Dün çıkan piyasa yorumlarında Merkez Bankası Başkanı’nın “sıkı para duruşuna devam edeceğiz” dediği bu nedenle piyasaların olumlu tepki verdiği yorumları vardı. Kimse de demiyor ki; eğer Merkez sıkı para uyguluyorsa, daha ilk aydan enflasyon hedefinde nasıl yüzde 13’lük artırıma gider?
Eğer Merkez sıkı para politikası uyguluyorsa enflasyon niye yüzde 12-13’lere çıktı? Buraya kadar çıktığını göre göre neye güvenerek, daha iki ay önce, 2018 sonunda yüzde 7 enflasyonu hedefliyorum dedi? Peki, piyasalarda 2018 yıl sonunda yüzde 7.9 enflasyonda kalınacağına inanan var mı?
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, “Merkez Bankası 2018 yılında para politikasının etkinliğinin artırılmasına ve enflasyondaki düşüş sürecinin hızlanmasına odaklanacak” demiş. Bu iddialı cümleler hep kullanılır, beklenti için başvurulan yollardan biridir ama bu kadarı fazla kaçmıyor mu?
Çetinkaya, para politikası araçlarını bu doğrultuda kararlı bir biçimde kullanmaya devam edeceklerini de söylemiş. Yani zaten kullanıyorlarmış, kullanmaya devam edeceklermiş. Para politikası araçları etkin kullanımı dendiğinde akla tek bir gösterge faiz gelir, dolambaçlı yollardan çoklu faizle, para politikası araçlarının etkin kullanımının çeliştiği açık değil mi?
Çetinkaya, bununla da yetinmemiş, “yapısal alanlarda atılacak adımlar konusunda gündemin belirlenmesine katkı sunmayı sürdüreceklerini” ifade etmiş. Herhalde biz atladık; Merkez Bankası gündemi yapısal sorunlar hakkında bilgilendirecek ciddi bir şey yaptı mı? Daha önce merkez bankalarının hükümete rağmen, makro ekonomik dengelerin korunması için çok açık ve eleştirel açıklamalar yaptıklarını biliyoruz. Merkez Bankası yönetimlerinin küresel ve ulusal ekonominin gidişatı hakkında şeffaf tartışmaların yapıldığı platformları hazırladığını da biliyoruz. Ancak mevcut Merkez Bankası yönetiminden böyle hiçbir etkinlik görmedim. Sadece Çetinkaya değil ondan önceki başkan döneminde de, sadece enflasyon hedefleri tutmadığında ve yıllık genel kurul toplantısında konuşmalar izledim. Bir de yurtdışındaki toplantılarda.
YETKİN İKTİSATÇI KADROSUNA RAĞMEN
Çetinkaya bürokratlarla yapılan toplantılarda söylediklerini, hatta başbakan yardımcısına söylediklerini kastediyorsa, onlardan sonuç alınamaz ki. Siz karar alıcıya neler yapılması gerektiğini anlatabiliyorsanız anlamlı olur. Eğer karar alıcı “yaz ama boşver enflasyonu” diyorsa, o zaman Merkez Bankası Başkanı başka şeyleri göze alıp yine uyarılarını yapmalı. Hükümetle birlikte belirlenen o rakamı açıklasanız bile en azından çıkıp “Bu enflasyon hedefini belirledik ama şunlar yapılmazsa bu enflasyon hedefi tutmaz” diye önceden kamuoyunu uyarmanız gerekir. Gündem belirlemeye katkı ancak böyle yapılır. Beni en üzen konulardan biri ise merkez bankası iktisatçılarının bu kadar yetkin olmasına rağmen, gerekenin yapılamaması. Hem bankacılar hem eski merkez bankacıları “iktisatçı kadrosundaki yetkinliğin korunduğunu, yeni alımlarda da çok iyi isimlerin seçildiği”ni söylüyorlar.
Yani iktisatçı kadrosu Merkez Bankası yönetimine enflasyonla mücadele için gerekenleri mutlaka aktarıyordur. Buna rağmen yapılamaması,
Türkiye ekonomisinin rekabet edebilir düzeye gelebilmesi için teknoloji yoğun alanlarda ölçek ekonomisini de göz önüne alan, tüm dünyaya satabileceğimiz katma değeri yüksek ürün üretimi için ciddi bir yapısal değişim gerektiğini uzun yıllardır konuşuyoruz. Sanayi 4.0 tartışmaları bunun için yapılıyor. Son yıllardaki “küresel değer zincirine katkı” tanımlaması da bu amaçla oluşturuldu. Bu eşiği aşmadığımız takdirde Türkiye’nin cari açığının azaltılamayacağını, sürdürülebilir makro ekonomik dengelerin kurulamayacağını, orta gelir tuzağını aşamayacağımızı dolayısıyla gelişmiş ülke seviyesine gelemeyeceğimizi artık herkes biliyor.
Bu değişimi yapmanın aynı zamanda çocuklarımıza borcumuz olduğunu, çünkü ülke grupları arasındaki uçurum hızla büyürken, bu aşamaya geçemezsek Türkiye’nin çok gerilere düşeceğini düşünüyorum. O nedenle de bir an önce harekete geçmek gerektiği, aksi takdirde çok geç kalacağımız bir gerçek.
Bu tartışmalar yapılırken, hükümet yerlileştirme adımları atıyor.
Her şeyden önce bu başlık altında düzenleme yapılması, bence giderek çok daha fazla ihtiyaç duyduğumuz doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını caydıracak bir hareket. Niyetiniz bu olsa bile bunu başka isimler adı altında yapsanız daha rasyonel olurdu diye düşünüyorum.
Bunun da ötesinde düzenlemelerde yazılı olan amaçların birbiriyle çeliştiği görülüyor. Geçen hafta yurt içi sanayinin uluslararası pazarlara entegre olarak geliştirilmesi, yüksek teknolojili ürünlerin sanayi ve ihracattaki payının artırılması amacıyla “Yerlileştirme Yürütme Kurulu” oluşturulmasına dair bir Başbakanlık Genelgesi yayımlandı. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Başkanlığında 6 bakanın katılacağı kurulun sekretaryasını Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşarı yürütecek.
Kurulun sanayinin ithalat bağımlılığını azaltacak, rekabet gücünü artıracak programların hayata geçirilmesi amacıyla çalışmalar yapacağı ifade edildi.
İTHAL İKAMESİ Mİ?
Sanayinin ithalat bağımlılığını azaltacak programlar maddesi, eski ithal ikamesi uygulamasını çağrıştırıyor. Bunun yanında belirtilen
HÜKÜMET kamuya ilaç alımında, ilaç şirketlerine ödediği fiyatı tekrar düşürüyor. Bu yıl aldığı ilaçlarda Euro kurunu 2.70 TL olarak uygulayacak. Konuyla ilgili kararname değişikliğinin bu hafta içinde Resmi Gazete’de yayımlanması bekleniyor.
Geçen hafta Sağlık Bakanı Ahmet Demircan başkanlığında bürokratlar ve ilaç üreticileri ile ithalatçılarının katıldığı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın da bir süre katılıp ayrıldığı öğrenilirken, kurlarda yapılan indirime gerekçe olarak, “Enflasyon beklentilerindeki yükseklik ve bütçe imkânlarının sınırlı olması”nın gösterildiği öğrenildi. Mevcut kararname gereği “geçen yılki ortalama Euro kurunun yüzde 70’i” oranında uygulanan alım fiyatlarında, geçen yılki 2.34 TL’lik kura kıyasla bu yıl yüzde 23’lük artış yapılıp 2.88 TL olarak uygulanması gerekirken, artış oranı yüzde 15 ile sınırlandırılıyor. Geçen hafta bakanların imzasına açılan yeni kararnamede, 2018 yılında uygulanmak üzere, “Bu yılki kur artışı yüzde 15 oranında sınırlanarak uygulanır” şeklinde değişiklik maddesi yer alıyor.
Geçen hafta BigPara’da “Keskin Kulak” isimli kulis köşesinde bu haber verilmişti. Ancak o haberde her yıl yüzde 15 ile sınırlanacağı belirtilmişken, kararname sadece bu yıla ilişkin sınırlamayı öngörüyor.
Toplantıda ilaç üreticilerinin zaten çok düşük bir kur uygulandığını, mağdur olduklarını, yüzde 15 sınırlaması ile mağduriyetlerinin artacağını söylemelerine karşılık, devletin imkanları ve makro ekonomik dengeler gerekçe gösterilmiş. İlaç üreticileri şu anda 4.66’larda olan Euro kurunun, yüzde 15 sınırlaması ile kendileri için 2.70 TL’ye indiğini hatırlattılar. Baz alınan kurun geçen yılın ortalama kuru olduğunu hatırlatan ilaççılar, “yüzde 15 sınırlamasıyla geçen yılki ortalama Euro kurunun yüzde 70’i değil 65’i, bu yıl satacağımız ilaçlar için uygulanmış olacak. Kurlardaki hızlı artışla, bu sürdürülebilir bir oran olmayı aştı” yorumunu yaptılar. Bu yıl Euro kurunun artacağı kesinken, ilaç alımlarında kendilerine neredeyse fiili kurun yarısı kadar ödeme yapılacağını hatırlattılar.
Toplantıda ilaççıların rakamlar vererek, yıl içinde kur farkları nedeniyle bu mağduriyetlerinin daha da artacağı şikâyetini toplantıya katılan bakanlara ilettikleri öğrenildi. İlaç şirketleri toplantıya katılan bakanların zaten bu indirimi tebliğ etmek için geldiklerini, Sağlık Bakanı Demircan’ın yeni bir bakan olması nedeniyle, belli ki “sektöre sormadan bu işi yapmamış olmak” için toplantı düzenlediğini, yani zaten kararın toplantı öncesi alınmış olduğunu belirttiler.
2.2 MİLYAR TL’LİK AZ ÖDEME
Bu kesintinin neden yapıldığı, bütçe içinde yer alıp almadığı da ayrı bir konu. 2017 yılı bütçesinde kamunun ilaç alımları için ayrılan kaynağın 24 milyar TL olarak yer aldığı ama 25 milyar 665 milyon TL olarak gerçekleştiği görülüyor. 2018 yılı bütçesine ise 29 milyar 179 milyon TL’lik kamunun ilaç alımları ödeneği konduğu biliniyor.
Son günlerde kurlarda meydana gelen düşüşte asıl faktörün küresel çapta doların değer kaybı olduğu çok açık. ABD’de dış ticaret açığı beklentilerinin artmasıyla dolar neredeyse tüm para birimlerine karşı değer kaybetti. Bizde de asıl bu nedenle doların değeri dün 3.75 TL’lere kadar geriledi. Şurası kesin ki; dolar kuru daha da düşerse bu tümüyle doların dünyada değer kaybetmesinden olacak.
Yani kurların bundan sonraki olası düşüşünde Afrin ya da başka olumlu bir iç gelişmenin rolü olmayacak.
Afrin harekatı başlamadan önce ya da ilk başladığında ABD’den gelen tepki açıklamaları nedeniyle “Türkiye’nin ABD ile çatışma tehlikesi” satın alınmıştı. Ancak hafta başından bu yana ABD’den ve uluslararası camiadan gelen tepkilerin yumuşaması, kurlardaki Afrin etkisinin geri alınmasına neden oldu.
Konuştuğumuz piyasa oyuncuları Afrin ile ilgili içeride yapılan açıklamaların hem siyasi hem ekonomik olarak piyasaları rahatlatma amacı taşıdığını hatırlatıyorlar. Bunun piyasaya etki yaptığını, küresel ortam iyi olduğu için piyasaların bunu satın almaya hazır olduğunu, bu nedenle işlerin normale döndüğü havasının son günlerde piyasalara hakim olduğunu söylüyorlar. Bundan sonra ne olur sorusunun yanıtı ise pek belli değil.
Oluşan havaya ayak uydurup, para kazanmaya devam eden piyasa oyuncularının kafalarının ardında “bundan sonra bu ılımlı hava sürer mi?” sorusunun olduğunu, bizzat konuşmalarımdan biliyorum. Ama belli ki kimse bu havayı bozmaya çalışmayacak, kötü bir şey olursa, olduğu zaman satın alacaklar.
HATA RİSKİNİ ARTIRAN BİR İKLİM
Burada piyasaların havasını belirleyen asıl unsur küresel finans kesimindeki eğilim, gelişmekte olan ülkelere fon akımının sürmesi. Zaten bu iştah azalır kaynak akışı yavaşlarsa bundan herkes gibi Türkiye de, TL de olumsuz etkilenecek.
Peki, bize özgü risklerde bir artış olur mu? Piyasa oyuncularının korktuğu gelişmelerin oluşması, yani ABD ile bir çatışma havasına girilme ihtimali tümüyle bertaraf edilmiş değil. Özellikle Afrin’den sonra Münbiç harekatına hükümetin niyetli olduğuna ilişkin gelen açıklamalar, böyle bir riskin oluşma tehlikesini beraberinde getiriyor.
Geçen hafta faiz kararının ardından, önce bir işadamı, daha sonra bir banka genel müdürü ile Merkez Bankası’nın faiz kararını tartıştık. Şahsen beklemiyordum ama yarım puanlık faiz artırımı halinde piyasaların olumlu etkileneceği düşüncesindeydim. Ancak hem işadamı hem de bankacı, “Bir şey değişmeyeceğini” söylediler. Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele konusunda gevşek davrandığını, siyasi iktidarın baskısı nedeniyle böyle davranmak zorunda kaldığını artık herkes kanıksamış. Tartıştığım işadamı Merkez Bankası faiz artırsa bile bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini, çünkü genel ekonomik havanın artık bu noktayı aştığını söyledi. Türkiye ekonomisinin yeniden ivme kazanması için çok daha radikal işler yapılması gerektiğini kaydeden işadamı, “Yani eskiden yapıldığı gibi; bir reform programı ve onunla birlikte şok faiz artışlarından mı söz ediyorsunuz?” dediğimde bunu onayladı. Ancak öylesine radikal bir harekete girilmesi halinde enflasyonun düşüp kalıcı büyümeyi sağlayacak umudun verilebileceğini söyledi.
Genel bezginlik havası bulunduğunu kabul eden bankacı da, hem bankaların hem iş aleminin bir atalet içinde olduğunu, bunun da kimsenin önünü görememesinden kaynaklandığını söyledi. Hiç kimsenin artık Merkez Bankası faizine bakmadığını, bakılan faizin Hazine borçlanma faizi olduğunu kaydeden bankacı, yeniden canlanmayı sağlayacak bir iklimin bulunmadığını, bunu yaratacak siyasi inisiyatif ve bürokrasi kadrosunu da görmediklerini kaydetti.
KGF kredileriyle canlanma yaratmanın devamlılığı olamayacağını, yılbaşından sonra canlı kredi talebi bulunmadığı gibi, sadece kamu bankalarının kredi artışı sağladığını kaydeden bankacı, özel bankaların da önlerini göremedikleri için çekimser davranmalarının normal olduğunu söyledi. Hem işadamı hem bankacı, mevcut havayla, büyümek için ciddi ihtiyaç duyulan dış kaynağın bulunmasının çok zor olacağına özellikle dikkat çektiler.
afrin harekatı zorlaştırdı
2000-2011 yıllarındaki reformlar, AB ile yakınlaşma ekonomide ciddi çıpalar oluştururken, Türkiye ekonomisi başarı hikâyesi yaratmıştı. 2007 yılına kadar sadık kalınan reform programı aşama aşama savsaklanıp geriye gidişler oldukça bu başarı hikâyesi de sona erdi. Son yıllarda ise hem siyasi hem ekonomik geri gidişler iyice arttı ve alarm sinyalleri o nedenle artmaya başladı.
Son günlerde, ABD ile çatışmanın da etkisiyle, hükümetin yeniden AB’ye yakınlaşma adımları attığını görüyoruz. İş âlemi de “Acaba yeniden AB çıpası oluşabilir mi?” sorusunu tartışmaya başladı. Almanya’da koalisyon protokolüne giren şartlara göre AB ile yeniden ilişkilerin canlanması için her şeyden önce Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları alanındaki geri gidişleri telafi etmesi gerekecek. OHAL’ın kalkması, gazeteci ve milletvekillerinin tutuklanmasına son verilmesi ön şart. Bazı işadamları AKP’nin sıkıştığını bu adımı atabileceğini, yeniden AB hedefinin canlanma ihtimali bulunduğunu söylüyor. Buna karşılık özellikle MHP’nin seçim desteği ve son Afrin harekatının AB ile yakınlaşmayı sağlayacak adımların atılmasını iyice zorlaştırdığı yorumunu yapan sayısı ise daha fazla. Özetle; Türkiye siyasi ve ekonomik olarak hiç olmadığı kadar riskli bir döneme girdi, çıpasız kalan geminin güçlenen akıntıya kapılma ihtimali artıyor.
Dünkü Para Politikası Kurulu (PPK) açıklamasında “enflasyon ve enflasyon beklentilerinin bulunduğu yüksek seviyeler fiyatlama davranışları üzerinde risk oluşturmaya devam ediyor “ denilerek, bu çerçevede Kurulun para politikasında sıkı duruşun korunmasına karar verdiği belirtildi.
Enflasyon ve enflasyon beklentilerini kırmak görevi olmasına rağmen Merkez Bankası, bu sözleriyle kıramadığını da kabul etmiş oluyor. Fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda elindeki bütün araçları kullanmaya devam edeceğini söylüyor ama beklentileri kırmak için gereken radikal adımları atmaktan da çekiniyor. PPK açıklama metninde yine piyasaların beklediği, “Enflasyon beklentileri, fiyatlama davranışları ve enflasyonu etkileyen diğer unsurlardaki gelişmeler yakından izlenerek ihtiyaç duyulması halinde ilave parasal sıkılaştırma yapılabilecektir” sözü tekrar yer aldı.
“Gereken kararların alınması” ibaresinin, yine sözde kaldığı biline biline...
Özetle, Merkez Bankası bildiğimiz ve beklediğimiz gibi; durumu idare etmeye çalışıyor, asli görevi olan enflasyonla sözde mücadele ediyor.
KURLARDA son günlerde yaşanan yükselişin, Merkez Bankası’nın faiz artırım kararına yetecek düzeyde olmadığı belirtiliyor. O nedenle bugün Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında Merkez Bankası’nın faizde bir değişiklik yapmayacağı yönündeki piyasa tahminleri değişmedi.
Piyasada yüzde 100’e yakın oranda, faizde değişiklik olmayacağı beklentisi hakim. Bugünkü Merkez Bankası toplantısından faiz artışı çıkmayınca kurların biraz daha yukarı çıkabileceği ancak fazla tırmanmadan yeniden sakinleşeceği beklentisi olduğunu da eklemek gerekiyor. Örneğin toplantıya kadar 3.82 TL’ler düzeyinde bir dolar kuru varsa, bunun 3.86-3.87 TL’lere kadar çıkabileceği, oralarda durup, diğer şartlara göre bir miktar daha aşağı gelebileceği söyleniyor. Özetle; çok önemli bir riskin realize olmaması halinde kurlardaki oynamanın bu şekilde devam edeceği beklentisi yaygın.
Son günlerdeki kur artışının Afrin harekatı beklentisiyle çıktığını, bu nedenle olumsuz ayrıştığımızı kaydeden bir bankacı, ancak bunun ötesine geçilip sıcak çatışmanın olacağının beklenmediğini söyledi. Uluslararası piyasalarda Türkiye’ye bakışı sorduğumda ise genelde olumlu bakışın sürdüğünün kaydetti. Yılbaşından bir-iki gün sonra sıcak para akışının durduğunu, özellikle siyasi riskler nedeniyle bekleme dönemi yaşandığını kaydeden bankacı, “Türkiye’nin ABD ile çelişkisinin dozuna bakılıyor. Bırakın sıcak çatışmayı Türkiye’nin ABD ile politik çatışmayı bile sertleştirebileceği pek sanılmıyor. Bunun yanında büyümenin ciddi oranlarda düşüşüne izin verilmeyeceği, Merkez Bankası’nın ise çok sıkı olmadan durumu idare eden tavrına devam edeceği beklentisi olduğunu söyleyebiliriz” dedi.
Bu beklentilerin Türkiye’ye sıcak para girişi için yeterli olduğunu kaydeden aynı bankacı, “Çok radikal değişiklik olmazsa, Türkiye’ye sıcak para girişi aralıklarla devam eder, çok büyük bir sorun olmaz gibi gözüküyor” dedi. Afrin’deki hareketin piyasada sinirleri biraz gerdiğini kaydeden başka bir aracı kurum yetkilisi ise piyasaların çok daha tırmandırmadan bu işin çözüleceğine inandığını kaydetti. Piyasalardaki çoğunluğun “Türkiye’nin biraz itiraz edebileceğini ama radikal bir karşı çıkış gösteremeyeceği” inancında olduğunu da sözlerine ekledi.
KUR ARTIŞININ NEDENİ SİYASİ
Bir başka bankacı ise son günlerdeki kur artışında Merkez’in politikalarının etkisi bulunmadığını tümüyle siyasi kaygılardan kaynaklandığını, bu nedenle Merkez’in buna tepki vermesinin beklenmediğini söyledi.Faiz oranlarının hâlâ yüksek sayılabileceğini kaydeden aynı bankacı, enflasyonun yüzde 15’lere kadar çıkacağını bekleyenler bulunduğunu ama sayısının az olduğunu söyledi. Buna karşılık enflasyonun yeniden tek haneye inmesini bekleyenlerin sayısının da bir hayli azaldığını kaydeden bankacı, bu seviyelerde, birkaç puan aşağı ve yukarısında seyredeceği beklentisi olduğunu, mevcut faiz oranlarının da buna yetebileceğinin düşünüldüğünü söyledi.
Bankacıların yüzde 90’ından fazlası PPK toplantısından faiz artışı çıkmasını beklemiyor. Buna karşılık büyük bir çoğunluk, PPK metninde yine, “gerekirse paranın daha da sıkılaştırılacağı” mealinde bir açıklama notu göreceklerini tahmin ediyor.
Bu arada piyasaların asıl beklentisinin 30 Ocak’ta Merkez Bankası Başkanı’nın açıklayacağı Enflasyon Raporu olduğunu söylemek gerekir. Bu yıl sonu için belirlenen yüzde 7’lik enflasyon hedefinin değiştirilmesi beklenirken, başkanın vereceği mesajların da önemli olacağı kaydediliyor.
Geçen ay Merkez Bankası’nın 1 puanlık faiz artışı yapması beklenirken, 0.50 puanlık artış yapması tepki görmüş, kurlar yukarı gitmişti. Piyasalar ocak ayında da en az yarım puanlık artış beklentisine girmişti. Ancak o zamandan bu yana, özellikle yılbaşından sonra, doların uluslararası piyasada değer kaybetmesi ve bunun TL’yi değerlendirmesi, beklentinin neredeyse tümüyle yok olmasına neden oldu.
Bu hafta perşembe günü Merkez Bankası yılın ilk Para Politikası Kurulu toplantısını yapacak. Bankacılarla konuştuğumuzda hemen hemen hiç birinin faizde değişiklik beklemediğine şahit olduk. Kurlardaki seyrin beklentiyi sıfırladığını, geçen ayki faiz artışının yetersiz kalmasına rağmen, bu ay faiz artışı artık beklemediklerini söylediler.
Böyle bir iklimde Merkez Bankası’nın faizlerde değişiklik yapamayacağını kaydeden bankacılar, mevcut faiz oranlarının diğer ülkelere göre yüksek olduğunu, bu nedenle sıcak para akışının devam ettiğini hatırlattılar. Sıcak para akışı devam ettiği sürece, yeni bir faiz artışına da Merkez Bankası’nın gerek duymayacağı görüşündeler.
Bu hafta piyasaların takip ettiği bir başka haber uluslararası derecelendirme kuruluşlarından Fitch’in yapacağı Türkiye değerlendirmesi olacak. Hafta sonunda beklenen Fitch açıklamasında herhangi bir puan değişikliği beklenmiyor. Ekonomik konjonktürde önemli bir değişiklik olmadığı, o nedenle puan değişikliğinin de beklenmediği kaydediliyor.
Ekonomideki mevcut hava kalıcı mı, ne kadar sürer diye soracak olursak; yanıt için önce küresel finans kesimindeki değişikliğe bakmak gerekecek. ABD Doları’na, özellikle Trump etkisi nedeniyle bir güvensizlik yaşanıyor ve bu yıl içinde Fed’in ancak 2 kez faiz artışı yapacağı fiyatlanmış durumda. ABD’den gelen olumlu veriler devam eder, enflasyon hızlanırsa bu artışın sayısının artacağı konuşulmaya başladı. Daha fazla artış kararı beklentisi, kurlarda bir değişikliğe neden olabilir.
BİZE ÖZGÜ SİYASİ ETKİLER
Fed’in yanı sıra kurlar ve Merkez Bankası’nın kararlarını etkileyecek en önemli unsurların başında bize özgü siyasi riskler geliyor. Geçen yıldan kalan büyüme trendinin, azalarak da olsa devam etmesinin yarattığı havanın etkisiyle, yakın zamanda ekonomik göstergelerde önemli bozulma beklenmiyor.
Ancak özellikle dış politikanın tüm siyasi atmosferi ve ekonomiyi etkileme ihtimalinin giderek yükseldiği de gözleniyor. Son olarak Afrin ve İdlip konularında ABD ve Rusya ile çatışma havasının belirmesi, ABD’nin Suriye’de “Kuzey Ordusu” kurma girişimleri, ilişkileri iyice germiş durumda. Çarşamba günkü MGK toplantısı ekonomi için de önemli hale geldi. Sıcak çatışma halinde bundan tüm ekonominin de etkileneceği açık.