Moda dünyası genç, güzel ve sıradışı olmayanlara acımasız davranırdı. İşler yavaş yavaş değişiyor. Yaşlı kadınlar artık kampanyaların yüzü. Sıradan kalmayı deneyenlerse illaki ‘moda’ oluyor.
-Modada gerçekçilik rüzgârı esiyor. İşte son birkaç sezondur empoze edilen ‘normcore’ teorisi... Aslında bir moda terimi olarak çıkmayan, rahatlık, toplumsallık, esneklik gibi öğeler içeren bu kavram, belli bir estetikle özdeşleştirilerek bir anda moda akımı oldu. Timberland ayakkabılar, Birkenstock terlikler, New Balance’lar ve beyaz sneaker’lar, yıkanmış bol jean’ler, beyzbol şapkaları... Hoş geldin 90’lar...
-Yani babanızın kazağı veya gömleği gibi sıradan parçalarla arz-ı endam eden ‘normcore’, aslında anti-moda bir duruş sergilemek istiyordu. Ama sonuçta trend olmaktan kurtulmadı. Mark Zuckerberg’in beyaz çorap ve terlikleri, Jerry Seinfeld’in yüksek belli pantolonları derken, en avangart moda dergilerinde bile yerini buldu.
-Sıradan görünmenin, başkaları gibi olmanın kişiliği yok etmediğini savunan bu teori gerçekte biraz eskilere uzanıyor. Mesela doksanların İngiliz fotoğrafçısı Corinne Day’in o meşhur Kate Moss fotoğraflarını hatırlayın... İşte bu kavram geçen sezon Gap gibi markaların en büyük ticari söylemi olmuştu. Bu markanın ‘Dress Normal’ yani ‘Normal giyin’ kampanyası yine de pek başarılı olamadı.
-Çünkü kimse ‘normal’ olmak istemiyor. Bu kampanyadaki ironiyi ancak hipster’lar anlayabilirdi. Anti-moda bir duruş olarak lanse edilen kavramın bir anda hipster trendi olması her şeyi anlatıyor. Sonuçta, şu sıralar, kitlesel bir sosyal deney gerçekleşiyor. Ortaya trend olarak çıkmamış bir kavram, herkes tarafından çokça tekrar edilince, trende dönüyor. Ama unutmadan; bir şey trend oldu mu, geldiği gibi de gider.
Eski çamlar ‘it-girl’ oldu
Prada’dan sıradışı bir proje: The Iconoclast. Marka, sinema dünyasının en tanınmış kostüm tasarımcılarıyla işbirliğine giderek, Londra, New York ve Paris’teki mağazalarına tasarımlarıyla yeni bir görsel kimlik yarattı
Moda dünyasında bir markanın varolabilmesi için senede iki veya dört adet koleksiyon çıkarması, reklam kampanyasını yapması elbette günümüzdeki ciddi rekabet ortamı içerisinde yeterli değil. Markalar, kimlik algıları ve konumlamaları açısından disiplinler arası projelere maksimum önemi vermek durumundalar. Bunun son zamanlardaki en iyi örneklerinden biriyse Prada’nın ‘Iconoclast’ projesi oldu bence.
Geçen yıllarda tanınmış moda editörleriyle gerçekleştirilen proje kapsamında bu yıl, sinema dünyasının en tanınmış ve vizyon sahibi kostüm tasarımcıları, Londra, New York ve Paris’teki mağazalarda tasarımlarıyla yeni bir görsel kimlik yarattı. Her biri rafine sinematografik stilleri ve dramatik etkileriyle mağazaları sergi alanlarına çevirdiler. Bu proje, bir yandan moda ve diğer dünyaları deneysel karşılaşmalarla bir araya getirirken, bir yandan da sinemanın en parlak yönetmenlerinden aldığı ilhamı sergilemiş oldu. Bu yıl üçüncüsü yapılan ‘The Iconoclast’ projesi, New York, Londra ve Paris olmak üzere üç ayakta gerçekleşti. New York’ta, ödüllü kostüm tasarımcısı Michael Wilkinson’la mimar ve sergi tasarımcısı Tim Martin, Londra’da günümüzün en özgün kostüm tasarımcılarından biri olan görsel sanatçı Arienne Philips, son olarak da Paris’te, İtalyan figüratif kültürünün sinema dünyasındaki başarısına katkıda bulunan en önemli isimlerden biri olan Milena Canonero’yu ağırladı.
Arienne Philips yirmi yıla yakındır Madonna’nın albüm kapaklarının, müzik videolarının kostüm tasarımcısı. 2006’da Jim Mangold’un ‘Walk the line’ filmi ve 2012’de Madonna’nın ilk yönetmelik denemesi olan W.E. filmi için olmak üzere kostüm tasarımı dalında iki kez Oscar’a aday gösterildi. İkincisi için meslektaşlarınca ‘Kostüm Tasarımcıları Derneği’ ödülüne layık görüldü. Tom Ford’un ilk yönettiği yapım olan ve çok başarılı kostümleriyle ‘A Single Man’ filmindeki çalışması içinse BAFTA ödülüne aday gösterilmişti.
New York, Londra, Milano, Paris moda haftaları ve Mercedes Benz Fashion Week Istanbul’un ardından bu hafta, 23. İTKİB Koza Genç Tasarımcılar Yarışması’nın ilk elemeleri gerçekleşti. Finale kalan 10 yarışmacı 26 Mayıs’ta koleksiyonlarını sergileyecekler. İlk üçe giren tasarımcılar yurtdışı eğitim bursu ve para ödülünün sahibi olacaklar. 12 senedir sürekli olarak bulunduğum jüri kadrosunda, yıllar içerisinde, çoğu okuldan yeni mezun olmuş, kimi çeşitli tasarımcıların yanında veya tekstil firmalarında çalışan tasarımcı adaylarının değişimlerini, eğilimlerini, vizyonlarını, tasarım anlayışlarını gözlemleme imkânım oldu. Bugüne kadar İTKİB Genç Tasarımcılar Yarışması’ndan çıkmış ve kendi markalarını yaratmış birçok tasarımcımızın varlığı, Parsons School of Visual Arts, London College of Fashion, Istituto Marangoni gibi dünyanın önemli okullarında yurtdışı eğitim bursu gibi çok değerli fırsalar sağlayan yarışma, genç tasarımcı adaylarına kapı açıyor, yol gösteriyor. Koleksiyon oluşturma sürecinde edindikleri tecrübe de her finalist için çok kıymetli oluyor.
İngilizce bilen yok gibi
Yıllar içerisinde gözlemlediğim en belirgin nokta, yüzlerce finalistten hemen hemen hiçkimsenin İngilizce bilmemesi ve bu sebeple hak kazanılan okullarda, bu durumu halletmeden okuyamaması. Globalleşmenin, dijital çağın yaşandığı günümüzde, tasarım ve modayla uğraşan birinin eksik kalmaması gereken bir durum olan enternasyonal iletişim diline hâkim olamamak, genç tasarımcı adaylarımız için çok büyük bir dezavantaj olmakta.
Mercedes Benz Fashion Week İstanbul’dan izleyiciye, tüketiciye, basına ve satın almacılar kalan duygu ne?
Bir defileyi ve moda haftasını unutulmaz kılabilecek etkenler nelerdir? Bir defilenin hafızalara kazınması için izleyicide belli bir duygu yaratması, bir etki bırakması gerekir. Çokça kullandığımız ve belki de anlamını tam netleştiremediğimiz ‘modern’ bir siluet arayışı, bir yenilik, tazelik, özendirici ve net bir kadın tiplemesi yaratabilmek de bir koleksiyonun başarılı olmasının kriterleri. New York, Londra, Milano ve Paris Moda Haftalarından sonra İstanbul Moda Haftası’ndan izleyiciye, tüketiciye, basına ve satın almacılar kalan duygu ne peki?
Manipülasyon mu iletişim mi?
New York Moda Haftası’nda Proenza Schouler’ın Whitney Müzesi’nde gösterdiği koleksiyon, Milano Moda Haftası’nda Gucci’nin yeni kreatif direktörü Alessandro Michele’nin her zamanki Gucci defile mekânını ilk defa set tasarımıyla bir metro istasyonuna çevirmesi, Versace’nin, Dolce& Gabbana’nın efsanevi setleri, Dries Van Noten’ın Hotel De Ville’in ihtişamlı balo salonlarında gösterdiği zıtlık koleksiyonların uyumu, Saint Laurent’in yerden havalanan podyumu, Chanel’in Grand Palais’de her sezon yarattığı harikalar diyarları; kâh dev bir supermarket, kâh sokak protestosu veya en son olarak da bir Fransız brasserie’si- Brassserie Gabriel.
En iyi defileler ve koleksiyonlar ise Givenchy, Hermes, Chanel, Celine, Dior, Miu Miu, Louis Vuitton ve Chloe’ydi
CHANEL
Karl Lagerfeld, ikonik Fransız modaevi Chanel için birbirinden dâhiyane fikirlerine ve koleksiyonlarına bu sefer ‘Brasserie Gabrielle’ temasıyla devam etti. Defilenin her zamanki mekânı Grand Palais’nin dev bir klasik Fransız Brasserie”sine çevrildiği sette, birçok farklı fikir ve siluet
sunan Lagerfeld, gerçek hayat ile harikalar diyarını yine en iyi birleştiren tasarımcı olmayı bildi. Koleksiyon, klasik Chanel takımlar, kuştüyü kaplamalı paltolar ve etekler, tüvit ekoseler, parlak ve sportif parkalar ve altında desenli anvelop etekler ve trapez küçük siyah elbiseler ile çok etkileyici ve başarılıydı.
Gucci, Dolce&Gabbana, Prada ve Marni şovlarının en çok konuşulduğu haftada koleksiyonlarda öne çıkan nomad/gezgin teması, patchwork tekniği, maskülen-feminen birlikteliği ve renk-materyal çeşitliliği belirleyici eğilimlerdi.
Gucci
Haftanın en çok konuşulan defilesi hiç kuşkusuz 8 yıldır markanın kreatif direktörlüğünü yapan Frida Gianni’nin ayrılmasıyla yerine geçen Alessandro Michele’nin markaya getirdiği değişim rüzgârıydı. Alışılmış Gucci kadını kodları ve silüetinden çok farklı bir tavır ortaya koydu. Romantik ve entelektüel.
Dolce&Gabbana
Edoardo Bennato’nun meşhur şarkısı ‘Viva la Mamma’ bu sezon tasarımcı ikilinin ilham kaynağıydı. Podyuma modeller ile birlikte değişik yaşlarda bebekler ve çocuklar da eşlik etti. Karnı burnunda ünlü model Bianca Balti de podyumda yürürken her zamanki gibi sempatikti. Bu defilenin keyfi izleyenlerin yüzünde görülebiliyordu.
Peki Sonbaharda neler giyeceğiz, neler demode olacak? İşte yerinden değerlendirmelerim
Senede iki kere dünya moda endüstrisine yön verecek trendlerin ortaya çıktığı moda markalarının pret-a-porter yani hazır giyim koleksiyonlarının birbiri ardından sunulduğu haftalara yine ilk olarak New York Moda Haftası ile start verildi. Buradan bayrağı Londra, Milano ve son olarak Paris devralıyor. Mart 16-21 arası ise İstanbul moda haftası yer alacak. Son 20 yılın en keskin soğukları, kar fırtınaları ve öğlen saatlerinde bile -14”ü gösteren hava raporu eşliğinde bir New York Moda Haftası daha sona erdi… Geriye de bu izler kaldı
- Joseph Altuzarra, Amerika’nın yeni jenerasyon çıkardığı en öne çıkan tasarımcılardan biri. Kering gurubu kendisine yatırım yaptıktan sonra da tasarım çizgisini iyice oturttu ve New York’un en beklenen şovlarından biri olmaya başladı. Derin yırtmaçlı etekleri de New York’un belirgin trendlerinden biri yapmayı başardı.
- Proenza Schouler haftanın en iyi koleksiyonlarından birine imza attı. Whitney Müzesindeki defilede, sanatçılar Helen Frankenthaler ve Robert Morris referanslı etnik havanın modern ve özgür formlarla ustaca birleşmesi ile tavrı güçlü, dinamik ve iddialı bir koleksiyondu. Tasarımcı ikili on seneyi aşkın bir süredir markalarını devam ettirseler de koleksiyonları her seferinde New York’un taze ve yeni nefesi olmayı başarıyorlar.
- Calvin Klein, 60’ların ünlü mimar ve fotoğrafçısı İtalyan Carlo Molino’dan aldığı ilhamla neredeyse tamamı patchwork deriden oluşan rock’n’roll bir koleksiyon sundu. Derinin deri ile kombinlenmesinden çekinilmediği koleksiyonda, 60’lar ve uzay çağına gönderme yapan elbiseler de ilgi odağıydı.
-Festival stili dediğimiz 70’ler rock stili yazın en belirgin havası. Joni Mitchell, Janis Joplin, Marianne Faithfull bu trendin ilham perileri... En iyi örnekleri ise Tommy Hilfiger, Saint Laurent, Givenchy podyumlarındaydı.
-70’lerin bir diğer açısı hippi ve bohem stil de yine koleksiyonlarda sıkça görülmekte. Ali Macgraw, Jane Birkin stilleri her yerde... İspanyol paça pantolonlar, bilekte biten, bol paça pantolon-etekler de yine bohem ruhun temsilcileri olarak koleksiyonlarda yer aldı. En iyi örnekleri de Dries Van Noten, Chloe, Etro, Gucci’de.
-Çiçek desenler rengârenk, irili ufaklı açmakta elbiselerin üzerinde bu sezon. Dolce &Gabbana, Louis Vuitton, Celine, Max Mara ve Valentino çiçek bahçesini sıklıkla tasarımlarına taşıdı.
-Pucci, Roberto Cavalli, Chloe’nin baharda parlattığı maxi elbiselerle romantizmin doruğu ilkbaharda bizimle.
-Tepeden tırnağa beyaz giyinmek de son derece ‘in’. Chanel, Louis Vuitton, Giorgio Armani, Tory Burch koleksiyonlarında yer alan dantelli, örgülü, makromeli beyaz masum elbiselerle tazelenin bu sezon.
-Militer renkler ve detaylar da oldukça revaçta.
-Rengârenk süetler sezonun en gözdelerinden.