Peki bu aynı özellik ne? İkisi de sahayı çok iyi parselliyorlar, herkes birbirine yardım ediyor ve maçın yükünü eşit oranda paylaşıyorlar. Aslında en önemlisi de bu üçüncü şık. O zaman rakip takıma göre daha fazla koşuyor gibi gözüküyorlar. Rakip de kafasını kaldırıp karşısında daha fazla futbolcu görünce morali bozuluyor. İşin sırrı bu.
Makine bozuldu
Yoksa Trabzonspor takımının çok zaafı var. Bencil oyuncuları var. Hücumda zamanlaması yanlış top kullanıyorlar. Bazen geç, bazen erken atıyorlar. Bazen alakasız yerlerden topa vuruyorlar. Ama bütün bu kabahatler maç kazanıldığı için gözükmüyor. Şenol Hoca bu hücum şımarıklıklarını ve ukalalıklarını halledemezse bundan sonraki maçlarda başı çok derde girer.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Jaja’ya iyi önlem almış. Top almadan bastılar ve onu döndürmediler. 3-4 sefer aynı işi yapamayınca Jaja bu sefer sinirlendi. Sinirlenince de dağıldı. Şenol Hoca, Jaja’yı çıkarıp Alanzinho’yu alınca, Belediye aynı temizlik işini ona yapamadı. Sebebi; Alanzinho’nun çok fazla gezen bir oyuncu olması. Hani tabiri caizse kafasının keyfine göre oynamaya başladı. Böyle olunca da Belediyespor’un kurduğu makine bozuldu, teklemeye başladı. Alanzinho, çalışan makinenin dişlileri arasına çomak soktu, satır soktu, orta soktu, maçı koparttı.
Kaleci ne yapıyor?
Trabzonspor’un yediği golde kaleci iki defa çok iyi iş yapmasına rağmen defans adamları, “Kalecimiz ne yapıyor” diye seyrettiler, topa ve onun yardımına gitmediler.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi iyi bir takım, kontrollü bir takım ama ister resmi gazete deyin, ister memur zihniyeti deyin, ister klasik deyin, belli kalıpların dışına çıkıp oynamıyor. Tempoyu fazla değiştirmiyor, rakibe göre daha az oynuyor. Hep kendine göre oynuyor. Rakibin yaptığı değişiklikte de çabuk tekliyor.
Para verip otobüs tutup, seyircisini maça götürenler. Para verip, kulübünde onları lehlerine bağırtanlar. Para verip, aday olacak rakipleri hakkında menfi tezahürat yaptıranlar. Kulüplerin internet sitelerinden kendilerini eleştirenleri seyircisine şikayet edip hedef gösterenler.
Bırakın futbolcuyu, kendi yönetim kurulu üyelerini bile basınla konuşturmayanlar. Kulüpleri borçlandırıp kendilerine mahkum ettirenler. Kulüpleri borçlandırıp, kimsenin aday olmasını istemeyenler. Kendileri hakkında yazan ve konuşanları o basın mensuplarının patronlarına gidip, mektup yazıp şikayet edenler. Daha ileri gidip basın mensuplarını dövdürenler. Üzerinde “0 TL” yazan biletleri seyircisine dağıtıp sonra onun nemalanmasını sağlayanlar. (Bu biletlerden benim elimde var.) Maçlar kötü gitmeye başlayınca hakem odalarına girip, hakem kapılarını tekmeleyenler. Hakemlerin kokartlarını söküp, tehdit edenler. Zaman zaman seyircisini kullanarak, rakiplerine ve aleyhte olanlara gözdağı verenler.
Ama bunlar sonra çıkarlar fair playdan bahsederler. “Bu işler çok namuslu gitsin” derler. Terbiyeden bahsederler, adaletten bahsederler ve marka değerinden bahsederler.
İngilizler en iyi örnek
Futbol Federasyonları bunlardan korkarlar. Çünkü onlar da oyla geldikleri için o koltuğu kaybetmek istemezler. Federasyonlar ne yaparlar, işin kolayına kaçarlar. Derler ki “Yasalar bazı şeyleri yapmaya müsait değil.”
Peki, ben şimdi Futbol Federasyonu’na soruyorum. Emniyette çalışan veya ayrılan kaç tane temsilci çalıştırıyorsunuz? Neden? Çünkü, onlar bu işi daha iyi biliyor diye. Bu sistem bir işe yarıyor mu? Hayır. “Kulüpleri ceza ile bir yere getiremeyiz” diyorsunuz ama İngilizleri UEFA ceza ile hizaya getirdi. Hatta ilk verilen cezadan sonra zamanın başbakanı Margaret Thatcher çıktı, “Eğer bizimkilere verilen ceza az geldiyse 2-3 sene artırabilirsiniz” dedi. Başbakanın mantığı böyle olunca da alt taraf tırsar, susar ve haddini bilir.
Statlara kameralar kuruldu. Ama o kameralar kulüp başkanlarının istemediği kişiler için çalışıyor. Ama lehlerinde olanlar hata yaparlarsa bu kameralar işe yaramıyor. Yani, şu anda Türkiye’de bu yasalarla yapılabilecek çok şey var. Ama biz bu yasaları uygulamıyoruz veya uygulayamıyoruz. Bakın “uygulamıyoruz” diyorum. Siz mevcut yasaları uygulayın çok olayın önüne geçersiniz.
ÖNCE şunu halledelim. Oyun kurallarında bütün takımlar ve bütün futbolcular eşit midir veya Bazıları daha mı fazla eşittir?
Dakika 27 Alex rakibinin diz, diz altına kasıtlı olarak tabanla basıyor. Yani rakibinin futbol hayatı bitebilir. Hakem sarı kart veriyor. Aynı hakem, bu sefer 44. dakikada Efe’nin rakibine yaptığı bir harekete yine sarı kart veriyor.
İkisi arasındaki fark, siyahla beyaz kadar değişik. O zaman hakem kendine soruacak, “Ben nerede hata yaptım” diye.
Sevgili okuyucular; maç 27. dakikada bitti. Çünkü hakem karşılaşma boyunca gösteremediği kartın altında ezildikçe, ezildi. İnanılmaz kararlar verdi. Sonunda yine bir erkeklik yapayım, dedi bu sefer de saçma sapan bir penaltı çaldı. Bir de Ekrem’e kırmızı kart gösterdi. Şimdi soruyorum. ‘Ey Halis Özhakya kardeşim! Verdiğin penaltıdan sonra, aynı itirazları Alex yapsa, atarbilir miydin?’ Atamazdın... Sizler adalet dağıtmadığınız sürece, bu lig daha çok su kaldırır.
İyi geçinecekler
Halis Özkahya da haklı. Alex’i 27’de atsaydı, hakemlik hayatı biter miydi? Aziz Yıldırım, onun da lisansını yırtar mıydı? Demek ki bundan sonra, lisanslı yırtılmasını istemeyen hakemler, Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım’la iyi geçinecekler..
Bakınız. Aynı hakem, 49. dakikada Alex’in ceza alanı içinde kara kuşak gibi indirilmesine göz yumuyor. Net bir penaltı. Neden göz yumuyor, çünkü huzursuz. 48. dakikada hücuım eden Gökhan’a rakibi net faul yapıyor. Hakemden karar devam. Sonra Gökhan, intikam almak için geliyor, bu sefer sarı kart.
İyi olsak zaten Avrupa’da oluruz, milli takımlarımız başarılı olur. Ama Schuster’in dediği gibi 60’lı yıllarda da değiliz. Oralardan çok daha iyi durumlardayız.
Peki Schuster kendine sordu mu? Türkiye’de futbol iyi olsaydı onu getirirler miydi? Beşiktaş başarılı futbol oynasaydı Schuster’e ne gerek vardı? Schuster’in hedefi, çalıştırdığı takımı başarılı kılmak. Aslında o cümleyi söylerken bir hata yapıyor. Madem 60’lı yılların futbolu oynanıyor, madem 60’lı yılların teknik direktörleri var, o zaman sen iyiysen, farklıysan bütün rakiplerine 13 haftada, 5 puan 8 puan farklar atman lazımdı. Niye 9 puan geridesin?
Schuster “Ben doğru konuşuyorum” diyor ama hakemlerden yakınırken afaki penaltı verilip, 3 puan kazandığı maçtan sonra çıtı çıkmıyor.
Herkes diyor ki; “Bursaspor, Avrupa’da acemi.” Peki Bursaspor acemi, acemi olmayan ve Kupa 2’yi müzesine götüren G.Saray kimlere elendi? Köy takımlarına elenmedi mi? F.Bahçe, Trabzon neredeler? Hikaye. Demek ki olay tecrübede değil, futbolun kalitesinde. Şu anda Türkiye’de oynayan futbol hızla geriye gidiyor. Alınacak önlemler belli, yapılacak işler de belli ama Futbol Federasyonu çareyi en aşağıdan en tepeye kadar federasyona adam almakta buluyor. Herkese boncuk dağıtıyor. Sebep mi? Tabii ki, seçimler.
Marka değerini düzelttiler!
Digitürk’ün ihalesinde “marka değeri” diyenler şimdi neredeler? Marka değerini düzelttiler! Hem de dümdüz yaptılar. Hedefleri neydi? Yayıncı kuruluşta bile, federasyonun ve kendilerinin aleyhine konuşan Erman Hoca. Kim bunlar? Kulüpleri idare edenler. Yaptıkları çok kötü yönetimlerle hem kulüplerine, hem de sonuçta Milli Takıma büyük zarar verdiler. Şu anda zaten neyin ne olduğu gözüktü. Artık konuşacak halleri kalmadı. Onları yayıncı kuruluştan tenkit edenler de yok. Her şey toz pembe. Ama işler Avrupa’da toz pembe olmuyor.
G.Saray Yönetimi küme düştü!
MEHMET Helvacı’yı maçlardan sonra açıklama yaparken çok beğenirdim. Ölçülü konuşurdu, akıllı cevaplar verirdi. Ama Helvacı’nın bu kadar akıllı olabileceğini bilmezdim. Bu kadar atıp tuttuktan, bu kadar afra tafradan sonra Adnan Polat’ın yanında oturuşu muazzamdı. Hani ilkokul talebeleri vardır ya kulağını çekersin “otur yerine oğlum” dersin ya onun gibi. Adnan Polat artık Helvacı’yı bulunduğu makamdan da alsa hikaye. Çünkü Helvacı’yı öyle bir konuma soktu ki, balık ekmekten sonra üstüne limon sıkıp helva yersin ya, zaten onun gibi oldu Sayın Helvacı. Yaşanan olaylar da G.Saray gibi bir camiaya hiç yakışmadı.
Açabilir miydi? Açardı. Şenol Güneş, Engin’de fazla ısrar etti. Bu oyuncu iyi bir kumaş ama çok zaman kafasının dikine hareket ediyor. Yapı itibariyle de rahat futbol oynamak isteyen bir oyuncu. Ama Engin’in haklı olduğu bir yön var. Ona yardım eden az oyuncu var. Hatta yok.
Şenol Güneş’in Alanzinho’yu bu tip maçlarda daha erken oyuna alması lazım. Burak-Umut ikilisi, bu tarz defans yapan takımlara karşı biraz fazla kaçıyor. Ne yapacaksın? Oyunu kenara açacaksın. Kimle açarsın? Yattara gibi oyuncuyla. Kimle sıkıştırırsın? Umut’la Burak beraber olduğu zaman. Nitekim, Şenol doğruyu 70’ten sonra bulmayabaşladı. Ama süre kısaldı.
Tek hata oyuna tesir etti
Eskişehirspor çok fazla bir şey yapamazdı. Yapabileceğinin en iyisini yaptı. Maçı alır mıydı? Alabilirdi. Trabzon, öne geçerse istediğini rakibe kabul ettirebiliyor. Ama geçemezse de zaman ilerledikçe sabun gibi eriyor.
Maçın hakemi tek büyük hata yaptı. O da neticeye tesir etti. Engin’e yapılan hareket hem penaltıydı, hem sarı kartlıktı. Neden çözemedi derseniz, futbol oyun kurallarını bilmekle futbolu bilmek farklı farklı şeyler. Ondan çözemedi.
BEĞENDİM
Trabzon berabere gittiği anlarda bile oyun disiplininden kopmadı.
BEĞENMEDİM