Esnaf kesimine baktığınızda, yayılan iyimser senaryoların etkili olduğunu görüyorsunuz. Bir süredir esnaf kesiminde var olan, “iş var ama nakit yok” yakınmalarından hareketle, nisandan sonra piyasaların açılacağı, piyasadaki paranın bollaşacağı gibi bir beklenti oluşturuluyor. Bu beklentiyi dile getirenlere gerekçesini sorduğunuzda, “demokratik haklarda hükümet yumuşamaya gidip Batı’yla arasını düzeltecekmiş, o nedenle piyasaların açılmasını bekliyoruz” yanıtı alıyorsunuz. Bu gerekçeyi kimlerin dile getirdiğini sorduğunuzda ise çevrelerindeki hükümete yakın iş insanlarını işaret ediyorlar. Aynı beklentinin konut kesiminde var olduğuna şahit oluyoruz. Örneğin her zaman şubatta piyasaların açıldığını söyleyen bir emlakçı, bu yıl olmadığını ama nisandan sonra açılmasını beklediklerini söylüyor.
Hükümetin “Hapisteki gazetecilerin neden şimdi serbest bırakıldığı” konusunda kendi tabanını tatmin için, el altından “piyasaların açılması için mecburen yapıyoruz” gerekçesini yaymasının etkili olduğu düşünülebilir.
Özetle; günlük piyasa hareketlerine ilişkin özellikle esnaf kesiminin yakınmaları yoğun ve işlerin açılacağı yönündeki senaryolara dört elle sarılıyorlar.
Daha büyüklerde ise beklentilerin çok daha karmaşık olduğunu, daha doğrusu çelişkilerin hakim olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan hala “erken seçim olabilir mi?” sorusunun yanıtını aramaya devam ederken, öte yandan ise “başımıza gelecek bir iş var ama...” tedirginliği içerisindeler. Özellikle Afrin ve Münbiç olaylarının nereye evrileceği, ABD’den gelebilecek cezalar ve yaptırımlar konusunda gelen çelişkili duyumların belirsizliği içindeler.
Ancak ABD ile sıkı teması olan, yakın zamanda ABD’de gidip resmi çevrelerle temasta bulunmuş iş insanlarının çok daha karamsar olduğunu söylemeden edemeyeceğiz. “Son dönemde ABD’yi ziyaret eden hemen herkes enseyi karartıp dönüyor” dersek, hiç de abartılı olmaz.
YAPTIRIMLARIN BOYUTU
Finans kesiminde ise yine nisana ilişkin ciddi bir beklenti var. Uluslararası yatırımcıların Türkiye’ye gelmeye devam ettiği ama onların da artık “dönüşümüz ne zaman olmalı?” sorusunun yanıtını aradıkları, görüştükleri kişilere yönelttikleri sorulardan belli oluyor. Bir bankacı “Yabancılara sanki birileri nisana kadar bir şey olmaz, sonrası belli değil demiş” dedi.
ABD’de yakın zamanda görüşmeler yapmış kaynaklar, ABD ile Türkiye arasındaki görüş ayrılıklarını çözmek için kurulan komisyonlara rağmen, sert bir havanın hakim olduğunun altını çiziyorlar. Özellikle Kongre çevrelerindeki büyük tepkinin açıkça belli olduğunu, yaptırımların ciddi bir şekilde, hem de çeşitlendirilerek, açıkça dile getirilmeye başladığını söylüyorlar.
Buna karşılık piyasalar nasıl tepki verdi derseniz; “Piyasalar Merkez Bankası’nın ‘şahinleşti’ denebilecek bu söylemini fazla dikkat almadı” diyebiliriz. Şahinleşse bile söyleme inanmadığı kararın açıklanmasından sonra TL’nin küçük de olsa değer kaybetmesiyle ortaya çıktı.
Merkez Bankası artan enflasyona karşı sıkı duruş sergileyeceğine, şimdiye kadar hemen her Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından sonra yaptığı açıklamada yer vermişti. Dünkü açıklamada eski söylemine ek olarak, “Ana eğilime ilişkin göstergeler katılık sergilerken çekirdek enflasyonun yüksek seyrettiği gözlenmektedir. Bu çerçevede Kurul para politikasındaki sıkı duruşun korunmasına karar vermiştir” dedi. Bu söylemin eski açıklamalara göre Merkez Bankası’nın duruşunu daha sıkılaştıracağı biçiminde yorumlandı.
Bence piyasaların dün verdiği tepkiyi, “Merkez Bankası’nın şimdiye kadar artan enflasyona rağmen sıkı para politikasında yaptıklarının, piyasalar tarafından inandırıcı bulunmadığının bir göstergesi “ olarak yorumlamak da mümkün.
Dün sabah piyasalar açıldığında, Trump’ın serbest ticareti destekleyen Baş Ekonomi Danışmanı Gary Cohn’un istifası nedeniyle, diğer para birimleri gibi TL’nin de dolara karşı değer kazanarak güne başladığını gördük. 3.80 TL’nin altına inen dolar kuru, Merkez Bankası’nın faiz kararı açıklamasından sonra yeniden 3.80 TL’nin üzerine çıktı.
Piyasalarda zaten Merkez Bankası’nın faiz değişikliğine gideceği beklentisi hemen hemen hiç yoktu. Beklendiği gibi söylemi de sertleştirmesine rağmen piyasaların bu karara olumsuz tepki vermesi ilginçti. Ya piyasalar Merkez Bankası söyleminin, “çekirdek enflasyon” vurgusundan, daha sert olmasını bekliyorlardı. Ya da, dediğimiz gibi, artık Merkez Bankası’nın sıkı para duruşuyla ilgili söylediklerini pek inandırıcı bulmuyorlar.
KUR ARTIŞI BEKLENTİSİ YÜKSELİYOR
Aslında dolarda Trump etkisi devam ediyor ama Türkiye’ye özgü risklerin devam etmesi, hatta bazı yorumculara göre artmış olması, TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı konusunda endişelerin büyümesine yol açıyor.
Son olarak Trump’un başlattığı ticaret savaşlarının gündemde kalmaya devam edeceğinin anlaşılması, doların değer kaybını beraberinde getirecek gibi gözüküyor. Daha doğrusu dalgalı bir seyir beklentisi büyüyor.
Hükümet uzun süre Şubat ayı sonunda enflasyonda tek haneye inileceğini iddia etmişti. Ancak son dönemlerde bakanların Nisan sonunda tek haneye inileceğini söylemeye başladıklarına şahit olduk. Belli ki baz etkisi nedeniyle böyle bir düşüş bekliyorlar. Bu nedenle baktığımız 2017 yılı Mart ayı TÜFE artışı yüzde 1.02, Nisan ayı TÜFE artışı ise yüzde 1.31 gözüküyor. 2017 Nisan’daki TÜFE artışı yüzde 0.45 olduğu için Hükümet Nisan sonuna bel bağlamış durumda.
İşte piyasaların beklentisi de bu noktada bozulmuş gözüküyor. Şubat ayı rakamlarını değerlendiren piyasa uzmanlarının fiyatlama davranışlarında yaşanan bozulma, kurlardaki yüksek seyir ve azalsa bile içtalebin canlılığını korumasının önümüzdeki aylarda tek haneye inişi zorlaştıracağını söylüyorlar. Piyasa uzmanları belki bir ay tek hane görülse bile, yılın son aylarında yeniden çift hanenin kaçınılmaz olduğunu belirtiyorlar. Bir başka deyişle piyasaların enflasyonda tek hane umutlarının pek kalmadığını, rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tüketici fiyatlarında durum böyleyken, üretici fiyatlarındaki seyrin daha yüksek olduğu da görünüyor. Üretici fiyatlarındaki artış, talep sürdüğü müddetçe, tüketici fiyat artışlarının da kaynağını oluşturuyor. Yİ-ÜFE, şubatta bir önceki aya göre yüzde 2.68, geçen yılın Aralık ayına göre yüzde 3.69, geçen yılın aynı ayına göre ise yüzde 13.71 oranlarında yükseldi. Bu rakamların ileriye dönük tüketici fiyat artışlarının seyri için fikir verdiğini söylemek gerekiyor.
Çekirdek TÜFE oranlarına baktığımızda ise yine beklentilerden yüksek geldiğini, yıllık bazda 11.98’e olduğunu görüyoruz.
HÜKÜMETİN FAİZ BASKISI VE MERKEZ’İN KARARI
Tüm bu veriler ışığında Merkez Bankası’nın Çarşamba günkü Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında bir faiz değişikliğine gitme ihtimalinin artık iyice zorlaştığı söylenebilir. Zaten bu rakam öncesinde de piyasalarda indirim beklentisi yoktu ama Hükümetin yeniden başlattığı faiz baskısı nedeniyle “Acaba?” diye soranlar da bulunuyordu. Piyasa uzmanları Şubat ayı TÜFE rakamı ve detaylara baktıktan sonra bunun imkansız olduğunu söylüyorlar.
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bankaların karlılıklarına sert biçimde çatarak, kamu bankaları ve kendi danışmanlarıyla görüşüp faiz oranları konusunda yakında bir karar vereceklerini söylemişti. Buna rağmen piyasaların somut bir karar çıkmasını beklemediklerini, daha önce aktarmıştık.
Peki, mevcut tabloya rağmen faizlerin inmesi konusunda baskı olursa ne olur?
TÜRKONFED ve İş Bankası’nın işbirliğiyle oluşturulan “Dijital Anadolu” projesi kapsamında dijital liderlerin KOBİ’lerle buluştuğu Antalya’daki toplantılardaydım. Katılımın oldukça yoğun olduğuna, bir başka deyişle KOBİ’lerin bu ihtiyacı gördüklerine şahit oldum.
Bu projede bir yandan dünya ve Türkiye’de dijital dönüşümün durumunu tespit eden bir rapor hazırlanıyor. Öte yandan dijital liderlerle KOBİ’ler nezdinde farkındalık yaratmak için çeşitli illerde toplantılar düzenleniyor. Bu arada Boğaziçi Counseling For Business (BCB) ile birlikte tarım, otomotiv ve tekstil sektörlerini pilot olarak seçip, bu sektörler ve alt sektörlerinde dijital dönüşümün durumunu ve sorunları saptayacak, sonunda dönüşüm için önerilerin de yer alacağı bir rapor hazırlanacak. Bence hem KOBİ’lerin küresel gelişmelere uyumu hem Türkiye ekonomisi adına önemli bir proje planlanmış.
Toplantı öncesi yaptığımız sohbette TÜRKONFED Başkanı Tarkan Kadooğlu’nun bu projeden coşkuyla söz ettiğine şahit olduk. Kadooğlu toplantıda yaptığı konuşmada sanayi, hizmet ve tarım sektörlerinde, ‘bulut bilişim, sanayi 4.0, nesnelerin interneti ve yapay zekâ’ olarak adlandırılan dijital altyapıya yapılacak yatırımların teşvik edilmesini istedi. KOBİ’lerde teşvik ve desteklerle bilgi işlem teknolojilerinin kullanımının yaygınlaştırılması, insan kaynakları ve eğitim sistemine yatırım yapılması, bilgi güvenliği ile Dijital Anadolu projesinin en önemli ayakları olan e-ticaret ve mobil ticaret yatırımlarının artırılması gerektiğini belirtip, “Türkiye bu konuda, kendine en uygun dönüşüm modelini yine kendisi inşa etmelidir” dedi.
Türkiye İş Bankası’ndan Şahismail Şimşek ise eskiden sadece teknoloji şirketleriyle anılan dijitalleşme kavramının, artık bu sektörden bağımsız şekilde herkes tarafından sahiplenildiğini kaydederken, bankacılık yapma şeklinin de bu çerçevede dönüşüm geçirdiğini, dijital dönüşümün tüm sektör ve firmaları etkilediğini kaydetti.
DİSİPLİN, İTAAT VE ZEKÂ
Tarım sektörünün dijitalleşmede fırsatlar barındırdığına dikkat çeken TÜRKONFED Başkan Yardımcısı Ali Eroğlu ise Yeni Zelanda ve Avustralya’nın, tarım ve hayvancılıkta dijital teknolojileri kullanarak yarattıkları katma değer artışlarıyla örnek olduklarını anlattı.
Dijital dönüşüm, dijital pazarlama, dijital tarım, bulut bilişim, ödeme teknolojilerinin değişimi konularında uzmanların yaptığı konuşmaların başında Prof. Dr. Erhan Erkut “Kurumların dönüşümü” sunumunu yaptı. Erkut, sözlerine “20. Yüzyıl değerleri olan disiplin, itaat ve zekanın artık bir meta haline geldiğini, 21. Yüzyılda rekabet için gereken değerlerin inisiyatif, yaratıcılık ve tutku olduğunu” söyleyerek başladı. Bir yöneticinin en önemli işinin organizasyondaki girişimci yetenekleri keşfedip veya işe alıp, onların önlerini açmak olması gerektiğini kaydeden Erkut, oyunun artık değiştiğini, startup maliyetlerinin düştüğünü, dünyada büyük şirket listelerini hızla değişip, teknoloji şirketlerinde sermaye birikimlerinin arttığına dikkat çekti.
Erkut
Dün açıklanan ocak ayı dış ticaret rakamlarıyla Fed’in yeni tavrını birlikte düşündüğümüzde ise Türkiye açısından işlerin zorlaşmaya başladığını söylemek mümkün.
Dün açıklanan resmi verilere göre 2018’in ocak ayında bir önceki yılın aynı ayına kıyasla Türkiye’nin ihracatı yüzde 10.7, ithalatı yüzde 38 arttı. Ocakta ihracat 12 milyar 457 milyon, ithalat 21 milyar 524 milyon dolar olurken, bir aylık dış ticaret açığı ise yüzde 108.8 oranında artarak, 9 milyar 67 milyon dolar olarak gerçekleşti.
“İhracatta rekorlar kırmaya devam ediyoruz” diyen bakanlar, ithalat ayağına pek değinmek istemezler. Bence ocak ayı dış ticaret rakamları artık bakanların bile ihracattan sevinemez hale gelmesine yol açabilir. Bir ayda 9 milyar dolar açık çok büyük bir rakam ve sürdürülebilir olmadığı açık.
Buna bakarak ocak ayı cari açığının 6.5 milyar dolar civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Bir başka açıdan ise ocak sonu itibariyle 12 aylık cari açık rakamının 51 milyar doları aşması bekleniyor.
Bu rakamlarla, Powell’ın konulması sonrası küresel piyasalarda oluşan yeni havayı birlikte düşünürsek, bu rakamların sürdürülemeyeceği zaten kesin bir şekilde ortaya çıkıyor. Küresel piyasalar bu yıl, her ne kadar 4’e ihtimal verenler olsa da, bu yıl Fed’in 3 kez faiz artırımı yapmasını bekliyordu. Powell’ın konuşması sonrası bu yıl 4 kez faiz artırım yapacağı daha kuvvetli bir şekilde bekleniyor. Belli ki mart ayındaki toplantıya kadar çıkacak verilere de bakılarak, önümüzdeki haftalarda 4 kez faiz artırımı kesin olarak fiyatlanmaya başlayacak. Dün piyasalardaki tedirgin tavır da henüz tam fiyatlanmadığını gösterdi.
BÜYÜME ETKİLENECEK
Peki, Türkiye’nin ocak ayı ithalatı ve dış ticaret açığı neden bu kadar yüksek geldi, neden sürdürülebilir değil? Çeşitli nedenler var. Rakamlara bakılarak önümüzdeki dönemde yatırım, üretim ve iç talebin, dolayısıyla büyümenin canlı seyredeceği yorumları rahatlıkla yapılabilir.
Ancak şu noktayı görmemiz lazım; belki birkaç ay daha devam ettirse de, Türkiye ocak ayındaki kadar ithalat yapmaya devam edemez. Dolayısıyla ithalat bağımlılığı kesin olan ihracatı da bu şekilde sürdürme imkanı yok. Ocak ayı belli ki sıra dışı bir aydı, zaten bu kadar olmaz diyebilirsiniz. Şu kadarını söyleyeyim; Türkiye ne kadar isterse istesin, ne yaparsa yapsın bu kurlarla zaten bu rakamları devam ettiremez.
Bu gidişatı yabancıların cari açık ile enflasyon başta olmak üzere, Türkiye ekonomisindeki kırılganlıklara yaptıkları vurgulamaların bariz biçimde artmasından görebiliriz. Son açıklanan reyting değerlendirme raporlarında bu eğilim açıkça görülüyor.
Buna karşılık hükümet ne yapıyor derseniz; “demeç veriyorlar” demekle yetinmek zorundayız. Son dönem aşırı iyimser demeçleriyle göze çarpmaya başlayan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, hafta sonunda da Twitter üzerinden açıklamalarına devam etmiş.
Şimşek’in en çarpıcı açıklaması ise, bence cari açığın milli gelire oranıyla ilgili. Bakan Şimşek, “Cari açığı kalıcı olarak GSYH’nın yüzde 3’ünün altına indireceğiz” demiş. 2017 yılını belli ki yüzde 7 civarında bir büyüme ile milli gelirin yaklaşık yüzde 5’i civarında bir cari açık ile kapatacağız. Buna bakarak oranı yüzde 3’ün altına, hem de kalıcı olarak indirmenin ne anlama geldiğini, neden böyle bir açıklama yapılma ihtiyacı duyulduğunu anlamak mümkün değil.
Bu açıklamanın ardından hemen “Ne zaman?”, “bu üretim yapısıyla mı?”, “Bu oran yüzde 3’e inerse büyüme ne olacak?” gibi birçok soruyu sormak gerekiyor.
Evet, bu oran yüzde 3’ün altına gelir ama mevcut üretim yapısıyla, ekonomideki büyüme ancak eksi olursa gelebilir. Ama Bakan Şimşek, aynı Twitter dizisinde, güçlü dış talebe ve ılımlı şekilde güçlü olan iç talebe bağlı olarak, bu yıl da güçlü büyümenin sürdürebileceğini söylemiş.
Aynı kapsamda Şimşek, dünya turizm pastasındaki payımızı yüzde 3’ün üzerine çıkartacağımızı, çatışmalar bittiğinde Ortadoğu’yu inşaa edeceğimizi, şehir hastahaneleri ile sağlıkta ihracat potansiyelimizi daha da artıracağımızı, enerjide dışa bağımlığımızı azalttığımızı söylemiş.
DAHA FAZLA MALİ DESTEK
Cari açık rakamı bunların içinde en iddialı olanı ve Bakan
Özetle; hükümetin sık sık gündeme getirdiği “kamu dış borçlarının oransal olarak düşük kalmasının” artık öneminin azaldığı bir döneme giriyoruz. Çünkü reel sektör ve finans kesiminin yüksek dış borçlarının, artık herkesin gözüne batacağı bir konjonktüre giriyoruz.
Geçen hafta eski Hazine Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız’ın internet blogunda banka ve özel sektör dış borçlarının kamu borcuna dönüşmesi konusunda çok güzel bir yazısı vardı. Geçmişten örnekler vererek, tüm sistemi etkileyecek noktaya geldiğinde, özel sektör borçlarının nasıl kamu borcu haline geldiğini çok güzel açıklamış.
Kaldı ki; özel sektör borcu kamu borcu haline gelmeden bile, kamunun tüm hesaplarını etkileyen makro dengesizliklere neden olduğu ve bundan sonra da olacağı kesin. Yani finans kesimi ve reel sektör yüksek dış borçlarını çevirirken, genelde kaynak girişi azaldığı takdirde çok sıkışacak, en azından kurların patlamasına neden olabilecek. Bununla da kalmayacak, o noktada banka ve şirketler zor duruma düştüğü takdirde devlet yine işe müdahale edip, kamu kaynaklarını buraya aktarmak zorunda kalacak. Yani fatura, öyle ya da böyle, sonunda yine halka çıkacak...
Bunun adının kötü ekonomi yönetimi olduğunu, işin bu noktaya getirilmesinin büyük hataların sonucu olduğunu, bugün ya da yarın fatura çıkacağını artık görmemiz gerekiyor. Hükümet enflasyon ve faizde, yaptığı tercihler ve yönetim tarzı nedeniyle tümüyle kendisinde olan sorumluluğu başkalarının üzerine atma girişimlerine başlamış gözüküyor. Bu savunma yöntemi bence tek başına kötü yönetimin de itirafı sayılabilir.
REYTİNG DAHA DA DÜŞER Mİ?
Geçen hafta sonunda açıklanan uluslararası reyting kuruluşu Standart and Poor’s (S&P) Türkiye notu değerlendirmesinde, bir değişiklik beklenmiyordu. Sonuç beklendiği gibi çıktığı için, S&P’nin değerleme notunda yazanlar da fazla gündeme gelmedi. Bence bu rapor Türkiye’nin reel sektör ve finans kesimi dış borçlarının nasıl sorun olacağı konusunda önemli ipuçları taşıyordu. Ayrıca notta yazılanlar, bu konunun artık yabancı reyting kuruluşları ve yatırımcıların gündeminde olacağının da göstergesiydi.
S&P daha önce enflasyonda kalıcı düşüş umudu belirmesi halinde görünümün negatiften pozitife çevrileceğini söylemişti ama belli ki bu görünüm daha uzun süre devam edecek. Yeni yaptığı değerlendirmede şu yorum ise dikkat çekiciydi:
“Negatif görünüm dış finansal koşulların ülkenin borçlu ekonomisi için olumsuz işaretleri ile birlikte, er ya da geç, Türkiye’nin finans ve özel sektörünün büyük çaplı dış borcunu çevirebilme yeteneğini kısıtlayabileceğini yansıtıyor.”
Erişimden hizmet kalitesine kadar bir çok adımın atıldığı sektörde, mali açıdan sorunların büyüdüğü gözlenirken, önümüzdeki yıllara doğru yüklerin atıldığı da ortada. Aslında sadece şehir hastanelerine bütçeden ödenecek tutarlar bile önümüzdeki yıllar için büyük mali tehdit oluşturuyor.
Son dönemde sektörün başka bir bileşeni olan tıbbı cihazlarla ilgili sıkıntılar da gündeme gelmeye başladı. Bunun nedeni ise özellikle üniversite hastaneleri ödemelerindeki büyük tıkanıklık.
Tek tek üniversite hastanelerinin iflas aşamasına geldiğine ilişkin haberleri duymaya başladık. Bunun sonucu olarak da ödemelerini yıllardır alamayan tıbbı cihaz firmalarının iflası başta olmak üzere, bir çok ciddi yan etki görebiliriz.
Çapa, Cerrahpaşa, Hacettepe, AÜ İbni Sina, Gazi, Ege, 9 Eylül, Akdeniz, Çukurova, 19 Mayıs, İnönü gibi büyük ve köklü üniversitelerin ödeme vadeleri artık 24 ila 40 ay arasında değişirken, geri kalanların benzer durumda olduğu, çok azının ödeme vadelerini 18 ayda tutabildikleri kaydediliyor.
Üniversitelerde çoğunlukla devlet hastanelerinde yapılamayan ameliyat ve tedaviler yapıldığı için artık hastaların doğrudan etkilenmeleri söz konusu.
Tıkanmaya ilgili bilgi veren bir firma sahibi ödeme tıkanıklığının 10 yıl önce başladığını, ancak 5-6 ay çıkan vadelerin artık 3 yıla kadar çıkmaya başladığını belirtti. Aynı yetkili, “Şu anda birçok üniversiteden 2015 yılı başında kestiğimiz faturaların ödenmesini bekliyoruz. Bu malları Euro 2.80 TL, dolar 2.30 TL iken satmışız, bir ay sonra KDV’sini, ortalama 3 ay sonra yurtdışına mal bedelini, bir daha ki sene başı kurumlar vergisini ödemişiz. Ama 2018 başı olmuş, hala ne zaman bu faturaları tahsil edeceğimizi bile bilmiyoruz” diyor.
TEHLİKELİ SEKTÖR OLDULAR
Sektörün bu bölümünde yerli ve yabancı büyük firmaların olmadığını , hastanelere ilaç dışı malzeme temin eden firmaların yüzde 90’ının küçük ve orta ölçekli KOBİ olup, yine bu firmaların yüzde 90’ının ithalatçı olduğunu kaydeden yetkili, üretim yapan firmaların çok az olduğunu ve satılan malların TL bazında satıldığını hatırlattı. Sektörde yoğun rekabet olduğu için firmaların,