Paylaş
İki yıl önce Yeni Şafak gazetesinde Ergün Yıldırım’ın yazısında okumuştum.
Beyaz muhafazakâr portresini şöyle çiziyordu:
*
Bunlar “kentlileşen muhafazakârlardır”.
Ekonomik açıdan belli üst gelir grubuna mensupturlar.
Çocukları kolejlerde okuyor.
Tüccar, sanayici, bankalarda tepe yönetici ve iyi para kazanan doktorlar gibi meslek gruplarında yer alıyorlar.
Çocuklarını kolejlere göndermek için çok para harcıyorlar.
*
Fransa’ya boykot olayından sonra şimdi asıl tartışma başlıyor.
Cevabı aranan soru da şu:
“Beyaz Türkler” gibi “beyaz muhafazakârlar” da Fransa boykotundan ne kadar etkilenecek?
Ama önce şu sorunun cevabını vermeliyiz:
“Beyaz muhafazakârlar para kazandıkça inançlarının gereklerini yerine getirme biçimi değişiyor mu?”
*
Yeni Şafak yazarı 2 yıl önce bu soruya da şu cevabı vermişti.
Gelin ikinci yazıda ona da bakalım.
‘BEYAZ MUHAFAZAKÂR’IN DÜĞÜNÜ HÂLÂ AYNI SALONDA MI YAPILIYOR
Yeni Şafak yazarı 2018’de şöyle yazmıştı:
“Beyaz muhafazakârlar, geniş muhafazakâr kesimle aynı idealleri paylaşıyorlar.”
“Hepsi oruç tutar, aynı camilerde teravih ifa ederler...”
Arkasından “Ancak” diyerek şöyle devam ediyor:
“Ancak tüketim alışkanlıkları, gündelik sosyal mekân ve tatil yerleri ile ciddi bir farklılaşma içine girdiler...”
“Diğer muhafazakârlardan birçok açıdan farklılaşıyorlar. Kaldıkları siteler lüks, düğünlerini yaptıkları mekânlar da lüks...”
*
Sosyoloji eğitimi almış biri olarak bu tespit bana şunu söylüyor:
Geleneksel muhafazakârlarla, beyaz muhafazakârlar artık “Yağan aynı yağmurda birlikte yürümüyor”...
Çünkü, dışa verdiğiniz imaj ne olursa olsun, ‘Nasıl yaşıyorsanız, nasıl tüketiyorsanız’, içinizdeki gerçek siz ‘o’sunuzdur.
*
O nedenle Fransız mallarını boykotu konuşurken, tüketimin küresel markalarını konuşmak da son derece normal.
Bugün Zorlu Center’da, Nişantaşı’nda, Vakko’da, Beymen’de en lüks çantaları, en pahalı ayakkabı markalarını, en pahalı elbiseleri “beyaz Arapların” üzerinde görüyorsak, bunda şaşırtıcı hiçbir şey yok...
Kazanılan para ile “tüketimde beyazlaşma” siyam ikizleri gibidir.
*
Bence asıl önemlisi şu...
Bu ülkede Beyaz Türkler demokratikleşiyorsa...
Beyaz muhafazakârlar sekülerleşiyorsa...
Beyaz Araplar Beyaz Türkleşiyorsa...
İyidir...
*
Sonuç:
Bembeyazlaşma, kapkaralaşmadan çok daha güzel ve umut verici bir şeydir...
NİCOLE KİDMAN O ŞAHANE ŞARKIYI ŞAHANE SÖYLEMİŞ
DİGİTÜRK, geçen pazartesi şahane bir diziyi yayına soktu.
Adı “The Undoing”.
Yapımcısı ve yazarı “Büyük Küçük Yalanlar” dizisinin de yapımcısı olan David E. Kelley...
Psikolojik gerilim türünde bir dizi...
*
Dizide Nicole Kidman ve Hugh Grant oynuyor...
Jenerikte, çok sevdiğim bir şarkı olan “Dream a Little Dream of Me” var...
Ve şarkıyı Nicole Kidman hem de çok güzel söylüyor.
*
Bu şarkıyı ilk defa 1968 yılında “The Mamas and The Papas”tan dinlemiştim.
Oysa 1931 yılında yazılmış çok eski bir şarkı.
İlk olarak Wayne King tarafından klasik bir caz ritmiyle söylendi.
Ama şarkıyı meşhur eden 1950 yılında, yine caz ritmiyle söyleyen Frankie Laine oldu.
Bildiğimiz slow ritmiyle ilk defa 1957’de Doris Day söyledi.
Daha sonra Louis Armstrong ve Ella Fitzgerald birlikte yorumladı.
*
Büyük bir klasiktir ve ben hâlâ en çok The Mamas and The Papas yorumunu seviyorum.
Ama Nicole Kidman yorumunu da listeme aldım.
BENCE EDA TAHTINI KENAN’A KAPTIRDI
YAZ boyu Instagram paylaşımlarını bir jüri üyesi gibi dikkatle izledim.
Notlarımı aldım. Yazın trendy ve farklı olma yarışının Eda Taşpınar’la birisi arasında geçeceğini tahmin ediyordum.
Ama Eda Taşpınar bence kendi açısından çok akıllıca bir değişiklik yaptı.
Tarz değiştirdi...
Artık beach’lerde görüntülenen kadından, kendi imajını kendi kuran kadına geçti.
Instagram paylaşımlarını da beğeniyorum.
O yarışmadan çekilince, meydan eski bir magazinci Kenan Erçetingöz’e kaldı.
Bu yaz şahane, rengârenk, içimi açan fotoğraflar paylaştı. O nedenle bu yazın Instagram şampiyonu olarak Gecce.com’un kurucusu Kenan Erçetingöz’ü seçtim.
HANGİSİ
İSMAİL’İN ‘BÜTÜN ESERLERİ’ Mİ ENVER HOCA’NIN ‘TOPLU ESERLERİ’ Mİ
ODATV internet sitesine ne zaman girsem karşıma İsmail Saymaz’ın bu ilanı geliyor.
“İsmail Saymaz’ın bütün eserleri...”
Tabii benim 70’lerde kalmış vintage kafam bunu şöyle okuyor: “İsmail Saymaz’ın toplu eserleri...”
Bunu öyle okuyunca da aklıma tabii ki kimler geliyor?
Lenin, Mao, Enver Hoca...
Çünkü solculuk yıllarımda kitaplığımda hepsinin “toplu eserleri” vardı...
Allah’tan ki hiçbirini ne topluca ne de tek tek okumuştum. Bugün geriye baktığımda çok bir şey kaybettiğimi de düşünmüyorum... Oysa İsmail’in tarikat şehvetini anlatan kitaplarını okurken ne kadar eğleniyorum...
O yüzden İsmail Allah aşkına şu ilanı değiştir... Bana her baktığımda seni değil, Kim İl-Sung’u ve onun, alabros kafalı oğlu Kim Jong-Un’u hatırlatıyor.
KALE ARKASINDAKİ O YAZI DOĞRU MU
ÖNCEKİ akşam Old Trafford’da oynanan Manchester United-Leipzig maçını izliyorum. Tribünler bomboş... Ve kale arkasında, tribünü baştan sona kaplayan şu cümleyi okuyorum:
“Taraftar yoksa futbol bir hiçtir...”
Aynı gece iki büyük maç izlemişim. Juventus da Barcelona ile oynuyor...
Futbolcularda heyecan sıfır...
Bende enerji sıfır...
Kamera, seyretmeyi çok sevdiğim Mourinho’yu gösterdiği anlarda bile dolduruşa getiremiyorum kendimi...
Anlıyorum ki o cümle çok doğru...
Tribünde o taraftar yoksa eğer... Futbol bir hiçmiş...
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Foto Editörü: Umut Veis
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama: Selma Songül Zengin
Paylaş