Bunlar içinde en olmasını istemediğim kategoriler insanların özel problemlerini anlatan gündüz kuşağı programları ve saatlerce süren, bol entrikalı diziler.
Perihan Abla (80’li yılların sonu), Bizimkiler (90’lı yıllar), Avrupa Yakası (2000’ler) gibi seyircilerin yüzünü biraz olsun gülümseten, gereksiz entrikalardan ve aşırı gösterişli hayatlardan uzak, toplumun genel yapısını ve kültürünü yansıtan dizilerden bugünkü dizilere nasıl geldik, ne oldu da o eski güzellikleri yitirdik diye soruyorum bazen.
Eskiden 50 dakikalık diziler yayımlanırken günümüzde iki buçuk saatlere varan dizilerin olması, bir de üstüne 1 saat özet gösterilmesi gerçekten inanılmaz. Birçok oyuncu sırf bu yüzden dizilerde oynamamayı tercih ediyor. Setlerde çalışan oyunculardan kameramanlara, yönetmenlerden ışıkçılara pek çok çalışanın işi ise hakikaten zor. Daha sağlıklı ve insani koşullar olması açısından bu konuda makul bir standart getirilmesi ve hukuken de güvence altına alınması herkes için iyi olacaktır.
Biliyorsunuz günümüzde birçok dizi karakteri villada yaşıyor, holding sahibi ve evde ayakkabıyla geziyor. Sokağa çıkıp insanlarla konuştuğunuzda ise çoğu insan geçim sıkıntısı içinde, apartmanda kirada oturuyor ve eve ayakkabısıyla girmiyor. Niye girsin ki zaten? Çok saçma.
Dizilerin konuları öyle enteresan bir hal aldı ki gündelik problemlerden oldukça uzak. Oysaki toplumsal sorunların hatta siyasi hicivlerin sağlam bir senaryo, başarılı oyuncular ve iyi bir mizah anlayışıyla ekrana ve beyaz perdeye yansıtılması hem hayatı neşelendirir hem de gerginliklerin azaldığı barışçıl bir ortam yaratır.
Ayrıca eskiden dizilerde genelde tiyatro sanatçıları rol alırdı, şimdi yalnızca güzel veya yakışıklı bulunduğu için ekrana çıkan ve birden popüler olan o kadar çok kişi var ki, bir de bunlara sosyal medyadan fenomen olanlar eklendi, herkes ünlü artık, ünsüz olanlar da yakında ünlenir, merak edilmesin.
Bir de dizilerde özendirici olmaması açısından ve zararlı olduğu için sözgelimi sigara gösterilmiyor, tamam fakat kadına şiddet, mafya, nefret, tecavüz, silah, intikam gibi unsurların çokça ve aşırı şekilde gösterilmesi nasıl açıklanabilir merak ediyorum.
Kendinizden Bahseder misiniz?
İstanbul’da doğdum. Bale, şan, tiyatro ve Türk müziği eğitimleri aldım. İstanbul Şehir Tiyatrosunda 26 yıl görev aldıktan sonra İstanbul Kumpanyasını 2012 yılında kurdum. İstanbul Kumpanyasında bu sezon 9 çocuk oyunu ve 2 yetişkin oyunu var. Çocuklar ve yetişkinler için tiyatro eğitimlerimiz devam edecek.
Şu anda ‘’Her Yerde Sen’’ adlı bir dizi projesinin içindeyim.
İstanbul Kumpanyasında bu sezon hangi oyunlar, kurslar, etkinlikler var?
Geçen sezonlardan halen ısrarla istenen çocuk oyunlarımız devam ediyor. Bu sezonda Keloğlan ve Ceylan, Mutluluk Çiçeği, Iz Bız Cız, Aslan ile Fare, Kutup Macerası, Çiftlikte Patırtı, Kaplumbağa ile Tavşan, Karga ile Tilki oyunlarımız sezonda seyircisiyle buluşmak için sabırsızlanıyor. Varyemez adlı yetişkin oyunumuz devam edecek. Yeni yetişkin oyunumuz sürprizli ve çok ses getirecek. Paraya Hayır, Flavia Coste’nin bir oyunu olacak. Biz provadayız.
Tiyatroda çocuklara yönelik birçok çalışmanız oldu, yazdığınız oyunlar da var. Biraz anlatır mısınız, neler yaptınız bu konuda?
Şehir Tiyatrolarında oyuncu olarak görevim başladığında, çocuk kursiyerleri eğitimciliği de başladı. Çocuk oyunları ve çocuklara yönelik oyunları incelemek, yazmak ve oyunlaştırmak ve çocuk eğitimi hep birlikte yürüdü. Müjdat Gezen Tiyatrosunda da bir dönem çocuk tiyatrosunda genel sanat yönetmenliğinden sorumluydum. Işıltı Kumpanyası, Sihirli Pastalar ve Mutluluk Çiçeği oyunlarını koymuştum. Yıldız Çalan Kurbağa, Deniz Kızı Lulu ile Blu Glu, Mutluluk Çiçeği oyunlarını yazdım. Yönettiğim oyunlar daha fazla tabi. Özel tiyatroda bir sürü işleri üstlenmek zorunda kalıyorsunuz. Oyunların dekor tasarım, kostüm tasarımı ve koreografisi de benim sorumluluğumda.
Çocuklara yönelik tiyatro oyunlarının, drama eğitimlerinin çocuklara ne gibi katkıları oluyor sizce?
Haberi ilk okuduğumda ağlamaya başladım. Bu, okuduğumda ağladığım kaçıncı haber bilmiyorum.
Zordur kadın olmak. Hele bu ülkede yaşıyorsanız…
Bir kadın olarak; kadınlara tecavüz eden, öldüren, şiddet uygulayan, namus bekçiliği yapan, hakaret eden ve kadınları değersizleştirenler yerine bir gün bu vicdansızlıkların ve cehaletin olmadığı, kadının özgür bir birey olarak algılandığı, cinsiyet ayrımcılığının yapılmadığı ve haksızlığa uğramadığı bir dünyada yaşamayı düşlüyorum.
Bir kadın olarak; bu kötülükleri yapan vicdandan yoksun ruh hastalarının gerekli cezayı almaları, yapabilecek olanların psikolojik tedavi edilmeleri ve bu zihniyetlerin, düşünce yapılarının neslinin tükenmesi konusunda neler yapılması gerekiyorsa hep birlikte bir an önce kalıcı çözümler üretelim ki daha fazla canlar yanmasın diyorum.
Bir kadın olarak; kadınların nasıl kıyafetler giyeceği ve çalışıp çalışmayacağı gibi konularda sınırlamalar getirildiği, evli kadınların yalnızca ev işlerini yapıp çocuk bakmakla konumlandırıldığı, ayrımcılığa ve baskıya maruz kaldığı, erkeklerden daha az özgür ve ikinci planda olduğu bir toplumun değişmesi gerektiğini, bu gidişatın çok yanlış olduğunu düşünüyorum.
Bir kadın olarak; bir insanın hayatta öğrenmesi gereken en önemli şeyin vicdanlı ve iyi bir insan olmak olduğunu ve bunun bütün çocuklara mutlaka öğretilmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Bir kadın olarak; bir kadının ‘başıma bir şey gelir mi’ diye korkmadan sokakta istediği saatte yürüyebilmesi, herhangi bir kaygı duymadan istediği saatte sözgelimi taksiye, otobüse binmesi veya maddi manevi kimseye muhtaç olmadan tek başına özgürce, huzurlu yaşayabilmesi bir lüks değil, haktır. Hatırlatmak istiyorum.
Bir kadın olarak; kadınların sokakta, mecliste, okulda, şirketlerin üst düzey kadrolarında, trafikte, televizyonda, internette, sahnede, fabrikada, tarlada, her çeşit sporun maçlarında, devletin en üst makamlarında, kısacası her yerde aktif olarak daha çok yer aldıklarını görmeyi diliyorum.
Kendi yazdığım onlarca şiirden biri bu. Son zamanlarda artan orman yangınları, sel baskınları, ağaçların kesilmesi, depremler gibi pek çok olaydan sonra paylaşmak istedim bu dizeleri. Evet, insan doğanın hâkimi değil, küçük bir parçası sadece ve temiz havaya, temiz suya, doğal yiyeceklere ihtiyacımız var öncelikle. Aşırı kentleşmenin, koca binaların, sayısı her geçen gün artan arabaların pek de mutluluk getirmediğini görüyoruz. Peki değişim için daha ne bekliyoruz?
Renkli kültürü, dört mevsimi bir arada yaşadığımız iklimi, türlü türlü yemekleri, doğal güzellikleri ve köklü tarihi ile dünyanın en güzel coğrafyalarından birinde yaşıyoruz fakat çok geç olmadan kıymetini bilelim artık.
Ormanları yakmayın,
Ağaçları kesmeyin,
Fidan dikin,
Binaları kişisel çıkarlara göre değil bilime uygun yapın.
Suları,
Kendinizden bahseder misiniz biraz?
1972 yılında Antalya’da doğdum. 1996’da Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldum. 2001 yılından beri Muğla’da Göğüs Hastalıkları Uzmanı olarak çalışıyorum. 2001-2015 yılları arasında Muğla Devlet Hastanesinde görev yaptıktan sonra Kardiyoloji uzmanı olan eşim Dr. Vehip Keskin ile birlikte dört yıldır kendimize ait özel bir klinikte çalışıyoruz. 18 yaşında bir kızımız, 10 yaşında bir oğlumuz var. Aslında tiyatroya ilk başlayan oğlumuz Deniz, yani aramızda en deneyimlimiz oğlumuz, 5 yaşından beri tiyatro ile ilgileniyor. Kızımız Ezgi de okuduğu lisenin tiyatro ekibinde dört yıldır aktif olarak çalışıyor. Eşim ve ben de dört buçuk yıldır tiyatro ile ilgileniyoruz.
Tiyatroya nasıl başladınız?
Üniversite yıllarımdan beri tiyatro izlemeyi çok seviyorum. İzmir’deyken devlet tiyatrosunun hiçbir oyununu kaçırmamaya çalışıyordum. Muğla’ya geldikten sonra da gerek amatör gerekse profesyonel oyunları takip etmeye çalıştım. Bir gün, o sahneye çıkacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Oğlumun dahil olduğu Muğla Sahne Tiyatrosu’nun değerli hocası, yönetmenimiz Utkan Özüpak’ın yüreklendirmesi ve titiz çalıştırması ile bir anda kendimi sahnede buldum. İlk sahneye çıktığımda gerçekten çok heyecanlanmıştım ama oyunun sonunda o alkış sesini duymak her şeye bedeldi.
Bugüne kadar tiyatroya dair neler yaptınız?
Dört buçuk yıldır Muğla Sahne Tiyatrosu Derneği bünyesinde 9 farklı oyunla toplam 25 kez sahneye çıktım. Madde bağımlılığını konu alan ‘’Hayat’ın Umudu” adlı sosyal içerikli oyunumuzla Muğla merkez dışında üç beldede ve Sakarya’nın Kaynarca ilçesinde oynadık. Haftada iki veya üç gün düzenli olarak çalışmalarımız oluyor. Bunun yanında oyun tarihimiz yaklaştıkça çalışma süremiz artabiliyor. Çok yoruluyoruz ama o alkış sesleri her şeye bedel oluyor. Amatör bir grup olduğumuz için bizim verdiğimiz cüzi aidatlar dışında başka bir gelirimiz yok. Bu nedenle oyunların dekorlarının ve kişisel kostümlerimizin masraflarını kendimiz karşılıyoruz. Son iki yıldır Muğla Büyükşehir Belediyesi ücretsiz salon, afiş ve duyuru konusunda bize destek oluyor. Oyunlarımızı ücretsiz oynuyoruz. Şu anda yine yönetmenimiz Utkan Özüpak’ın yazıp yönettiği ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’ adlı müzikal komedi tarzındaki oyunumuza hazırlanıyoruz.
Çiçekli Kolye adlı oyununuzu izlemiştim ve gerçekten çok etkileyiciydi. Bahseder misiniz biraz? Neler anlatıyorsunuz bu oyunda?
Sizi tanıyabilir miyiz biraz? Senarist olmadan önce ne iş yapıyordunuz mesela?
1983 Kayseri doğumluyum. Anne tarafından Kayserili, baba tarafından Uşak'lıyım. Kayseri'de doğdum büyüdüm. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü terkim. Birçok iş yaptım. Küçüklüğümden beri çalışırım. Pazarcılık, sigortacılık, cep telefonu satıcılığı, oto yıkamacılığı, tekstil fabrikasında işçilik, terzi çıraklığı, sandalye masa üretimi, trikotaj, amatör futbolculuk vs. Asıl kırılma noktası ise üniversite yıllarımda mizah dergilerinde esprilerimin yayımlanmasıydı. Ünlü mizah yazarı Kemal Kenan Ergen kendi köşesinde benim yolladığım esprileri yine benim adımla yayımladı. Bu da bana Anadolu’da doğmuş büyümüş orta halli bir ailenin çocuğu olarak büyük cesaret verdi.
Ufuk Özkan ile Cüneyt İnay
Daha sonra üniversite ikinci sınıfta hayatımda ilk defa İstanbul’a geldim. Abimin bulduğu bir tanıtım işinde çalışırken bir yandan da mizah dergilerine mizah yazıları, bant hikâyeler, çizgi roman hikayeleri, karikatür esprileri götürmeye başladım. Gide gele Kemik Dergisi’nde iş buldum ve çalışmaya başladım. Kemik Dergisi, Penguen Dergisi’nin iştirakiydi. Arada Penguen’e karışık köşe yapıyorduk, daha sonra Fermuar Dergisi’ne geçtim, az bir süre Gırgır Dergisi’nde çalıştım. Bu son dergimdi.
Senaryo yazmaya nasıl başladınız?
Dergilerde çalışırken senaryo yazmaya karar verdim. Beni buna iki şey itti; bir para. Mizah dergilerinde para çok yok, güvence yok. İkinci sebebim ise kendimi ifade edemiyordum. Kendi dünyamı mizahıma yansıtamıyordum. O yüzden mizah dergilerinde çok isim yapamadım. Kendimi en çok ifade edebildiğim iş Geniş Aile’dir. Mizah dergilerinde bile kendimi bu kadar rahat hissetmemiştim. Senaryo yazmaya karar verdiğimde birçok senaryo yazdım, hızlı düşünen ve hızlı üreten bir kişi olduğumu daha fark etmemiştim. D Production’a bir spin – off senaryom gitmiş. Spin – Off olduğu için haliyle yapmak istemediler fakat Lale Eren, Ayşe Durmaz ve Pelin Diştaş yazdıklarımı, diyaloglarımı çok beğendiler. Başka sıfırdan bir dizi yazmamı ve rahat olmamı istediler. Bende kendi ailemden, mahallemden ve çevremden esinlendiğim tiplerden oluşan Geniş Aile’yi yazdım, yolladım, beğendiler.
Geniş Aile Komşu Kızı filminden bahseder misiniz?