Erman Toroğlu

Dozunu kaçırdı

17 Ağustos 2003
<B>HAGİ</B> keyifli bir lig takımı yaratmış...Bursaspor oyundan düşmüyor... Fizik olarak da iyiler, kimya olarak da... Beşiktaş takımıyla uğraşmak zor iş. 70'den sonra siyah beyazlılar, Cordoba dahil, vakit geçirmeye başladılar. Lucescu'ya bir yere kadar pembe bakılabilir. Ama Ahmed Hassan geçen hafta sana iyi direnmiş. Moral olarak da iyi. Onu tekrar kenarda oturtmak bence son derece yanlış.

Siyah beyazlılarda geçen yıl en önemli unsur rekabetti. Bu rekabet Türk futbolcusu için de çok yararlıdır. Sahadaki futbolcu yedek kulübesine bakarak oynar. Sahaya gelen seyirci de yenilik ister. Ahmed Hassan nasıl oynayacak, Okan, Sinan ne durumda. Lucescu bazı şeyleri inatla mı yapıyor bilinmez. İlk hafta için tamam. Ama bu hafta dozunu kaçırdı.

Ahmet iyiydi ama...

Kaan Dobra
'nın yürüyecek hali kalmadı, oğlu yaşındaki Okan kenarda oturuyor. Ahmet Dursun hem hücum pres, hem de hücumda güzel yerlere gitti. Ama son vuruşlarda beceriksizdi. Çok yorulduğu için o vuruşlarda diri kalamadı.

İbrahim evlendiğinden beri Beşiktaş'ta yok. Sanki pili bitmiş. Nerede eski İbrahim. Giderdi, gelirdi. Şimdi gidince gelemiyor, gelince gidemiyor. Eğer böyle olacaksan, kendine güvenmiyorsan evlenmeyeceksin!

Beşiktaş çarşı grubunun yeni açığa gitmesi, tezahürat açısından yerinde olmuş. Stadın her tarafından aynı oranda ses yükseliyor.

Önceki gün Trabzon'da Petkoviç hatalı gol yiyince takımının kaybetmesine neden oldu. Dün de Vintila dandik bir gol yedi ve Bursaspor mağlup oldu. Sonra da milli takıma kaleci bulamıyoruz.

Bol pozisyon vardı

Kalitesi yüksek bir maç değildi. Ama iki taraf da bol pozisyona girdi. Heyecan vardı. Şampiyonlar Ligi maçlarına kadar Lucescu'nun Ahmed Hassan, Sinan, Okan üçlüsünden en az ikisini hazır hale getirmesi şart. Yoksa onları Avrupa için kullanmayacaktınız da, Türkiye Ligi şampiyonluğu için mi aldınız? İlhan Mansız zaten kapalı kutu.

Ali Aydın için zor maç olmadı. Disiplin konusunda zaten otoriter olduğu için, zorlanmadı.

Trabzon'da bir avuç Fenerbahçe seyircisi, dün de İnönü'de bir avuç Bursa seyircisi vardı. Adet olarak stada girerken, hepsini çırılçıplak soyup, arayabilme şansın var. Koca statta iki grup seyircinin elinde de onlarca maytap var. O sırada statta görev yapan polisler kabak çekirdeği mi, ay çekirdeği mi çıtlıyorlar. Farketmiyor, nasıl olsa hesap soran yok.
Yazının Devamını Oku

Sıra sizde

16 Ağustos 2003
E oldu... Hani olay çıkacaktı? Hani seyirci sahaya inecekti? Maç yarıda kalacaktı? Bir avuç Fenerbahçe seyircisinin çıkartmak istediği olaylar, yaptıkları inanılmaz tahrik bile Trabzon seyircisini bozamadı. Sarı lacivertli seyirciler, oturdukları koltukların 6'da 5'ini Trabzon seyircisine fırlattılar. O fırlattıklarını da, iadeli taahhütlü yediler. Burada polisin de inanılmaz bir hatası vardı. Fenerli seyircilerin, oturduğu tribünün kale arkası tarafına bir boşluk koyup, önlem almışlardı ama aynı önlemi maraton tribününde yapmamışlar. Bu kadar sıcak temas karşısında olacağı bu. Polis sonunda çok doğru bir kararla F.Bahçeli taraftarları tribünden çıkardı. Belki tel örgüler olsaydı, psikolojik olarak Trabzon seyircisi tepkiyi daha fazla ve etkili gösterebilirdi.

Evet beyler, Trabzon'da tel örgüler kalktı. Hadi kaldırsanıza İnönü'de Şükrü Saracoğlu'nda tel örgüleri... Sıra sizde. Trabzon, basınımızın ve Fener seyircisinin büyük tahriklerine rağmen, daha ilk maçta sınıfı geçti.

Gelelim maça..F.Bahçe, o geçen seneki enkaz F.Bahçe değil. Hiç olmazsa toplara giriyorlar ve mücadele ediyorlar. Yardımlaşma da var. Ama Trabzon'u yenen F.Bahçe'nin dün gece çok başarılı oldugu söylenemez. 10 kişi kalan Trabzon'u bu G.Saray ile Beşiktaş yakalasa 4'lük 5'lik yaparlardı. Ama aynı Trabzon, F.Bahçe karşısında 10 kişi kaldıktan sonra 2 net pozisyon yakaladı.

Luciano ile Ümit hala rakip forveti‘‘Sen al, yok sen al’’ diye birbirlerine ikram ediyorlar. Önlerindeki Selçuk da bu ikili gibi ağır olunca ve ilk toplara müdahale edemeyince, hatta hatta çok topu oyuna sokarken kaptırınca, Fener defansı ortadan büyük açıklar veriyor.

Hooijdonk, faydalı bir oyuncu. Daha top gelmeden nereye atacağını belirliyor. Çok iyi verkaç pozisyonuna giriyor, iyi yerlere gidiyor. Ama Serhat, henüz onun futbol kafasında değil, dağınık oynuyor. Bu Fenerbahçe bir şey yapacaksa eğer, Yusuf'un fizik gücünü arttırıp, mutlak surette kullanmalı. Kemal, faydalı işler yaptı. Selçuk, geldiğinden beri hala yüzde 30'larda 40'larda. Verimli olamadı. Aurelio, yavaş yavaş kendine geliyor.Mahmut, ilerleyen haftalarda sanki Fener'in sol tarafındaki yaraya merhem olacak gibi. Bu Rebrov, kesin olarak verilmemeli, oynatılmalı. Tuncay, bu yıl, önceki maçlarına göre daha faydalı ama o da henüz Serhat'la Hoojidoınk'la ve diğerleriyle tam uyumlu değil. Kopukluk var.

Maça jilet attı

Trabzonspor, ‘‘eksikleri de takıma girdi mi iyi bir görüntü verir’’ diyorum. Dün akşam oynadıkları futbol genel kadro yapısına uygun değildi.

Bülent Uzun, şu ana kadar bütün idare ettiği Fenerbahçe maçlarındaki hatalarını dün gece affettirdi! Neler yapmadı neler... Koray Gencerler, takriben 10 tane faul bayrağı ikazı yaptı, 10'u da doğruydu. Bülent Uzun, 20 tane faul düdüğü çaldı, 17'si yanlıştı. Şunu ciddi olarak söylüyorum; bu Koray Genecerler'den iyi hakem olur. Deneyin, göreceksiniz. Dün Bülent Uzun verdiği ve vermediği faul kararları, gösterdiği ve göstermediği sarı kartlarla maçın neticesine damardan tesir etti. Müslim Baba'nın kulakları çınlasın. Yani tabiri caizse maça jilet attı.
Yazının Devamını Oku

Hakemler kral

14 Ağustos 2003
İmparatorların bol olduğu yerde krallar da ortaya çıkıyor. Hakemlerin sezon başında disiplin konusunda gittikleri yol, doğru yol... Yıllardır, yapmadıkları, yapamadıkları yola girdiler.. Bu kadar imparatorun çok olduğu yerde nihayet hakemler kral olmaya karar verdiler...

Kendilerini alkışlayanlara, kendilerini küçük düşürenlere, yani Ogün'lere Erhan Albayrak'lara sarıları, kırmızıları göstermeye başladılar.

Yarın sıra Mondragon'lara da gelecek...

Hatta eli, kolu, dili çok oynadığı için Fatih'in kenara aldığı Bülent'e yaptığı espiri de bence haftanın olayıydı...

Rakibinden darbe alan ve ağzının içine canlı canlı dikiş atılan Bülent'e Fatih, yine canlı yayında ‘‘Allah be gördün mü sonunda senin de ağzını diktirdim’’ dedi...

Ama bu arada zavallı Yattara, Yılnur Önen tarafından 2.80 yere yatırılarak infaz edildi..

Senelerdir, hakemler hakkında bazı değerlendirmeler yapıyorum...

Hiç öyle arkalarından, perde arkasından konuşmuyorum...

Hatta bazıları, avukat kanalıyla ‘‘Müvekkilim hakkında, küçük düşürücü, aşağılayıcı cümleler kullanıyorsunuz’’ diye yaprak yaprak metinler de gönderiyor.

Aslında diyorum ki, bu işi kabiliyetli adamlar yapsın, diğerleri ısrar etmesin...

Trabzon'un Fenerbahçe ile hayati bir maçı var...

Hüseyin'in atılması da yanlış, Yattara'nın atılması da yanlış... Belki de bu oyuncular maç başına para alıyorlar... Siz böyle sudan kararlarla takımlarla oynayamazsınız...

Ama Erhan Albayrak'ın dünkü gazetelerde yeralan beyanatını hayretler içinde okuyorum... Hakemle ikinci sarı kartı tartışıp, ‘‘haksızdı’’ diyor... Olabilir teknik bir karar. Yeri gelince en ağır şekilde eleştiriyoruz... Peki birinci gördüğün sarı karttan neden bahsetmiyorsun... Niye camiadan özür dilemiyorsun...

Dikkat edin, geçen yıl Beşiktaş maçında Fatih'in İbrahim'i paspas gibi çiğnemesiyle Fenerbahçe yarıştan koptu. Sen daha ilk maçta, hem de haksız olarak yardımcı hakeme fırça atarak, takımını 10 kişi bıraktın...

Aslında Fenerbahçe'nin en büyük sorunu, sizin kafadaki adamlar...

Bunların önü kesilirse, sarı lacivertliler başarılı olurlar...

Hakemlerin de sezon başında disiplin konusunda gittikleri yol, doğru yol... Yıllardır, yapmadıkları, yapamadıkları yol..

Ne zaman İstanbulspor, Ankaragücü, Samsunspor ve Malatya şampiyon olur, ne zaman Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray küme düşerlerse, işte o zaman Türkiye'de futbol oynanıyor arkadaş denecek...Yani bunları hakemler değil, takımlar belirleyecek... Sevgili hakemler, şamar oğlanı olacağınıza, kral olun... Ne dersiniz, yakışmaz mı?

En son örnek Mehmet Yozgatlı


FUTBOLCULUKTAN sonra hakemlik yapıyorum... Tiflis'te bir maç yönettim. İki futbolcu inanılmaz dikkatimi çekti. Bunu dost toplantılarında söyledim. O zaman Trabzon muhabiri olan Zeki Çol da Trabzonsporlulara söylemiş. Benden küçük olan ama aynı mahallede büyüdüğümüz ve aynı okulda okuduğumuz Trabzon başkanı Sadri Şener beni aradı.

‘‘İki futbolcudan bahsediyormuşsun, bunlar bizde oynar mı?’’ dedi. Aramızdaki hukuktan dolayı ben de takıldım, ‘‘Sadri sende oynamazlar, Ajax'ta, Milan'da oynarlar’’ dedim, güldü, tamam diyerek telefonu kapattı. Ve o iki oyuncuyu aldı... Bunlar Arçil ile Şota idi...

Rıdvan bizzat Aziz Yıldırım'a diyor ki, ‘‘Şu futbolcuyu alın...’’

Yıldırım
seyretmek için Oğuz Çetin'i yolluyor!

Aykut Kocaman diyor ki, Mehmet Yozgatlı'yı alın, Fenerbahçe'ye fayda sağlar. Onlar almıyorlar. Yine yıllar önce Balkan Gençler Şampiyonası için Romanya'da hakem olarak görev yaptım. Bizim milli takım da oradaydı. Aralarında Hakan Şükür, Abdullah Ercan gibi oyuncular vardı. Abdullah o zaman Beyoğlu Yeni Çarşı'da oynuyordu. Genç Milli Takım Teknik Direktörü Serpil Hamdi Tüzün, yardımcısı ise PTT'den Feridun Köse idi...

Milli takım ile birlikte ben de idmana çıkıp top oynuyordum. Abdullah'ı çok beğenmiştim. Hatta bir ara da dedim ki, ‘‘Ankaragücü'nde oynarmısın?’’ neden olmasın abi'' diye cevap verdi ve ‘‘Kulübüm herhalde fazla zorluk çıkarmaz’’ dedi.

Hakan'ı da beğeniyordum ama o zaman Sakaryaspor'da oynuyordu ve vitrine çıkmıştı.

Ankaragücü'nden bir yöneticiye Abdullah'dan bahsederek, almalarını tavsiye ettim. ‘‘Olur Erman'cığım seyredelim’’ dedi. Sonra da Abdullah, buralara geldi.

İşte burada bir şey çok önemli. Eğer futbol oynamış, dikkatli bir gözleyici ‘‘Bunu alın’’ diyorsa alın... ‘‘Seyredin’’ diyorsa, seyredin. Bu ayrıntıyı iyi süzmek lazım. Sizin eski futbolcularınız alın diyorsa alın. Oynatmazsanız da kiraya verirsiniz veya satarsınız. Ama bunların içinde hep kişilik savaşı var.

İşte Türkiye'deki yöneticiği mozayiği... Neden transferde hata yapılıyor. Paralar boşa harcanıyor. Neden taşlar yerli yerine oturmuyor... Canlı, sıcak ve hakiki örnekler...

Yanlış adres


KALECİ Rüştü olsaydı, İstanbulspor maçı değişir miydi...

Cevabı kesin hayır...

Birinci golde bile, Enke'nin yaptığı doğruydu... Çünkü Luciano ile Ümit'in arasından Balili mavi tren gibi geçti koptu. Artık çıkacaksın kalenden. İsrailli de aşırdı. Bir tek, arkadaşının kendisine verdiği pası rakibe kaptırırken hatalıydı... Onun sonrasında da yaptığı haraketler, yine profesyonelce ve akıllıcaydı...

Fenerbahçe seyircisi, yanlış adrese gidiyor...

Bu Luciano ile Ümit Özat yan yana oynamadılar, oynayamazlar...

Daum’un oyun sistemi eğer buysa, Luciano ile Ümit Özat yan yana oynayamaz...

Aslında Fenerbahçe takımının öyle çok bilinmeyenli bir kadrosu yok...

Hiç oyuncu alınmadan bile, şu eldeki kadro biraz dikkatli sahaya sürülürse, şampiyonluğa rahat oynar.

Yutkunmak lazım


PARA veriyorlar, zaman veriyorlar, tesis yapıyorlar... Ama bir şeyler ters gidiyor... Acaba yönetim kurulu içinde birisinin ayağı düztaban mı?

Yani Fenerbahçe'de bir terslik var...

Bu takımın pazar günü İstanbulspor'a 3-0 yenilmesi önemli birşey değil. Takımına inanıyorsan, ilk yarım saatte oynadığı futbolla 2-0 geriye de düşse, 90 dakikaya çıkarabilir diyorsan, ortada bir sorun yok.

Bu Fenerbahçe, 2-3 oyuncuyla kesin olarak şampiyonluğa oynar...

Çünkü o ışık var...

Ama Ali Şen ile kavganın zamanlamasını iyi yapacaksın...

O'nun hedefi Aziz Yıldırım'ın kellesi...

Kavga zarar verir

Sen de başkan olarak onun açtığı çukura doğru yürürsen, bu kavga Fenerbahçe'ye zarar verir.

Şu andaki görüntü, ikinizin de Fenerbahçe'yi düşünmediği, şahsi egolar uğruna bu kulübü kullandığınızı gösteriyor.

Yazık. Sende bir Futbol Şubesi Sorumlusu 5-6 ay çalıştı.

Harcadığı paranın 150 bin dolar olduğunu söylüyorsun

Ne zaman?.. Tam lig başlayacak... İstanbulspor maçından önce bunu söylüyorsun...

Peki... O da çıksa, ‘‘Benim yasal harcadıklarım bunlar... Bir de açıklayamayacaklarım, ama ikimizin de çok iyi bildiği ödemeleri!...’’ dese ne yapacaksın?

Niye bitirmedin?

Aynı Sadettin Saran, ‘‘Sayın başkan, ben istemediğim halde, 'Bescastnih'in işini niye bitirmedin... Mutlak al gel' diye sen beni aramadın mı? Oğuz ile ikiniz ısrar ettiniz, ben de zaman daraldığı için aldım, geldim... Ondan sonra da Bescastnih transferini benim üzerime yıktınız. Ben de Fenerbahçe zarar görmesin diye sustum. Sonra seyirciyi üzerime gönderdiniz...’’ diye devam etse, iyi mi olacak...

Herkesin konuşmadan evvel iki üç kere yutkunması lazım... Eğer yutkusalar, söyledikleri beş cümlenin dördünü söylemezler...

Futbolun dili


HOLLANDALI alıyorsun, Alman alıyorsun, Arjantinli alıyorsun... Hepsi ayrı dilden konuşuyor...

Futbolun dili birdir diyene katılmıyorum...

Onbir kişiden iki üç kişi böyle olursa, tamam...

İşi halledebilirsin...

Ama bunun adedi artarsa, işte Fenerbahçe gibi olursun...

Galatasaray'ın diyarbakır karşısındaki De Boer, Tamas, Mondragon üçgeni de aynı sıkıntıyı yaşadı...

Diyarbakır, kaçırmasa ilk yarı 4-0 olacak...

Sonunda doğruyu buluyoruz ama gecikiyoruz...

Bir ara Yugoslav hayranlığı vardı...

Şimdi kaç tane takımımızı yabancı teknik direktör çalıştırıyor, bir bakın bakalım... Yerli futbolcu ve teknik direktör adedini süratla artırmaya mecburuz. Bunu da zorlayacak müessese Federesyon...
Yazının Devamını Oku

Hatalar dizisi

11 Ağustos 2003
<B>HAYATIN, </B>tabii ki futbolun genel kuralı vardır; <B>‘‘Kendini korumak.’’</B> Neden, tehlikelerden. Futbolda tehlike ne, gol. Bildiğimiz gol... Vücudun yapısına bakın, ön tarafınız kafa ve bacaklar dahil hep korumalıdır. Kemiklerle iç organlarınız korunur. Arka taraf öyle değildir. Arkadan darbe yerseniz, hayati tehlike vardır. Futbolda önce gol yemeyeceksin. Bir yersen, iki atman lazım. İki yersen, üç.

İstediğin kadar gol pozisyonuna gir, önce yemeceksin. Kalecin, defansın, ortada oynayan adamların, birbirlerini ve özellikle vücut dillerini çok iyi anlamaları gerekir. Fenerbahçe bir defans kuruyor. Kaleci Alman, önde oynayanın birisi Brezilyalı, birisi Türk. Nitekim ilk yarı yediği iki golde üçünün uyumsuzluğu gözüküyor.

Top Fenerbahçe'de iken ve hücum edilirken, rakibin en ileri uçtaki adamını kim alacak? Ümit mi, Luciano mu? Kim ona yakın oynayacak? İstanbulspor'un 17 numarası Balili cin gibi. İkisine de aynı uzaklıkta duruyor. Ve kendisine top gelince ikisini de oyundan düşürüyor.

Dört atsa, beş yer

Tabii sizler görmüyorsunuz, 45 dakika bitmiş, uzatmanın ikinci dakikası oynanıyor. Fenerbahçe hücumda, İstanbulspor ceza alanına doğru gidiyor. Balili santra yuvarlağının kendi sahası tarafında. Luciano ile Ümit nerede biliyor musunuz? En az 15 metre İstanbulspor sahasına gitmişler. Yani uzun atılacak bir top, üçüncü golü getirecek. Bu, şu demektir. Fener dört tane atsa, beş tane yer. Asıl sorun burada.

Erhan, Fenerbahçe’de oynuyorsun. İlk yarının uzatma dakikalarında yardımcı hakemin doğru kaldırdığı bir bayrağa, gidip efelik yapıyorsun. Muhittin Boşat da haklı olarak sana sarıyı yapıştırıyor. Ardından, ikinci yarıda ikinci sarıdan atılıyorsun. Yani mecazi anlamda satıyorsun. Sonra da çıkacaksın, ‘‘Ben profesyonel futbolcuyum’’ diyeceksin.

Sarı lacivertliler ilk yarı özellikle Kemal tarafından çok yan orta yaptılar, ama nereden? Aut çizgisine inmeden. Yani tarihi Uche ile Saffet, her karşıdan gelen topu rahatlıkla karşılıyorlar. Ve bu atılan yan toplarda da İstanbulspor defansından dönen topları karşılayıp, şut atacak ve hücumu devam ettirecek bir Fenerbahçeli yok. Her çıkan topla İstanbulsporlular hücuma kalkıyor. Tabii, futbolda şu da var. İstanbulspor iki defa geldi, iki gol attı. Fenerbahçe altı defa gitti ne oldu, atamadı. Futbolun güzelliği de burada.

Tuncay’ı da verin!

İkinci yarı değişen ne var, Fenerbahçe 10 kişi kalıyor, İstanbulspor rahatlıyor. Bu maçtaki en önemli olay ve bundan sonra Daum'un da herhalde çözebileceği olay şu, bu tarz oynatırsa Tuncay'ın hareket alanı daralıyor. Serhat ve Hooijdonk, onun koşu yollarını kesiyor. Halbuki Tuncay, rakip yarı alanda istediği yerlere gezerek defansları çökerten bir adam. Eğer böyle kullanacaksanız, Tuncay'ı da verin gitsin. Sarı lacivertliler, rakip aut çizgisine inmedikleri müddetçe dünkü filmleri sık sık görecekler. Orta alanda Selçuk, Fenerbahçe'ye gelince kendini Figo zannetti herhalde. O bile bu kadar riskli oynamıyor. Fransa'da milli maçta yaptığı hatadan ders almamış. Rahmetli İsmet İnönü'ye zamanında sormuşlardı, ‘‘Niye çok başarılısınız?’’ diye. Verdiği cevap benim hep kulağımdadır... ‘‘Çok basit. Hayatımda aynı hatayı iki defa yapmadım’’ demişti. Bakalım Daum ve Selçuk hatalarına aynen devam edecekler mi?
Yazının Devamını Oku

Bu stattan çıkış yok!

10 Ağustos 2003
Gelişmiş ülkelerde, mesela İngiltere'de, Fransa'da, bir yerleşim merkezi kurulurken, oraya metroyu, yolu, suyu, elektriği götürüyorlar, sonra da diyorlar ki, ‘‘Gelin beyler. Buraya evinizi artık yapabilirsiniz.’’ Bizde de, önce evi yapıyorlar, sonra da bağırıyorlar, ‘‘Bana su getir, elektrik getir, yol getir’’ diye... Maçın başlamasına 28 dakika kala Hürriyet Gazetesi'nden çıktım. Çünkü, ne kadar geç çıkarsam o kadar erken gideceğimi zannediyordum. Yanılmamışım, diğer seyircilere göre çok erken gittim. Ama, Diyarbakır'ın attığı golü kaçırdım. Maça girdiğimde dakika 12'yi gösteriyordu. Aslında güzel bir stat. Yalnız dün ağustosun 9'uydu. Eğer, eylülün 9'unda içi kürklü bir gocukla o seyirci bu statta maça gitmezse, yüzde 80'i zaatürre olur. Kale arkalarına mutlak surette tribün yapılmalı veya oraya bir inşaat çıkılmalı. Hadi, diyelim ki, yolları halledemediler, halledemezlerde... Çünkü, bu stadın en az iki çıkışını TEM'e ve arka tarafına ana yollara yonca yaprağı biçiminde direkt çıkışlarla bağlayamazsanız, işi halledemezsiniz. İstediğiniz kadar otopark yapın.

İşin başka ilginç bir yönü daha var. Her gelen arabadan 5 milyon otopark parası alıyorlar. Tam tersini yapmalılar. Her giren arabaya 10 milyon vermeleri gerekir, ‘Allah razı olsun. Bu kadar yol geldiniz, cefa çektiniz’ diye. Aslında G.Saray seyircisi akıllı. Tribünde bağırıyordu, ‘‘Burdan çıkış yok. Burası Sami Yen’’ diye. Hakikaten bu stattan çıkış yok, ama trafik olarak!

Bülent banko oynamalı

Net gözüken o ki, bu stattan çok futbol takımı puan ve puanlar alarak, elini kolunu sallaya sallaya çıkacak. Bülent girene kadar, Galatasaray defansı TEM Otobanı gibi. Diyarbakır ilk yarıyı 5-0 bitirir, ikinci devreyi oynamazdı. Ama bir tane atabildiler. Bülent, bu Galatasaray takımında banko oynar. Ama, elini kolunu kaldırır, ona buna itiraz eder, kendi futbolcularını ve rakiplerini fırçalarsa oyundan atılır mı? Onu bilemem. Çünkü hakemler bu yıl, ‘‘Niye rakibe sarı kart göstermedin?’’ diyenlere sarı kart gösterecekler. Nitekim Hamza Mısır da bunu uyguladı. Söyleyene yapıştırdı.

Işık var ama...

Galatasaray kötü oynamadı! Çok kötü oynadı. Işık var mı? Eğer Fatih, oyuncuları yerli yerinde oynatırsa, olabilir. Mesela sağ dışta oynayan Prates var. Mutlak arkasına bir tampon koyacaksın. Koymazsan, orası yolgeçen hanı olur. İleride Berkant, Hakan Şükür, Hasan Şaş, gidiyorlar rakip defansın kucağına oturuyorlar, neredeyse önlerinde bir kahve ile çay eksik. Rakip defans da zaten onları öyle kabul ediyor. Hep böyle devam edin, diye. Hakan Ünsal tarafı da sağ taraf gibi oldu. Ama diyelim ki, bu ilk maç. Bir gün önceki Beşiktaş'a bakıyorum. Siyah beyazlılar zor bir takım. Ama, sarı kırmızılılar dün bana kolay gözüktü.

Hamza Mısır'ın, futbolcuların top atacakları açının içine girmemesi lazım. En az beş yerde onları rahatsız etti.

Not: Rakipler yüzde 5 payı kullanırlarsa, yani 4 bin Fenerli, Beşiktaşlı, Trabzonlu bu stada gelirse, güvenlik nasıl sağlanacak? Birileri bunu bana anlatabilir mi?
Yazının Devamını Oku

Skora aldanmayın

9 Ağustos 2003
<B>LUCESCU</B> ve Beşiktaş Yönetim Kurulu, Şampiyonlar Ligi'ne hazırlanıyor. Yeni transferler var. Özellikle Ahmed Hassan, Okan ve Sinan, deve dişi gibi ağır transferler. Peki, Beşiktaş kadrosu ne olacak? Bakın, ilk 11'i demiyorum, kadrodan bahsediyorum.Lucescu, dün sahaya sürdüğü ilk 11'le bu şansı futbolcularına tanıdı. Yani dedi ki, ‘‘Buyrun kardeşim. Eğer iyi oyuncuysanız, oynayın. Önce kadroya girin, sonra ilk 11'e...’’

Multzescu,
Beşiktaş'ı iyi çözmüş.Zago, Ronaldo, hatta hatta Cordoba, oyun kurucu futbolcular. İlerde onlara baskı yaparak, siyah beyazlıların etkili top çıkarmasını engellediler. Giunti, Tayfur, hatta Pancu, oyun zorlaştığı zaman sazı eline alıp yön değiştirecek kapasitede futbolcu değiller. Bunlara, oyuna sonradan giren Yasin'i de ekleyebilirsiniz. O zaman iş bir tek Tümer'e kalıyor. O da orta alanda değil, ileride.

A.Dursun voleybolcu gibi

Ahmet Dursun,
bildiğiniz gibi. Önce voleybolcu, sonra futbolcu. İki senedir ellerini kullandığı kadar ayaklarını kullansaydı, Milli Takım'da kesin oynardı. Ama ne yazık ki, Beşiktaş maçlarını Voleybol Milli Takımı Teknik Direktörü izlemiyor. İzlese oraya alır.

Yasin'e soruyorum, ‘‘Oynadığın ilk günden bugüne kadar, futbolunda hiç gelişme oldu mu? Pas atmanda, şut atmanda, oyuna girmende, oyundan çıkmanda.’’ Hiç sordun mu, kendine? Eğer böyle devam edersen, kesin olarak sen de çok kısa zamanda kenara gelirsin.

Pancu, eski Pancu değil. Şu ana kadar da çok şeylerle, çok sebeplerle Beşiktaşlılar ve Pancu, karşılıklı birbirlerini aldatıyorlar. Eğer böyle devam ederse, kadroya girmekte zorlanır. Sakın ola ki, skora bakıp da, ‘‘Beşiktaş süperdi, Samsunspor kötüydü’’ demeyin. Aynı skorla maçı Samsun da kazanabilirdi.

A.Hassan ve Sinan banko

İki takımın oyununa ve mücadelesine göre de bence, bu maçın berabere bitmesi gerekirdi. Ama, kadro farklılığı ve kalitesinin üzerine bir de büyük takım psikolojisi eklenince, ortaya bu sonuç çıktı.

Dün gece net iki şey vardı... Ahmed Hassan, bu sene Beşiktaş 11'inde bir adet formayı tapuladı. Bu Sinan, bu Ahmet Dursun, bu Pancu ve bu İlhan'ın yerine banko oynar. Bir başka gerçek de, sakat olmayan, hafif kımıldayan, biraz yürüyen Sergen de, kesin ilk 11'de olur.İsmet Arzuman, özellikle avantaj uygulayarak, tempoyu kesmemeye gayret etti. Yedek kulübesinin yanında 90 dakika ayakta bekleyen polisler ile, kale arkasında hazırolda, ellerinde kalkanlarla ayakta bekleyen askerler, bir futbol maçı için kötü görüntülerdi.
Yazının Devamını Oku

Hakem taarruzu

6 Ağustos 2003
<B>BU</B> seneki Kuşadası Hakem Semineri 4 gün sürdü... 3 günü traşla geçti... Bir gün ise seminer yapıldı. Bülent Yavuz onları Riva'da eğitmiş... Paketlemiş ve Kuşadası'na tatile getirmiş...

Yani bu seminer, tabiri caizse şow room'du...

20 dakika konuşma hakkı olanlar, bir saat 40 dakika konuştu. Herkes birbirinin hakkına tecavüz etti. Hakkına razı olan badem oldu.

Yalnız iki konuşmacı vardı. Bence çok önemliydi. Birisi Talay Şenol, diğeri Türker Arslan...

İNCE AYARLAR

Son derece faydalı şeyler anlattılar.

Hakemlerin, gözlemcilerin ve temsilcilerin gönderdikleri raporlar yüzünden, nasıl sıkıntıya düştüklerini anlattılar.

Aslında onlar hep hedef tahtası oluyorlar, niye bu takıma ceza verilmedi diye...

Ama raporlardaki tutarsızlık ve ince hesap, isterseniz siz ince ayar deyin... Mesela Murat Ilgaz'ın yazdığı gibi...

Sonra ne oluyor... Ceza kurulu Galatasaray'a ceza vermeyince, bu sefer Fenerbahçe seyircisi, Disiplin Kurulu'nu sonuna kadar zorluyor. Fenerbahçe'ye de ceza yok. Yani tam bir orta oyunu...

Belki de, seminerin en güzel ve anlamlı sorusunu Metin Tokat, iki kurulun başkanına yöneltti.

‘‘Bir ve iki nolu anonslarla bize yetki verdiniz, zaten bizi aslanların önüne atıyorsunuz. O zaman 3-4 nolu anonsların yetkisini de bize verin iş hallolsun..’’

Türker Arslan
çok net konuşmadı. Ama Talay Şenol, ‘‘Tak’’ diye cevabı yapıştırdı.

Şenol, ‘‘Sevgili Metin 1-2 nolu anonsların size verilmesi aslında hatadır ama‘‘ diye devam etti.

Bakın... Türk futbolundaki kaosun ana nedeni bu... Sonra da Bülent Yavuz çıkıp diyor ki, ‘‘Benim hakemime küfür edemezsiniz...’’

TARAYACAKLAR

Ben de diyorum ki, ‘‘Edebilirler, edeni hakemler atsınlar..’’

Eğer atamıyorlarsa, o zaman o küfürleri hakediyorlar sevgili Bülent...

Bu seminerde şunu gördüm... Size de söylüyorum... Hakemler ilk 5 hafta hem yedek kulübelerinde, hem de sahanın içinde yapılacak bütün ters haraketlerde top yekün taaruza geçecekler. Yani tarayacaklar.

Böyle bir kararı kendi aralarında almışlar. Bence de doğru yapmışlar. Şimdi uygulamayı göreceğiz...

Federasyon çıkardığı bir kararla, bundan böyle yedek kulübesi seçimini misafir takıma veriyor. Çok doğru ve yerinde bir karar. Dikkat edin, bütün bir nolu yardımcı hakemlerin arkasında hep ev sahibi takımın yedek kulübesi vardı. Bağırıyorlardı. İndir bayrağı, kaldır bayrağı diye... Hatta yedek kulübesinden çıkıp hakemin elindeki bayrağı bile onlar sallamaya kalkıyorlardı.

Helal olsun Sümer

İSTANBUL takımları... İstanbul basını... Maalesef Türkiye'de bu yaratıldı. Bunlar bir yana, diğerleri bir yana... Son derece kontrolsüz... Spor ahlakına sığmayan yazılar ve konuşmalara şahit oldum.

Trabzon'da tel örgüler kalkacakmış... Yönetim bunun kararını almış. Özkan Sümer'e deli derler. Zaten Türkiye'de biraz cesaretli, biraz da kafan çalışıyorsa, deli dememeleri mucize. Helal olsun Özkan Sümer'e. Bu iş bir yerden başlayacak. Yani Trabzon'da tel örgün kalkmaz, Erzurum'da kalkmaz, Denizli'de tel örgü olmaz, İzmir'e tel örgü olur diye bir kanun mu var?

Bakın beyler...

Bir şeyi eleştirirken, takım amigoluğu yapmayın. Ondan sonra Trabzon'a gidip maç seyredemiyorsunuz. Niye mi? Çünkü çok olayı tek yanlı görüyorsunuz veya işinize öyle geliyor.

Yıllarca Trabzon'a futbolcu ve hakem olarak gittim. Hatta bir Trabzon- Beşiktaş maçı yarıda bile kaldı. Ama ben hala Trabzon'a maç seyretmeye gidiyorum. Siz niye gidemiyorsunuz?

Çünkü sizler amigo yazarlarsınız. Kulüp yazarlarısınız. Yıllardır Trabzon'da seyircinin sahaya indiğini gördünüz mü? Ben bir defa gördüm. Hakemdim, bir Fenerbahçe maçında serbest vuruş verdim, oynanmayan süreler oynatılıyordu. Maçın bitiş düdüğü zannedip, sahaya girdiler.. Hepsi bu kadar.

Peki daha geçen sene değil miydi, Beşiktaş seyircisi Ali Aydın'ın burnunun dibine girmişti. Hani İstanbul medeniyetti?

Onun için bazı şeylere körükle gitmeyin. Bu tel örgüler kalksın. Türkiye'nin her tarafında kalksın.

Eğer olay olursa da o seyirci cezasını çeksin.

Ama yeter ki, sizler kışkırtmayın.

Sporculuktan ve spordan nasibini alamayanlar, elektrikten bahsediyor. Gözünü seveyim Amerika'nın, böylelerini elektrik sandalyesine oturtup, işini bitiriyor.

RTÜK ve tombala

NOUMA'nın meşhur şort olayında benzetmeyi tombalaya getirmiştim.

Çünkü onun yaptığı uygulamanın süresi önemliydi.

Kuşadası Hakem Semineri'nde, Disiplin Kurulu Başkanı Talay Şenol ve Tahkim Kurulu Başkanı Türker Arslan, aynı cümleleri söylediler. Bizde ceza uygulamasını tartışırken, bu süre yüzünden cezayı uzun tuttuk dediler.

Bazı şeyler vardır, bazı şekilde anlatılır. Bu tombala espirisi Türk toplumuna malolmuş, kimseye rahatsızlık vermeyen bir kavram.

Ama sonunda ne oldu biliyor musunuz? RTÜK'ten okkalı bir uyarı yedik, Maraton olarak.

Maraton programının ertesi günü, Meclis Başkanı Bülent Arınç'a gazeteciler, ‘‘Nouma için ne diyorsunuz?’’ diye soruyorlar.

Cevap espirili...

‘‘Tombalayı çeken sonucuna katlanır...’’

Ama RTÜK'ün gücü meclis başkanına yetmiyor.

Göndersenize ona da bir uyarı...

2 hakem

BU
yaz gezdiğim yörelerde futbolcu ve teknik adamlar güvenilir ve cesaretli hakem olarak yalnızca Serdar Tatlı ile Ali Aydın'ın ismini verdiler... Niye bunun adedi artmıyor, bu da hakemlerin sorunu.

Ormandaki hayvanlar

BODRUM,
Kuşadası, Çeşme... Üçünü de canlı yaşadım... Çeşme'yi biraz fazla pompalamışlar... Ne Çeşme bu kadar adama hazır, ne de Çeşmeliler...

Diyorlar ki, aman buraya gelmeyin. Biz fazla adam istemiyoruz. Burası biz İzmirli'lerin... İstanbullu filan gelmesin...

Aya Yorgi denen bir koya arabayla girdik... Girmez olaydık, gece saat 01.00, tam 50 araba koydan çıkmak için bekliyor. Karşıdan da 50 araba girmek istiyor.

Çünkü yoldan ancak bir araba geçebiliyor...

Kullananların da yüzde 80'i alkollü...

Buyrun cenaze namazına...

Kuşadası mı? Orasının zaten ismini değiştirmek lazım... Beton adası denilse daha iyi olur...

BODRUM'U YAKTILAR

Bodrum deseniz... Bir ülke, ama Muğla'ya bağlı bir ülke...

Bana sorsanız, Muğla'nın Bodrum'a bağlı olması lazım... Bu yarım adanın il yapılması şart...

Bol bol orman yaktılar... Ben de nasibimi aldım... Evim yanmadı ama keşke evim yansaydı da, yanımdaki orman yanmasaydı... Çünkü o orman yanarken, acıyla yana yana kaçan domuzları gördüm... Ölmüş kaplumbağaları gördüm... Onlara hitabi olarak hayvan diyoruz. Yakanlar da ne acıdır ki insan...

Aslında onlar bence hayvan oğlu hayvanlar... Ama bu cümle ile haksızlık ettiğim gerçek hayvanlardan özür diliyorum...

Ne yazık ki, bu hayvanların mahkemeye verip, tazminat alma ve tekzip gönderme şansları yok...

Çünkü onlar kendi aralarında konuşabiliyor...

Aman dikkat

BÜLENT Yavuz
genç hakem yetiştiriyor... Güzel bir düşünce... Lisan bilecekler, sosyal yanları olacak o da güzel...

Ama hiç futbolu biliyor mu? İkili mücadele nedir, top ayağında olan oyuncu onu nereye atacak? Veya topun oynandığı yerin tersinde neler oluyor? Onlardan hiç bahsedilmiyor...

Eğer bunlar verilmezse, tek düze, monoton hakem yetiştirirsiniz... Sonra kilitlenirsiniz, aman dikkat...

CEVAP VE DÜZELTME

9 Nisan 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi'nin 39. sayfasında Erman Toroğlu tarafından kaleme alınan ‘‘Tugay'dan özür dilerim’’ başlıklı yazı içeriğinde, olaylar çarpıtılarak müvekkilim Kazım Kanat'ın kişilik haklarına yayın yolu ile açıkça saldırıda bulunulmuştur. S. Erman Toroğlu'nun yazısı ve yorumu amacından sapmış, tamamen kişisel kin ve hakarete dönüşmüştür. Özellikle ‘‘Kazım Kanat ve gibileri, terbiyesizce, yüzsüzce yanıma gelirlerse aynen onları kovacağım’’ diyor. Bu ve bunun gibi cümleler yazı içeriğinde devamlı tekrarlanarak müvekkilimin mesleki ve manevi değerleri ayaklar altına alınmıştır. Erman Toroğlu bahsi geçen olayları çarpıtmış ve kendi kendine kurgulayarak okuyucusuna sunmuştur. Gerçek şudur: Türkiye-İngiltere milli maçından sonra tüm basın mensupları gibi Manchester hava limanında müvekkilim de bilet kuyruğuna girdiğinde Erman Toroğlu ile sohbet eden milli takım oyuncusu Tugay Kerimoğlu müvekkilimin yanına gelerek boynuna sarılmıştır. Sonra hamile olan eşi de yanına gelerek müvekkilime ‘‘Sizi burada görmek ne güzel şey’’ demiştir. Müvekkilim, Tugay Kerimoğlu'nu 11 yaşında Beşiktaş futbol okuluna götüren biri (rahmetli Orhan Kaynar'ın ricasıydı) olarak Tugay ile elbette çok özel sohbette bulunmuştur. İşte müvekkilim bu özel sohbetin bir bölümünü kendi köşesinde kullanmış ve yazmıştır. Sayın Toroğlu ise bu özel sohbeti kendisine mal ederek müvekkilimi küçük düşürücü ifadeler ile kamuoyu önünde rencide etmiştir. Akşam gazetesinden Osman Tamburacı, Milliyet gazetesinden Bilal Meşe, Sabah gazetesinden Süleyman Gültekin olayın ve bu sohbetin canlı tanıklarıdır. Sayın Toroğlu bunu bile bile, salt kendisine gündem yaratmak amacı ile böyle yalan ve hakaret içeren bir yazıyı kaleme alarak müvekkilimin kişilik haklarına açıkça saldırıda bulunmuştur. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Kaldı ki, müvekkilim Erman Toroğlu'nun bu yazısından sonra Tugay Kerimoğlu ile telefonda konuşarak olayı anlatmış. bunun üzerine Tugay Kerimoğlu müvekkilime ‘‘Bilet kuyruğunda röportaj olmaz. Tesadüfen orada Erman Toroğlu'nu gördüm. Seninle de sohbet ettik. Röportaj için randevu alınır, sonra kamera ve teyp çıkar, özel bir mekanda konuşulur...’’ Müvekkilimin ısrarı üzerine Tugay Kerimoğlu da ‘‘Aman Kazım ağabey, takma kafana, kimin kim olduğunu herkes bilir. Ben orada kimseyle röportaj yapmadım. Herkesle sohbet ettim’’ diyerek sayın Erman Toroğlu'nu bu şekilde yalanlamış bulunmaktadır.

Müvekkilim Kazım Kanat'ın kim olduğunu tüm Türkiye bilir. Sayın Toroğlu Türkiye Spor Yazarları Derneği'ne dahi kabul edilmemiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Erman Toroğlu tüm Türkiye tarafından tanınan ve sevilen müvekkilime bu şekilde saldırıda bulunarak güya kendisine gündem yaratma çabası içindedir. Üzüldüğümüz nokta ise, Hürriyet gibi Türkiye'nin en saygın gazetelerinden birinde böylesine hakaret dolu yazı ile kişilik haklarına saldırıda bulunulmasına izin verilmesidir...
Yazının Devamını Oku

Bizi kirletmeyin

2 Temmuz 2003
Paris'te, ‘‘Le Pere Lachaise’’ isminde bir mezarlık var. Burada kimler yatmıyor, kimler, <B>Oscar Wilde, Edith Piaf, Yves Montand, Honore de Balzac, Maria Callas, Camille Pisarro, Georges Bizet, Simone Signoret... Bunlardan bazılarının mezarlarına gittim. Ercan Taner resimlerimi çekti. Yılmaz Güney ile Ahmet Kaya'da burada yatıyorlar. Onların mezarına da uğradık.

Yılmaz Güney'in mezarının başındayken, iki vatandaşla karşılaştık. Bize, Ahmet Kaya'nın mezarının yerini sordular.

‘‘Biz de yeni geldik, arıyoruz’’ dedim.

Seviyoruz ama

Biri hemen dert yanmaya başladı, ‘‘Hocam bizi Türkiye kabul etmiyor. Gidemiyoruz üzgünüz. Benim oğlum ‘Türkiye'yi seviyorum’ diyor. Elinden Türk bayrağını bırakmıyor. Maçlara gidip bağırıyor’’ dedi.

Türkiye'ye neden giremediğini sorduğumda, ‘‘Özgür Gündem'de yazı yazdığım için'' yanıtını verdi.

‘‘Neden mücadelenizi Türkiye'de yasal yollardan yapmıyorsunuz. Neden bizi Avrupa'ya şikayet ediyorsunuz. Memnun musunuz Fransa'dan’’ dediğimde, ‘‘hayır’’ cevabı aldım

Devam ettim, ‘‘Türkiye'de bazı şeylerden biz de şikayetçiyiz. Hatalı olan kanunlar var. Hukuk topal yürüyor. Adalet mekanizması tam ortadan kesmiyor. Ama mücadelemizi veriyoruz’’ dedim. Cevap veremedi. Mezarlıkta yürümeye başladığımda, aklıma bir şey geldi.

Sigaranın külü

10 Aralık 1997 tarihinde Paris’te, Beşiktaş’ın Paris SaintGermain’e 2-1 yenildiği maçtan önce Eyfel Kulesi yakınında bir otelde kalıyoruz. Sabah bir arkadaşımla 5. kattan asansöre bindik. Asansörde iki yabancı turist daha var. Asansör 3. katta durdu. Kahvaltıya iniyoruz. O zaman Beşiktaş'ta idareci olan Latif Ayaz'ın eşi ile bir bayan asansöre bindiler. Bindiler, kapı kapandı. O bayanın elinde bir sigara, sabahın saat 09.00'u fosur fosur içiyor. İçeride tam 6 kişiyiz. Zemine geldik ineceğiz, o bayan elindeki sigaranın külünü, kolunu ileri doğru uzatarak, gayet fütursuzca ve küstahça, yere silkeledi. Ve devam etti, ‘‘Ben bu ülkeyi kirletmeye bayılıyorum.’’ Kadının bu davranışı karşısında çıldırdım, ama yutkundum. Sonra Latif Ayaz'ın eşine sordum, ‘‘Kim bu kadın?’’

Aldığım cevap enteresandı. Kendince meşhur, Remzi Kartal'ın eşi Ayşe Kartal'dı.

Türkiye'yi beğenmeyen, aşağılayan, altımızı oymak için Avrupa'da herşeyi yapan bu grupların liderlerinden biri Remzi Kartal. Hani Fransa size kucak açıyordu. Siz Fransa'dan çok destek alıyordunuz. Fransızlar size gözbebekleri gibi bakıyordu.

Mezardaki yazı

Bu bayanın sonradan, Remzi Kartal'dan da ayrıldığını duydum. Hatta şimdi Almanya'da bir hastanede hastabakıcılık yaptığını da söylüyorlar. Sizden ricam ne olursunuz, istiyorsanız oraları kirletin ama bizi kirletmeye devam etmeyin.

Yılmaz Güney'in mezarı diğer taş mezarlardan ayrı. Çelikten yapılmış. Ahmet Kaya'nın mezarı tamamen yerle bir hizada. Bir lahit veya bir mezar başı yok. Yalnız Ahmet Kaya'nın mezarındaki bir cümle çok dikkatimi çekti, ‘‘Seni anlamayan Diyarbakır utansın.’’

Bu Fransa'da, Ermeni anıtı dikildi. Şimdi de Atatürk anıtı dikiyorlarmış. Allahaşkına dikmesinler. Bir kaybı bir artı ile gidermeye kalkmasınlar.

Yıllardır, bizim kötü, renksiz, ilkesiz ve kişiliksiz dış politikamız yüzünden bunlar başımıza geliyor. Biraz dişimizi göstersek, bir de öyle denesek, bakın bu Fransızlar, bu İngilizler, bu Almanlar ne hale gelecekler.

Ne var yani şu ana kadar süründük. ‘‘Ölmüş eşşek kurttan korkmaz’’

Uzman inekler

1998 Dünya Kupası'nda, Fransa'da 20 gün kaldım. Genelde Paris'teydim. O günkü Paris ile bugünkü Paris arasında özellikle temizlik açısından büyük fark var. Paris Belediye Başkanı ‘‘Gay’’miş.

Benim için ne olduğu önemli değil. İnsan olması, çalışkan olması önemli. Fransa'da yaşayan Türkler diyorlar ki, ‘‘Fransızlar için iki şey çok önemlidir. Birisi çocuğu, diğeri köpeği. Onlar oldu mu tamam. Diğerleri ne olursa olsun.’’

Almanya'ya da çok gittim. Ama Fransa'da insanlar daha hür, daha hareketli, daha sempatik. Demokrasi burada Avrupa'nın diğer ülkelerine göre bir adım daha önde. Kanun, hukuk, adalet denen kavramları sindirmişler.

Şurası çok önemli, bir hata yapıyorsan karşılığında alacağın ceza belli. Bunun hiçbir şekilde affı yok. Bu trafikte de böyle, başka şeylerde de..

Trafikte gidiyorsun, adamın biri ile tartıştın. İndin, bir yumruk attın. Eğer bu işlemi mesai saatleri içinde yapıyorsan, yumruk vurduğun adam paranın büyük kısmını senin sigortandan alabiliyor. Ama mesai saati haricinde ise yandın. Çünkü kanunlar diyor ki, ‘‘Benim vatandaşım mesai saatleri içinde iş yükünden dolayı sinirlenebilir, fevri olabilir, ani bir refleksle ters bir iş yapabilir. Ama mesai saatinden sonra böyle bir hakkı yok.’’ İşte o zaman yanıyorsun. Mesela, evde annesi ile birlikte yaşayan 3-5 yaşındaki bir çocuk annesi uyurken kapıdan çıkıp kaybolursa, polis bu çocuğu bulup karakola bırakıyor. Anneyi çağırıyorlar, bir ihtar vererek çocuğu teslim ediyorlar. Aynı olay ikinci defa olursa, o çocuk, bakımevlerine veriliyor ve orada yetişiyor.

St. Etienne'e giderken yolda beyaz beyaz inekler gözüme çarptı. Aralarında diğer renkli inekler de var. Ama çoğunlukta olan bu beyazları soruşturdum, yalnızca ‘‘Et’’ ineğiymiş. Süt vermiyorlar. Adamların inekleri bile, ‘‘sütü sağılan’’ ve ‘‘eti yenilen’’ diye ikiye ayrılıyor. Yani onlar bile ihtisaslaşmışlar.

Çok pahalı çok

FRANSA çok pahalı bir ülke. Paris'ten St. Etienne'e LVC adında hızlı trenle gidiyorsunuz, ikinci mevkiide ödediğiniz para 58 Euro. (Yani 94 milyon lira.) 600 kilometreyi arabayla gittiğinde, sadece otoban 28 Euro. (45 milyon) Bir de benzin masrafını üstüne koyarsanız, toplamı hesap edin artık.

Gol çığlığı

FRANSA'da birinci gün Ercan Taner'in dişi ağrıdı. Ercan, acıdan, ‘‘İntihar edeceğim’’ diyordu. Paris'te yaşayan, Ayhan adındaki bir arkadaşımız, Ercan'ı hastaneye götürdü. Hemen operasyon yapıldı. Diş siniri köreltildi. Ercan'dan hiç para almadılar. Aynı iş Türkiye'de olsa ne olurdu? Hem de bu tedaviden sonra Ercan Taner, turnuvada maç anlatımında ikinci seçildi. Birinci haliyle Kolombiya'dan çıktı. Çünkü Kolombiyalı spikerler, gol atıldığında neredeyse 5-6 dakika gol çığlığı atıyordu (!)

Eşcinseller

PARİS'te eşcinseller yürüyüşünde Türkler de vardı. Ellerinde taşıdıkları pankart enterasandı, ‘‘Bırakın, Ayşe, Fatma'yı, Ahmet, Mehmet'i sevsin.’’ Bizim de buna bir şey dediğimiz yok ki kardeşim. Sevsinler de, fazla ileri gitmesinler.

G.Saraylılar aman dikkat

BİR spor mağazasına girdim. Avrupa'nın çok ülkesinden kulüp takımlarının formaları vardı. Ve bu formalar, 80 ile 120 Euro arasında satılıyordu. Bir tarafta G.Saray formasını da gördüm. Ucuzluğa girmiş 20 Euro'dan satılıyordu. Hoş, Beşiktaş ile F.Bahçe'nin formaları ucuzlukta bile yoktu, o da ayrı bir konu.
Yazının Devamını Oku