Emin Çölaşan

Sayıştay rezaleti

31 Mayıs 2007
ÖNCEKİ gün Sayıştay’ın kuruluşunun 145. yıldönümü töreni yapılıyor. Gazeteciler orada. Ev sahibi Sayıştay. Hükümetin hiç hoşlanmadığı üç televizyon kanalının muhabirleri törene alınmadı. Kanal-B, ART ve Kanal Türk. Onları içeri sokmayanlar, Başbakan adına korumaları! Başbakan bir yandan göz boyamaca nutukları atıp "demokrasi, özgürlükler" falan diyor, öbür yanda ise hükümeti eleştiren üç televizyon kanalında görevli gazeteci arkadaşlarımızı, hem de kendisinin ev sahibi olmadığı törene aldırtmıyor.

Başka bir ülkede olsa kıyamet kopar. O gazetecilere sarı basın kartlarını veren Başbakanlık... Ve onların görev yapmasına engel olan, kapıdan çeviren yine Başbakanlık.

* * *

Sayıştay üyelerini Meclis seçiyor. AKP çoğunluğu, Sayıştay tarafından gösterilen adaylar AKP’li değil diye, tam 1.5 yıldan bu yana Sayıştay’a üye seçimini yaptırmıyor. Oysa önceki gün, boşalan RTÜK üyelikleri için seçim derhal yapıldı. Elbette yapılacak, doğrusu budur. O halde Sayıştay niçin 1.5 yıldır bekletiliyor?

Bizim insanlarımızın bazıları, en yüksek makamlara bile gelmiş olsalar, ne yazık ki sinik ve tepkisiz oluyor. Törende konuşma yapan Sayıştay Başkanı, başında olduğu kuruluşun bu çok önemli sorununu kürsüden -Başbakan’ın karşısında- dile getiremedi.

Neden korkuyor, neden çekiniyor? Bu tepkisizlik, duyarsızlık niçin?

Başkan Bey AKP’li olabilir, onlara çok yakın durabilir... Ve öyle! İyi de, kendi kişisel görüşlerini, başında olduğu kurumun sorunlarından ayrı tutmayı bilmesi gerekir.

HERKESE POSTA KOYUYOR

Başbakan ikinci kez Anayasa Mahkemesi’ni doğrudan suçladı. Birkaç gün önce "Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı demokrasiye sıkılmış kurşundur... Tarih bu kararı alanları hep yargılayacaktır" demişti.

Önceki gün daha net konuştu!

"Bu karar yargı için talihsizliktir, yüz kızartıcıdır. Bu karar dayatmayla verilmiştir."

Kimin dayatmasıyla? Dikkat ediniz, fırsat bulunca bütün yargıyı suçluyor, töhmet altına sokmaya yelteniyor. Bu sözleri ağır suç oluşturur. Kararın dayatma ile verildiği gibi iddialarını kanıtlamakla yükümlüdür.

Dünyanın hiçbir ülkesinde bir başbakan, yargı kararları için böyle konuşamaz.

Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Henüz "devlet adamı" olamadığı için rastgele, bilmeden, anlamadan, kafadan konuşuyor. Sinirlenince ne dediğini şaşırıyor. Vatandaşı "Al ananı git" diye kovuyor, şehitlerimiz için "kelle" demekten utanmıyor.

Hak ettiği yanıtı dün Anayasa Mahkemesi verdi. Şimdi konuşsun bakalım! Unutmasın, gelecekte kendisi Yüce Divan’a sevk edilecek ve hesabını orada, o Anayasa Mahkemesi önünde verecek.

* * *

Bir Başbakan düşünün, devletin çoğu kurumuyla arası bozuk.

Ya küs, ya da kavgalı!

Cumhurbaşkanı, Türk Silahlı Kuvvetleri, YÖK, yüksek yargı, adli ve idari yargı...

Hepsi onun boy hedefi! Yüzde 34 oyla, seçim yasalarının cilvesiyle tek parti iktidarı olmuş, kendisini Türk milletinin "tek egemen gücü" zannediyor! Kendisini haklı çıkarmak için "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, millet bizi seçti ve egemenliği biz kullanırız" anlayışı sergiliyor!

Üç köfte beş kuruşa! Sadece yüzde 34 oyla ulusal egemenlik! Ya geri kalan yüzde 66 oy? Onlar soldaki sıfırlar!

ŞEYH EFENDİ TÜYDÜ!

İSTANBUL’un en değerli yerindeki İETT arazisini bir süre önce Dubai Şeyhi Makdum’a 1 milyar 100 milyon dolara sattılar. Özellikle iktidar yağcısı yazılı basın ve televizyon kanalları zevkten göbek atıyordu: Başlıklar hazırdı: "Muhteşem satış. Böyle 10 yer satsak köşe oluruz. Helal olsun şeyh hazretlerine. Rekor fiyat. İstanbul kazandı. Şeyh oraya kule dikecek..." Yağcılığın ve yalakalağın sonu bir türlü gelmiyordu.

Mimarlar Odası bu peşkeş için dava açmıştı. Şeyh hazretlerinin parayı ödeme süresi salı günü doldu.

Şeyh tüydü! Parayı marayı yatırmadı.

Tarzan zor durumda!
Arazi elimizde patladı.

Malı satan İstanbul Büyükşehir Belediyesi şimdi ne yapacak? Şeyh epeyce bir teminat yatırmıştı. Teminatı derhal paraya çevirecek mi, yoksa Dubailiye geri mi verecek? Göreceğiz. Ne güzel söylemiş atalarımız!

Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü.
Yazının Devamını Oku

Böylesine maşallah!

30 Mayıs 2007
İNSANOĞLUNUN omurgası var mıdır? Bazılarında vardır, bazılarında yoktur. Kimde olup olmadığını siyasette, medyada ve her alanda izlersiniz. Omurga basit bir kavram değildir. İnsanoğlunun onuru-şerefi-haysiyeti ile eşdeğerdir.

Omurgası olan, ilkelidir. Satılmaz, dönek olmaz.

Ertuğrul Günay
geçmişin en hızlı solcularından (!) biriydi. SHP, DSP ve CHP’de (genel sekreter olarak) görev yaptı. Partilerini yeterince solcu olmamakla suçlar, bu doğrultuda eleştirirdi.

Sonra hidayete erdi ve siyaset piyasasında kendisini Müslüman solcu ilan etti... Ve kapağı AKP’ye attı. Oraya sığındı. Dün AKP grup toplantısında kürsüye çıkmış, Tayyip Erdoğan ve partisine yağlama yıkama yapıyordu. Dinlerken yüzümüz kızardı. "Helal sana bu yollar Ertuğrul" dedik.

Bir de aynı çizgide Haluk Özdalga isimli CHP’li ve DSP’li biri! Bunlar geçmişin hızlı solcusu (!) ancak kamuoyunda hiçbir ağırlığı ve saygınlığı olmayan, kerameti kendinden menkul tipler. Vitrin malzemeleri.

Şimdi AKP’den milletvekili olacaklar. Bir milletvekilliği için değer miydi?

* * *

Bu tiplerin sayısı az değil. Bir de son haftaların parlayan yıldızı Ümmet Kandoğan var! 2002 seçiminde Denizli’den AKP milletvekili seçildi. Bir süre sonra istifa edip DYP’ye geçti. İktidarı amansız bir biçimde eleştirdi.

Seçim yaklaştı, Ümmet son günlerde tavır değiştirdi. Yine döndü!

Cumhurbaşkanlığı seçiminde son dakikada partisine -DYP’ye- ihanet etti, Mehmet Ağar’ı zor durumda bıraktı. Birkaç saat içerisinde 180 derece dönmüştü.

Para aldı desek, almaz! Çıkar karşılığı desek, hiç olmaz!

Ümmet
şimdi Meclis konuşmalarında Cumhurbaşkanı Sezer’e çatıyor, rastgele konuşuyor, Meclis’te kavga çıkarıyor. Yeniden AKP çizgisine döndü. Zaten en büyük alkışı da onlardan alıyor.

Seçimler yaklaşıyor.
Listeler belirlenmek üzere. Beni pek sevmezler ama şimdi AKP yönetiminden çok önemli bir istirhamım olacak. Lütfen hatırımı kırmasınlar, Ümmet’i aday listesine koyup uygun bir yerden bir daha seçtirsinler.

Dönenler dönmeyenler, omurgalılar omurgasızlar!.. Meclis’te Ertuğrul Günay’lar, Haluk Özdalga’lar, Ümmet Kandoğan’lar mutlaka olmalı!

Hem Türk siyasetinde sağlam kişilik açısından millete örnek olsunlar, hem de nazardan korunsunlar diye onların boynuna kocaman mavi boncuklar asmalı, meydanlara salmalı, teşhir etmeli!

AÇIKLAMA

"Her yıl mayıs ayının ilk haftası dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de Trafik Güvenliği Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu itibarla Kelkit ilçemizde 5-14 Mayıs 2007 tarihleri arasında Trafik Haftası etkinlikleri çalışmalarında sürücü, yaya ve öğrencilere yönelik hazırlanan program dahilinde bulunan afiş, broşür, ilköğretim ve lise okullarında düzenlenen eğitim seminerleri ile Belediye kültür salonunda yapılacak olan panelle mevcut kaynaklarla ve hazırlanan çalışmalarla halkımıza haftanın ve trafiğin hayatımızdaki önemi aktarılmaya çalışılmıştır.

Haftanın ilk etabında sürücülerin ve yayaların dikkatini çekmek amacıyla afişlerin asılması ve broşürlerin dağıtılması işlemleri başlatılmıştır. Kelkit merkezinde tek ana caddenin bulunması nedeniyle elimizde bulunan hız, emniyet kemeri ve alkolle ilgili üç adet afiş cadde üzerinde muhtelif yerlere asılmıştır.

Maddeler içerisinde bulunan afiş ve broşür çalışmalarıyla ilgili olarak yine Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Başkanlığına ait bir eğitim filminin içinden alıntı ’Alkollü sürücüler her gün trafik kazalarında hayat kaybediyor, kaybettiriyor. Sizce suç kimde?" ibareli söz ile hazırlanan afişin uzaktan bakıldığında, 1998 yılından günümüze kadar sabit olarak asılı bulunan ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün siluetiyle alt alta asılmış gibi gözükerek yanlış anlamaya sebebiyet verdiği, ancak konum itibarıyla bahse konu afiş ile Atatürk siluetinin arasında herhangi bir bağlantının olmadığı, aralarında yaklaşık olarak bir metre mesafe bulunduğu ve arka arkaya durdukları, ancak alt alta duruyorlarmış gibi gözüktüğü ve göz aldatmasına sebebiyet verdiğinin İlçe Emniyet Müdürü tarafından gözlemlenmesi üzerine, afiş asıldıktan bir gün sonra afişin yerinin değiştirilmesi sağlanmıştır. Gümüşhane Valisi’nin, Kelkit Kaymakamı ve Belediye Başkanı’nın ve Atatürkçü düşünceyi hücrelerine kadar sindirmiş olan Kelkitlilerin böyle bir terbiyesizliğe, alçaklığa ve hıyanete izin vermesi ve göz yumması söz konusu bile edilemez. Saygılarımızla. Kelkit Belediye Başkanı Muammer Duran. Kaymakam Erol Rüstemoğlu."
Yazının Devamını Oku

Devlet parasıyla TOKİ mitingleri

29 Mayıs 2007
ÖNÜMÜZ seçim. Millet sandığa gidecek. Partiler miting yapmaya başladı. Bu iş kolay değildir, çok büyük para ve örgütlenme gerektirir. Partiler, mitingler için kesenin ağzını açar ve çok büyük paralar harcar. AKP şimdi beleş miting yapmanın kolayını bulmuş durumda!

Tayyip Bey uyanıklık sergiliyor, parti mitinglerini devlete yaptırıyor. Harcamaları yapmak zorunda bırakılan kuruluşun adı TOKİ. Yani Toplu Konut İdaresi. Bizim beyefendi her hafta bir yerde miting düzenliyor, muhalefet partilerine veryansın ediyor, ahkám kesiyor. Bahanesi hazır:

Toplu açılışlar... Ve TOKİ evlerinin teslim töreni!

Toplu açılış palavrasında, o ilde yıllar öncesinden yapılan ne varsa, yapımı henüz bitmemişler de eklenerek "güya açılış" yapılıyor. Son atraksiyon pazar günü Sivas’ta sergilendi.

Ama esas hikáye TOKİ olayında dönüyor. Devletin kurumu ev yapıyor, peşin veya kredili satıyor. İşte bu evlerin anahtar teslim masalı, ne yazık ki AKP mitinglerine dönüşüyor.

İşin daha da acı tarafı, düzenlenen törenlere konu olan evlerin bazılarında aileler aylardır, yıllardır oturuyor!

Bazıları ise henüz inşaat halinde!

Burada önemli olan, iktidar partisinin cepten çok az harcama yaparak devlet parasıyla, yani TOKİ parasıyla miting yapması.

Üstelik mitinglerde devletin valileri bile kürsüye çıkarılıyor.

Devlet ve devletin parası, AKP’nin seçim propagandasında açıkça ve resmen kullanılıyor.

Müslümanlıktan dem vuranlar, yetim parasını kendileri için kullanmaktan sıkılmıyor.

* * *

Seçim yaklaştı, bu parti şimdi başka kesimlerin de gözünü boyayıp oy avcılığına soyunuyor.

Bunlar tam 4.5 yıldan beri iktidar değil mi? Şimdi şehit ailelerine düşük faizli ve uzun vadeli kredi ile TOKİ evleri satmaya karar verdiler!

Bugüne kadar aklınız neredeydi? Şehit ailelerini niçin bir gün olsun düşünmediniz?

Şehit cenazelerinde halk tarafından protesto edilen iktidar yetkilileri, Abdullah Öcalan’dan "Sayın Öcalan", şehitlerimizden "kelle"

diye söz eden Başbakan,

şimdi seçim öncesinde şehit ailelerini düşünmeye

başladılar!..

Ve "kellelerin" ailelerine uygun koşullarla ev satmaya, tam da seçim öncesinde karar verdiler!

Türkiye’de nice seçimler gördük, seçime giren nice partileri ve başbakanları izledik.

Ama bu kadarını ilk kez görüyoruz.

VE SADAKA EKONOMiSi

"SADAKA ekonomisi" özellikle büyük kentlerimizde uygulanıyor. İnsanları işsiz bıraktılar, açlığa terk ettiler. Onların çalıştığı yerleri özelleştirme adı altında yerli işbirlikçilerine, partili yandaşlarına, eşlerine dostlarına, çoluk çocuklarına, yabancılara peşkeş çektiler. Milyonlarca insanımız işinden gücünden oldu.

Şimdi onlara hızla kömür ve gıda paketleri dağıtılıyor. İki kilo kuru fasulye, iki kilo bulgur, bir kutu salça, en ucuzundan bir şişe margarin falan!.. Kendi yemeyecekleri şeyler.

İşin acınacak yanı, yüzlerce milyon dolar tutan kömür paraları için "taş gibi" bütçelerinde para yok. Geçenlerde Resmi Gazete’de kararname yayınladılar ve dağıtılacak yüz binlerce ton kömürün parasının 2008 bütçesinden ödenmesini öngördüler!

Oy avcılığının faturasını da devlete kestiler.

Hem de sorumsuzluğun ve insafsızlığın en büyüğünü sergileyip bu büyük parasal yükü gelecek hükümete bıraktılar.

* * *

Sadaka ekonomisinin
en büyük bölümü, kentlerde ve fakir semtlerde belediyeler eliyle yürütülüyor. Böylece, bu yüzlerce trilyonluk alımlarda yeni bir yolsuzluk-vurgun-hortum kapısı açılıyor. Bazı yörelerde hırsız belediye başkanları, parasını sanki ceplerinden veriyormuş gibi paketlerin üzerine kendi isimlerini yazdırmaktan da utanmıyor.

Vatandaşlarımız bu avantayı almak için kapılarda bekleşiyor, torpil arıyor.

Önce işsiz bırak, sonra sadaka vererek kitleleri uyut!.. Bazılarına bu yardımlar karşılığında oylarını sana verecekleri konusunda yemin ettir!

AB adayı diye yutturdukları Türkiye’den gerçek tablolar işte böyle. Bunu yaratanlar acaba utanıyor mu? Tam tersine, onlar fakir fukarayı bu yolla sömürüp oy toplama peşinde.

Müslümanlık bu mu?
Yazıklar olsun.
Yazının Devamını Oku

Buyurun toplu açılışa!

27 Mayıs 2007
BAŞBAKAN işin kolayını seçim öncesinde buldu. Partisinin mitinglerine henüz başlayamadı ama bunları devlet eliyle yaptırıyor. İl il gezip kürsüye çıkıyor, "toplu açılışlar" yapıyor.

Mitinglerinde kullandığı kurum, elinde çok büyük para olan Toplu Konut İdaresi (TOKİ). Gittiği her ilde TOKİ konutlarının anahtar teslim töreni bahanesiyle miting düzenliyor. O konutların bir bölümü bitmiş, insanlar aylardan beri oturuyor. Bir bölümü bitmemiş, henüz inşaat halinde!

Başbakan göz boyuyor, Allah ne verdiyse, kaç yıldır açık olan yerlerin ve tesislerin bile açılışını yapıyor. Devlet parasıyla parti propagandası!

Hastane, sağlık ocağı, okul, kavşak, yol, park, mesire yeri, adliye binası...

Okuyucum Erdal Şentür yazıyor: "Başbakan’ın birkaç hafta önce ilimizde açtığı (!) hastanede benim kardeşim geçen yıl ameliyat olmuştu..."

Üç yıl önce açılıp mezun veren okullar, altı yıldır çalışan fabrikalar, çöken ve beş kez onarım gören duble yollar... Beyefendi kürsüde göstermelik bir düğmeye basıyor (!), maşallah hepsini birden açıyor ve milletin gözünü boyamaya kalkışıyor.

İyi de, özellikle o ilde yaşayanlar bu yutturmacayı bire bir görüyor, gülüyor, eğleniyor! Aynı eğlence bugün Sivas’ta sergilenecek, nutuklar atılacak, kaç yıldır bitmiş yerlerin açılışını (!) yapacak.

Eğlenceyi kaçırmayın!


SiZCE SUÇ KiMDE?!!!

TÜRKİYE’de belli kesimlerden fışkıran Atatürk düşmanlığının hangi boyutlara ulaştığını ve nasıl sinsice sergilendiğini bu fotoğrafta bire bir görüyorsunuz.

Gümüşhane’nin Kelkit İlçesi’nde cadde ve sokaklara bu doğrultuda afişler asılıyor. Aynen şöyle:

"Alkollü sürücüler her gün trafik kazalarında hayat kaybediyor, kaybettiriyor."

Bu bölüme itirazımız yok. Sürücünün alkollü olması elbette ki çok tehlikeli bir şey. Afişte ayrıca -büyük harflerle- soruluyor:

"SİZCE SUÇ KİMDE?"...



Yanıtı verilmiyor ama bu ifadenin hemen altında, ne ilgisi varsa (!) Atatürk’ün resmi: "1881-1938"

Cingözce, tamamen bilinçli hazırlanmış bir afiş.

Alkol ve Atatürk özdeşleştirmesi!.. Ve suç Atatürk’te!

Gümüşhane Valisi ve Kelkit Kaymakamı, bu afişi herhalde görmemişler! Görseler bile anlamını, verdiği mesajı kavramamışlar! Türkiye’de şimdi böyle oyunları çaktırmadan oynuyorlar.

Emin Çölaşan’ın notu:

Sevgili okuyucularım, bu işin şakası yok. 22 Temmuz günü tatile ve öteki bütün işlerinize iki gün ara verin, gerekiyorsa ek bir yolculuk yapmayı göze alıp oy kullanmaya hazırlanın. Ya da en iyisi, tatil programınızı seçim gününe göre şimdiden ayarlayın.

Bunun en güzelini Türk Silahlı Kuvvetleri yaptı. Bütün askeri kamp ve dinlenme tesisleri 22 Temmuz öncesinde dört ve sonrasında yine dört gün boyunca kapalı olacak ve TSK mensupları oylarını seçim bölgelerinde verecek.

Öteki kamu kuruluşları aynı şeyi yapar mı? Bekleyelim görelim!
Yazının Devamını Oku

Gökçek’in 1.5 milyon dolarlık villası

26 Mayıs 2007
MELİH Gökçek’in Ankara’nın en değerli yerinde yeni satın aldığı 1.5 milyon dolarlık villayı Erdal İpekeşen bu hafta Tempo Dergisi’nde bütün belgeleriyle yazdı. Erdal bu konunun ilk bölümünü geçen pazar günü bizim gazetenin Ankara Eki’nde de yazmıştı. Bir belediye başkanı, hırsızlık ve yolsuzluk olmadıkça, elbette her şeyi alabilir. Ancaaak, biz bu şahısla mart ayında TGRT Haber kanalında canlı yayında yüz yüze gelmiştik. Öncesinde demeçler veriyor, "Emin Çölaşan televizyonda karşıma çıksın, öyle belgeler açıklayacağım ki gazeteciliği o gece sona erecek" diyordu. Meraklanıp çıktım ve belgelerini açıklamasını istedim. Fos çıktı!

Kafasını benim malvarlığıma takmıştı, yüzündeki sırıtkan ifadeyle "Hadi gel değişelim" gibi saçma sapan laflar ediyordu. Bu arada kendi servet beyanını da açıklıyordu!

"60 bin dolar, oğluma ait 5 bin Euro, 10 milyar birikmiş emekli maaşı, eşime ait 38 milyar lira!"

Aradan iki ay geçmeden bu şahıs gidip villa alıyor. Değeri 1.5 milyon dolar. Tapu kaydında 750 milyar lira ödemiş görünüyor. Erdal İpekeşen bunu kendisine sorduğunda, "Ben belediye başkanıyım, adamdan nazımı kullanıp ucuza alırım" diyor. Aferin!

Erdal’
ın Tempo’da bu hafta yayınlanan haberini bizim gazetenin internet sitesi perşembe günü manşet yaptı. Okuyucuların Melih hakkında oraya gönderdiği yüzlerce yorumu okumanızı çok isterdim.

* * *

Bu şahıs kendisi hakkında yazı yazan herkese tehditler yağdırır. Köşe yazarlarını bile arayıp sindirmeye yeltenir:

1- Seni derhal mahkemeye veriyorum. Hesabını soracağım, süründüreceğim.

2- Senin malvarlığını biliyorum. Seni de mercek altına aldım. Bundan sonra benden kaçamazsın.

Benzer sözleri telefonda Erdal’a da söyledi. Dahası, çirkin yakıştırmasının tam tersi olan bizim babayiğit Erdal’a şöyle dedi:

"Niçin benim villamı yazıyorsun? Ben de senin homoseksüel olduğunu yaysam hoşuna gider mi!.."

Şunun düzeyine bakın!

Üstelik villasına kamuya ait parkı ve trafo alanını da katmış. Villayı belediye olanaklarıyla ağaçlandırmış, yollarını düzeltmiş.

Aynı şeyi Angora Evleri’ndeki milyon dolarlık villası için yapmıştı. Belediye olanaklarıyla villasını ihya etmişti ve bunu ilk kez Fikri Sağlar, Birgün Gazetesi’nde kanıtlamıştı. Dava edemedi, mahkemeye veremedi!

* * *

Bu şahıs Türkiye’de hem tehlikeli, hem de partisinin ilkelerine tamamen ters düşen bir çığır açmak üzere. Hiçbir yetkisi ve sıfatı olmadığı halde başkalarının malını mülkünü kurcalamaya kalkışıyor.

Bu durumda, onun yöntemini izleyenler, yakın gelecekte başkalarının, örneğin Tayyip Erdoğan ailesinin tapularını ve banka hesaplarını mı ortalığa saçıp yayınlamaya başlasın?

Birileri Ahmet Burak Erdoğan ve Necmettin Bilal Erdoğan adına kayıtlı tapuların ve öteki belgelerin fotokopilerini mi yayınlasın?

Üsküdar 3. Bölge, Kısıklı Mahallesi, Avcı Kazım Sokak pafta 158, Ada 788, Parsel 3... Bahçeli kargir ev ve arsa. Konut ve bahçe. Satış bedeli 1.000.000 YTL. (Bir trilyon lira.)

Çirkin olmaz mı?

Bu yol açıldığı takdirde, sorumlusu Melih Gökçek’tir. Üzerine vazife olmadığı halde hoşlanmadığı kişilerin malvarlığını ve servetini soruşturmakta, gazetecileri, köşe yazarlarını bile bu doğrultuda tehdit etmektedir. Bunu bütün AKP iktidarı ve hükümet yetkilileri iyi bilsin.

En son Erdal İpekeşen’i tehdit etmiştir.

* * *

Televizyon ekranında hiç kimse sormadığı halde kendi servetini (!) açıkladı. Hiçbir şeyi yok! Toplasanız 150 milyar ancak çıkar! Çok namuslu, çok fakir!

Fakat aradan iki ay geçmeden, 1.5 milyon dolarlık villa aldı. Tapu kayıt bedeli sadece 750 milyar!

Helal olsun!

Bu olayın kendisine bir ders olmasını dilerim. Bundan sonra üzerine vazife olmayan konularda ortaya fışkırıp başkalarını sorgulamaya, tehdit etmeye, homoseksüel falan gibi lafları kullanmamaya dikkat etsin.

Unutmasın, kullandığı silah gün gelir kendisine döner ve şimdi olduğu gibi altında ezilip kalır.

Ben şimdilik ona "Açıkla bakalım şu villa olayını" demiyorum.

Sadece, "Bu sana ders olsun, kimseyi tehdit etme, mercek altına almaya kalkışma. Sadece kendi işinle uğraş. Yoksa hem kendinin, hem de parti büyüklerinin başına iş açarsın" demekle yetiniyorum...

Bu anlattığım olayı tam kavrayabilmek için bu hafta mutlaka bir Tempo alıp Erdal İpekeşen’in yazısını okumanızı ve fotoğrafları görmenizi rica ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Marş marş Irak’a girelim!

25 Mayıs 2007
EMRİNİZ olur ama kolay iş değildir. Kuzey Irak’a girip ne yapacağız? Geçmişte kaç kez girdik. Orada hangi hedefleri ele geçireceğiz? Kimi, kimleri imha edeceğiz? İletişim çağında yaşıyoruz. "PKK kamplarını imha edelim" derseniz, ordumuz daha kışlalardan araziye çıktığı anda karşı tarafın haberi olur ve kamplar boşaltılır. Haberi nasıl olur? İçimizdeki hainlerin cep telefonlarıyla hemen oraları aramasıyla!

Kerkük, Musul gibi belli yerleri işgal edelim derseniz, mümkün olmayan bir serüvene girmiş oluruz ve karşımıza hem ABD, hem de AB dikilir. Hele hele, oralara Türkiye sınırından ulaşmak kolay iş değildir. Silopi’den Kerkük, yaklaşık 450 kilometre. Hem de dolambaçlı bir yol.

O yollardan büyük kayba uğramadan ordu geçirmek kolay iş değil.

Hava bombardımanı ile yetinelim derseniz, kapılarında hükümetimizin esas duruşta beklediği ABD ve AB yine su koyverir, "sivil halk bombalandı" feryatları dünyayı kaplar!

* * *

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, 12 Nisan basın toplantısında Kuzey Irak’a girilmesinde yarar gördüğünü söylemişti. Ordu buna elbette hazırdır. Ancak ordumuzun yurtdışı harekátı için hükümet TBMM’ye başvurup karar almak zorundadır. Varsayalım bu karar alındı.

Türk ordusuna hükümet tarafından verilecek "siyasi hedef" ne olacaktır? Ordu nereye kadar yürüyecek, nereleri ele geçirecek, PKK ile ilişkili olan nereleri imha edecektir?

Hükümet ordumuza "Hele siz girin de, ötesine sonra bakarız" diyemez...

Çünkü hükümet hem ABD’den hem de AB’den çekinir ve korkar. Bilir ki PKK’yı koruyan Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi, onları koruyan da ABD’dir. Kaldı ki, Barzani ve Talabani, son günlerde Recep Tayyip Erdoğan ve iktidarına destek mesajları vermektedir!

Biz PKK’yı önce sınırlarımızın içinde bitirmek zorundayız. Kuzey Irak seferi başımıza iş açar, belki bazılarının (!) işine gelir ama gözbebeği ordumuzu yıpratabilir.

Recep Tayyip Erdoğan o yüzden bu maceraya kendi başına girişemez. Nitekim önceki gün yaptığı konuşmada "Askerden talep gelirse hükümet olarak izin veririz" diyordu!

Böylece, Kuzey Irak macerasının faturasını askerlere keseceğini şimdiden açıklamış oldu!

Ne uyanıklık ama! "Onlar istedi efendim" diyecek!..

Genelkurmay’ın kendisine bağlı olduğunu söyleyen o değil mi? Niçin topu şimdi askerlere atıyor?..

Çünkü biliyor ki, Kuzey Irak’ta toprağa düşecek her şehidimizin hesabı derhal kendisinden sorulacak.

Burada benim kafamı kurcalayan bir tek soru var:

Hükümet seçim öncesinde "oy toplamak" için böyle bir maceraya yol verir mi?

Verirse kendini ateşe atar, sonuçsuz bir seferin hesabını veremez, yükünü ve sorumluluğunu kaldıramaz. "Kelle" dediği şehitlerin kanı çocuk oyuncağı değildir.

Ama "Ben ABD ve AB’den korkmam, istediğimi yaparım" diyorsa, buyursun yapsın. Hodri meydan! Hesabını sonra verir.

TARAFSIZ YARGI iSTiYORMUŞ!

Yine önceki gün söylediği şu sözlere bir bakın. Bir başbakan böyle konuşur mu?

"Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı kesinleşmiştir ve artık tartışılabilir. Tarih bu kararı alanları yargılayacaktır." Sonra yargıdan yakınıyor ve ekliyor: "Ben tarafsız bir yargı istiyorum."

Madem yargının tarafsızlığından, tarihin yargılamasından falan dem vuruyor, o halde kendisine soralım:

"Yakın geçmişte çeşitli mahkemelerde siz ve adamlarınız lehine karar veren bazı hakimleri partinizden milletvekili seçtirdiniz mi? Bazıları terfi ettirildi mi? Örneğin Yargıtay üyesi seçtirildi mi? (Hele sizin süngüsü artık düşen malum iş bitirici belediye başkanı bu işlerin ustasıydı, iyi bilir!) Siz ve ekibiniz hakkında çeşitli yöntemlerle verilen beraat kararları savcılıklar ve ilgili bakanlıklar tarafından bilerek temyiz edilmeyip kesinleşirken, yargının tarafsızlığı aklınıza mı, işinize mi gelmiyordu?"

Bu mekanizma şimdi ne yazık ki (!) tıkandı. O güzel günler geride kaldı.

Tarih eğer yargılarsa, yargıya böylesine müdahale edenleri ve bu oyuna alet olanları da günün birinde elbette yargılayacaktır.
Yazının Devamını Oku

Hedef belli imiş

24 Mayıs 2007
PKK bombalama olayını önceden haber vermiş. Hem de Ankara’da olacağını özellikle vurgulamış. İşte birkaç gün önce PKK sitesinde çıkan yazıdan örnekler. Başlığı şöyle: "Mahmur’da patlayan Ankara’da da patlar." (Mahmur, PKK’nın Kuzey Irak’taki en büyük kampı. Burası Birleşmiş Milletler gözetiminde! Teröristler orada barınıyor. Bir süre önce orada bir bomba patlamıştı.)

Yazı özetle şöyle:

"Türk devleti kirli işlerini sürdürüyor, resmi sınırları dışında da Kürt’e tahammül gösteremiyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, Kürtlük adına ne varsa saldırıyor, yakıp yıkıyor. Son dönemde Güney Kürdistan’ın çeşitli kentlerinde bombalar patlıyor, her taraf kana bulanıyor. Bu eylemler terörizmin daniskasıdır. Türk basını bu eylemlere destek veriyor, teşvik ediyor. Çok planlı ve örgütlü bir yaklaşım olarak yansıyor.

İşte PKK’ya destek verenlere cevap deniliyor. Değil PKK’ya destek vermek, PKK’ya karşı savaşmamak bile Türk devleti için en büyük düşmanlık gerekçesidir. Kuzey Kürdistan’da
(yani Güneydoğu Anadolu’da) koruculara da aynı yaklaşım gösteriliyor.

Türk devleti kadar başka bir ahmak devlet var mı, bilmiyorum gerçekten. Dün bu politikalarınla sonuç almış olabilirsin. Ama şimdi olsa olsa Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun.

Kimin sırtından devlet olduğunu, kimin sırtından bugüne kadar yaşam şansı bulduğunu iyi gör. Ayağının altındaki ağacı kesersen düşersin. Türk devletinin bastığı ağaç Kürtlerdir. Kürtleri keserek olduğu yerde kalacağını düşünmesi çok ahmakçadır.

Artık saldırganlık ve kirli işlerle Kürt halkını kendince dize getirme hesapları tutmayacaktır. Bu yönlü yapılan her yatırım devletin kendisine geri dönecektir."

Bunları yazan kişi Cafer Demirel ismini kullanıyor. Kesinlikle sahte, düzmece isimdir. Ancak en çarpıcı cümle, yazının son bölümünde geliyor:

"Şimdi Türk devleti güneye (Kuzey Irak’a) bomba yollayarak güneyli güçleri ve halkı PKK’ya karşı yeniden bir saldırı pozisyonuna getirmeye çalışıyor.

Yarın benzer bombaların bir tepki olarak Ankara’nın kalbinde patlaması hiç de şaşırtmamalı."

"Bombalar"
diyor, çoğul kullanıyor! PKK sitesinde bu tehdit çıkıyor ve birkaç gün sonra Ankara bombalanıyor. İstihbarat örgütlerimiz ve ilgili kuruluşlarımız bunu elbette biliyordu. Genelkurmay Başkanı önceki gece bombalama olayından sonra boşuna "Yeni bombalar patlayabilir" demedi.

* * *

Önceki akşam yaşamını yitirenlerin, yaralanıp hastanelerde ameliyata alınanların, şu anda bile yaşam mücadelesi vermekte olanların tamamı fakir fukara takımıydı.

Durakta otobüs bekleyenler, çevrede seyyar satıcılık yapanlar, tezgahtarlar, işçiler, memurlar ve ev kadınları...

Canlı bomba niçin orasını seçmişti?.. Çünkü Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları kısa süre sonra oradan geçip Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde verilen bir resepsiyona katılacaklardı. Evet, tam oradan geçeceklerdi.

Kimliği olay sonrasında belirlenen canlı bomba bunu biliyor muydu? Eğer onlar geçerken patlatmak için geldiyse, bomba daha önceden yanlışlıkla mı patladı?

Ya da Ulus’a bunları bilmeden mi gelmişti? Niçin orasını seçmişti?

Bunların yanıtını bizler şu anda bilmiyoruz ama PKK’yı yönetenler mutlaka biliyor!

* * *

Ülkemiz bir PKK belası ile boğuşuyor. Güneydoğu gezilerinde ve Avrupa’da bunlara açıktan destek veren AB takımını, bunları Kuzey Irak’ta koruması altına alınan ABD’yi, PKK’nın sözcülüğüne soyunan Diyarbakır ve saire gibi Güneydoğu belediyeleri ile siyasetçileri ve içimizdeki hainleri burada bir kez daha lanetliyorum.

Olay yerinde ve sonrasında henüz cesetler soğumamıştı, hastanelerde can pazarı yaşanıyordu. Malum tip o kargaşada mikrofonları kapıp televizyonlara demeçler veriyor, kafasını Başbakan’ın arkasından uzatıp kameralara görünerek siyasi ve kişisel reklam ve şov yapmaya, cam çerçeve parasından söz edip işyeri sahiplerine duygu sömürüsü yapmaya, böylesine bir ulusal felaketi bile aynı gece oy avcılığına dönüştürmeye yelteniyordu!

Ölen insanlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara sağlık diliyorum.

Ne yazık ki elden ancak bu kadarı geliyor.
Yazının Devamını Oku

Hoop!.. Onları seçmeden nereye?

23 Mayıs 2007
SEVGİLİ okuyucularım, bugün size bir Meclis rezaletinden ve sorumsuzluğundan bir kez daha söz edeceğim. Daha doğrusu, buna AKP rezaleti demek daha doğru olur. (Aynı konuyu 13 ve 20 Mart’ta yazmıştım.) Sayıştay, devletin ve belediyelerin hesaplarını denetleyen, kesin hükme bağlayan anayasal kuruluş. (Anayasa madde 160.) Yasa uyarınca Sayıştay üyelerini Meclis seçiyor. Sayıştay Genel Kurulu (yani üyelerin tamamı) boşalan her üyelik için dört aday seçip Meclis Başkanlığı’na bildiriyor. Bütçe Plan Komisyonu bu adayları, her boş üyelik için ikiye indiriyor.

Son aşamada ise Meclis Genel Kurulu, Komisyon’da elenmeyen iki adaydan birini seçiyor.

Yani uygulamada Sayıştay üyelerini Meclis’teki AKP kelle çoğunluğu, kendine en yakın gördüğü adaylar arasından seçiyor.

Şimdi günümüze gelelim. Sayıştay Genel Kurulu, iki yıl önce boşalan yedi üyelik için Sayıştay’da üye olmaya hak kazananlar arasından (dört katı) 28 aday seçti ve isimlerini Meclis Başkanlığı’na bildirdi.

Fakat gelin görün ki, bu adayları AKP beğenmedi! Onlar kendilerinden değildi!

Bu durumda ne oldu?

Sayıştay’a üye seçimini 2006 yılının ocak ayından beri yapmıyorlar. Evet, aradan tam 17 ay geçti ve Sayıştay’a üye seçimini -gösterilen adaylar kendilerinden değil diye- yapmıyorlar.

Rezaletin böylesi görülmüş, duyulmuş şey değil.

Peki hükümet veya iktidar bu konuda açıklama yapıyor mu? Hayır, yapmıyor.

Meclis yakında tatile girecek. Yeni Meclis kurulacak, aradan aylar geçecek ve Sayıştay üyelerini bu kez belki yeni iktidar seçecek.

Aradan en az iki yıl geçmiş olacak!

CHP
bu seçimin yapılması için Meclis’te çok bastırdı ama iktidar hep duymazdan geldi. Burada söz konusu olan anayasal bir kuruluş ve oraya yapılacak üye seçimi. Sayıştay’da dosyalar birikmiş, işler aksıyormuş, kimin umurunda!

Yahu bu nasıl iştir? Bu nasıl bir sorumsuzluk örneğidir, nasıl bir rezalettir? Yargıtay ve Danıştay’a üye seçiminde de particilik oyunu oynamaya kalkıştılar, tutmadı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bu oyunu yemedi.

17 aydan bu yana particilik oyununu Sayıştay üzerinden oynuyorlar. Bu ayıbın sonunu da hep birlikte göreceğiz.


MEKKE’DE BiLE AMPUL!

ELİMDE bir kartvizit. Suudi kenti Mekke’de bir dükkan. Oraya hem ziyaret hem ticaret için giden Türk hacıları da çekmek için üzerinde "inci merkezi" yazıyor. Sahibi Elias Nazır Alam.

Elias
Bey anlaşıldığı kadarıyla iyi bir AKP yandaşı! Belki onlarla sıkı bir işbirliği içinde. Belki Türkiye’deki /images/100/0x0/55eb624ff018fbb8f8bda154peşkeşlerden bir şey kapmıştır.

Ya da bizim hacıları tavlamak için öyle yapıyor!..

Çünkü kartın arka tarafını çevirdiğinizde sarı renkli AKP ampulü var.

"AK Parti. Adalet ve Kalkınma Partisi."

Dünya çapında uluslararası bir parti!

Sadece ABD ve AB’den değil, Suudi Arabistan’daki kuyumcu dükkanlarından bile ses veriyor. Ampulü orada bile yanıyor!

Cumhuriyet mitinglerinde ise kitleler pankart açıyor:

"Önce ampulü sandıkta söndür, sonra tatile çık!"
Yazının Devamını Oku