ortaklık tesisinde Iraklı üst düzey güvenlik görevlilerinin eğitilebileceği teklifi yapıldı. Aslında bu teklif hep masadaydı ama Washington Irak içinde daha etkili bir NATO gücünün örülür hale gelmesi için ‘dışarıda’ eğitim formüllerine sıcak bakmıyordu. Şimdi 120 ile 150 arası Iraklı Türkiye’de eğitilecek. Bağdat’ta güvenli bölge içindeki NATO karargahındaki 1 olan Türk subay sayısı 5’e kadar arttırılabilecek. Ve hepimizin bildiği gibi Türkiye, Irak fonuna 100 bin Euro katkıda bulunacak.

Bunlar iyi de bana göre yeterli değil. Türkiye’nin Irak’ın yeniden inşasında daha aktif bir rol alabileceğini düşünüyorum. Çünkü bu artık, bir NATO misyonu. Ve ABD’nin bölgeden çıkışını hızlandıracak bir faaliyet. Irak içinde eğitimin zorlukları, siyasi polemiğe neden olabilecek sıkıntıları var. Ama mesela Habur’da daha büyük bir eğitim kampı kurulması düşünülemez miydi? Irak ile Türkiye arasında savaşla başlayan süreçte Kürt meselesinden Kerkük atışmasına kadar birçok sorun yaşandı. Irak’ın yeniden yapılandırılmasında uluslararası kamuoyu ile birlikte alınacak daha aktif bir rol, bu sorunların aşılmasına da olanak sağlayabilir.

Brüksel Zirvesi’nin bir başka önemli konusu da Transatlantik ilişkiler. Avrupa ile ABD diyalogu sağlandı mı? Bu sorunun NATO kulislerinden yanıtını sonraki yazıya bırakıyorum.
Yazının Devamını Oku