Film, 1964 yılında İngiltere’deki devlet radyo tekelini kırmak üzere uluslararası açık sulardan pop müzik yayını yapan ilk korsan radyonun, “Radio Caroline”ın hikâyesini anlatıyor.
Bu radyo İngiltere’de çılgın DJ’ler kuşağının başlangıcıdır.
*
İşte onlardan biri, Amerikan vatandaşı bir DJ gece yayınında “İngiliz halkı birazdan bir radyodan ilk defa baş harfi ‘S’ ile başlayan o kelimeyi işitecek” diyor... Tabii filmin İngilizcesinde bu “F” harfiyle başlayan “F...k” kelimesi...
*
O sırada radyonun kurucusu ve patronu müdahale ediyor, “Sakın söyleme, başımızı iyice belaya sokarsın” diyor...
Bunun üzerine Amerikalı DJ, dinleyicilere “Patron bu kelimeyi kullanmamı yasakladı. Ben de kullanmıyorum. Ama bilin ki hayattayız” diyor ve The Hollies’in o günlerde benim de çok sevdiğim şarkısı “I’m Alive”ı (Ben Hayattayım) koyuyor.
Şarkı devam ederken, mikrofonu bırakıp patronuna dönüyor şunu diyor: “
*
Gişede çalışan biri kadın öteki erkek iki görevliyi ayağa kalkmadığı için tokatlayan, kafalarını duvara çarpan adam...
*
Helal olsun o erkeğe, patron matron demeden karşısına dikiliyor.
Helal olsun o kadına...
Günlerce uğraşıp sonuç alamayınca, güvenlik kamerası görüntülerini sosyal medyaya verip, o kontrolsüz tehlikeli magandayı teşhir edip ne mal olduğunu herkese gösterdi...
*
Ancak ortada ciddi bir mesele var.
Çünkü Adalet Bakanlığı bu reformu hazırlarken onun görüşlerini de almıştı.
*
Sedat Ergin adalet duygusu çok kuvvetli bir gazetecidir...
Onun da bu sunuma davet edilmesine sevindim...
Paketin açıklanmasını işte bu olumlu duygularla izledim.
*
Görüşlerim şu:
- Her şeyden önce 15 Temmuz’da başlayan ve ne yazık ki uygulamada pek çok haksızlıklara da yol açan
Çünkü bu kafasını avukatın etek boyuna takan ve onun etek fotoğrafını çekip baroya göndermek isteyen bir hâkimin yaptığını ciddiye almak anlamına gelecek...
*
- Hâkimlik mesleği açısından trajikomiktir diyeceğim onu da diyemiyorum.
Çünkü hâkimlik mesleğine hâlâ saygım var...
*
Neyse ki HSK görevinden almış...
Böylece kimse de “Avukatın etek boyu mu yoksa hâkimin akıl boyu mu daha kısa” gibi bir tartışmaya girmek zorunda kalmadı.
*
Bu yıl konuşmacı olarak Kocaeli Kitap Fuarı’na davet edildim.
Orada siyasi bir konuşma yapmak istemedim.
“Çizgi romanın yükselişi ve Marvel kahramanları” konulu bir konuşma yaptım.
Çok da ilgi gördü...
*
Ondan bir gün önce Bülent Arınç’ın bir yakınından telefon geldi.
“Yarın Bülent Bey de kitabı üzerine konuşmak için Kocaeli’nde olacak. Vaktiniz olursa bir kahve içmek ister” dedi...
“Ben daha çok isterim”
Almanya’nın Bavyera eyaletinde çok az insanın tanıdığı bir siyasetçiydi...
“Arılarımız ölüyor, bir şeyler yapmalıyız” diye başladı yürüyüşüne...
*
Amacı, tarımsal alanlarda daha az kimyasal gübre kullanılmasını sağlayarak arıları kurtarmaktı.
*
Sosyal demokratı, Hıristiyan demokratı önce burun kıvırdı...
“Git işine kardeşim” dedi...
Oysa onun işi buydu ve o işine gitti.
Asya’nın yeni zenginlerini anlatan “Çılgın Asyalı Zenginler” filmini çok severek ve çok eğlenerek seyrettim.
*
Bugün birinci yazı olarak o filmi anlatacaktım, ama sabah uyandığımda önüme öyle bir yazı düştü ki...
Yazı sıram değişti...
Çünkü bu yazı da “muhafazakâr Türkiye’nin yeni zengin Türkleri” ile ilgiliydi.
*
Ben, “eski Türkiye”nin zenginlerini tanırım da yenisininkini pek bilmiyordum.
Ama bu yazıyı yazan içeriden biriydi.
İstanbul’daki Kürt seçmenleri etkilemek için müthiş bir yeraltı savaşı yaşanıyormuş.
Hem AK Parti hem CHP bu seçmeni etkilemek için Güneydoğu’daki “mele”leri İstanbul’a getiriyormuş.
*
Güneydoğu’da ve Doğu’da özellikle Kürt vatandaşlarımızın bulunduğu yerlerde, imamlara ve dini bakımdan sözü dinlenen insanlara “mele” denirmiş.
Düşünebiliyor musunuz, en batımızdaki en mega şehrimizde, belediye başkanlarını seçecek Kürt vatandaşları etkilemek için hâlâ “mele”lerden medet umuluyor...
*
Bir de başka gelişmeler var.
CHP’nin 31 Mart seçim sürecinde reklam kampanyasını yürüten