Dünyanın belki de en renkli, en büyük festivali İzmir’den doğabilir...
Hatta iddiamı daha da büyüteyim...
İzmir’den “Halloween” kadar küresel bir festival doğabilir...
Adı da harika...
“Süslü Kadınlar...”
Dokuz yıl önce İzmir’den o ilk fotoğraf geldiğinde içim öylesine açılmıştı ki...
Rengârenk kadınlar bisiklet üzerinde şehri turluyorlardı...
Tam tarihi ile 12 Ağustos 1975 günü İsviçre’nin Zürih şehrinde bir binada kahverengi iplerle bağlı paketlerin mühürleri açıldı.
Paketlerin içinde 32 defter vardı.
Her defter, her birinde 100 ile 200 sayfa arasında elle yazılmış notlardan oluşuyordu.
*
Defterler, dünyanın en büyük romancılarından biri olan Thomas Mann’ın tuttuğu günlük ve aldığı notlardan oluşuyordu.
Thomas Mann, 12 Ağustos 1955’te Zürih’te ölmüştü.
Başkent Ankara’da bir temsilcilik ofisi açtı...
Ne olduğunu anlamak için bir yıl geriye gidelim.
*
Geçen yıl pandeminin tam ortasında, yani 2020’nin ağustos ayında birden şu haberler çıktı:
“İmamoğlu Ankara’da ofis mi tuttu?”
Üstelik İmamoğlu’nun tuttuğu ofis, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne 10 dakika mesafedeydi.
Bu gelişme o günlerde Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olmayı arzu ettiği biçimde yorumlandı.
*
Son 20 yılda beni en etkileyen sözlerden birini, çok ilgiyle okuduğum sanat yazarı Mehmet Ergüven söylemişti: “Aldığımız zevklerden bıkarız, ama verdiğimiz zevklerden hiç bıkmayız.”
Önceki akşam maç bittiğinde Fenerbahçeli futbolcuların tek tek yüzlerine baktım...
Hepsinin yüzündeki ifade neredeyse aynıydı. Bu takım yıllardır, taraftarına belki de ilk defa verdiği zevkin keyfini çıkarıyordu. Evet, çocuklar oyundan aldıkları keyfi değil, takımıyla gurur duymanın hasretini çeken bir taraftara o zevki vermenin keyfini yaşıyordu.
Ben bir futbol uzmanı değilim... İyi bir taraftarım... Tıpkı bir şarap uzmanı olmayıp, çok iyi bir şarap içicisi olduğum gibi... Şarap yapımcısının kendi aldığı zevki değil, bana verdiği zevki önemserim.
FUTBOLUN 'YENİ NORMALİ' BU
Öyle bir çağa geldik ki; artık herkes futboldan anlıyor. Hem de çok iyi anlıyor. O nedenle, futbol artık, oyuncuların oynarken aldığı keyiften çok, seyreden taraftarına verdiği zevkle ölçülüyor.
Futbolun ‘yeni normali’ bu... Frankfurt deplasmanındaki Fenerbahçe, işte futbolun bu ‘yeni normalini’ anlamış bir takımdı.
TAKIMDAŞLIK RUHUNU ÖĞRENEN BİR MESUT VARDI
Bugün de ülkemizin seçilmiş başbakanı Adnan Menderes’in idamının 60’ıncı yılı...
O meşum geceyi çok iyi hatırlıyorum...
Dün Sedat Ergin o idamları öylesine etkileyici ve dramatik bir şekilde yazdı ki...
Yine o gecelere döndüm...
*
İzmir’de 13 yaşında bir çocuktum...
Hepsi Demokrat Parti’ye oy veren Bulgaristan göçmeni bir aileydik...
Evimizde sabaha kadar Kuran okunmuştu...
Her MET Balosu gibi kırmızı halısı rengârenkti...
Ama bu defaki kırmızı halı aynı zamanda “Post Covid-19” döneminin yeni normalinin çizgilerini de verdi.
Bununla ilgili haberleri televizyonlarda ve gazetelerde izlediniz...
Ben size oralarda görmediğim önemli bir ayrıntıyı aktaracağım.
Benim için gecenin en şaşırtan kişiliği genç şarkıcı Billie Eilish’ti ve ötekilerden farklı bir yazıyı hak ediyordu.
MET’in bütün merdivenlerini kaplayan bir Oscar de la Renta ile gelmişti...
Bol pantolonlar, ondan bol tişörtler, yeşil-mavi saçları ile “yeni sallapatiliğin” simgesi olan Billie Eilish adeta Pamuk Prenses kılığında bir Marilyn Monroe’ya dönüşmüştü.
O gün, ben de bizim tarihimizin en ünlü “milli ve yerli çapkını” Süha Özgermi’yi tanıtmıştım...
1980’li yıllarda Türk magazin medyasının en önemli ve en renkli figürlerinden biriydi...
Yazının çıktığı gün Habertürk yazarı Murat Bardakçı aradı...
“Süha Bey’i yazmışsın... Onu bir de ben yazayım. Bakın, çoğu insanın ‘Ha, milli çapkın mı?’ diye dudak büktüğü o karakterin arkasında nasıl bir insan var...”
Murat, bunu 22 Eylül 2013 günü, onun ölümünden sonra Habertürk’te yazmış.
Yazının başlığı şu:
“‘Milli çapkın’ Süha Özgermi’nin Abdülhamid’e uzanan aile öyküsü”
İşinsanı Sadettin Saran’la birlikte Hırvatistan’ın Split şehrine gittik.
Saran grubunun orada çok güzel bir oteli var.
Adı “Le Méridien Lav”...
*
İlk akşam Split’in yeni seçilen Belediye Başkanı Ivica Puljak ve eşi Marjiana Puljak’la yemek yedik...
Hırvat sisteminde “seçimle gelen” belediye başkanı şehrin en üst yöneticisi oluyor.
Yani merkezi hükümetin atadığı bir vali yok ve yetkiler seçimle gelen belediye başkanı ile Belediye Meclisi’nde...