Paylaş
Tahminen 5 veya 6 Ekim günü...
İzmir’in Kordon Boyu’ndan geçen bir otomobil fotoğrafta gördüğünüz bu binanın önünde durur...
Şoförün yanındaki kapı açılır, yuvarlak gözlüklü, papyonlu ve ince yapılı bir adam iner...
Biraz sonra binanın önünde kendisini karşılayanlarla birlikte bu pozu verecektir...
Bu fotoğraf karesi 72 yıl arşivlerde kaldıktan sonra bu yıl eylül ayında yayınlanan bir kitapta gün yüzüne çıkacaktır.
Kadere bakın ki, bu kitap, İzmir’de cuma günü yaşanan depremden bir hafta önce
elime ulaştı.
Ben de size böyle bir günde bu fotoğrafın ve İzmir’in hikâyesini anlatacağım...
Önce fotoğraftaki papyonlu adamdan başlayalım.
*
Gençliğim boyunca, yirminci yüzyıl mimarlık tarihine damgasını vuran 4 mimarla ilgili epey şey okudum.
Bütün dünyayı etkileyen Bauhaus akımının kurucusu Walter Gropius, bütün dünyada gökdelen konseptlerini geliştiren Frank Lloyd Wright, dökme betonun estetiği keşfeden Brezilyalı mimar Oscar Niemeyer ve modernizmin kurucularından Le Corbusier...
O gün İzmir’de arabadan papyonlu kişi işte bu mimarlardan Le Corbusier’dir...
Girdiği bina İzmir Ticaret Odası’dır... Ve bu fotoğraf işte o gün İzmir Ticaret Odası üyeleriyle çekilmiştir.
Le Corbusier’nin İzmir’e geliş nedeni ise çok ilginçtir.
İzmir’i İzmir yapan efsane belediye başkanı Dr. Behçet Uz ondan şehir için bir nâzım plan yapmasını istemiştir.
Ben İzmirliyim ama şehrin tarihindeki bu çok önemli olayı eylül ayında çıkan bir kitaptan öğrendim.
Dönemin İzmir yöneticileri işte böyle geniş bir ufka ve moderniteye sahip insanlarmış...
1939 yılında dünyanın en modern mimarına şehir planı yaptırmışlar...
*
Plan 1949’da bitmiş...
Ama o yıl Dr. Behçet Uz artık İzmir Belediye Başkanı değildir...
Ve bu plan tozlu raflarda kaybolur gider...
Ama bu kitap aynı zamanda böylesine büyük bir vizyonun karşısına dikilen engelleri de anlatıyor.
Ve üzülerek görüyorsunuz ki...
İzmir’in makûs talihi hâlâ tekerrür ediyor...
............................................
Didier Laroche, Jean-Luc Maeso, Volker Ziegler: “Le Corbusier Türkiye’de; İzmir Nazım Planı 1939-1949” Çev: Erkan Maçoy, (İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla) Kırmızı Kedi Yay., Eylül, 2020
İZMİR FUARI NEREDEN ESİNLENEREK YAPILDI
ÇOCUKLUĞUMDA geceleri pijamalarımızla evden kaçıp gittiğimiz İzmir Fuarı, meğer Moskova’daki “Gorki Park”tan esinlenerek yapılmış.
Bu amaçla İzmir Belediye Meclisi üyeleri 1933 yılında Moskova’ya bir ziyaret yaparak bir rapor hazırlamışlar. 1 Ocak 1936’da da fuarın yapım çalışmaları başlamış. Tabii ki belediye başkanlığı koltuğunda büyük vizyoner Behçet Uz oturmaktadır.
Dario Moreno Sokağı
TABULA RASA YAPIP ŞEHRİ YENİDEN KURUN MU DEDİ
LE Corbusier’nin İzmir’de kaç gün kaldığı bilinmiyor.
Ama arabada şoförün yanına oturup şehrin her tarafını gezmiş, notlar almış, çizimler yapmış.
Yanındakiler ona ısrarla Kemeraltı Çarşısı’nı göstermek istemişler.
Ancak o burayı “mezbele” bir yer olarak nitelemiş ve birkaç bina dışında dikkate değer hiç bir şeyin bulunmadığını söylemiş.
Le Corbusier’e yapılan en büyük eleştirilerden biri, yeniden planladığı şehirlerde “tabula rasa”, yani masanın üstünü temizleyip şehri yeniden kurma fikrini savunması olmuş.
Şehrin gelişmesi için en uygun yerin, bugün Hatay Caddesi ile İnciraltı olacağını anlatmış.
ÇEKİŞME
LE CORBUSİER ADLI BİR ZATLA BAZI İŞLER Mİ ÇEVİRİYORSUNUZ
KİTAP, Ankara ile İzmir arasındaki çatışmanın daha o zamanlar başladığını gösteriyor.
Nafia (İmar İskân) Bakanlığı İzmir nâzım planını kendi yapmak istiyor.
Ancak İzmir’in yerel yöneticileri buna kendileri karar vermek istiyorlar.
O nedenle de Le Corbusier’e bir nâzım plan hazırlatıyorlar.
Ankara ise bunu validen ve belediye başkanından değil, Yeni Asır gazetesinde çıkan bir haberden öğrenince çok sinirleniyor ve belediyeye bir yazı göndererek, “Le Corbusier adlı bir zata bir plan hazırlatıyormuşsun, bu nedir” diye soruyor.
Bu arada plana en büyük itirazlardan biri de 1947’de kurulan İzmir Mimarlar Odası’ndan geliyor.
Bu da hâlâ bitmeyen bir kavga...
GÖZLEM
SEÇİM KAYBEDEN SİYASETÇİ GÖNÜLLERİ BÖYLE KAZANIR
CUMA akşamı İzmir’deki enkaz kaldırma çalışmalarını izlerken içimi açan bir tabloyla karşılaşıyorum.
Eski Başbakan Binali Yıldırım İzmir’e gelmiş... O gün Afyonkarahisar’daymış...
Öğretmen eşi Semiha Hanım bir süredir “81 ile anaokulu” projesini gerçekleştirmek için çalışıyor.
Bu proje çerçevesinde Afyonkarahisar’da bir anaokulunun açılışını yapıyormuş.
İzmir’deki depremi öğrenince şoförüne “Hadi İzmir’e gidiyoruz” demiş...
Bir İzmirli olarak Binali Bey’in bu tavrı benim çok içimi ısıtıyor.
Girdiği belediye başkanlığı seçimini kaybetmesine rağmen İzmir’le ilişkisini hiç kesmedi.
Bu arada gece Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’le de bir araya gelmiş.
Aralarında güzel bir ilişki var. Bu diyalog da insana iyi geliyor....
Dün Binali Bey’le biraz sohbet ettim.
İkimizin de görüşü aynı. Ucuz atlatılmış bir felaket bu.
“Sayın Başbakanım Allah İzmir’i seviyormuş” dedim...
ÇİÇEKLERİMİZİN ANADİLİ TÜRKÇE MİDİR YOKSA NE
EVET bitkilerin de bir anadili var ama ne yazık ki Türkçe değil...
Yine de üzülmeyin, çünkü İngilizce, Fransızca, Almanca, Yunanca veya Arapça da değil...
Biliyorum hemen aklınıza “Ama Latince” demek gelecek...
Evet Latince...
Ama Roma İmparatorluğu’nda sokakta konuşulan Latince de değil...
*
Bitkilerin anadili “Botanik Latincesi” denilen bir dil...
Buna “Bahçıvan Latincesi” de diyebilirsiniz.
Geçen hafta Amerika’da yeni çıkan bir kitabın özetini okudum.
Türkçeye şöyle çevrilebilir:
“Bahçıvan Botaniği, Latince Bitki İsimleri Ansiklopedisi”.
İşte orada okuduğuma göre bitkilerin kökenleri hakkında bize en iyi bilgi veren kaynak Latince isimleriymiş.
Ve bu isimlerde genellikle bitkinin bir özelliği, nereden geldiği konusunda bilgi olurmuş.
...........................
Ross Bayton, “The Gardener’s Botanical; An Encyclopedia of Latin Plant Names”, Quarto Publishing, 2020
KESTANE VE ATKESTANESİ ARASINDAKİ TEK FARK AT MI
ÖZETTE okuduğum ilginç örneklerden biri bildiğimiz kestane...
Kestanenin İngilizce adı “chesnut”.
Bir de atkestanesi var... Onun adı da “horse chesnut”, yani tam Türkçesi gibi...
Önce şu meseleyi halledelim.
Türkçedeki kestane adı nereden geliyor.
Bu meyvenin Latince adı “castanea”...
Basbayağı kestane yani...
Oysa at kestanesinin Latince adı “aesculus”.
Yani arada sadece bir at yok...
İkisi de kestane değil mi?
Oysa Latincelerine gittiğinizde görürsünüz ki, bunlar birbirinden çok farklı iki ağaç...
ZEKİ MÜREN’İN, ‘BENİM GÜZEL MANOLYAM’ DEDİĞİ MANOLYA GERÇEKTEN O KADAR GÜZEL Mİ
DÜNYADA en sevdiğim ağaçlardan biri manolya...
Ağacı, çiçeğini çok severim, ama adını hepsinden çok severim...
Zeki Müren’in “Benim güzel manolyam” şarkısını da çok severim.
İyi de manolya gerçekten şarkıdaki kadar güzel mi?
Fotoğrafı yanda. Buyurun siz karar verin.
Latincesi “magnolia” olan ağacın ve çiçeğinin isminin, 1638 ile 1715 yılları arasında yaşamış bir Fransız botanikçi olan Pierre Magnol’dan geldiğini biliyor muydunuz?
Latince gibi görünsün diye sonuna sadece “ia” harfleri eklenmiş.
“Benim güzel manolyam”a o güzel ismi veren adamı o kadar güzel buldunuz mu...
KARABİBERİN ADINI LATİNCE SÖYLERSENİZ İŞSİZ KALIRSINIZ
BAZI bitkilerin Latince isimleri bugün “politically correct” değil...
Yani etik değil...
Mesela bildiğimiz karabiber...
Latince adı “piper nigrum”.
Yani “nigger”.
Hadi söyleyin bu latince ismi Amerika’da uluorta bakalım...
Söylerseniz, “Black Lives Matter” hareketinden iyi bir meydan dayağı yersiniz.
Bunun gibi yeni kıtaları fetheden bazı sömürgecilerin isimleri de bugün çeşitli bitki ve çiçek adı altında önümüze çıkıyor. Ansiklopedide bunların da epey örneği var.
Pis ve insafsız bir sömürgecinin adını taşıyan bir demet çiçeği hâlâ sevgilinize vermek ister misiniz...
Bu kitabın tamamını hemen okumalıyım.
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Eyüp Serbest
Foto Editörü: Umut Veis
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama: Selma Songül Zengin
Paylaş