Gerçekten de öyle... Uzun yıllardır tanıdığım Nihat Özdemir, bir konu nedeniyle çok rahatsız.. Hatta ‘rahatsız’ sözü bile tam anlamıyla karşılamıyor... “Kızgın, öfkeli ve kırgın...” Çünkü futbol camiasını ciddi şekilde yaralayan bir durumla karşıya...
Peki nedir bu durum? Önceki gün kendisine çok yakın bir isimle sohbet ederken öğreniyorum.. Özdemir’in sıkıntısının adı şu: “Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un futbolu siyasete karıştırması... Taraftarı belirli isimlere karşı yönlendirmesi... Özdemir bu olayın devam etmesi halinde futbol camiasının giderek politize olmasından korkuyor. Ve önceki gün çok yakınındaki birkaç isme bu durumu şöyle özetlediğini öğreniyorum:
DİVANDAKİ 1.5 SAATLİK KONUŞMANIN İNCE NOKTASI
“Bakın bu gidiş hiç iyi değil. Statlarda taraftarı politik tezahürata hazırlayacak konuşmalar yapılıyor. İşte cumartesi günü Fenerbahçe Divan Kurulu’nda yaşanan olay... Saat 11.00 de toplanan divan kurulunda başkan Ali Koç tam 1.5 saat konuşuyor. İşte meselenin ince noktası da bu konuşmadır...”
Özdemir’i dinleyen yakın dostlarından birisi soruyor: “Nedir o ince nokta?” Nihat Özdemir anlatmaya devam ediyor ve diyalog şöyle sürüyor:
“Arkadaş, başkan Ali Koç 1.5 saatlik konuşmasının neredeyse 1 saatini kimlere ayırıyor biliyor musunuz?” -Kimlere? -TFF Başkanı olarak ben Nihat Özdemir’e... Sonra Trabzonspor’a... Sonra... Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a... Sonra Ulaştırma Bakanı Mehmet Cahit Turhan’a... Bir divan konuşması böyle olunca sonuç da böyle oluyor işte... Taraftar resmen maç öncesi kuruluyor.
-Yani?..
ALANYA MAÇI ÖNCESİ KOÇ SİNYALİ VERİYOR
TOPKAPI Sarayı’ndan boğazın eşsiz manzarasına doğru bakıyoruz.
AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’la samimi bir sohbet...
Numan Bey, “sert ifadeler” yerine pozitif ve yapıcı cümlelerle konuşur.
Bu nedenle de çözümden yanadır. Müzakereden ve anlayıştan yanadır.
Ve işte böyle bir bakışla, AK Parti üzerine konuşuyoruz...
Soruyorum:
- İstanbul’un kaybedilmesi üzerine neler düşünüldü? Ne tür önlemler, çalışmalar var?
Numan Bey
Bakan Akar İdlib, Libya, Doğu Akdeniz ve TSK’daki yeni düzen üzerine önemli şeyler söyledi.Başlıklar halinde gidersek. Soruyorum:
İdlib dahil bir kararlılıktan söz ediyorsunuz. Bu kararlılığın ölçüsü nedir?
Bakan Akar önce şehitlerimizi anıyor: “Öncelikle İdlib’de rejim unsurlarının alçak saldırısında şehit olan TSK mensuplarına ve yine Van’da meydana gelen elim hadisede şehit olan askerlerimize ve hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz."
”ÖLÜRSEK ŞEHİT, KALIRSAK GAZİ"Ardından çok kesin konuşuyor:“ Biz bunu muhataplarımıza da söylüyoruz. Kararlılığımız şudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği, egemenliği ve bağımsızlığı ile asil milletimizin huzur ve refahı söz konusudur. Bunlara yönelebilecek her türlü tehdit ve tehlikeye karşı mücadelemizi ‘Ölürsek şehit, kalırsak gazi’ anlayışıyla sürdürüyoruz, sürdürmekte kararlıyız. Bunu muhataplarımıza böyle söyledik. Söylüyoruz.”
Şöyle diyorum:
“Yahu arkadaşlar, bize bir film seyrettiriliyor. Ama aynı perdede aynı anda iki film birden seyrediyoruz. Öndeki oyunla arkadaki replikler bir türlü tutmuyor.”
Nasıl mı?
İşte son iki örnek:
Rusya desteğindeki Esad güçleri İdlib’e doğru saldırıya geçti.
Türkiye, Rusya’yı uyardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’le görüştü.
Her görüşme sonrasında, Rusya “ateşkes sözü” verdi.
Son olarak Cumhurbaşkanı
SON teknolojiyle donatılmış “tasarım sınıfları”ndan, laboratuvarlardan geçip dersliklere doğru yürürken Semiha Yıldırım, yanındaki genç öğretmene şöyle diyor:
“1974-75 yılında ilk tayinim İstanbul Bahçelievler’de bir okula çıkmıştı. Binali Bey’le düştük yollara. Bütün gün okulu aradık. Bulamadık. Sonunda bir taksiciye sorduk. Nihayet okulu bulabildik.”
Genç öğretmen sordu:
“Nasıldı okul hocam?”
Semiha Hoca güldü:
“Cam çerçeve kırık. Sıralar perişan. Soba yanmıyor. Öğrenciler sınıftan taşıyor. O derece kalabalık ve müthiş bir gürültü... Şimdi bu okula bakıyorum da... Çok şükür, o günlerden bugünlere geldi ülkemiz...”
Evet, bu sabah Binali Yıldırım İlkokulu’nun açılışı var.
Türkiye turizminin merkezi Fethiye... Marmaris... Bodrum... Kaş... Kekova...
Bırakın denetleme yetkisini, kilometrelerce körfezlere, kıyılara sahip bu belediyelerin, adalara, koylara denizden gidecekleri bir kayıkları bile yok.
Ve daha neleri yok neleri. Ben bu yokları duyunca inanamadım...
İşte Fethiye...
Türkiye’nin katıldığı bütün turizm fuarlarında şu tanıtım afişi vardır...
Bir önceki Londra Fuarı’nda görmüşüm. Türk standında devasa bir Ölüdeniz afişi...
Ardından Pekin’deki Türk standında insana
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce’nin annesini hastanede ziyaret ediyordu.
Fotoğraf karesinde ismi yazılmamış. Yapılan açıklamada da ismi yoktu.
Baktım...
Saçları bembeyaz olmuş. Ama zaman o güler yüzlü, sevecen halini silememişti.
Fotoğrafa bakarken çok gerilere gittim.
İşte şimdi fotoğraftaki bu doktorla başka bir doktorun hikâyesini anlatacağım.
Türkiye’nin ilk organ nakillerini yapmış, Ankara’da muazzam bir hastane kurmuştu.
Ama Elazığ’da ben bir şey daha fark ettim. Enkaz altında öyle bir ruh gördüm ki... İnsanlığın enkaz altından yükselişini gördüm. Fotoğraflarla anlatırsam eğer...
GÖREVLİNİN GÖZLERİNDEKİ MUTLULUK
İşte minik Yüsra... Onu enkazdan çıkaran görevlinin gözlerine bakar mısınız... Gözlerindeki o mutluluğa... O ruha...
Yanındaki ses şöyle diyor: “Anne aşağıda bebeğinin üzerine kapanmış. Kolu sıkışmış.”
BİRİ JANDARMA BİRİ İTFAİYECİ