8 Eylül 2006
Inamoto’nun bedavaya alındığı, forma satışına da yardımcı olacağından ticari getiri de sağlayacağı söylendi. Fiziği, giyimi, saç şekli ve futbolu ile idol olan futbolcunun forması alınır. Bu futbolcuyu kim seçti? Nerede izledi? Bu da diğer örnekler gibi menajerlerin kazığı olmasın?
INAMOTO’nun transferini Galatasaray yetkililerine sordum; bedavaya alındığını, ayrıca forma satışına da yardımcı olacağından ticari getiri de sağlayacağını, söylediler. Hayırlı olsun, dedim.
Bu transferi yapanı tebrik ediyorum!.. Başta İngilizler olmak üzere Şampiyonlar Ligi'nde oynayan tüm takımların gözünden kaçan futbolcuyu transfer ettiler.
Ve düşündüm... Japon futbolcu Türkiye’ye bedava geldiğine göre mutlaka bir çıkarı vardır. İyi oynarsa, yani “ya tutarsa”, zaten hemen isteklerini sıralayacaktır.
Ben daha güvenli bir çare ve yol aradım. Eski yöneticimiz Abdurrahim Albayrak’a “Sen Liverpool’daki ŞampiyonLar Ligi maçında oynasan Galatasaray’a 1 milyon dolar verir misin?” diye sorduğumda, “Feda olsun tabiî ki veririm” dedi. Şimdi, kazanma şansımız olmayan bir deplasmanda, doğru dürüst hiç bir takımda oynamamış oyuncu yerine, Abdurrahim’i oynatmak, bana daha akıllıca geliyor. Böylece Abdurrahim tarihe geçer, hepimizin gönlü olur, Galatasaray da daha fazla ticari getiri sağlar.
Heinz'da sorumlu Gerets
Geçen hafta G.Saray’ın yabancı kontenjanının dolu olduğunu yazmıştım, haklıymışım. Marek Heinz’in sözleşmesi tek taraflı fesh edilmiş. G.Saray’ın sorumlulukları, attığı imzalar çerçevesinde devam etmektedir, Marek Heinz sözleşmesinde yazan karşılıkları aynen alır. Marek Heinz’ın transfer öyküsü şöyledir:
Mr.Gerets’in isteği, Bülent Tulun’un organizasyonu ve pazarlığı ile yola çıkıldı. Ancak iş tıkanma noktasına geldi. Başkan Özhan Canaydın’ın ricasıyla Sayın Mesut Yılmaz, Abdurrahim ve benim finansal çalışmalarımızla zora giren transfer gerçekleşti.
Borussia Dortmund ve Çek Milli Takımı'nda oynayan bu futbolcu, ne olduğunu anlayamadığımız nedenle, 1 ay içinde kendini yedek kulübesinde buldu. Bana göre, bunun baş sorumlusu transferi yaptıran
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2006
Fenerbahçe’yi, lig maratonunda ipi göğüsleyecek birinci takım olarak görüyorum. UEFA Kupası’nda da birçoklarının beklemediği yerlere gidecektir. Ancak tek engel, böbürlenen yöneticilerin takip ettiği yol. FENERBAHÇE geçen sezon ligde şampiyonluğu kaçırmakla kalmadı, bu yüzden Şampiyonlar Ligi’ne katılma şansını da yitirdi. Aynı akibet, şampiyon olamasaydı eşleşme avantajını kullanamayacağından Galatasaray’ı da bekliyor olacaktı.
F.Bahçe diğer seri başlarıyla kıyaslandığında en uygun takıma düşmesine rağmen elenmekten kurtulamadı. Diğer takımlar D.Kiev’den daha güçlüydü.
Bana göre Fenerbahçe son 20 yılın en güçlü günlerini yaşıyor. (Hemen itiraz seslerinin yükseleceğini biliyorum; ancak dikkat edin "en başarılı" değil, "en güçlü" ifadesini kullanıyorum) Oyuncularının yabancıları değerli, yerlileri Türkiye’nin en iyileri...
Lig şampiyonluğunu kaçıran Fenerbahçe adeta abondene oldu. Buna yönetsel boşluk ve çalkantılar, hocanın geç gelmesi, ön elemelerdeki başarısızlık da eklenince abondene süresi uzadı. Ama bu durum, F.Bahçe’nin hep böyle gideceği anlamına gelmez..
Fener’i teknik yönetimi, oyuncu kadrosu, saha ve seyirci avantajı nedeni ile lig maratonunda ipi göğüsleyecek birinci takım olarak görüyorum. Bana sorarsanız, UEFA Kupası’nda da birçoklarının beklemediği yerlere gidecektir.
Böyle güçlü olmasına karşın, Fenerbahçe’nin şimdiye kadar özlediği başarıları yakalayamamasının bir açıklaması olması gerekir.
Saygı duyduğum bir Fenerbahçeli ağabeyim: "Mütevazılık insanı yüceltir, aksi ise küçültür" diyerek belki de en veciz açıklamayı yaptı.
Övünmeleri, davranış ve tutumları, yaptıkları büyük işlerin önüne geçti, takdir hislerini köreltti. Yüce Önderimiz; "Türk çalış, güven, övün!" demişti. Siz başarmadan övünmeye başladınız. Böbürlenmeyi, afra-tafrayı ne Allah sever, ne de kul; ikisi de cezasını verir... F.Bahçe’nin, özellikle kulüp yöneticilerinin halen de takip ettiği yol budur.
Ağlamak sanat oldu
İSTEDİĞİ sonucu elde edemeyen sporcu ve yöneticilerin, maçtan sonra uzatılan mikrofonlara, alışkanlık haline getirdikleri; "Bakalım akşama Erman TOROĞLU, Ahmet ÇAKAR buna ne diyecekler ?" şeklindeki demeçlerinden bıktık.
Yorum leyhlerine ise, gördünüz mü haksızlığa uğradık, derler; aleyhlerine ise veryansın ederler. Doğrusu, başkasının yorumuna muhtaç olmadan seyredip, kendi yorumunuzu adaletli biçimde sizin yapmanızdır. O zaman kimseye borçlu olmaz, kimseden de yandaşlık beklemezsiniz.
Bütün bir lig boyunca 92, 93. dakikada gol atıp gol yiyebilirisiniz. Hakem hataları da leyhinize ya da aleyhinize olabilir. Ama bu maratonda artılar eksileri götürür, güçlü ve layık olan kazanır.
Siz, rakip kalenin 18 çizgisi içinde mücadele veremiyorsanız, hakem bize penaltı vermiyor diye ağlamaya hakkınız olmaz. Eğer bir takım frikikten gol atamıyorsa, bu frikikçisi olmadığına yorumlanmalı. Mızıkçılık yerine, eksik ve hatalar gözden geçirilmelidir.
Dışlamayalım kazanalım
BAŞARILI Basketbol Milli Takımımız’da şu an oynamayan değerlerimizi maalesef çok çabuk unuttuk. Büyük sporculara, büyük yöneticiler yöneticilik yapabilir. Günün koşullarına göre ortam yaratan yöneticiler, günün birinde bu silahın ters tepip, kendilerini de vuracağını bilmelidirler.
Bugün yurt dışındaki en önemli spor elçilerimiz, bu kadar dışlanmayı hak etmediler. "12 Dev Adam" efsanesini bu oyuncularla yarattığımızı unutmayalım.
Şimdi kadroda bulunup başarılı maçlar çıkaran genç oyuncularımız da büyüyüp ağabeylerinin konumuna geldiklerinde, aynı vefasızlık örneğini onlara da gösterecek misiniz?
Önemli olan, değişik kişilikteki 15-20 sporcuyu bir potada, en faydalı biçimde kullanabilme becerisinin gösterilebilmesidir. Onları dışlamak yerine, kazanmaya çalışalım.
G.Saray’ın parası yok
HERKES Galatasaray’dan yabancı futbolcu almasını bekliyor. Galatasaray’ın statü gereği yabancı oyuncu alması olanaksız, üstelik parası da yok. Ayrıca alınabilecek kurtarıcı oyuncu da kalmadı.
Başta olsa yabancıyı gönderirir, yerine yenisini alabilirdiniz. Şimdi sıkıştığınızı bilen yabancılar, gitmek için şantaj yapıyor, taviz istiyor. Zaman daraldıkça bu yabancıların istekleri daha da artacaktır.
Genel kurulda, hakaret boyutuna varan ifadelerle borçları acımasızca eleştiren üyeler ve hatta bir kısım bilinçsiz taraftarlar, şimdi de transfer ısrarlarını sürdürerek kulüplerini borç batağının dibine itiyorlar. Bu baskılara direnemeyen, hala yabancı oyuncu alacağını söyleyen Galatasaray’ın bu hali "ayranı yok içmeye, yatla gidiyor yüzmeye" özdeyişini anımsatıyor.
Türkiye’den Ferrari geçti
FORMULA 1 yarışları geçen yıl da güzel olmuştu; iftihar ettik. UEFA, Süper Kupa, Dünya üçüncülüğünden sonra Formula yarışları, Türkiye’yi çağ atlatmakla kalmadı, tüm dünyada ülkemizin imajını da yükseltti. Millet olarak emeği geçenlere teşekkür borçluyuz.
Bizi "Formula 1 Ligi"ne sokmaya çalışan ve büyük sansasyon yapan PO CEO’su Jan NAHUM, gerçekten büyük iş başarmıştır.
Bu etkinlikten çıkarılması gereken ders, istendiğinde en ufak aksama olmadan, herkesin kurallara uyduğu, olağanüstü bir düzeni sağlayabileceğimizi göstermiş olmamızdır. 100.000’nin üzerindeki seyirci, kendilerine ayrılan yerlerde oturdular, efendice yarışları seyrettiler, aynı efendilikle tribünleri boşalttılar.
Merdivenler boştu, biletsiz seyirci alınmadı. Demek ki biraz özen gösterirsek, stadyumlarımıza da bu düzen oturacak.
İlgililer görevlerini yaparsa, statlarımız, merdivenleri boş ve parasını verip yerine oturan seyircilerle dolu olacak, düzen de kendiliğinden sağlanabilecek. Bir yolunu bulup yöneticiler, güvenlik güçleri, protokol tribünü müdavimlerinin arkasından ite-kaka, hurra diye içeriye dalıp stadyuma giren beleşçi yancılar, iyot gibi açığa çıkacaklar.
Bazıları merdivenlerde oturmaya devam ediyorlarsa, bilin ki bunların "kimlik güçleri" var. Yaşın yanında kuru da yanmasın diye daha fazla açıklama yapmak istemiyorum.
Güzel bir stat, disiplinli ve etkili bir yönetimle, karmaşa gider, düzen kendiliğinden gelir.
Ayrıca kupaları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan verseydi de hem bu karışılık olmazdı, hem de ülkemizin reklamı daha iyi olurdu.
Yazının Devamını Oku 25 Ağustos 2006
Türkiye ile Avrupa'da futbolu yanyana koyup, kulüplere, işleyişlerine, yöneticilerine, teknik adamından futbolcularına bir bakın. Tüm unsurları yanyana koyduğunuzda başarısızlığın sırları zaten ortaya çıkıyor.
Onlar gençlerin değerini bilmiyor, biz biliyoruz...
Onların stadları içler acısı, bizim modern stadlarımız övünç kaynağı...
Onların federasyonu işi bilmiyor, bizimki yemiş yutmuş...
Onların seyircisi futboldan anlamıyor, bizim seyircimizin her biri alim...
Onların spor yazarları bilgisiz, bizimkiler otorite...
Onların bir
Yazının Devamını Oku 17 Ağustos 2006
Son 3 senedir G.Saray’da sağ ve sol bek sıkıntısı çekildiği bir gerçektir. İllaki sağ ayaklı oyuncunun sağda, sol ayaklı oyuncunun solda oynaması gerekmez. İş, iyi futbolcuyu ihtiyaç anında her mevkide, en iyi şekilde kullanabilmektir. SKORLARI ölçü alıp, ne kadroyu göklere çıkaralım, ne de kaybettiklerinde yerin dibine sokalım.
Son üç senedir Galatasaray’da sağ ve sol bek sıkıntısı çekildiği bir gerçektir. Çok müdahale eden olduğu için buralara istediğim oyuncu alımında başarılı olamadım.
Bazı müdahaleciler, kızgınlık ve kıskançlıklarını sürdürdüklerinden aynı nakarat devam ediyor.
Yönetimin bu mevkilere oyuncu alabilecek gücü olmadığı belli. Demek ki çözümü dışarıda değil, takımın içinden üreteceksiniz. Hoca, hocalığını göstermeli.
Mevkiye yaratılanlar
Yapılması gereken, mevcut kadrodan bu mevkilere takım oyununa uygun, becerisi olan futbolcu monte etmektir. İllaki sağ ayaklı oyuncunun sağda, sol ayaklı oyuncunun solda oynaması gerekmez. Aydın Güleş, Erdoğan Arıca, Ümit Özat sol ayağını kullanmadan, takımlarında ve milli takımda uzun yıllar sol bek mevkiinde başarıyla görev yapmışlardır. Futbolda zaruret halinde, mevkiye futbolcu yaratabilirsiniz.
18 sene önce, Tanju Çolak’ın Dünya Karması’na çağrıldığı Zico’nun jübile maçı için İtalya’ya gittik. Ali Şen, Rıdvan’ı da Dünya Karması’nda oynatmak istedi. Yer olmadığını söylediler. Sağ bek oynarsa, gelsin dendi. Ali Bey ve Rıdvan olur verdiler. Çok büyük tartışmalar ve iddialaşmalar oldu.
Ali Şen gücünü gösterdi. Rıdvan, çok başarılı maç çıkardı, herkesin beğenisini kazandı. Önemli olan, iyi futbolcuyu ihtiyaç anında her mevkide, en iyi şekilde kullanabilmektir.
Süreyya Ayhan’a sponsor bulurum
ÇOCUK okutan çoğu anne-baba gibi, biz de karı-koca, çocuklarımıza ders ve ödevlerinde yardımcı olduk. Ancak bu desteğimizi belli bir aşamaya kadar sürdürebildik.
Çocuklarımız, ortaokul 1. ve 2. sınıflara geldiklerinde, önce zorlanmaya başladık, sonrasında da bu desteğimizi sona erdirmek zorunda kaldık. Zira, gelişen teknolojiye ayak uyduramadığımızdan, bilgilerimiz kafi gelmemeye başladı. Biz de, çoğu anne-babanın yaptığı gibi, onlara konularında uzman "özel hoca" tutmak zorunda kaldık. Bu sayede arzuladığımız eğitimlerini yaptılar.
Süreyya Ayhan’ı belli yerlere getiren, bugünkü başarılarında pay sahibi olan hocası, eşi Yücel Kop’a teşekkür ediyoruz. Ancak, artık Yücel Kop, Süreyya Ayhan’dan beklediğimiz, özlediğimiz şampiyonluklarının gelmesi için başka özel hocalara izin verme fedakarlık, feragat ve faziletini göstermelidir.
Süreyya Ayhan, onun eşidir; ama manevi yönden Türk Milleti’ne aittir.
Bu arada, federasyon da derhal Süreyya Ayhan’a gereken yabancı hocayı temin etmelidir. Temin edemiyorsa, böyle bir yabancı hocayı getirecek mali olanakların sağlanmasına aracı olurum.
Arda’nın pişmesi gerek
HOŞ geldin Mehmet Aurelio... Fenerbahçe’ye ve kendine Türkiye çapında sempati kazandırdın.
Dünyada ırkçılığın kol gezdiği şu günlerde, burnundan kıl aldırmayan asil (!) Arupalılar’ın neredeyse siyahi 11 ile sahaya çıktığı bir gerçektir. Bizim de aynı arenada onların kuralları ile yarışmaya katılacak olmamız, bana şahsen aykırı gelmiyor. Diğer taraftan, kendi takımında ilk maçını oynayan Arda Turan’ın milli takım için erken olduğunu, daha pişmesi gerektiğini düşünüyorum. İnşallah, parlamadan sönen diğer yıldızlara benzemez.
Şampiyonluk ve bitirilmiş yarışlar
İSMAİL Akçay, olimpiyatlarda ilk defa 3. olduğunda bütün Türkiye ayağa kalkmıştı. Atletizmde yeni yeni uyanmaya başladığımız bu dönemde, Elvan Abeylegesse’nin yarışlarını ilgi ve heyecanla izledim.
Elvan’ın alacağı her derece, bize onur verir. Sakatlandıktan iki gün sonra üçüncü olmasına çok sevindim. Elvan’a bundan sonra sakatlanmayacağı yarışlar temenni ediyorum.
Altmışlı yıllarda, 17 yaşında, Ankara’da, Türkiye birinciliklerine katıldım. Büyüklerle 10.000 metre yarışmasında koşuyordum. Ben daha 7. turu tamamlayamadan Şükrü Saban, bana tur bindirdi. Pist kenarındakilerin alaycı ifadeleri de buna eklenince, hemen pistin dışına çıkıp yarışı bıraktım.
Seyredenler de sakatlandığım için yarışı terk etmek zorunda kaldığımı düşündüler.
Türk atletizminin, şampiyonluklara olduğu kadar, bitirilmiş yarışlara da ihtiyacı var.
Fair-Play ve yağcılık
FUTBOLDA önceden de gözlediğimiz örneklerinde olduğu gibi "Fair-Play" ile "yağcılık"ın birbirlerine karıştırıldığına tanık oluyoruz.
"Çekişme ve rekabet" futbolun "olmazsa, olmaz koşulları"ndandır. Futboldan çekişme ve rekabeti çıkarırsanız, geriye yok denecek kadar az şey kalır.
Bu iki unsura bağlı olarak, sonuna kadar yaşayıp, yaşattığı heyecan duygusu, futbolu tüm dünyada en çok sevilen ve ilgi duyulan spor dalı haline getirmiştir.
Yöneticiler (özellikle başkanlar), rakiplerine karşı iyi sonuçlar almak istiyorlarsa, tüm camiasında esasen var olması gereken çekişme ve rekabet ruhunu geliştirip zirveye taşımakla yükümlüdür.
Büyük hata
Sayın İlhan Cavcav, maçtan önce "En büyük Fener" sloganı atıp, Fenerbahçe formasıyla fotoğraf çektirdin. Fenerbahçe’yi "motive", kendi takımını "demoralize" ettin. Sağol!..
Her zaman Fenerbahçe’ye kök söktüren Gençlerbirliği, bu son maçta rakibi karşısında hiçbir varlık gösteremedi. Seyircin de sana haklı tepkisini gösterdi.
Herkes, bir yolunu bulup "başkan" olabilir, ama "lider" kolay olunmuyor. Lider, çıkışlarında haklı olmalı ve sonuna kadar bunların arkasında durabilmeli.
Başkan, telafisi imkansız, vahim hata yapmıştır.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2006
G.Saray’da malzeme aynı, hoca aynı, ama şartlar aynı olacak mı? Mondi mucizeler yaratacak, son dakika golleri atılacak, son maçlar işi bitmiş takımlarla oynanacak, rakip yine şampiyonluk gafletine düşecek mi? Dikkat, bu helvanın dibi yanarsa, yönetimin helvası yapılır. ADNAN Polat, geçen haftaki basın toplantısında, malzemeleri verdiğini, helvanın da Erik Gerets tarafından yapılması gerektiğini, beyan etmişti.
Evet, malzeme aynı malzeme, hoca aynı hoca, ama şartlar aynı olacak mı?
Ondan fazla maçta, son dakika golleri atılabilecek mi? Bir o kadar maçta Mondragon aynı mucizeleri yaratabilecek mi? Son maçlarda fikstürde işi bitmiş (ya düşmüş, ya da sıralama endişesi olmayan) takımlarla karşılaşabilecekler mi?
Geçen sezonki gibi 5-6 maç öncesinde, daha lig sona ermeden şampiyonluk gafletine kapılan rakibimiz, turlar atıp, şölenler yapıp, sahada hindi kovalayıp sonra da kış uykusuna yatacak mı? Fenerbahçe’den 15 günde 14 gol yiyen Denizlispor, 106 dakika direnip berabere kalabilecek mi?
Aynı şartlar bu sezon da gerçekleşirse, bu malzemelerle Erik Gerets, zar zor helvayı yapar.
Eğer bu şartlar oluşmazsa, sunduğunuz malzeme ile Galatasaray şampiyonluk yarışında gerilerde kalır.
Helvanın dibini yakar, çöpe atarsınız. Galatasaray seyircisi ve kongre üyeleri de akşam namazından sonra senin ve Özhan Canaydın’ın helvasını yapıp, muhtemelen saat 20:45 sularında, dağıtırlar. Sizden önce yokluklarla savaşmış yöneticiler gibi anılmaz, tarih olursunuz.
Torpil geçmiyor
HAFTA başında beni kızdıracak bazı ithamlar oldu. Güya ben, "Aydın Bey’in torpili" ile yazı yazıyormuşum. Bazı zatlar bu ifade ile şahsıma sataştılar. Yüzüme söylendiğine göre, gıyabımda da böyle düşünenler olabilir.
Doğrusu, ben Hürriyet ailesine Esat Yılmaer’in istek ve önerisi, Ertuğrul Özkök’ün onayı ile dahil oldum.
Aydın Doğan Bey’in forsu geçse, Kelkit ve Gümüşhane’deki bütün akraba, eş ve dostlarını gazete ve televizyonlarına doldurur, bu sayede pestil (pestil: Aganigi-naganigi, padişah macununa eş değer, ince yufka biçiminde kurutulmuş meyve ezmesi türünde çok lezzetli bir yöre yiyeceği) kültürü de İstanbul’a taşınmış olurdu.
Hemen benden pestil istemeyin, adres patron Aydın Doğan’dır; fazla alabilirseniz, bana da gönderin.
Üç oğlumdan hiç olmazsa birinin Galatasaray’da futbol oynaması, en büyük ideallerimden biriydi. Galatasaray’daki bunca etkinliğime rağmen, bu idealim gerçekleşmedi. Bazı işlerde hatır, gönül, torpil işlemez. Öyle olsaydı ben, oğullarımı Galatasaray’da futbolcu yapardım.
Kedinin uzanamadığı ciğer
SON yıllarda moda oldu; bazı yöneticiler: "Değeri yüksek oyuncular, takımı ve ahengi bozar" gibi abuk-sabuk laflar etmeye başladılar.
Böyle bir olay asla yoktur...
Avrupa’da Beckham, Shevchenko, Ronaldinho, Henry gibi oyuncular, bırakın takım ahengini bozmayı, forma ve reklam gelirleri ile kulüplerini ihya edip şampiyon yapmışlardır.
Türkiye’de Metin Oktay, Cemil, Tanju, Erdal, İlyas, Erhan gibi oyuncular, yüksek transfer ücretleri ile geldikleri takımlarına hava katıp şampiyon olmasını sağlamışlardır.
Bu kedi-ciğer masallarını kimse yutmaz. Lütfen palavralarla insanları uyutmaya çalışmayalım.
Ben, kulüplerimize garanti veriyorum. Ze Roberto’yu getirebiliyorsanız getirin; her maçta arkadaşlarının omuzlarında sahayı terk eder. Hagi’nin yüksek transferle Galatasaray’a gelip bizi başarılara boğduğu gibi, o da ikinci bir Hagi olayı yaşatır.
Ön libero
GÜNÜMÜZDE futbol oyununda "Ön libero" ve "10 numara" diye bir mevki yoktur. Otoritelerimiz (!) insanlara bilmece çözdürüyor.
"Orta saha" oyuncusu vardır: top kendisindeyken hücum yapar, şut, pas ve gol atar. Top rakipteyken savunma yapar, top çalar; sıkışınca geriye ve yanlara top atar. Sadece hücum eden, ofansif orta saha oyuncusudur (Alex-Hagi gibi). Defansif orta saha oyuncusu ise gol atmaz, hücuma kalkmaz, yanlara, kornere top atar (Saidou gibi).
Yabancı hakkını orta sahaya kullanacak takım, Appiah, Ze Roberto gibi oyuncular almalı. Hem gol atarlar, hem de savunma yapıp takımı kurtarırlar.
Alamıyorsanız kendi alt yapınıza yönelin. Menajerlerin tavsiyesi ile yalandan oyuncu alıp, hüsran yaratmayın. Kimse, sizi imkanlarınızın üstünde transfer yapmaya zorlayıp kulüplerinizin geleceğini karartmanızı istemez.
Not: Haftada bir gün yazdığım için güncelin dışında kalabiliyorum. Yazılarımı salı günü teslim ettiğimden, özellikle salı ve çarşamba günü gelişen olaylar için de anlayış bekliyorum.
Yazının Devamını Oku 3 Ağustos 2006
Kulüpler göndermek istedikleri yabancı futbolcularda sıkıntı yaşıyor. Federasyon, kulüplerin bu tür oyunculara taviz ve haraç vermemesi için, hiç oynatılmaması koşuluyla "bir yabancı kontenjanı" açılmasını sağlayacak düzenlemeyi yapmalıdır.
GEÇEN haftaki yazımın da büyük bölümünü transfere ayırmıştım. Bugün de, aynı konu ile ilgili, önemli bulduğum bir iki hususa değineceğim.
Bankalar, borç verdikleri kişilerin önüne çok sayfalı kredi sözleşmeleri koyarlar. Borç alacak kişiler de "karınca duası"nı andıran bu sözleşmeleri, çoğu kez içinde bulundukları sıkıntıdan, okumadan imzalarlar.
İşte aceleye getirilen transferlerde de menajerler, bankalarınkine benzer transfer sözleşmelerinin bir yerine "lastikli bir cümle" ekleyip (Faruk Süren’in okuyup incelemeden imzaladığı AIG sözleşmesiyle, Felipe’nin İspanyolca ve İngilizce olarak 2 ayrı dilde kaleme alınan ve birbirinden farklı hükümler içeren sözleşmeleri tipik örneklerdir) sizi tuş ederler, Felipe, Ribery, Ortega gibi futbolcular da sözleşmelerine dayanarak aldıkları paraları güzelce cebe indirip bir başka kulübe yelken açarlar.
UEFA ve FIFA’da da "haçlı ruhu" var
Sorun, ister istemez uluslararası kuruluşlara taşınır... Ancak, "Batı"nın dünya politikalarına da hakim olan her şeyi "haçlı ruhu" ile halletme anlayışı, FIFA ve UEFA uygulamalarında da gözlenir.
Kendi coğrafyasında sınır mefhumunu ortadan kaldıran Avrupalı’nın, bin yıldır kardeş kardeşe yaşayan milletimizi paçavralarla tutuşturup, etnik bölünme uğraşı vermesi gibi...
Ribery ve Ortega için UEFA’ya yapılan başvuruların üzerinden 12 sene geçer, cevap çıkmaz; çıksa da lehimize olmaz. Avrupalılar kendileri ile ilgili olduğunda bir ayda sonuç alabiliyorlar. Ama aynı Avrupalı, UEFA’da bizi yıllarca uğraştırıyor ve bir türlü hakkımızı vermiyor. Ve uğranılan haksızlıklar, kulüplerimize döviz cinsinden milyonlarla ifade edilen zararlara neden oluyor.
Bu olumsuzluklar göz önüne alındığında yöneticiler gerek transfer sözleşmelerinin düzenlenmesinde, gerekse uygulamasında menajere de futbolcuya da "açık kapı ve bahane" bırakmamalıdır.
Fırsatçı yabancıya önlem alınmalı
Transferle ilgili yaşanan sorunlarda, gerekli çözümleri üretmeyerek üzerine düşeni yapmayan federasyonun da payı olduğu bir gerçektir.
Transfer olduğu takıma çeşitli nedenlerle uyum sağlayamayan yabancı futbolcuyu göndermeniz hayli zor oluyor. Bu futbolcular (Ailton, Pancu, Heinz gibi) gelirken aldıkları yüksek paralar yetmiyormuş gibi, yabancı kontenjanının dolu olmasını fırsat bilerek hakkı olmayan paralar talep ediyorlar. Kendilerini göndermek isteyen kulüplerine karşı, "Değerim bu rakamları bulmaz, beni kimse bu paraya almaz" gibi küçültücü ifadeler kullanıp mızıkçılık yapmaya başlıyor. Sıkışan kulüpler de ne yapacaklarını şaşırıp, yer açılması için milyonlarca dolardan oluyorlar.
Federasyon, kulüplerin bu tür oyunculara taviz ve haraç vermemesi için, hiç oynatılmaması koşuluyla bir kontenjan açılmasını sağlayacak düzenlemeyi acilen yapmalıdır.
Güle güle Fatih Tekke!
FATİH Tekke’nin futbolculuğu tartışılmaz; maçın kaderini etkileyecek yıldız futbolcularımızdan biridir.
Ancak, camiadan gelecek tepkilere rağmen, önümüzdeki sezon serbest kalacak Fatih Tekke’nin 8.5 milyon Euro’ya gerçekleştirilen satış işlemi, başka kulüplerin kolay kolay göze alamayıp başaramayacakları bir iştir.
Belki, Fatih Tekke’yi satmak yerine, önüne koyacağı 5 yıllık sözleşmeyi imzalatabilmesinin Trabzonspor’un daha yararına olduğu tartışılabilir..
Geçmiş yıllarda Ogün ve Abdullah örneğinde bu olay yaşandı. Yüksek transfer bedellerine rağmen, rakiplere silah vermemek için Ogün ve Abdullah’ın sözleşmeleri uzun yıllar uzatıldı. Sonra da iyi bir paraya Fenerbahçe’ye satıldılar. Fatih Tekke’de de aynısı yapılabilirdi. Bu yapılamadığına göre ağlayıp sızlamanın bir yararı yoktur. Hayırlı uğurlu olsun.
Trabzonspor, hızla iyi şeyler yapmaya başladı. Aldığı ve verdiği oyuncular son derece isabetlidir. Bir yıllık da olsa iyi bir kaleciyi almış olması, beni de sevindirdi. 250 bin nüfuslu Trabzon’un artık kadrosu itibari ile de 5-10 milyonluk şehirlerle ön sırada şampiyonluk mücadelesi vermesi mümkündür.
AVRUPALI GiBi OLMAK...
TARAFTARLAR ve kongre üyeleri her şeyi isteyip hiçbir şey vermeyi düşünmüyorlar. Kulüpler, formalarının satılmasını, aidatın ödenmesini, parasını veren "biletli" taraftarların maça gelmesini istiyor.
Buna karşılık taraftarların bir bölümü bedava bilet, bedava forma, bedava otobüs talep ediyor. Hatta bazıları uygar bir sistemin ürünü olan bugünkü bilet uygulamasına karşı çıkıp "Biletix de nereden çıktı? Biletleri paketleyin bir matbaada bastırın" diyebiliyorlar. Falan oyuncunun alınmaması, falan oyuncunun satılması için müdahalede bulundukları, sahaya çıkan kadroda diyaloglarının iyi olmadığı futbolcuları "dışarı, dışarı" diye protesto ettikleri bir gerçektir. Galatasaray’da tüm aidatın sadece 1/3’ü ödeniyor. Formadan 3 trilyon, bilet satışından 4.5 trilyon, kombineden 8.6 trilyon gelir elde edilebiliyor.
Haydi diyelim ki Fenerbahçe’ninki de bunların 2 katı olsun...
Bu gelirlerle hiçbir surette bilançoyu denkleştiremezsiniz.
Mali genel kurullarda çoğu zaman bilançolar kağıt üzerinde denkleştirilip kitabına uydurulur, ancak sonuçta kulüpler bugünkü durumlarına düşerler. Üç büyüklerin her yıl 15-20 trilyon lira açık verdiği unutulmamalıdır..
Kimse inanmak istemiyor, ama artık Türkiye’de de mali yeterliliği olmayan kulüpler ne transfer izni alabilecekler, ne de kurallara uymadan aynı ligde devam edebilecekler.
Hiç dövünmeyin, şu anda bilançosu düzgün kulübümüz yok. Avrupa Ligi’nde olmak için Avrupalı gibi davranıp o kurallara göre yaşamalısınız. Doğulu gibi yaşayıp, giyinip, kuşanıp Avrupalı muamelesi görmezsiniz.
Onları kutluyorum...
BEŞİKTAŞ’ın "Süper Kupa"sını kutluyorum. Türkiye’de bir ilki başlatan Galatasaray taraftarının ve centilmen futbol takımının rakibinin seromonisini sonuna kadar sıkılmadan bekleyip alkışlamasını gururla izledim.
Diğer taraftarlara ve takımlara da örnek olmasını diliyorum. Yakın tarihimizin en gollü galibiyetleri ile tur atlayan Fenerbahçe’yi de kutluyorum.
Not: Gelecek hafta, Eric Gerets’ten "helva" yapmasını talep eden Adnan Polat kardeşime "şefin mutfağından" helva tarifi vereceğim.
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2006
Kulüplerin tepesindekiler, taraftarına karşı "iş yapmış" olarak algılanmanın peşinde olduğundan, bilmedikleri halde, her işi kendileri yapmak istiyorlar. Transfer yanlışları da kulüplerin, geleceklerini karartıyor. EĞRİ oturup doğru konuşalım, biz yöneticiler, transfer işini bilmiyoruz. "Kahraman" olacağından korktuğumuzdan, bu işi bilenlere de imkan ve inisiyatif veremiyoruz. Kulüplerin tepesindekiler, taraftarına karşı "iş yapmış" olarak algılanmanın peşinde olduğundan, bilmedikleri halde, her işi kendileri yapmak istiyorlar. İşte kaos da burada başlıyor.
Pek çok kişi, "şan-şöhret" için talip olduğu kulüp yöneticiliğine seçiliyor. Ancak kendi işlerinin yönetiminde gösterdiği başarıyı, kulüp yöneticiliğinde gösteremiyor. İşinin yönetiminde hata ve yanlış yapan, en azından zarar edip bedelini parasal olarak şahsen ödemiş oluyor. Ama kulüp yönetimindeki hataların yüklü faturaları, kulübe kesiliyor.
Gözboyama ve zarar
Genelde transferler son dakikaya bırakılıp, acele ile karar veriliyor. Taraftar ve medya baskısı ile sırf "transfer yapmış olmak için" transfer yapılıyor. Taraftarı etkilemek için transfer edilecek futbolcu "şişiriliyor."
Yapılan transfer yanlışları, kulüplerin sadece sportif başarılarını engellemekle kalmıyor, onları mali açıdan da zora sokuyor, geleceklerini karartıyor. Kulüplerimizin ve özellikle Galatasaray’ın bugünkü mali sıkıntılarının ana nedenlerinden birinin, transferlerde yapılan hata ve yanlışlardan kaynaklanan parasal zararlar olduğu bilinmelidir.
Ligin başlamasına 8 gün kalmasına rağmen, Avrupa’da yarışacak takımlarımızdan hiç birinin, gerçekten "transfer" sayılacak bir eylemi olmamıştır.
Galatasaray’da, benim son iki senemdeki yöneticiliğimde olduğu gibi aynı nakarat devam ediyor.
Geçmiş yöneticilik dönemlerimde, sahip olduğum geniş yetkilerimle daha lig bitmeden Tanju, Rıdvan, B.Savaş, Hasan gibi oyuncularla anlaşıp işi bitiriyordum.
Etik bulunmayan tarz!
Medya da tarzımı etik bulmayarak, beni eleştiriyordu.
Halbuki Chelsea, Real Madrid, Barcelona ve bir çok büyük Avrupa kulübü, transferlerini lig bitmeden, yukarıda söylediğim gibi yapıp çok başarılı oluyorlar. Geçmişte de bu yöntemi tercih eden kulüplerimiz zirve yapmışlardı.
NEDEN kınamadılar?
BU sene Galatasaray’a karşı yapılan iki nahoş olaydan, sağduyulu hiçbir Fenerbahçeli’nin hoşnut kalmadığına inanıyorum.Bayraklar yakılıyor, denize atılıyor...
Fenerbahçe’nin 100. Yıl kutlaması bitişik lokalde yapılıyor ve gece, aralarında duvar bile bulunmayan komşu Galatasaray’ın mekanına sahilden geçilip tesisleri tahrip edilmek isteniyor, kavga çıkartılıp karakola düşülüyor...
Üst kurullar göreve
Gönül isterdi ki, bu olayları yapanlar, Fenerbahçe üst kurulları tarafından kınansın... Acaba suskun kalmalarının nedeni, bu işi yapanlardan korkmaları mı, yoksa bu olayları tasvip etmeleri mi? Benzer olaylar geçmişte de yaşandı. Beşiktaş’ın başkanı Serdar Bilgili çıkıp özür dileme olgunluğunu gösterdi.
Top kale çizgisini geçmeli
TRANSFERDE yapılan yanlışlar, oyuncularla sınırlı değil, teknik direktör seçimi de madalyonun diğer yüzü... Geçen sezon pek çok örneğini yaşadığımız gibi bir kulübün başarısız bulup "kapıyı gösterdiği" teknik direktörü, bir başka kulüp "kurtarıcı" olarak aldı.
İşin daha da ilginç yanı, kapıyı gösteren de, kurtarıcı olarak kabul eden kulüp de ligde benzer konumdaydı. (Bu şekilde, kulüp ve teknik direktör isimlerinin futbol kamuoyunca bilindiğini düşündüğüm en az yedi örnek sayabilirim.) Görülüyor ki, teknik direktör seçimi de futbolcu seçimi gibi doğru yapılmıyor.
Teknik direktörlerle ilgili en çarpıcı, hatta dramatik sayılacak örneği, lig sonunda yaşadık; "Appiah’ın Denizli’deki şutu, Daum ve Gerets’in kaderini belirledi." Appiah’ın maçın sonlarına doğru Denizlispor kalesine gönderdiği direğe çarpan top, auta gideceği yerde, kale çizgisini geçseydi ne olacaktı? Kupayı kaybeden, çoğu kişinin ligi kazanacağına inanmadığı Gerets yine de başarılı bulunup "kahraman" ilan edilecek miydi?
İki sene şampiyon olup son maçta kaybolan Daum, zorla ikna edilip başkan yapılan Aziz Yıldırım’ın kaderleri, bir maçın skoruna veya bir şampiyonluğa bağlı olmamalı. Fatih Terim bırakıp gitmeseydi, takım dağılmaz, Galatasaray da belki on sene daha nice başarılara imza atardı. Arsenal, Arsen Wenger’le sekiz yıldır yoluna devam ederek, şampiyonluklar kazanıyor, finaller oynuyor.
"Amerika’yı yeniden keşfe gerek yok." Kupaları almak isteyenler, kupaları alanların ne yaptığını görsünler yeter...
Takdir ettiğim İKİ İCRAAT
ÖZKAN Sümer’in geniş yetkilerle Trabzonspor’da görevlendirilmesini, hem yönetim hem de Özkan Sümer açısından büyük fedakarlık olarak kabul ediyor, her iki tarafı da kutluyor ve başarılar diliyorum.
Danışmanlığı sırasında görüş ve önerilerinden çok faydalandığım Ayhan Akbin de Ankaragücü Kulübü’ne menajer oldu. Cemal Aydın’ı bu seçiminden dolayı kutluyor, Ayhan Akbin’e de yeni görevinde başarılar diliyorum.
Bu iki icraatı da, bilenlere futbol yönetiminde yetki verilmesinin örnekleri olarak görüyor ve takdirle karşılıyorum.
Yazının Devamını Oku 20 Temmuz 2006
Futbol Federasyonu, küfür ve stat terörünü önlemek için ağırlaştırılmış para cezası uygulayacakmış. Ağır para cezaları, aşırı borçlu olan kulüpleri soymaktır. Bu tür bir ceza, zaten çok bozuk olan kulüp ekonomilerini kilitler. FUTBOL Federasyonumuz, yeni sezonda küfür ve stat terörü ile ilgili genelde ağırlaştırılmış para cezasına dayalı bir dizi acil tedbirler alacakmış.
Son dört senede, sadece kulüplere para cezası vermekle bir yere varılamayacağını anlayamadıysanız, başarılı olamayacağınızı peşinen söylemeliyim. Çünkü bu suçları işleyenlerle, cezaları ödeyip canı yananlar bambaşka yerlerdir. Siz ne kadar ağır para cezası verirseniz verin, bu şahısların kılı kıpırdamaz ve "oh oldu, ödesinler!..." diye düşünürler.
Biz yöneticiler, bir yıl boyunca, medya kanalıyla veya şahsen ne kadar dil döktüysek sonuç alamadık. Ağır para cezaları, aşırı borçlu olan kulüpleri soymaktır. Zaten çok bozuk olan kulüp ekonomilerini, daha ağır para cezaları ile kilitlersiniz.
Kural tanımayan kişiler
"Kötü seyirci, iyi seyirciyi kovar"; aynen kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi.
Bir yolunu bulup, UEFA kurallarına uymayan, statlara girip istedikleri yerde kümeleşen bu kişiler, parasını verip kombine alan ve yerine oturamayan seyirciyi stattan kovar, çoğu zaman da bu yerler boş kalır. Maç boyunca 15 dakika maçı seyretmez. Genelde sırtları sahaya dönüktür.
Güvenlik güçlerimiz de nedense bu zabıta olayına ilgisiz kalıp, işi özel güvenliğe ihale etmek isterler. Oysa, kural tanımayan malum kişiler, özel güvenliği de adam yerine koymayıp bildiklerini okurlar..
Bir sıkıntılı maçımızda, emniyet müdüründen acil yardım istediğimde, "Bizim işimiz değil, özel güvenlik halletsin" demişti.
Mucit olmak gerekmiyor
Güvenlik güçlerimiz kalabalık bir şekilde maça geliyor, eşiyle dostuyla güzelce maçı seyredip gidiyorlar. Bu böyle olmamalı.
Yöneticiler de bu kişilerin her dediğini yapmamalı, gerekirse alkış ve lehte tezahürat yerine, istifa seslerini yeğlemelidirler. Geçen sene Özhan Canaydın ve yönetimi cesurca bu uygulamayı yapmıştı. Maalesef ligin bitimine altı maç kala pes ettiler.
Şimdi terörden canı çok yanan İngiltere gibi holiganizmin beşiğinde artık 2 metreden, olaysız, küfürsüz ve yabancı maddesiz maç seyredildiği bir gerçektir.
Mucit olmak gerekmiyor.Adamlar statlarına görüntü sistemini yerleştirmişler, kumanda odasından polisle irtibatlı, hangi koltukta ne olduğunu tespit edip gereğini yapıyorlar.
Kulüplere düşen bu teknolojiyi uygulamak; Devlete düşen de stat yapmak isteyenin önünü bürokratik engellerle tıkamayıp, yardım etmektir. Modern stat yapımı, teknoloji ve güvenlik önlemleri, uyum içinde bir arada yürütülmelidir. Resimde, müzikte, ekonomide, diğer spor dallarında ulusal başarımız yok denecek kadar azdır. Oysa Türk futbolu, zaman zaman Türkiye’nin önüne geçip Dünya Üçüncülüğü, UEFA Kupası, Süper Kupa gibi başarılara imza atmıştır.
Uganda’da dahi Türk futbolu konuşulup formalarımız giyilmiştir. Türkiye’nin reklamı çok güzel yapılmıştır.
Bir hüzün bir sevinç
SÖYLEMEDEN geçemeyeceğim. Geçen sezonun başında sıkıntılı günler yaşıyorduk. Dost Fenerbahçe’nin ikinci başkanı Sayın Nihat ÖZDEMİR, kendi sorumluluk alanında olmasa bile, "Bizi örnek alsınlar, düzlüğe çıkarlar" dedi. Biz de aynen uyguladık. Birinde üzüldük, birinde sevindik. Avrupa kupalarında örnek aldık: sıfır çektik. Türkiye Ligi’nde örnek aldık: şampiyon olduk. Bir hüzün, bir sevinç. Yine de teşekkür ediyoruz.
Havuzun Aslanlar’ı
TÜRKİYE şampiyonluğunuzu kutluyorum. Amatör ruhla çalışıp, hedefe ulaştınız. İleride sizleri "Olimpiyat Şampiyonu" görmek isteyen Galatasaraylılar’ın, yaşanan bunca sıkıntıya rağmen, yaptırdığı olimpik yüzme havuzunuz emrinizdedir. Hayırlı uğurlu olsun. Türkiye’de beş yıldıza sahip tek yüzme ve su topu takımımız her türlü ödüle layıktır.
Trabzonlu fazla bekleyemez
SAYIN Albayrak;
Trabzonlu hemşehrilerimin sıkıntı ve endişesi çok fazla... Coğrafyası ve iklimi itibari ile sabırsız ve aceleci olan Trabzon insanı, fazla bekleyemez. Seçimlerde, geçmişleri kupalar ve başarılarla dolu olan Özkan Sümer ve İskender Önal’a karşı sizi tercih ettiler. Benim gönlüm de sizden yanaydı.
Şu ana kadar sizden beklenenlerin çoğu yerine gelmedi. Bu özverili ve aceleci insanlar uzun zaman bekleme sabrını gösteremezler. Size tavsiyem geciken transferleri verdiğiniz söze dayalı olarak yapmanız.
Yazının Devamını Oku