Dünya moda sisteminin ve trend’lerinin merkezi olarak kabul edilen Paris, ironik biçimde ‘trend’lerin artık sona erdiğini gösteren koleksiyonlara sahne oldu. Tasarımcılar birkaç tema etrafında kümelenmek yerine özgün tasarım anlayışlarını ortaya koydu.
New York tasarımcılarından farklı olarak Paris Moda Haftası’nda tasarımcılar; politik söylemler, kadın hakları konusunda slogan tişörtlerle direkt mesajlar vermek yerine kadının kimliğini yüceltecek tasarımlara kafa yormuşlardı. Örneğin; moda tasarımcılığına en kavramsal yaklaşan, artık sanatçı statüsünde kabul edilen ve önümüzdeki yıl New York Metropolitan Müzesi’nde sergisi başlayacak olan Commes Des Garçons markasının yaratıcısı Rei Kawabuko’nun güzellik anlayışı ve beden formları üzerine hazırladığı koleksiyon çok konuşuldu.
Valentino - Galliano - Giambattista Valli
Modellere ‘kötü muamele’ iddiası
En iyi koleksiyonlar ve şovlar arasındaysa Balenciaga, Chanel, Valentino, Sacai ve Miu Miu yer aldı.
Paris Moda Haftası; bir model ajansının, Balenciaga defilesinde görev alacak modellere kötü muamele yapıldığı iddiasıyla başladı. Ajans iddiaları reddetti. Ancak bu sırada ünlü modaevi, bahsi geçen ajansın işine son verdi. Konu sonra podyumlardaki ‘etnik çeşitlilik’ eksikliği mevzuuna bağlandı. New York Moda Haftası’nda, Trump şoku sonrası kendini gösteren ayrımcılık karşıtı duruş, Paris’te pek hissedilmedi.
H&M Studio defilesini, modayı podyumdan ‘doğrudan satın alma’ yani ‘see now, buy now’ konseptinde gerçekleştirdi, şovdan sonra kıyafetler pop-up mağazada satışa sunuldu. Koleksiyonla küresel bir sevgi mesajı iletmek istediklerini belirten H&M ekibi, hayatlarımızda pozitif duygu ve düşüncelere şu an her zamankinden de fazla ihtiyaç duyulduğuna değinmek istemiş. Defile finalinde son dönemde müzik listelerinin zirvesindeki şarkıcı The Weeknd sahnedeydi...
Vogue Paris, ilk kez bir ‘trans’ modeli kapağına taşıyarak önemli bir söylemde bulunurken, dergicilik dünyasına yepyeni bir heyecan dalgası getiren Vogue Arabia’nın (Arabistan) çıkışı da sektörde oldukça önemli bir adım olarak görülüyor.
Dergi, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Umman’da satışta.
Evet, Arap dünyasının Vogue’u ve aslında Ortadoğu bölgesinin de temsilci Vogue’u, uzun süredir merakla beklenmekteydi. Vogue Türkiye’nin çıkışı, bölgeye ilk adım atış olmuştu aslında... Ancak Vogue Arabia’nın çıkışı, küresel perakende sektörünün ticari anlamda umutlarını bağladığı, son 2-3 yılı ekonomik krizle geçiren birçok mağazanın Arap turistler ve bölgedeki satışları sayesinde ayakta kaldığı göz önüne alınınca son dönemdeki en heyecanlı proje haline geldi. Eh, ne de olsa 250 milyonluk bir kadın nüfusundan ve 21 ülkeden bahsediyoruz..
Prenses Deena Abdülazziz
CESUR BİR YAYIN YÖNETMENİ
Tabii ki projenin bu denli heyecanlı hale gelmesinde, genel yayın yönetmeni olarak göreve başlayan Prenses Deena Abdülaziz’in rolü de büyük. Başka herhangi biri bu projeyi merakla beklenir hale getiremezdi açıkçası. Çünkü Abdülaziz bölgeden çıkan ve hem kendi bölgesini en modern şekilde temsil eden hem de Avrupa ve Amerika moda sahalarında uzun süredir varlık gösteren yegâne kişi... Bu bölgeden çıkan, Arap kadınını klişe imajı haricinde yansıtabilecek, kültür zenginliği, moda bilgisi ve tutkusuyla bölgesindeki kadınlara her daim ilham olmuş biri. Bölgenin kadınını, önyargılara rağmen dünya moda arenasında uzun süredir kendi personası ve vizyonuyla temsil etmekteydi zaten.
- Köklü ve güçlü markalarıyla endüstrinin en önemli çarklarından biri olan Milano Moda Haftası, dünyadaki genel atmosferi yansıtan defilelere ev sahipliği yaptı bu sezon. Bir yandan Gucci, Missoni ve Dolce&Gabbana markaları koleksiyonlarında ve defilelerinde New York Moda Haftası’nın da genel konsepti olan ‘inclusion’ yani ‘farklılıkları dahil etme’ temasını vurgulamakta, bir diğer yandan da, global olarak perakende dünyasında yaşanan ekonomik kriz kulislerde konuşulurken, bazı markaların kadın ve erkek koleksiyon defilelerini birleştirmeleri Milano’da görülen bir trenddi.
- Bu yeni eğilimde hem süper yüksek defile bütçelerinin bir şekilde tek şovda birleştirilmesi hem de dünyanın ‘genderless’ yani ‘cinsiyetsizlik’ kavramını son yıllarda yüksek sesle seslendirmesi etkili olmakta . Daha doğrusu ‘cinsiyetler ötesi’ kavramı.. Yani artık yıl 2017’de ‘cinsiyet’ konu olmamalı... Bu, 10 yıl önceki ‘androjen’ tanımından çok farklı bir tanım. Yani ‘kadın gibi erkek’, ‘erkek gibi kadın’ olayı hiç değil.. Bu konunun defacto olarak artık mevzuu edilmediği bir seviyeden bahsediliyor.
- Milano Moda Haftası genel olarak yüksek kalite ve standarttaki koleksiyonları ve şovları ile bilinmesine rağmen, İtalya moda sektörünün genel olarak gençlere fazla yol açmaması, tutucu moda ve tasarım anlayışı, kurumların ve markaların yıllardır hep aynı belirli isimlerle yola devam etmesi, Milano’da ‘yaratıcılık’, ve ‘vizyon’ eksikliğini genelde hissettirmekte... Tüm bu genel havaya rağmen, Prada, Gucci, Fendi gibi markalar dünya trendlerini yöneten markaların arasında önemli yerdeler. Artık koleksiyonlar ve şovlar, halihazırdaki trendlerin yeniden yorumlanması şeklinde dönüp durmaktaysa da, bu döngüye hiç ama hiç girmeyen, ticari başarısını kendi dünyası ve kitlesiyle mutlu mesut sürdüren bir Dolce&Gabbana var mesela. Dijital ünlülük devrine teatral bir şovla selam çakan markanın defilesinde kıyafetlerden ve koleksiyondan çok, defileye çıkan internet ünlüleri konuşuldu; zaten ‘zamanın ruhu’ da bu değil mi?
- Geleneği gelecek ile birleştirebilme yetisi/vizyonu, moda sektöründeki en aranılan özelliklerden biri son yıllarda. İtalya’nın köklü markalarından Hogan, genç jenerasyonu yakalamanın öneminin bilincinde olarak bunu koleksiyonuna yansıtan ve markanın miras değerlerini bu doğrultuda yenileyebilme cesaretini gösteren markalardan biriydi Milano Moda Haftasında.
- Missoni, Angela Missoni önderliğinde defile bitiminde tüm izleyenleri geçen ay Amerika’da başlayan ayrımcılığa karşı protesto yürüyüşleri olan ‘Women’s March’a davet ederek, moda dünyasının apolitik olmadığını, cesaretle ellerindeki platformu dünyada son dönemde yükselişe geçen ayrımcılığa karşı kullanacaklarını vurguladı.
- Versace koleksiyonu için Donatella Versace de, markanın kreatif direktörlüğünü Givenchy’den ayrılan Riccardo Tisci’ye bırakmadan önceki son koleksiyonunda eşitlik, birlik, güç, cesaret ve toplum sloganlarını koleksiyonunda podyuma taşımış ve Milano Moda Haftası’ndaki genel havaya mesajlarıyla destek vermiş oldu.
Moda sektörü, tarih boyunca, politik, toplumsal ve psikolojik iklimin yansımalarının en hızlı olarak yansıdığı endüstrilerden biri olmuştur. Sıcak savaşlardan şaşaalı dönemlere, küreselleşme etkilerinden dijital devrime, her devrin mesajı kendini koleksiyonlarda bir şekilde göstermiştir. Gelelim henüz seçimlerin şokunu yeni atlatmaya başlayan Amerika’nın ve hatta dünyanın yaratıcı endüstrilerinin en önemli merkezlerinden biri olan, bir dünya başkenti kabul edilen New York’un moda haftasında yaşananlara..
ETNİK KİMLİK, YAŞ, CİNSİYET GÖZETMEDEN...
Kitapçılarından kafelerine, sokaklarından podyumlarına herkes Amerika’yı Amerika yapan, özellikle de New York şehrini, herkesin, dili, dini, ırkı ne olursa olsun hayallerini gerçekleştirebileceği bir merkez yapan özelliğine sahip çıkmaya çalışıyordu. Geçen haftalarda, Trump’ın başkanlığını protesto etmek için gerçekleşen ‘Women’s March’, 70’lerdeki ‘ Women’s Strike For Equality’ gösterilerinden sonraki ilk en büyük katılıma sahne olmuştu. Bazı Müslüman ülke vatandaşlarına vize vermeme kararı ve akabinde gerçekleşen New York Moda Haftası, elbet politik alt metinlerle dolu şovlar izleyeceğimizin habercisiydi.
Malum, Amerika göçmenler ülkesi ve ülkenin moda endüstrisi de tam olarak bunun bir yansıması. Son 10 yılda Amerikan modasını şekillendiren ve dünya platformunda ses getirmesini sağlayan tasarımcıların çoğu göçmen Amerikalılar. Hal böyleyken de tasarımcıların Trump’ın azınlıkları marjinalleştiren politikalarını protesto etmek için ellerindeki platformu kullanmamaları düşünülemezdi. Amerikalıların normalde politik doğruculuk, hatta kopukluk ve biri bin yapan pazarlama özellikleriyle bu tip mesajlar aslında çok da yüzeysel ve göstermelik kalabilirdi, en azından Avrupalıların gözünde... Ancak ilk defa, samimi ve gerçek bir beraberlik havası podyumlarda kendini gösterdi.
Aslında özellikle son beş yıldır, moda sektörü içerisinde özeleştiri yapılmakta, ‘etnik kimlik, yaş, cinsiyet ve beden ölçüleri’ normları olarak ‘çeşitlilik’ ve ‘farklılık’ söylemleri ortaya atılmaktaydı. Ancak yine de çabalar sembolik ve göstermelik olmaktan öteye geçemiyordu. Her defilede bir siyahi, bir Asyalı gibi Nuh’un gemisi tadında gerçekleşen şovları kimse ‘ yemiyordu’ açıkçası..
SAYGI GÖSTER!
‘Birleştiricilik’, ‘Dahil edicilik’, ‘umut’, ‘kabullenme’ mottolarıyla Calvin Klein’ın yeni kreatif direktörü Raf Simons’ın önderlik ettiği #tiedtogether beyaz bandana kampanyası bir yandan devam ederken, defile müziği olarak David Bowie ‘This is not America’ seçilmişti.
‘Çeşitlilik’ mesajları sadece etnik ve dini eksende değil, yıllardır vücut tipi, büyük beden, cinsiyet ve yaş üzerinden verilen tartışmaları da içine almaktaydı podyumlarda.
Yeni yılın ilk ayında dünyanın ruh hali belirsizlik, endişe, korku ve yer yer umutsuzluk içinde olsa da Paris Couture Haftası adeta paralel bir evrenin varlığını hatırlatmaya çalışıyordu moda endüstrisine. 2016 yılının global güvenlik, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik karamsarlığı moda sektörünü de bir hayli etkilemişti. Elbette yeni yıl ile birlikte gelen herhangi bir sihirli değnek dokunuşu yok ortada. Üstelik ‘couture’ kavramının sunmayı, yaşatmayı hedeflediği o ‘fantezi dünyası’ ütopyası da bu sezon koleksiyonlarda pek hissedilmiyordu. Günümüz gerçekliğinde; olağanüstü hızlı bir tüketim dayatması ve dijital devrimin hayatımıza getirdiği ‘sanal ve yüzeysel’ dışavurumlar, lüks kültürünün anlamının değişmesi, ‘couture’ kavramını aslında zaten toptan bir ‘ütopya’ haline sokmakta. Yüksek dikiş teknikleri ve yüksek kalite malzemeler, kişiye özel dikim, uzun zaman ve emek isteyen el işçiliği ve elbette muazzam fiyatları ile son yıllarda gerekliliği ve bu zamandaki geçerliliği üzerine tartışmalar süregelmekte.
Ancak bir diğer açıdan bakıldığında da, günümüz şartlarının dayattığı ‘moda’ olgusunun, popülizm peşinde ve başarı kriterinin ticari başarı ile eşitlendirildiği bir eksende ‘Couture’ kavramı adeta karşıt bir duruş, içeriğe, emeğe, öz’e bir özlem ve dönüş kanadını temsil etmekte. Ve belki de en önemlisi hayal kurmayı unuttuğumuz, yaratıcılığın teşvik edilmediği şu günlerde biraz ‘couture’ hayaller, sektöre ve herkese iyi gelebilir.
Soldan sağa: Giambattista Valli - Bella Hadid moda haftasının çalışkan isimlerinden - Dior
HAFTANIN YILDIZLARI
*VALENTİNO
Uzun yıllardır tasarım ortaklığını paylaştığı Maria Grazia Chiuri’nin geçtiğimiz sezon Dior modaevinin başına geçmesiyle Valentino modaevinde tek başına devam eden İtalyan tasarımcı ve kreatif direktör Pierpaolo Piccioli, Couture haftasının en rafine, sofistike ve zarafet dolu koleksiyonunu sergiledi. Yunan mitolojisindeki karakterlerden ve Odilon Redon’un eserlerinden ilham aldığı koleksiyonda klasik formlar, düz ve dikey siluetler, olağanüstü detayların ve işçiliğin hep bir tül içerisinde adeta korunduğu tasarımlar ile gerçek ve saf bir güzellik tanımlamak istemişti adeta. Piccioli’nin defile sonrasında kuliste söylediği sözler de belki de couture haftasını dünyanın dört bir tarafından izlemeye gelen editörler için en büyük ilham kaynağı oldu: “Öz ve saf doğruluk zaman kavramının olmadığı hayallerde yuvalanır ve gerçeklik de işte bu hayal gücü ile ve onun sonucunda yaratılır. Ben de koleksiyonumda herhangi bir ‘çaba’, hissetmenizi istemedim. Çünkü bence ‘mucize’nin hissedilmesinin tek yolu bu.“
İlkbahar-yaz 2017 Prêt-à-Porter/ hazırgiyim moda haftalarının sonuncusu olan Paris Moda Haftası her zamanki gibi en görkemli şekilde gerçekleşti. Haftada, önemli modaevlerindeki tasarımcı değişikliklerinden Kim Kardashian’ın silahlı soyguna uğramasına kadar birçok konu kulislerde hararetle konuşuldu.
Paris moda haftasının en heyecanla beklenen defileleri arasında, yeni kreatif direktörleriyle ilk kez koleksiyon sunan Saint Laurent, Dior, Lanvin ve Valentino modaevleri vardı. İlk olarak Hedi Slimane’den bayrağı devralan tasarımcı Antony Vaccarello, bu riskli ve zor görevi yumuşak bir geçişle yapmayı tercih etti. Tasarımcı niteliği olarak modada devrim yaratabilecek bir profilde zaten olmayan Vaccarello, Saint Laurent adına ilk koleksiyonunda Slimane’in rock-chic tavrı ve siluetleri üzerinden devam ettirerek, satışa yönelik bir koleksiyon sundu. Sezonun en önemli trendlerinden biri olan 80’ler referanslı büyük omuzlu üstlerle kombin edilmiş mini elbiselerle garanti bir geçiş yapmış oldu. Fakat editörler arasında herhangi bir heyecan da yaratamadı.
Dior modaevinin 15 yıllık John Galliano istikrar döneminden tatsız ve ani kopmasından sonra Raf Simons ile gelen geçici huzur da geçen sene sona ermişti. Arada tasarım ekibinin devam ettiği birkaç sezonun sonunda adeta ‘flaş transfer’ olarak görülen, Valentino’nun müthiş başarılı ikilisinden Maria Grazia Chiuri’nin Dior’a geçmesi sektörde müthiş heyecan yaratmıştı. İlk koleksiyonunu sunan Maria Grazia, maalesef ki beklentileri karşılayamadı. Altı haftada hazırlaması gereken koleksiyon için aldığı referansları fazla edebi kullanması genelde eleştirilerin ortak noktasıydı.
İlkbahar-Yaz 2017 Prêt-à-Porter moda haftaları tüm hızıyla devam ediyor. New York ve Londra Moda Haftası’nın ardından devam etmekte olan Milano Moda Haftası’nı Paris takip edecek ve böylelikle bir sezon daha kutsal moda ayı sona erecek.
Moda haftaları, markaların ve tasarımcıların sergilenen koleksiyonlarının detayları ve genel havasının yanında, kulislerde konuşulan konularıyla da her zaman öne çıkar. Ve aslında endüstrinin dinamiklerini etkileyen bu ‘ esas’ konular, her sezon trendler gibi değişir. Son birkaç sezondur ise moda endüstrisinin kafası, ‘Slayer’ trash metal grubunun tişörtünü giyen Kendall Jenner kadar karışık. Dijital çağın getirdiği tüketim hızı, sosyal medyanın hayatın her alanına yön vermesi ve küresel iklim değişiklikleri, markaları ve tasarımcıları yeni formüller denemeye sevk etmekte. Online alışveriş sektörünün de markalar için birinci derece önemli olmaya başladığı son yıllarda, halihazırdaki defile, üretim ve satış döngüsü takvimlerinin yenilenmesini, çağa ayak uydurmasını gerektirmeye başladı.
Mesela, şu anda sergilenen İlkbahar- yaz 2017 koleksiyonlarının satışları bir ay boyunca sürecek moda haftalarındaki defilelerden sonra yapılacak. Ardından yapılan satışlara göre üretim süreci başlayacak ve ocakta mağazalardaki yerini alacak. Bu aradaki dört ayda, sosyal medyada yüzbinlerce kere görülen kıyafetler, Zara gibi hızlı üreten markalar tarafından zaten çoktan kopyalanmış, mağazalardaki yerini almış olacak. Tasarımcı koleksiyonu satışa sunulduğu zaman ise, koleksiyon çoktan eskimiş olacak. Buna bir de iklim kaymalarının etkisi eklenince, sektörün yeni formüller geliştirmesi elbet kaçınılmazdı.
İşte tüm bu sebeplerle her geçen gün ‘Şimdi gör-şimdi satın al’ politikasına geçmeye başlayan marka sayısı artıyor. Tabii buna gücü yeten markalar diyebiliriz. Çünkü küçük markalar için satıştan bağımsız olarak kumaşlarını önceden hazır edip, anında üretime geçebilmek çok zor. Mesela New York Moda Haftası’nda bu sezon Ralph Lauren de bu uygulamaya geçen markalardan biri. Paris’te Vetements, Londra’da Burberry’nin uygulamaya başladığı formülü, Rebecca Minkoff, Tommy Hilfiger, Alexander Wang, Tom Ford ve Michael Kors gibi markalar da belli ürünleri kapsayan şeklinde başlattılar.
İzlediğim en heyecan verici koleksiyonlar, şüphesizgeçen hafta gerçekleşen Paris Moda Haftası’na aitti. Neden mi?
- BALENCIAGA modaevinin, Amerikalı tasarımcı Alexander Wang ile yollarını ayırmasıyla , Paris’in yeni ‘underground’ ve ‘cool’ gençliğinin gözdesi VETEMENTS in kreatif direktörü Demna Gvasali getirilmişti. Büyük heyecan yaratan bu transferin ilk defilesi bu sezon gerçekleşti. Paris’te bir gurup arkadaşın birleşerek çıkardığı marka, çok kısa sürede fenomen olmuştu. Dekonstruktif tasarımları ile sokak stilinin ve moda editörlerinin kısa sürede gözdesi haline gelen marka, 90’ların efsane markası Martin Margiela ekolünden gelmekte. Bu sebeple birçok kişinin adeta ’devrimci’ buldukları tasarımları Margiela’cılar için elbette çok tanıdık. İlk koleksiyonu ile cesur bir koleksiyona imza atan Demna Gvasalia, Balenciaga modaevinin mirası silüetleri günlük giyime ve sokağa taşıyan birleşimlerle sundu.
- Jonathan Anderson küllerinden dogurduğu marka LOEWE için harikalar yaratmaya devam ediyor. Brutalist mimarisi ile dikkat çeken UNESCO binasinda bir Giacometti heykelinin önünde gerçekleştirdiği defileyi izlerken, koleksiyonundaki referans zenginliği ve bunları çok başarılı bir şekilde harmanlaması ile Miuccia Prada’nin yeni jenerasyon versiyonu hissini zaman zaman uyandırdı. Defile müziği olarak ise yakın zamanda sigarayı bırakmak için gittiği hipnoz seansının konuşmalarını kullanmıştı.
- Hedi Slimane durdu durdu son koleksiyonu ile bombayı patlattı desek yeridir sanırım..SAINT LAURENT modaevinden bu sezon sonunda ayrılacağı nerdeyse kesinleşen tasarımcı, iki bölümde ve iki şehirde gerçekletirdiği defileler ile adeta bir retrospektif veda yaptı. İlk bölümünü yaşadığı ve tüm ilhamını aldığı Los Angeles’da gercekleştirdiği defilenin ikinci bölümünü, Yves Saint Laurent’in yenilenen salonunda ‘Couture’ bir şovla tamamladı. Helmut Newton, Guy Bourdin ve eski salon haute couture şovları referansları ile müziksiz ve sadece kıyafetlerin numaralarının anons edildiği ve modellerin topuklu ayakkabı sesleri eşliğinde gerçekleşen defile haftanın en büyük sürpriziydi. Bu arada henüz resmi açıklamalar olmasa da Hedi Slimane’in yerine Anthony Vaccarello’nun geçeceği, Slimane’in de Karl Lagerfeld’in tek varisi olarak gördüğü kisi olarak Chanel modaevinin başına geçeceği kulislerde epeyvce konuşulmaktaydı.
- MIU MIU