Diğer bakanların değinmediği, ama herkesin konuştuğu risklere konuşmalarında yer verip, bu risklerin gerçekleşmeyeceği konusunda ikna etmeye çalışıyor. Yani onların dilinden konuşarak, piyasaları sakinleştirmeye çalışıyor.
Ekonomideki olumlu gelişmelere ağırlık verip, risklerin ise gerekli tedbirlerin alınmasıyla giderilip, olumlu seyrin sürdürüleceğini söylüyor. Bir tür “beklenti yönetimi”, yani...
Mehmet Şimşek, bu amaçla son dönemde sık sık toplantılara katılıp konuşmalar yapıyor, basına demeçler veriyor. Geçen haftaki bir konuşmasında da hükümetleri döneminde ne kadar iyi büyüdüklerini, bu yolla gelişmiş ülkelerle farkın nasıl azaldığını ve azalmaya devam edeceğini anlatmış. Ancak bunu yaparken yüksek enflasyon tehlikesine de dikkat çekip, rasyonel değerlendirmeler yapmış. Enflasyonun yüzde 10’un üzerine çıktığını, bunun Türkiye’nin en acil problemlerinden biri olduğunu kaydeden Şimşek, “Sakın aranızda, ‘biraz enflasyon olsa ne olur’ diye düşünen olmasın. Çünkü ‘biraz enflasyon’ yıkıcı olur. Enflasyonun yüksek ve dalgalı olduğu ülkelerde büyüme düşük olur, makro ekonomi öngörülebilir olmaktan çıkar” demiş.
Fiyat istikrarının büyümenin olmazsa olmaz bileşeni olduğunu kaydederek, “Eğer Türkiye sağlıklı, sürdürülebilir yüksek büyümeyi istiyorsa, mutlaka ve mutlaka enflasyonu düşük tek haneye indirmek zorundadır” diye eklemiş.
Buna karşılık enflasyonda geçici bir artış olduğunu düşündüklerini, bunda en büyük etkinin kur etkisi olduğunu belirten Bakan Şimşek, önümüzdeki dönem enflasyonun tekrar aşağı geleceğine inandıklarını çünkü sıkı para politikasının devrede olduğunu söylemiş. Sıkı para politikasının kredi politikası çok genişlemeci olduğu için geçen yıl etkili olamadığını kaydeden Şimşek, “Merkez Bankası’nın politikası geçen sene KGF nedeniyle etkili olamadı. Şimdi biz KGF’de imalat sanayini, arz yönünü ve ihracatı destekleyeceğimiz için daha nötr bir etkide olacak ve parasal sıkılaştırmanın etkilerini önümüzdeki dönemde enflasyonda görmeyi umut ediyoruz” demiş.
YANLIŞLARI KİM YAPTI?
Bu tavır aslında tüm hükümetin tercih ettiği, halkın ve piyasanın havasına bakarsak politik olarak da geçerli bir tavır olarak gözüküyor. Baştan sona tüm hükümet üyeleri olumlu gelişmeleri kendi işleri, olumsuz gelişmeleri ise “Adını koymadıkları bir başkası”nın yaptığı işler gibi anlatıyorlar. Ekonomide de önce Ali Babacan, sonra Mehmet Şimşek bu rolü oynamaya devam ediyorlar. Piyasa da “Aslında bunlar sorunları biliyor” deyip, sakinleşmeye devam ediyor gibi gözüküyor.
Şimdi düşünün; Şimşek’in söylediklerinden, aslında
İş Bankası 2018 yılı için yüzde 4.1 büyüme oranı tahmin ederken, enflasyonu da yüzde 10.2 olarak aldı. Garanti Bankası ise 2018 yılı için yüzde 4.5 büyüme tahmin ediyor. Garanti Bankası’nın dolar kuru tahmini ise 4.14 TL olarak gözüküyor.
Bankalar bu tahminleri yaptıkları bütçe çalışmalarına baz olarak alıyorlar. Dolayısıyla özel sektörün kendi hesaplarını yaparken, kabaca; büyüme rakamlarını yüzde 4-4.5 oranlarında tahmin ettiklerini, bu yılın enflasyon oranını yüzde 10 civarında, hatta yıl içinde çift hane olarak baz aldıklarını, kurlardaki artışı da yüzde 20 civarında düşündüklerini görebiliyoruz. Aslında büyük reel sektör firmaları ile konuştuğumuzda, bu tahminlerin benzer olduğunu görüyoruz.
Bu rakamların resmi rakamlardan epeyce farklı olduğu görülürken, özel sektörün kendi tahminlerini baz alarak plan yaptığını, dolayısıyla sonunda bu rakamların gerçekleşme ihtimalinin daha yüksek olduğunu da hatırlatalım.
İş Bankası sektör için yüzde 12-13 mevduat büyümesi, yüzde 13-14 gibi kredi büyümesi öngörüyor. Garanti Bankası ise bu yıl aktiflerin yüzde 10, kredi büyümesinin yüzde 14-15 oranlarında olacağını, yabancı para kredi büyümesinin yatay olacağını hesaplıyor. Konut kredilerinde yüzde 11, ihtiyaç kredilerinde yüzde 14, kredi kartlarında yüzde 13 ve TL ticari kredilerinde yüzde büyüme beklerken, TL mevduatların yüzde 15, yabancı para mevduatların yüzde 5 oranında büyümesini öngörüyor.
FAİZ ARTIŞI KAÇINILMAZ
Bazı analistler KGF kredilerinin devam edeceği varsayımının bu artış rakamlarında pek göz önüne alınmadığı, yani daha yüksek çıkabileceği görüşündeler. Buna karşılık kredi ve mevduat rakamlarındaki büyüme rakamlarını iyimser bulan bankacılar da bulunuyor.
Bu tahminlerden yola çıkarak, bankaların mevduat ve kredilerde 2017’de başlayan ivmenin, biraz yavaşlasa bile, bu yıl da süreceği varsayımı içinde bulunduklarını söyleyebiliriz.
Yine bu rakamlardan yola çıkarak, yabancı kaynak kullanımının 2017 yılı kadar rahat olmayacağının görüldüğünü, dolayısıyla mevduatlarda bu kadar artışın nasıl sağlanacağının tartışılması gerektiği ortada. Bu kapsamda kredi-mevduat hedeflerini göz önünde tuttuğunuzda özellikle mevduat toplayabilmek için bankaların faiz oranlarını yüksek tutacaklarını, mevcut faiz seviyesinin oldukça üzerine çıkacağını söylemek, tahmin ederim ki yanlış olmaz.
Yeni yıla kurlarda küçük dalgalanmalarla girdik ve bu sakin seyir biraz daha devam edeceğe benziyor. Euro’nun değer kazancı durduğu için dolar uluslararası piyasada dün yeniden artışa geçti ama küçük marjlarla dalgalanma devam ediyor. Geçen aralık ayında çıktığı seviyelere bakarsak, mevcut 3.74-3.75 TL’lik dolar kurunun piyasalara moral verdiğini söyleyebiliriz. Bunun nedeni tüm gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye’ye döviz girişinin devam etmesi.
ABD’de şu anda 2018 yılı için Fed’in iki kez faiz artışı fiyatlanmış durumda. Fed yöneticilerinden yine “artış iki mi, üç mü olsun” şeklinde çelişkili açıklamalar geliyor. Bazı uzmanlar beklendiği kadar büyüme ve enflasyon gelişmesi yaşanırsa, yılın ilerleyen dönemlerinde bu kez “üç kez mi artsın, dört mü” tartışmalarının başlamasını bekliyorlar.
Piyasaların keyfi yerinde, çünkü sıcak para mevcut faiz seviyelerinin de etkisiyle cazip olan Türkiye piyasasına girişine devam ediyor. Bu giriş hem kar fırsatı veriyor, hem de makro dengelerin istikrarlı seyri açısından piyasalara olumlu bir sinyal oluyor.
Büyüme rakamlarına bakacak olursak, biraz ivme kaybetmesine rağmen, büyümenin sürdüğü de görülüyor. Dün açıklanan sanayi üretim rakamları piyasanın beklentisi doğrultusunda açıklandı. Türkiye’de sanayi üretimi 2017 Kasım ayında aylık yüzde 0.3 oranında artarken, yıllık artış yüzde 7 olarak gerçekleşti. Bu oranlar piyasaların tam da tahmin ettiği oranlardı.
İthalat rakamları, dolayısıyla dış ticaret ve cari açık rakamları konusunda henüz kimse konuşmuyor ama ihracattaki yüksek oranlı artışlar herkesin dilinde.
Kısacası; piyasalar olumlu havaya girdi, buna hem küresel gelişmeler hem de içerideki veriler destek oluyor. Böyle bir havaya girdiğinde piyasaların bu havadan çıkması için ancak kötü haberlerin epeyce birikmesi gerekiyor.
CEZA VE YAPTIRIM SÖYLENTİLERİ
Piyasalara göre bu olumlu havayı bozabilecek büyüklükte kötü haberlerin bir tek ABD’den gelmesi mümkün. Buradan kötü haberler gelmezse diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye’ye de, özellikle yılın ilk yarısında, para girişinin devam edip, işlerin yolunda gideceği tahmini hakim.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Kalkınma Bakanı Lütfü Elvan, 2018’de yüksek büyümenin temelleri olduğunu söylemişler. Bu temelleri; küresel ekonomi büyüdüğü için ihracatın artması, KGF’nin devam etmesi, yeni işe yerleştirmelerin iç talebi artırması, kapasite kullanım oranlarında sınırlara gelindiği için yeni yatırımlar yapılması, altyapı yatırımlarına devam edilmesi olarak sıralamışlar.
İstihdam teşviklerinin açıklandığını, yeni teşviklerin gündemde olduğunu belirten bakanlar, tüm bunların hem dış hem iç talep artışı yaratıp, büyüme oranlarının 2018’de de yüksek seyretmesini sağlayacağını belirtiyorlar.
Başbakan Yardımcısı Şimşek, hükümet olarak fiyat istikrarına önem verdiklerini belirterek, “Enflasyonun tekrar aşağı doğru bir trende sokulması bizim için kritik öncelik” demiş. Enflasyonun düşüş trendine girdiğini bu yıl ilave çabalarla bunu tek haneye indirmek için çaba göstereceklerini belirtirken, hiç kimsenin ‘Büyüme mi, enflasyon mu?’ diye bir yanılgı içerisinde olmaması gerektiğini belirtmiş. Şimşek, “Böyle bir tercih söz konusu olamaz. Fiyat istikrarının olmadığı bir ülkede kalıcı, yüksek, sürdürülebilir bir büyüme de olmaz” demiş.
Tam da demek istediğimiz bu; hükümetin yüksek büyüme adına fiyat istikrarını savsakladığını düşünüyoruz. Bunun da Şimşek’in dediği gibi bir yanılgı değil, realite olduğunu açıkça görüyoruz.
Kanaatim o ki; Bakan Şimşek de Bakan Elvan da mevcut ekonomik süreçte bunun bir tercih olduğunu biliyor, “yüksek büyüme talimatı” aldıkları için bu noktaya ağırlık verip, enflasyonu ihmal ediyorlar ama kamuoyuna “ikisini birden başarabilecekleri” mesajını verme ihtiyacı duyuyorlar.
Çünkü 2019 yılında üç seçim birden var, Cumhurbaşkanı Erdoğan için bu seçimler hayati öneme sahip, o nedenle de büyüme oranlarının ne yapıp edip yüksek tutmanın yollarını arıyorlar. Hazine destekli KGF kredileri gibi yükü ileriye atmanın yollarını bulup, yüksek büyüme için her şeyi yapmaya devam edecekler.
Küresel ekonomideki artan büyüme tabi ki işimize yarayacak ama öte yandan kısıtlayıcı yönü unutuluyor. Küresel yüksek büyüme demek enflasyonun küresel krizden sonra yeniden hareketlenmesi, bu da faiz artışlarının artması anlamına gelir. Türkiye’nin ihracatı artacak ama gelişmiş ülkelerde enflasyona bağlı faiz artışları hızlanırsa, Türkiye büyümenin finansmanını nasıl sağlayacak?
TERSİ OLURSA...
Dün açıklanan aralık ayı enflasyon oranları, beklentilerin üzerinde çıktı ama piyasa bu yüksek oranlara tepki vermedi. Enflasyon açıklamasından sonra dolar kurunun düştüğü gözlenirken, piyasa oyuncuları zaten bu oranların beklendiğini, sıcak para girişi devam ettiği için kurlardaki düşüşün devam ettiğini söylüyorlar. Bir süre daha kurlardaki düşüşün devam etmesi bekleniyor.
Aralık ayında tüketici fiyatları yüzde 0.69, üretici fiyat endeksi ise yüzde 1.37 oranında artış gösterdi. Bu oranlarla birlikte 2017 yıl sonu rakamları tüketicide yüzde 11.92, üreticide yüzde 15.47 olarak gerçekleşti. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 12 aylık ortalama fiyat artışlarını ise tüketicide yüzde 11.14, üreticide yüzde 15.82 olarak açıkladı.
Beklentilerdeki ağırlık ortalama tüketici fiyatlarında aralık ayı için yüzde 0.59, yıllık bazda yüzde 11.81 oranlarındaydı. Konuştuğumuz bankacılar, piyasanın resmi tahminlerdeki son revizyonlara rağmen, enflasyonun yüzde 11,5-12 aralığında yılı tamamlamasını zaten beklediğini, o nedenle bu oranların piyasa için sürpriz olmadığını söylüyorlar. Bu yılın tümünde enflasyonun yüksek seyretmesini beklediklerini kaydeden bankacılar, yeniden tek haneye inilse bile yılın tümünde çift hanenin hakim olacağının altını çiziyorlar.
Aslında hem üretici fiyatlarındaki yüksek artış hem de çekirdek enflasyondaki yükseliş eğiliminin sürmesi yüksek enflasyonun kalıcı olacağının, bu yılın çift hanede devam edeceğinin göstergesi gibi. Çekirdek enflasyon oranı Aralık ayında yüzde 12.08’den yüzde 12.30’a yükselmiş bulunuyor.
BİZE ÖZGÜ RİSKLER
Yılın başında yüzde 5 olarak hedeflenen enflasyon oranları böylece hedefin 2 katından fazla artmış oldu. Daha iki ay önce Merkez Bankası, yıl sonu enflasyonunu yüzde 9.5 olarak revize etmişti ama bu bile büyük sapma gösterdi.
Bakanlar 2018 yılında enflasyonun yeniden tek haneye düşeceğini söyleseler de bu artık çok zor görünüyor. 2017 Ocak ayında yüzde 3.98 gibi çok yüksek bir oran vardı ve bu yıl ancak ocak ayı sonunda tek hane olabilir. Ancak elektrik fiyatlarına yapılan son yüzde 8.8’lik zam ve maktu vergilerdeki yüksek oranlı artışlara bakacak olursak, ocak ayı enflasyonunun da en az yüzde 2.5 civarında olması beklenebilir. O takdirde ocak ayı sonunda bile tek haneye inilmemiş olacak. Daha sonrasında ise 2017 aylık enflasyon oranları, Şubat’tan başlayarak yüzde 1.26, yüzde 1.04, yüzde 0.76, yüzde 0.52, yüzde 0.007 olarak sıralanıyor. Kısacası; Ocak sonunda tek haneye düşmediği takdirde sonra düşmesi neredeyse imkansız. Ocak sonunda tek haneye inse bile, daha sonrasında tekrar çift haneye çıkıp orada kalması büyük ihtimal gibi gözüküyor.
Enflasyon oranlarındaki artışın, faiz oranlarındaki yükselişin devamı anlamına geleceği açık. Kurlara ilişkin beklenti ise daha karmaşık. Bankacılar gelişmekte olan ülkelere sıcak para akışının devam ettiğini,
2017’de küresel iklim bizim gibi ülkeler için uygun bir zemin yarattı ama buna rağmen hükümetin destekleri arttı. Çalışanlara prim destekleri yaygınlaşırken, büyümeyi en çok destekleyen karar ise KGF kredilerine sağlanan Hazine teşviği oldu. Tüm bu dopinglerin etkisiyle 2017 yılında yüksek bir büyüme rakamına ulaştık ama bunun sürmesi mümkün gözükmüyor.
Bu aşamada büyüme oranlarının fazla düşmesine engellemek için hükümetin yine devreye gireceği beklentisi yüksek. 2019’da üç seçim birden yapılacağını göz önünde tutarsak, hükümetin oy kaygısı nedeniyle bu yıl popülist kararlar alması yüksek bir ihtimal. Seçimler zamanında yapılırsa, o zaman bu kararların 2 yıl daha devam edeceğini söyleyebiliriz. İşte bu noktada bu yıl alınacak popülist kararların dozu çok önemli hale geliyor.
En baştan söylemek gerekir ki; bu ekonomi, mevcut kırılganlıklarıyla, 2 yıl sürecek bir seçim ekonomisi uygulamasına pek dayanamaz.
AKP hükümetleri hep seçim ekonomisi uygulamadıklarını, zor durumlarda bile mali disiplini koruduklarını söyler ve bununla övünürler. Kaldı ki bunda haklılık payı yüksek. Seçimlerden başarılı çıkmalarında, korudukları mali disiplinin öneminin yüksek olduğunu herkes biliyor.
Ancak 2017 yılından başlayarak popülizm eğiliminin ciddi biçimde arttığını görmek gerekiyor. Aslında son yıllarda ekonomik kadrodaki değişim ve “Yatırımcı Bakan” olarak bilinen Binali Yıldırım’ın Başbakan olmasından sonra harcamalarda ciddi artışlar zaten başlamıştı. Ancak gelişmiş ülkelerdeki finansal normalizasyonun gecikmesi nedeniyle sıcak para akışının devam etmesi, harcamalar artsa bile bir şekilde finansmanı sağlandığı için, başlayan popülizmin göze batmasını engelledi. Aslında 2017 yılında alınan popülist kararların, yine yüksek sıcak para girişi nedeniyle, olumsuz etkisi de şimdiye kadar pek hissedilmedi.
BÜTÇEDE OLMAYAN HARCAMALAR
Şimdi bu büyümenin fazla aşağı düşmemesi için büyük ihtimalle, KGF desteğinin devamı dahil, çeşitli teşvik ve kamu sübvansiyonları yine devrede olacak. Ancak bu kez finansal normalizasyonun artık başladığı bir döneme denk gelirse durum farklı olabilir.
Dünya petrol fiyatlarında bu yıl beklenen ciddi artış da durumu ağırlaştıran bir unsur olabilir. Bunun da ötesinde içeride siyasi çatışmaların keskinleştiği bir yıl olması bekleniyor. Yurt dışındaki davalar nedeniyle gelecek yüklü cezaların yanı sıra çeşitli yaptırımların konuşulduğu bir yıl yaşayacağımızı unutmayalım.
2017 yılına ilişkin yüksek büyüme rakamları, bir yandan toplumsal gerginlik ve çatışmaların, olduğundan küçük görünmesini sağladı. Ancak buna karşılık bence yüksek büyüme rakamlarının toplumda beklenen olumlu tepkiyi görmemesinin en önemli nedeni de bu gerginlikler. Çünkü insanlar bir süredir kendilerini sürekli büyüyen bir huzursuzluk ve güvensizlik ikliminde hissediyorlar. Kendileri bu olumsuzlukları bizzat yaşamasalar bile herkesin yakın çevresinde haklı-haksız davalara uğramış, işlerinden atılmış birileri var. Buna karşılık hemen herkes artık, sayıları arttığı için, haksız yere para ve güç sahibi olmuş örnekleri görür oldu. Adaletsizlik algısı artık gücün yanında olanlarda bile hâkim olmaya başladı. Yaşananları yaşam tarzına tehdit olarak algılayıp, tası tarağı toplayıp ülkeyi terk edenlerin artmasının en önemli nedeni de adaletsizlik, güven ve huzur eksikliği.
Gidenlerin, her meslek dalındaki eğitimli, yaratıcı, profesyonel kadrolar olduğunu biliyoruz. İşaleminde, özellikle yenilikçi orta büyüklükteki işletme sahipleri bu kervana katılırken, profesyonel ve deneyimli yöneticileri de yurt dışına gitmeyi tercih ediyor.
Ülkenin önümüzdeki dönem çok daha fazla ihtiyaç duyacağı, orta kuşak girişimci ve yetişmiş profesyonellerinin ülkeyi terk etmesi, göründüğünden çok daha fazla geleceği tehlikeye atan bir gelişme. Bunun yanında işaleminden de biliyoruz ki; yabancı firmalar nitelikli kadrolarını Türkiye’ye getirip çalıştırmakta artık zorluk çekiyor. Yabancı firmalar tabii ki Türkiye’de kâr ettikleri sürece burada kalırlar ama bölge için tercih ettikleri yeni yatırımları eskiden Türkiye’de yaparlarken, artık alternatif ülkeler arıyorlar.
Tüm bunlara neden olan ise son yıllarda Türkiye’nin uyguladığı iç ve dış politika. Batı ile sürekli bir çatışma havası yayılırken, bölgedeki çatışmalara taraf olunması, içeride etnik milliyetçiliğin hâkim kılınıp, demokrasi ve insan hakları alanlarında atılan geri adımlar. Olağanüstü Hal uygulaması uzadıkça huzur ve güven erozyonunun boyutları büyüyor.
EKONOMİDEKİ RİSKLER
Türkiye 2017 yılında yüksek oranda büyüdü. Bunun en önemli nedeni ise dünyada kriz sonrası artan büyüme eğilimi, buna karşılık finansal normalleşmenin uzaması nedeniyle, sıcak para akışının yüksek olması. Aksi takdirde bu büyüme oralarına ulaşılamazdı. KGF gibi destekler büyümenin daha da ivmelenmesine neden oldu ama bu dopingin bünyeye sürekli enjekte edilemeyeceği açık. Tersine, doping etkisinin kaybolmasıyla performansın normalin de altına düşeceği, baz etkisiyle düşüşün yüksek görüneceği malum.
Özetle; Türkiye’ye dışarıdan kaynak girişinin devam etmesi gerek. Sadece çarkı çevirmek için 2018 yılında 120 milyar doların üzerinde kaynak ihtiyacı olduğunu Bakanlar açıklıyor. Bunun üzerine yatırımlar ve büyümenin devam ettirilmesi için ise, özellikle kalıcı yabancı sermayeye ihtiyaç var.
Tamam; Türkiye’nin girişimci gücü yüksek, bankaları sağlam ama bunlar yetmiyor. Bunların harekete geçmesi için huzur ve güvene ihtiyaç olduğu kesin.
Sadece özel sektör yetkilileri değil, AKP’li bazı politikacı ve bürokratlar bile bu erozyon nedeniyle, işlerin yürümemesinden, hatalı kararlardan şikayetçiler. Geçen ay sohbet ettiğimiz üst düzey bir bürokrat, “Yanlış yaptık; hep bürokratik devletten yakınıp duruyorduk ama şimdi bürokrasinin güçlü olmasının önemini anladık” dedi. Bakanlar Kurulu değişiminden sonra bakanların yetkinliklerinin de azaldığını belirten aynı bürokrat, “Şimdi bakan bürokrata bakıyor iş yapsın diye, işi bilmeyen bürokrat da bakana bakıyor. Sonuçta sorunlar rasyonel biçimde çözülemiyor, önemli işlerin içinden çıkılamıyor” yorumunu yaptı.
Aynı bürokrat yetkilerin tek elde toplanmasının da etkisine değinerek, “Eski yönetim sistemiyle işler hızlı yürümüyordu ama yeni sistem de, sayısı çok azalsa bile, iş yapmak isteyen bürokratların da inisiyatif almasını engelliyor. Bürokrat risk almıyor, sorunu çözmek yerine en üstten gelecek kararı bekliyor” dedi.
Özetle; iktidarın liyakatı hiçe sayan atamalarını adım adım artırması sonucu devlet bürokrasisinde, ekonomi yönetiminde nitelik iyice azaldı. AKP ile büyüyen özel sektörün yetkilileri bile, uzun zamandır nitelik sorunu olduğunu ama artık işlerin yürümez hale geldiğinden yakınıyorlar.
Bu yakınmaların son dönemde daha sık dile getirilmesinin nedenlerinden biri de Kalkınma Bakanlığı’nca yeni 5 yıllık program kapsamında başlatılan özel ihtisas komisyonu toplantıları. Son günlerde yoğunlaşan bu toplantılar hem kamunun ilgili birimleri, hem de özel sektörden şirket ve ilgili birlik yöneticilerinin katılımıyla gerçekleştiriliyor.
Toplantılara katılan özel sektör temsilcilerinin bürokratların niteliği ve vizyonları konusunda yoğun yakınmalarına şahit oluyoruz. “Böyle bir anlayışla 5 yıllık plan yapılsa bile sonuç alınması mümkün değil” diyorlar. Ya da ileride bu planlara hiç uymadan, gerekli kararların alınmasıyla ancak işin içinden çıkılabileceği fikri daha yakın gelmeye başlıyor.
GÜCÜNÜ ARTTIRIP NİTELİĞİNİ AZALTIRSANIZ
Bence sorunun en önemli ayaklarından biri, özellikle günlük kararlarda devletin ve hükümetin etkisinin azaltılması gerekirken, bu amaçla atılan adımların bile son dönemde geri alınmasından oluşuyor. Tümüyle Hükümete bağlı bir ekonomik işleyişin yeniden oturtulması sorunu büyütüyor. Böyle bir işleyişte kamu yöneticilerinin çok yeterli olması, işi iyi bilip, iyi yönetmelerinin önemi bir kat daha artıyor.
Hem kamu yöneticisi yetersiz olur, hem onların sözüne daha fazla bakılır hale gelirse işler kilitlendiği gibi, ileriye dönük olarak hem ülkenin hem ekonominin gücünü kendi elinizle azaltmış oluyorsunuz.