Önce Kadıköy Belediyesi’nin bir görevlisi... Bir kova taşıyıcısı, o sesi duydu...
Herkesi uyardı...
Sonra Tunceli AFAD’dan bir görevli bebeğin yanına indi...
Büyük bir sevgiyle elini tuttu Ayda bebeğin...
Hemen yanında Manisa Belediyesi’nden bir görevli vardı...
Bir jandarma görevlisini gördük o arada...
Biraz ileride Bursa Belediyesi’nden bir başkası...
Saat 01.00 civarı...
Alt kattan aniden bir çığlık geliyor...
Koşuyoruz...
Torunum Zeynep, ağzında maskesi ile haykırıyor...
“Kurtuldu... Yaşasın İdil kurtuldu...”
Kendim kadar eminim... Aynı an, Türkiye’nin dört bir yanında evlerden aynı sevinç çığlıkları yükseliyordu...
*
Sonra sabah oldu...
Tahminen 5 veya 6 Ekim günü...
İzmir’in Kordon Boyu’ndan geçen bir otomobil fotoğrafta gördüğünüz bu binanın önünde durur...
Şoförün yanındaki kapı açılır, yuvarlak gözlüklü, papyonlu ve ince yapılı bir adam iner...
Biraz sonra binanın önünde kendisini karşılayanlarla birlikte bu pozu verecektir...
Bu fotoğraf karesi 72 yıl arşivlerde kaldıktan sonra bu yıl eylül ayında yayınlanan bir kitapta gün yüzüne çıkacaktır.
Kadere bakın ki, bu kitap, İzmir’de cuma günü yaşanan depremden bir hafta önce
Sallanırdı bizim evlerimiz...
Durmadan, sık sık sallanırdı...
*
İdmanlıydık... Evimiz sallanmaya başladığında dışarı fırlamak biz çocuklar için hulahup çevirmek kadar basitti...
Çünkü kaçmak için ya aşacak bir kapı, ya da inecek üç-beş basamak vardı.
*
Benim çocukluğumda İzmirli, bir San Franciscolu, bir Tokyolu gibiydi...
Tek katlı evlerimiz, iki katlı yuvalarımız en büyük dostumuzdu...
İki yıl önce Yeni Şafak gazetesinde Ergün Yıldırım’ın yazısında okumuştum.
Beyaz muhafazakâr portresini şöyle çiziyordu:
*
Bunlar “kentlileşen muhafazakârlardır”.
Ekonomik açıdan belli üst gelir grubuna mensupturlar.
Çocukları kolejlerde okuyor.
Tüccar, sanayici, bankalarda tepe yönetici ve iyi para kazanan doktorlar gibi meslek gruplarında yer alıyorlar.
Çocuklarını kolejlere göndermek için çok para harcıyorlar.
Bu Cumhuriyet Bayramı günü...
Yazıma Sabancı Grubu’nun hazırlattığı “29 Ekim” videosu ile başlayacağım... Çünkü çok sevdim bu videoyu...
Ekrandaki Cumhuriyet sanatçısı soruyor:
“Cumhuriyet kaç kere ilan edildi bilir misiniz?”
Ve başlıyor saymaya...
“Her kız çocuğu ilkokula başladığında, Cumhuriyet bir kere daha ilan edildi...”
*
Bütün dünyada İslam’ın tartışıldığı şu günlerde Türkiye Cumhuriyeti devletinden gelen en önemli sözler diye okumuştum...
Önce İslamofobinin yaygınlaştığı ülkelere Müslüman ülkelerde yükselen tepkiyi anlatıyor: Diyor ki:
“Müslümanlar kendi kutsallarına yapılan saldırıları sonuna kadar reddetmek ve meşru kurallar çerçevesinde tepkisini göstermek zorunda. Aksi halde kendisine ihanet etmiş olur.”
Arkasından Müslüman dünyaya sesleniyor, diyor ki:
“Fakat bunu şiddet, terör ve cinayet yoluyla yapmaya başladığında bu mücadeleyi daha baştan kaybetmiş olur. Zira Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi ‘Savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir’.”
Sonra Fransa’da başı kesilerek öldürülen öğretmen olayına tepkisini çok net ifadelerle belirtiyor, diyor ki:
“Fransa’da malum karikatürleri derste gösterdiği için bir öğretmenin öldürülmesi de asla kabul edilemez, asla meşru gösterilemez. Bu kısırdöngüden çıkmak zorundayız, aksi halde ‘Dişe diş, göze göz’ diye diye ortada sağlam bir tane insan kalmayacak.”
Ama geçen hafta bir gelişme daha oldu ki, onu da muhtemelen benden okuyacaksınız...
Önce hikâyenin başından başlayalım.
Povalikhino Moskova’nın 500 km kadar doğusunda küçücük bir kasaba...
Eylül ayının başında bu kasabada yerel seçim vardı.
Kasabanın belediye başkanı Nikolay Loktev tekrar seçileceğinden emindi ama bir sorunu vardı.
Seçimde karşısına hiçbir aday çıkmamıştı.
Bu da seçimi şaibeli hale getirebilirdi.