Ben biraz daha ayrıntıya girmek istiyorum.
Çünkü şeytan hakikaten bu ayrıntıda saklı.
Türkler neden dinleme skandallarına şerbetli?
Merak etmiyor musunuz, ahali neden özel hayatların işportaya düşmesine tepkisiz.
Yanıtı basit:
Çünkü haysiyet infazına uğrayan politikacı, bürokrat veya gazetecinin başına gelenin aynısını karısı veya kocası için tasarlıyor.
Boşanma davasında eşinin telefon kayıtlarını kanıt olarak kullanmak istiyor.
* * *
Şaka gibi değil mi? TSK bir üsteğmenin gözünden (Neden çavuş veya yarbay değil?) terör ve irticayı anlatan film yapacak... Yönetmeni ünlü olacak, film müziği akılda kalacak. İki ayrı filme örtülü yoldan 1 milyon TL para harcanacak.
* * *
Akıllara ziyan bu proje o kadar abes ki... TSK’nın yine bir muhbir tarafından sızdırılan 2007 tarihli “Faaliyet Çizelgesi”nde yer alan diğer ciddi konuları gölgede bırakıyor. Misal mi istersiniz, buyurun: “1. Teröre sağlanan desteğin bedelsiz kalmayacağının bölge halkına hissettirilmesi.
3) Çocukluğumda bana çiroz kurmayı öğreten bakkal Foti Amca’yı özlüyorum. Liseden hemen sonra Asala saldırıları yüzünden doğan terör ortamı nedeniyle Fransa’ya yerleşmek zorunda kalan Ermeni arkadaşlarım artık dönebilsin istiyorum.
4) Bir gün gelir, Kürt dostlarla da aynı şekilde vedalaşmak zorunda kalırım korkusunu kökten silme, klostrofobi duygusunu yenme arzusundayım.
¡ ¡ ¡
Eğer buraya kadar hemfikirsek, TV’lere Kürtçe yayın imkânı tanıyan yönetmeliği neden ciddiye aldığımı herhalde anladınız. Çünkü bu yayınlar
milyonlarca vatandaşın kültürel miras teminatıdır. Yalnız baştan uyaralım; bu kararın varlığı yetmez, uygulamada adalet zorunludur.
Adaletle kastımızı örnekle açıklayalım.
?
Ahmet Türk’ü dinliyorum.
Düşünüyorum ve hatırlıyorum.
* * *
Sene 1988... Günlerden 19 Ocak salı.
Sosyal demokrat muhalefetin adı SHP idi.
Genel Başkan merhum Erdal İnönü, partinin en güçlü ismi Deniz Baykal’dı.
Saat 15.00 sularında Meclis açıldı.
SHP Tunceli Milletvekili kürsüye geldi.
Görüşlerini hukukçu kimliğini de ortaya koyarak sıralıyor:
1) “Her mahkeme önüne gelen dosyayı netleştirmek açısından elinden geleni yapar. Bilirkişiye başvurur, kriminoloji raporu ister, grafolog tutar, Adli Tıp’a gider.”
2) “Usul hukukunda bu yöntemler arasında hiyerarşi yoktur. Biri uygulandı diye diğerini yok saymak veya vazgeçmek anlayışı yanlış olur.”
3) “Anayasa ve yasalarla belge meselesinde yetkili ve sorumlu görülen askeri mahkeme ıslak imzalı belgeyi istiyor.”
4) “Ama Başbakan ‘Adli Tıp söyledi ya, daha ne istiyorsun’ diyor, bu nasıl hukuk? Aklımı yiyeceğim, nerede yaşıyoruz?”
5) “Hüseyin Üzmez meselesi, Garipoğlu skandalı... Son olarak Güler Zere olayında ‘Toplumsal baskıyı dikkate aldık’ diyen aynı Adli Tıp değil mi?”
Açık söyleyeyim, irtica belgesi ilk çıktığında bende kuşku uyandırdı. Gerçek olduğuna tam emin değildim. Islak imza bakışımı çok değiştirdi. Ama o belgeyle ilgili hâlâ kuşku besleyenler var. O yüzden ikinci bir inceleme yerinde olur.
İlham kaynağı da beş polisti.
Bu beş polis bagajlarında top taşıyor.
Kendilerine taş ve slogan atan çocuklara jop vurmak yerine top dağıtmayı seçiyor.
Süleyman Hançerli çocuk şube amiri.
Önceki gün aradı dünkü töreni haber verdi.
Diyarbakır polisi 160 risk altında çocuk seçti.
10’ar kişilik 16 takım kurdu, hoca buldu.
Dün Vali futbol turnuvasını törenle başlattı.
2007 sonbaharındaki yemek davetine katılım yüksekti.
Levy, bu ülkeye aidiyetini gösterme çabasındaydı.
Doğum yeri Bergama’daki çocukluk günlerini anlattı.
Kara önlüklü, kasketli eski fotoğraflarıyla sempati topladı.
Ama masadaki Türk politikacıların kafası başka yerdeydi.
O akşam ABD Kongresi’nde kritik önemde oylama vardı.
Ermeni soykırımı tasarısı Komite’de karara bağlanacaktı.
Türkiye sadece Başkan Bush’u aramakla kalmadı.
Hepsine birden çözüm aranıyor.
İpin ucu kaçıyor hatta dolanıyor.
Ama bazen görüş mesafesi artıyor.
Bugünü düğüm çözmeye ayıralım.
25 yıldır PKK terörünü izlerim.
En garip eylem Dağlıca baskınıydı.
Zamanlaması ve sonuçlarına bakalım.
Önce sonuçlarını sıralayalım:Baskında kaçırılan 8 er PKK bayrakları önünde DTP’ye teslim edildi.Askerin aylardır istediği ama Başbakan’ın ayak dirediği sınır ötesi tezkeresi oybirliği ile TBMM’den geçti.
Başbakan hemen ABD’ye uçtu, Beyaz Saray’da anında istihbarat anlaşmasına varıldı, PKK yerden ve karadan vuruldu.
Muhtemel felaket senaryosunu hatırlayalım:
Türk-Kürt gerginliği çok artabilirdi.
TSK tek taraflı kararla Irak’a girebilirdi.
Türkiye sadece Barzani değil ABD ile çatışırdı.
Ama olmadı, hükümet uçurumun kenarından döndü.
Beklenenin aksine Kürtlerle temas kuruldu.
Dağlıca’nın tahrik amaçlı olduğuna sadece hükümetin değil, Kürtlerin de inandığı anlaşıldı.
İşbirliği arttıkça Dağlıca’nın üstündeki sır perdesi de kalkıyor.
Bir düğüm çözülüyor.
* * *Demokratik açılımda hükümetle asker uzlaştı.25 yıldır