“Fikir Sofrası” adı altında toplantılar düzenleyen organizasyon, 1. yılı kutlarken, ilk kez İstanbul dışına taşarak, 10. Toplantısını Mardin’de gerçekleştirdi. Mardin’in seçilmesinin nedeni de kardeşlik ve birliktelik vurgusu idi.
Toplantının ana konuğu olan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yaklaşık 2,5 saat boyunca katılımcıların sorularını yanıtladı. Fikir sofrası organizasyonlarında gizlilik kuralları geçerli olduğu için Bakan Şimşek’in söylediklerini aktaramıyoruz ama edindiğim genel izlenimleri aktarmak isterim.
Her şeyden önce hükümetin yapısal reform olarak da adlandırılacak tedbirlere büyük önem verdiğini, daha doğrusu öneminin iyice arttığını gözlemliyorum. Şimşek’in söylediklerinden çıkardığım kadarıyla; seçimlere giderken de bu yapısal tedbirler Hükümetin bir kozu olarak kullanılacak. Birçok mikro tedbirin yer almasını beklediğimiz bu paketi Başbakan Ahmet Davutoğlu açıklayacağı için, bakanlar da hazırlıkları tamamlanan yapısal tedbir alanlarında bile somut olarak konuşmaktan kaçınıyorlar. Şimşek de bu toplantıda yine, tüm sorulara rağmen alınacak önlemleri üstü kapalı geçti ama bu çalışmaların iyice hızlandığı, bu arada takvimlerin öne çekilmeye çalışıldığı anlaşılıyor.
Hangi alanlarda yoğunlaşılacak derseniz, daha önceden de açıklanmıştı; kayıt dışı ekonomiyle mücadeleden, istihdama, oradan bürokrasinin azaltılmasına kadar birçok alanda reformlar planlanıyor. Kamuoyuna anlatılırken planın ilk kez bu kadar kapsamlı olması ve ilk kez belirli adımların takvim verilerek gerçekleşeceği noktaları üzerinde özellikle durulacağı anlaşılıyor.
Hükümet, Gezi olayları ve 17 Aralık olaylarıyla, özellikle dış kamuoyunda itibarın ciddi biçimde zedelendiğinin farkında ve itibarını yeniden kazanmak, özellikle yabancılara güven verebilmek için bu paketi kullanacak gözüküyor.
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEME İLİŞKİN BELİRSİZLİK
Bakan Şimşek’e gelen sorular arasında, doğal olarak, önümüzdeki döneme ilişkin beklentileri de ağırlıktaydı. Bakanın tüm dünyadaki muhtemel ekonomik gelişmeler, Avrupa’daki durum, gelişmekte olan ülkelerdeki muhtemel sıkıntılar üzerinde durarak geniş bir ufuk turu yaptığını söyleyebiliriz. Böylece ekonomi yönetiminin önümüzdeki döneme nasıl baktığının da ipuçlarını aldık.
Küresel gelişmelerin yanında İŞİD olaylarının etkisiyle bölgede yaşanacak gelişmeler üzerinde duruldu ancak Bakan Şimşek kendi konusu olmadığını belirterek bu konuda fazla yorum yapmaktan da kaçındı.
Bu haliyle çok düşük faiz artısı geleceğini söyleyen bankacılar, mevduat ve kredi faiz oranlarına, dolaysıyla birikimine fazla etki yapmayacağını tahmin ediyorlar.
Sektör yetkilileri, bankalar bazında yapılan araştırmaya göre sektöre munzam faizi olarak ödenecek toplam tutarın 250 milyon TL olarak hesaplandığını söylediler. Zaten sektörün tümüne ödeme yapılacak olsa, bu büyüklükle, toplam 400 milyon TL tutacağını, bazı bankalara az bazılarına daha fazla ödeme yapılacağı, bu nedenle tutarın 250 milyon TL’ye ineceğini söylediler.
Uygulamadan en çok Ziraat’in, peşi sıra büyük özel bankaların yararlanacağı, yabancı sermayeli küçük bankalara ise fazla yarar sağlamayacağı belirtildi.
Konuştuğumuz bankacılar bu haliyle karşılığa faiz uygulanmasının sektörde mevduat yarışı başlatacağı yönündeki tahminleri “fazla iddialı” buldular. Bankaların döviz borçlanıp ROK sistemine koyduklarında çok daha fazla kar ettiklerini kaydeden bir bankacı, bunun yerine mevduata dönmenin karlı olmayacağını söyledi. Bu uygulamanın bankaları özendirmek için yetmeyeceğini belirten aynı bankacı, dolaysıyla mevduat yarışını ve mevduat hacminde artışı beklemenin fazla iyimserlik olacağını söyledi. Merkez Bankası’ nın mevduatı artırmak için bunu yaptığını sandıklarını ama deneme sonucunda fazla etkili olmayacağını göreceklerini de sözlerine ekledi.
Başka bir bankacı ise bankaların dışarıdan dövizle borçlanıp bunu TL’ye çevirerek mevduat da yapabileceklerini hatırlatarak, dolaysıyla dışardan kaynak kullanımı yerine içerdeki mevduat kaynağını büyütmek amacının gerçekleşmesinin de zor olduğunu söyledi.
Bu arada aynı bankacıya karar, özkaynak ve mevduat toplamı hesabı nedeniyle, sermaye artırımını yani özkaynak artırımını özendirir mi diye sorduğumda, “Buna hiç etkisi olmaz çünkü sermaye koymanın maliyeti, buradan kazanılacak küçük orandan çok daha yüksek” şeklinde yanıtladı.
Dolayısıyla sermaye artırımına katkı yapacak bir karar da olmadı.
Munzam karşılıklara faiz kararının perşembe günü yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından önce açıklanması bekleniyor. Bankacılardaki beklenti; bugünkü resmi gazetede konuyla ilgili Merkez Bankası Banka Meclisi kararının yayınlanması ve uygulamanın kasım ayı başından itibaren başlaması yönünde.
Konuyla ilgili görüştüğümüz bankacılar, faiz uygulamasının TL bazındaki mevduatlar için yatırılan munzam karşılıklar için geçerli olmasını, döviz bazındaki karşılıklara faiz uygulanmamasını bekliyorlar. Ödenecek faizin yüzde 3’e kadar çıkmasını, belki de kademeli uygulamaya gidileceğini tahmin ediyorlar.
Munzam karşılıklara faiz uygulamasının tüm TL mevduatlar için geçerli olup olmayacağı bilinmezken, örneğin TL “mevduat/ kredi oranı” gibi bankalar bazında farklı uygulama ve faiz oranı uygulanabileceği belirtiliyor.
Aslında Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı bir süredir bu uygulamanın ipuçlarını veriyordu. Son olarak geçen hafta sonu Antalya’da yapılan Türkiye Ekonomi Kurumu toplantısında, bankaların çekirdek yükümlülüklerini desteklemek istediklerini belirten Başçı, öte yandan bankaların yurt dışından borçlanmalarından daha ziyade içeriye yönelmeleri, yani mevduatı ve sermayeyi tercih etmeleri şeklinde bir teşvik mekanizması getireceklerini söyledi. Başçı, “Burada da zorunlu karşılığa ödediğimiz telafi faizi yoluyla bu mekanizmayı devreye alacağız. Daha çok çekirdek yükümlülüklerine önem veren bankalara biraz daha yüksek telafi faizi ödeyeceğiz” demişti.
Başçı, tasarrufların artırılması için yakında hükümetin başka önlemler de açıklayacağını aynı toplantıda dile getirdi. Ancak bu konuda köklü olarak nasıl bir tedbir alınacağı henüz bilinmiyor. Merkez Bankası’nın tasarrufları artırma hedefinin yanında, belirsizliğin arttığı bu küresel süreçte, döviz yükümlülüklerini azaltabilmek için de böyle bir uygulamaya sıcak baktığı söyleniyor.
PİYASA BEKLEMİYOR AMA…
Şirket, 185 milyonu aşan ve yüzde 64’ü 30 yaş altı genç nüfusuyla Pakistan’ı en önemli potansiyel pazarlarından biri olarak görüyor ve bu ülkedeki yatırımlarını hızla artırıyor.
Geçen hafta CCI’ın Pakistan’daki en büyük fabrikası olan Lahor’daki fabrikasını gezip, buradaki sosyal sorumluluk projelerinden bir kısmını görme imkanı bulduk. Türkiye’nin yanında, Pakistan, Kazakistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Ürdün, Irak ve Suriye ve Tacikistan’da toplam 23 fabrikası bulunan CCI’ın, Pakistan’daki fabrika sayısı 6 ve 3 yeni fabrika daha açmayı planlıyor. CCI, küresel Coca –Cola sisteminde satış hacmine göre 6’ncı, nüfusa göre 2’nci sırada bulunuyor. Pazar potansiyelinin büyüklüğü ise tüm Coca-Cola sistemindeki payının daha da büyüyeceğinin göstergesi.
Pakistan’ın sokakları, yoksulluğun azaltılması için yabancı sermayeye ihtiyacını açıkça gösteriyor. Siyasi istikrar sağlanması halinde büyük yatırımlar çekeceği de kesin. CCI’ın yatırımları Pakistan gıda sektöründeki en büyük yatırımlardan biri. Lahor’daki iki günlük ziyaretimizde, buradaki CCI yatırımının Coca –Cola’ ya olduğu kadar, Türkiye’ye de büyük itibar kazandırdığını gördük. Sadece ticari açıdan değil, hem yarattığı istihdam hem yatırımlarda çevrenin gözetilmesi hem de örneğin genç kızlara dönük sosyal sorumluluk projesiyle, çağdaş bir ekonomik anlayışın sağladığı başarı gözüküyor. Geziyi şirketin patron ya da genel müdürleri ile değil kurumsal iletişim birimiyle yapmamız da, bence kurumsallaşmanın ve çağdaş yönetim anlayışının uzantısı idi ve çok verimliydi.
CCİ son 5 yılda, yarısı Türkiye’de olmak üzere, 1 milyar dolardan fazla yatırım yapmış. Bu ülkedeki en büyük Türk yatırımlarından olan CCI’ın Pakistan’daki faaliyetleri 2008 yılında Coca-Cola Beverages Pakistan Ltd. hisselerinin yüzde 49’unu satın almasıyla başlamış. Bu tarihten sonra bölgedeki pazar payını yüzde 30 artırıp, satış hacmini de 2 katına çıkarmış. Coca-Cola sistemi olarak Pakistan’a 5 yılda 350 milyon doların üzerinde yatırım yapılmış, 2010 yılından bu yana gerçekleştirilen iyileştirme çalışmaları ile litre başına ürün üretmek için harcanan su miktarı yüzde 37, enerji kullanımı ise yüzde 12 oranında azaltılmış.
TEMİZ İÇME SUYU, ENERJİ KATKISI
Temiz içme suyunun büyük sorun olduğu coğrafyada 2015 yılı sonuna kadar 500 binden fazla kişiye temiz su iletilmesini hedefleyen “
Bürokrasinin de reformlar konusunda motive edildiği gözlenirken, ekonomi bürokrasisi bu reform programlarına hız vermiş durumda. Ekonomi bürokratlarının bu tedbirlerden 7’si hakkında detaylı çalışmalar yapıp, Ekonomik Koordinasyon Kurulu’na (EKK) sunum yaptıklarını biliyoruz. Şimdi bir yandan bu 7 reformun eylem programları yapılıp takvimlendirmesi hazırlanırken, öte yandan geriye kalan 18 tedbir için de çalışmalar yapılıyor.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan son olarak IMF –Dünya Bankası toplantıları sırasında, Washington’da verdiği bir mülakatta, “Şimdi biz eğer hiçbir tedbir almazsak ve ekonomideki gelişmeleri sadece seyredersek, Türkiye’nin büyümesi yüzde 3’te kalır gerçekten. Bizim gelecek seneki yüzde 4’lük büyüme öngörümüz ancak ilave çaba ile gerçekleşebilir” demiş. “Sıhhatli ve sürdürülebilir bir büyüme ‘ancak ve ancak’ Türkiye’de yapısal reformların gerçekleştirilmesiyle mümkün” diyen Babacan, bunu yapabilmek için önümüzdeki dönem yapısal reformların ‘çok ama çok önemli’ olduğunu vurgulamış.
Gerçekten de tıkanmayı aşmak, sürdürülebilir büyüme oranını yükseltmek için bu reformların biran önce uygulamaya sokulması gerekiyor. Babacan haklı olarak bu reformları yaparken mali disiplinin korunmasının önemine değiniyor. 25 öncelikli program içinde gerçekten yapısal tedbir diyebileceğimiz tedbirlerin yanında mikro tedbirlerin yer aldığı alanlar da var. Ekonomi bürokratları da özellikle bu yapısal niteliği olan köklü değişim yapabilecek reformlara öncelik verme eğiliminde.
Ciddi yapısal programlardan bazılarını; üretimde verimliliğin artırılması, ithalata bağımlılığın azaltılması, yurtiçi tasarrufların artırılması, kayıtdışı ekonominin azaltılması, öncelikli teknoloji alanlarında ticarileştirme programları olarak sayabiliriz. Yanısıra, ‘kamu alımları yoluyla teknoloji geliştirme ve yerli üretim programı’ gibi, ilk bakışta muğlak görünen ama içerisi ciddi yapısal dönüşüm programı olarak doldurulduğunu duyduğumuz başlıklar da var. Çin gibi bazı ülke örnekleri incelenerek, radikal üretim yapısı değişiklikleri planlanıyormuş.
DEĞİŞİME İZİN VERİLECEK Mİ?
Bunların başında da en yakın çalışma arkadaşı olacak Başbakanlık Müsteşarlığı makamı geliyor.
Davutoğlu’nun bu görev için çok güvendiği isim olan mevcut Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Kemal Mağdenoğlu’nu istediği biliniyor ancak 1 aydır konuşulmasına rağmen bu atamanın yapılamadığı görülüyor. Bunun nedeni olarak da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu görev için Madenoğlu’nu uygun görmemesi gösteriliyor. Madenoğlu’nun atama kararnamesinin Cumhurbaşkanlığı’na çıktığını sanmıyoruz. Dolayısıyla atama kararnamesi imzalanmadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’la konuşulduğu, ancak uygun görmediği için kararnamenin bile düzenlenmediği, daha büyük ihtimal gibi gözüküyor. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanın bizzat çalışacağı makam olan Müsteşarlığa ataması için Başbakan Davutoğlu’na bazı isimler önerdiği de konuşuluyor. Buna karşılık Davutoğlu’nun da bunlara razı olmadığı, bu nedenle atamanın uzadığı da, kulislerde konuşulanlar arasında.
Bu nedenle de Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olan Fahri Kasırga’dan sonra, 1 ayı aşkın süredir, bu görev vekaleten yürütülüyor. Başbakanlık sitesinde görevi vekaleten Ergin Ergül’ün yürüttüğü yazıyor.
Başbakanlık Müsteşarlığı’nın yanısıra, İbrahim Çanakçı’nın 1 Eylül’de müsteşarlığı bırakıp, Washington’a IMF İcra Direktörü olarak gitmesinin ardından, Hazine Müsteşarlığı görevi için de henüz atama yapılmış değil. Bu nedenle Çanakçı gittiğinden beri bu görevi Müsteşar Yardımcıları Cavit Dağdaş ile Burhanettin Aktaş, dönüşümlü olarak vekaleten yürütüyorlar.
Kulislerde Hazine Müsteşarlığı için bir süredir bu iki müsteşar yardımcından birinin atanabileceği konuşuluyor. Yanısıra aynı görev için, Kalkınma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Erhan Usta ile TÜİK Başkanı Birol Aydemir’in adı geçmesine rağmen, 1 ayı geçmesine rağmen henüz atama yapılmış değil.
Hazine Müsteşarlığı’na yapılacak atamanın uzamasının da, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ataması yapılacak kişi konusunda anlaşma sağlanamamasının etkili olduğu belirtiliyor. Kulislerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’la varolan ekonomik görüş ayrılığının, Hazine Müsteşarlığı yapacak kişinin seçimi konusunda da etkili olduğu konuşuluyor.
EKONOMİK TEDBİRLER VETO YİYEBİLİR
Hedefler değiştirilmesine rağmen, yeni OVP hedeflerinin güven verdiğini söyleyemeyiz. Hem teknik olarak bazı sıkıntılar görülüyor, hem de mevcut iklim olarak genel bir güvensizliğin oluşması hedeflere inanmayı da ciddi biçimde zorluyor. Bir başka deyişle; İŞİD nedeniyle içerde başlayan, ölümlerin yaşandığı toplumsal olaylar ve bu nedenle ilan edilen sokağa çıkma yasakları toplumsal barış açısından ciddi korku yarattı ve böylesine bir ortamda ne kadar sağlıklı hedef belirlenirse belirlensin, inandırıcı olması zor görünüyor.
Kaldı ki hedeflerin sağlıklı belirlendiği de tartışma konusu. Hükümetin daha önce belirlediği hedeflerde yaşanan ciddi sapma, bundan sonraki hedeflere ulaşılabileceği konusunda umut vermiyor. Sürekli olarak hedefler konup bunların sürekli revize edilmesi inanılırlık sorunu yaratıyor.
Bu arada Babacan’ın ısrarlı sorulara rağmen savunma harcamaları için rakam vermemesi, “bütçe büyük aradan karşılanır” tavrı da güven vermekten uzaktı.
OVP’de en büyük sapma enflasyonda görülüyor. Bu yıl için belirlenen yüzde 5’lik enflasyon hedefi, yıl ortasında yüzde 7.2 olarak revize edilmişti, dün da Babacan yeni yılsonu enflasyon tahminlerini yüzde 9.4 olarak açıkladı. Yani belirlenen hedefin neredeyse iki katı bir enflasyon oranı bekleniyor, ki bu rakamda kalınacağı bile şüpheli. Sapma oranının bu kadar yüksek olmasının, piyasalarda hedeflere olan güveni sarsması ise doğal.
Enflasyonda 2015 yılsonu yeni hedefi yüzde 6.3’e çıkarılırken, 2016 ve 2017 için yüzde 5 olarak saptandı.
Bu yılki yüzde 4’lük büyüme hedefi dünkü revizyonla yüzde 3.3’e çekildi. IMF’in geçen hafta büyüme beklentisini yüzde 3’e çektiği de dikkate alınmalı. OVP’de 2015 yılı büyüme hedefi yüzde 4, 2016-17 için yüzde 5 olarak saptandı.
Belki de tek olumlu revizyon cari açıkta yapıldı. Babacan 2014 yılı için cari açığın milli gelire oranı için yüzde 6.4 oranı belirlendiği, yılsonunda yüzde 5.7 olarak gerçekleşeceğini söyledi. 2017 yıl sonunda ise bu oranın yüzde 5.2’ye ineceği açıklandı.
ÖNCELİK YAPISAL TEDBİRLER
Fitch’in not düşürmeyip görünümü bile aynı bırakması, piyasalara olumlu sürpriz oldu. Bunun olumlu etkilerini yarın açılacak piyasada ne kadar göreceğiz bilemiyorum. Çünkü ABD’den gelen olumlu veriler ve sınırımızdaki çatışmalar, Fitch’in olumlu notunun önüne geçebilir.
IMF’in son raporu ise Türkiye ekonomisine ilişkin ciddi uyarılar içeriyor ve acil önlem alınması isteniyor. Düşük tasarruflar ve rekabet gücü zorluklarının yatırım ve ihracatı sınırladığı, bunun da Türkiye’nin gelişmiş ülkelerle aradaki farkı kapatmasını zorlaştırdığı, orta gelir tuzağını derinleştirdiği belirtiliyor. Raporda yeralan ön önemli saptamalardan biri; daha önce yüzde 5 civarında bilinen, sorunsuz yıllık büyüme kapasitesinin yüzde 3.5’lar düzeyine indiğinin saptanması. Dolaysıyla bu büyüme oranı ile orta gelir tuzağı aşılamayacak.
IMF Raporunda orta vadeli programda yer alan yapısal tedbirlerin mutlaka alınması isteniyor. Ancak bu da yetmiyor; adına paket denilmese bile, yapısal tedbirleri alıp uygulamaya sokulmasını beklemeden, kapsamlı mali düzenleme setinin devreye sokulması gerektiği belirtiliyor.
Ekonomiden daha hızlı büyüyen faiz dışı kamu harcamalarının, ciddi bir genişletici etkiye sahip olduğu, yanısıra her ne kadar borç sürdürülebilirliği bir endişe kaynağı olmasa da, yapısal mali dengenin de son yıllarda bozulduğunun altı çiziliyor. Daha sıkı bir kamu maliyesi duruşunun, enflasyon hedefinin yakalanması noktasında para politikası üzerindeki yükü azaltacağı belirtiliyor. Bu duruşun ayrıca, ekonomide tüketimin ağırlığının azaltılması yoluyla yeniden dengelenmeye yardımcı olacağı, özel sektör yatırımlarını destekleyeceği ve ticarete konu sektörlerin rekabet gücünü artıracağı kaydediliyor.
Daha güçlü bir kamu maliyesi duruşunun, özel sektör bilançolarının daha da sıkıştığı bir süreçte, şoklara yanıt verilebilmesi açısından ek bir politika alanı oluşturacağı belirtilen Raporda “Heyet, faiz dışı fazlanın 2017 yılına kadar GSYH’nin yüzde 2’sine ulaşmasını sağlayacak, önden yüklemeli bir mali bir düzeltmeyi tavsiye etmektedir. Bu düzeltme, faiz dışı cari harcamaların azaltılması ve ekonomik açıdan sağlam projelere yapılacak yatırımların korunması yoluyla gerçekleştirilmelidir” denildi.
HÜKÜMET UYARILARI DİNLEMELİ
Bankacılık sisteminin mali yapısının hala güçlü olduğu, ancak bankaların bol miktarda ve ucuz olan toptan dış fonlama kullanımını artırdıkları hatırlatılarak, “Buna paralel olarak bankalar, finansal olmayan şirketlere sağladıkları döviz cinsi krediler nedeniyle, artan bir dolaylı döviz kuru riski ile karşı karşıyadır “ denildi. Türkiye’nin GSYH’sinin yüzde 25’inin üzerinde seyreden brüt dış finansman ihtiyacının ülkeyi, sermaye akımlarındaki ani değişimlere karşı kırılgan kılmakta ve bunun da, reel ekonomide maliyetli bir düzeltmeye yol açma ihtimali taşıdığına vurgu yapıldı. Raporda ayrıca, özel sektörün kaldıraç oranlarının yükselmiş olması sebebiyle, şoklara karşı koyabilecek tamponların azalmış olabileceğine de dikkat çekildi.