18 Şubat 2002
<B>SAĞLIK </B>Bakanımızın ilaç fiyatlarının indirilmesiyle ilgili olarak başlattığı girişim sonrası, ilaç fiyatlarının pahalılığı konusu gündeme yerleşti. Aslına bakarsanız bu konu vatandaşın gündeminde uzun süredir yer alıyordu. Muayenehane hekimliği de yaptığım için, hastaların bu konudaki sıkıntılarını yakından biliyorum. İlaç firmaları da haklı, yurtdışından ithal edilen maddeler dövizdeki artışa paralel olarak çok yükseldi, bu da doğal olarak ilaç fiyatlarına yansıyor. Ancak vatandaş da yaşanılan ekonomik kriz nedeniyle zor durumda. Reçetesine yazdığımız ilaçların en azından bir kısmını alamayan, bu nedenle de sağlığı açısından büyük risklere giren hastalarla sık karşılaşıyoruz. Bu çıkmaz nedeniyle sosyal güvenlik kuruluşları bile sıkıntıya giriyor.
BIR ŞEYLER YAPILMALI
Sağlık Bakanımız belirli bir yüzde içinde indirim sağladı. Bu sorunu çözdü mü? Tabii ki hayır. Bence yapılması gereken şeylerin başında aynı etkiyi sağlayacak ilaçlar arasında ucuzların seçilmesi. Bu yazı üzerine meslektaşlarım, bu gibi yönlendirmelerin hekimin tedavisini yönlendirmek, mesleki bilgi ve becerisine müdahale gibi algılayıp karşı çıkacaklardır. Ancak benim önerim, meslektaşlarımın reçete yazarken bu açıdan bakmalarını sağlamaya yöneliktir. Örneğin Amerika'da birçok hastaya yazılan reçeteleri gördüm. Yazdıkları antibiyotikler piyasada ucuz fiyatla satılan ilaçlar. Biz bu ilaçları neredeyse yıllardır reçetelerimize yazmıyoruz. Yazdığımız ilaçlar piyasaya yeni verilmiş, diğerlerinin en az 3-5 katı fiyatla satılanlar. Ucuz antibiyotikler Amerikalıları tedavi ediyor da, Türkleri etmiyor mu? Halkımızda da pahalı olarak satılan ilaçların daha etkili olacağı gibi bir inanç var. Bu nedenle de hekimlerimiz de etkide kalarak sürekli, yeni olarak piyasaya verilen çok pahalı ilaçları reçeteliyorlar. En çok kullanılan ilaçlardan olan ağrı kesicileri ele alırsak. Muhtemelen her yıl yüz milyonlarca kutu ağrı kesici ilaç kullanılıyor. Yaygın kullanılanlardan Naproksen içerenler bir kutusu 6-7 milyon lira civarında, Parasetamol içerenler 2.5-3 milyon lira civarında satılırken, Aspirin'in kutusu 1 milyon liranın altında. Yapılan çalışmalar, ağrı kesmede Aspirin'in de en az bu ilaçlar kadar güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca yüzyılı aşkın bir süredir piyasada, her türlü etkisi biliniyor, üstelik ağrı kesme dışında birçok yararlı etkisi daha var. Bunu hekimlerimiz de biliyor, ama reçetesine Aspirin yazan hekim, neredeyse yok gibi. Meslektaşlarımız kendi ya da ailesinin ihtiyacı olunca Aspirin'i kullanıyor ama hastasının reçetesine yazmak söz konusu olunca ‘‘ucuzcu doktor’’ durumuna düşmemek için çok daha pahalı ilaç yazıyor. Bu gibi örnekleri çoğaltmak çok mümkün. Yaşamakta olduğumuz ekonomik kriz, külahlarımızı önümüze koyup defalarca düşünmemizi gerektiriyor. Tüm meslektaşlarıma çağrım, reçete yazarken komplekslerden arınıp, hem hastanın sağlığını hem de ülkenin ekonomik sağlığını dikkate alarak en uygun seçimi yapmaları yönünde. 70'li yıllarda mesleğe başladığında, acil hastalarına röntgen filmi ya da ilaç bulabilmek için çalmadığı kapı bırakmayan bu meslektaşınızın sesine kulak lütfen verin. Ülkenin ekonomik sağlığı bozulduğu zaman bundan en çok etkilenen insan sağlığı olmaktadır.
Yazının Devamını Oku 15 Şubat 2002
<B>KALP-</B>damar sistemi hastalıkları giderek önemli bir sağlık sorunu haline geliyor. Dünya üzerinde her yıl 11 milyondan fazla kişi, bu nedenle hayatını kaybediyor. Kalp-damar hastalıklarının oluşmasında en önemli risk faktörlerinden biri kolesterol yüksekliği. Bunun yanı sıra sigara içiyor olmak, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, fazla kilolu olmak, ailede kalp-damar hastalıkları bulunması, hareketsiz yaşam, 45 yaşın üzerinde erkek ya da 65 yaşın üzerinde kadın olmak, HDL (iyi) kolesterolün düşük olması, doymuş yağlardan zengin beslenmek gibi faktörler de riskler yaratıyor.
BAZI RİSKLERDEN KORUNMAK MÜMKÜN Risk faktörlerinin neler olduğu bilindiğine göre, akıllıca uygulanan bir risk yönetimiyle korunmak mümkün olabilir. Bunun için ilk olarak yapılması gereken şey, bu konuyu bilen bir doktorun denetiminde araştırma yaparak hangi risklerin bulunduğunu belirlemektir. Riskler belirlendikten sonra bazı riskleri ortadan kaldırmak mümkün olabilir.
Bazı risklerden kurtulmak mümkün değil. Örneğin erkek olmak, yaşın ilerlemesi ve kalıtım gibi risk faktörlerine yapabilecek fazla bir şey yok. Yukarıda saydığım diğer riskleri düzeltmek mümkün olabiliyor. Örneğin, sigara içen bir kişi bundan vazgeçebilir, diyetteki toplam yağı ve özellikle doymuş yağları azaltmak mümkün, hareketsiz yaşantısı olanın günlük programına yürüyüş gibi egzersizler eklemesi çok zor değil.
Yüksek tansiyon ve şeker hastalığı gibi sorunlarda, diyet, egzersiz ve gerekirse ilaç gibi müdahalelerle kan şekeri ve kan basıncı (tansiyon) düzeylerini normal sınırlarda tutmak riski ortadan kaldırıyor.
KOLESTEROL DÜZEYLERİ DE KONTROL EDİLMELİ Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, kolesterol gizli bir tehlikedir. Bu nedenle kan tahlili yaptırmadan sorun olup olmadığı anlaşılamaz. Yapılan tahlilde total kolesterol düzeyi 200 mg'ın üzerindeyse, bir doktor kontrolünde uygulanacak diyet ve egzersiz programları denenmelidir. Birçok kişide bu önlemler yeterli sonuç verir. Bu tarz beslenme ve egzersiz programı sürdürüldüğü sürece kolesterol genellikle kontrol altında tutulabilir. Bu önlemlerin yeterli olmadığı hallerde, eğer kandaki kolesterol düzeyi çok yüksekse ya da kişide başka risk faktörleri de bulunuyorsa, kolesterol düşürücü ilaçlar önerilmektedir. Ancak buna bir hekimin karar vermesi ve düzenli kontrolleri sürdürmesi gerekiyor.
Risk faktörlerinden biri olan HDL kolesterol düşüklüğü de, kişinin risk yönetiminde dikkate alınması gereken bir özelliktir. Kandaki düzeyi 35 mg'ın altındaysa risk artmış demektir. Bunun için en önemli etken, uygulanacak egzersiz programlarıdır. Çoğu kişide, düzenli egzersiz uygulanmasıyla kandaki HDL düzeyi artabilir. Ayrıca yapılan bazı çalışmalar, günde 1 kadeh sert alkollü ya da 2 kadeh şarap gibi alkollü içkileri kullananlarda HDL düzeyinin arttığı görülmüş olmakla beraber, alkolün bu amaçla ilaç gibi kullanılması önerilmemektedir.
Unutmayın, kandaki total kolesterol düzeyinin yüzde 1 oranında düşürülmesi, kalp-damar hastalığı riskini yüzde 2 oranında azaltmaktadır.
Acaba sizde de gizli tehlike kolesterol var mı? En son ne zaman kontrol yaptırdınız?
Sağlıklı yaşam için ‘‘Haydi Hedefe’’!
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2002
<B>DÜNKÜ </B>yazımda, <B>Mark Spitz </B>ve <B>Christopher Dean </B>gibi iki sporcuda kolesterol yüksekliği sorununun olduğu ve kolesterol bilincinin artmasında bu kişilerin öncü olarak görev aldıklarını belirtmiştim. Bu yazıda ve yazılarımın başlığında da değindiğim gibi, kolesterol yüksekliği uzun süre gizli kalan bir tehlikedir. Ancak damarları tıkadığı takdirde, kalp krizi, felç ya da kangren gibi bir acil tablo ile karşımıza çıkıyor.
İşte, kolesterol bilincinin geliştirilmesi kampanyalarının temel amacı da, henüz böyle bir tablo ile karşılaşmamış kişilerde, kontrol yapılmasını sağlayıp, eğer kolesterol yükseliği varsa, gerekli önlemleri alarak riski azaltmak.
KOLESTEROL NEDİR?
Kolesterol, karaciğer tarafından üretilen ve tüm hücrelerde bulunan yağlı bir maddedir. Ayrıca hayvansal besinlerden de alınır. Kolesterol ve diğer kan yağları kan içinde erimezler. Vücutta, lipoproteinler adı verilen özel proteinler aracılığıyla taşınır. Düşük yoğunluklu lipoproteinler (LDL) vücutta kolesterolün en önemli taşıyıcısıdır. Eğer, halk arasında ‘‘kötü kolesterol’’ olarak da bilinen, kolesterolle bağlanmış düşük yoğunluklu lipoproteinin (LDL-kolesterol) kandaki oranı yüksekse, damar çeperi içinde yavaşça birikerek kolesterol plakları oluşturur. Bu plaklar zamanla sertleşerek damar sertliği plakları halini alır ve damarları daraltmaya ve tıkamaya başlar. Bu plağın kendisinin ya da üzerinde oluşmuş pıhtının damarı tıkaması acil bir tablo yaratır. Kalbin kendini besleyen damarın tıkanması halinde enfarktüs adı verilen kalp krizi oluşur. Beyin damarının tıkanması halinde, ‘‘inme’’ adı da verilen felç tablosu ortaya çıkabilir. LDL kolesterolün risk yaratmaması için, kandaki düzeyinin 130 mg'ın altında olması gerekiyor.
Tüm lipoproteinler kötü değildir. Halk arasında ‘‘iyi kolesterol’’ olarak adlandırılan yüksek yoğunluklu lipoprotein, dokulardaki kolesterolün karaciğere taşınmasını sağladığı için koruyucu etki yaratır. HDL kolesterolün kandaki düzeyinin 35 mg'ın üzerinde olması halinde risk azalmaktadır.
YÜKSEK KOLESTEROL ÇOK YAYGIN MIDIR?
Değişik ülkelerde yapılan çalışmalar, kolesterol sorununun çok yaygın olduğunu ortaya koyuyor. Ülkemizdeki araştırmalar, beslenme ve kalıtım özelliklerine bağlı olarak bazı bölgelerde daha fazla olmak üzere kolesterol sorununun yaygın olduğunu gösteriyor. Konunun daha tehlikeli olan kısmı, halkımızda HDL kolesterol düzeyinin genelde düşük olmasıdır. Bu da koruyucu etkiyi azaltarak kalp-damar hastalıklarının daha yaygın görülmesine yol açıyor.
Yapılan çalışmalar, kandaki total kolesterol düzeyinin yüzde 1 oranında azaltılmasının, koroner kalp hastalığına yakalanma riskini yüzde 2 oranında azalttığını ortaya koyuyor.
Yarınki yazımda, kalp-damar hastalıklarının oluşmasındaki diğer riskler ve bunlarla başa çıkabilme yolları konusunda bilgiler vereceğim.
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2002
<B>SİZE </B>bugün iki kişiden bahsedeceğim, iki ünlü kişiden. Bunlardan birincisi, 1972'de Münih'te yapılan olimpiyatlarda, yüzme dalında 7 altın madalya alarak kendini olimpiyat tarihine yazdıran Mark Spitz, diğeri de partneri Jane Torvill ile birlikte 1984'teki olimpiyat oyunlarında, Ravel'in Bolero'suyla, kulaklarımız kadar gözlerimize de ziyafet çekerek buz pateni dalında o güne kadar kazanılmamış bir puanla altın madalyayı elde eden Christopher Dean.
Bu iki ünlüyü köşeme konuk eden şey, ortak bir sağlık sorunları. Her ikisinin de kanlarındaki kolesterol düzeyi yüksek.
SPORCU OLMAK YETMİYOR Kolesterolle mücadelede, sağlıklı beslenme ve spor önerildiğini herkes bilir. Böyle iki sporcunun yüksek kolesterollü olması, bu açıdan kafa karıştırıcı oluyor. Christopher Dean de ‘‘Bir sporcu olarak yüksek kolesterollü olduğumu öğrenmek çok şaşırtıcı oldu’’ diyor. Ancak babasının 59 yaşındayken kalp krizinden ölmesi, damar sertliği açısından aile hikáyesinin bulunduğunu gösteriyor.
Mark Spitz, ‘‘Tüm yaşantım boyunca bir sporcu olarak davrandım, düzenli egzersiz, sağlıklı ve aktif bir yaşam biçimi ve dengeli bir diyet uyguladım’’ diyor. Buna rağmen 7 yıl kadar önce yapılan kontrolde, kandaki kolesterol düzeyi 340 mg. civarında bulunmuş. Bilindiği gibi sağlıklı olabilmek için kandaki kolesterol düzeyinin 190-200'ün altında olması öneriliyor.
Mark Spitz'de yapılan araştırmalarda, yüksek kolesterol sorununun aileden kalıtımla geldiği belirlenmiş. Üstelik iki küçük çocuğundan birinin de kolesterole yatkın olduğu ortaya konulmuş.
ŞİMDİ KONTROL ALTINDA Her iki ünlünün de kolesterol düzeyleri şimdi kontrol altında. Christopher Dean, son yıllarda azalttığı egzersizleri artırarak ve beslenmesine dikkat ederek kandaki kolesterol düzeyini normal sınırlara çekmiş. Mark Spitz'in durumu farklı, sürekli spor ve diyete rağmen bu düzeyler bulunduğu için, onun ilaç kullanması gerekiyor. O da düzenli olarak, kolesterol düşürücü Atorvastatin grubu ilaç kullanarak, kandaki düzeyleri normal sınırlarda tutabiliyor.
KAMPANYA BAŞLATILDI Uluslararası Olimpiyat Komitesi desteğiyle Pfizer firması, kalp-damar hastalıklarının en önemli risklerinden biri olan kolesterol yüksekliğine karşı toplumsal bilinci geliştirmek amacıyla bir kampanya düzenledi. Mark Spitz ve Christopher Dean, tüm toplumu sağlıklı ve sporcu performansında tutabilmek amaçlı bu kampanyada önder olarak görev yapıyorlar. Her ikisi de, ‘‘Biz kontrol yaptırıncaya kadar kendimizi çok sağlıklı sanıyorduk, hiçbir belirti vermiyordu. Demek ki kendini çok sağlıklı sananların bile, zaman zaman kan tahlili yaptırarak gerçek durumlarını öğrenmelerinde yarar var’’ diyor.
Yarınki yazımda damar sertliği ve bunun oluşmasında kolesterolün rolü konusundaki bilgileri bir kez daha hatırlatacağım.
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2002
BEN 40 yaşındayım. Bir süreden beri tansiyonum oynamaya başladı. Bazen 19-20 gibi oluyor.Küçük tansiyonum da 10 civarında. Gittiğim doktor birçok tahlil yaptırdıktan sonra önemli bir şey bulamadı, ancak tansiyonum ara sıra yükselmeye devam ediyor.
Ben sık sık alkol kullanırım. Alkol kullanmamın tansiyonla bir ilişkisi var mı?
Yüksek tansiyonun kesin bir tedavisi var mı? Ne gibi ilaçlar kullanmam gerekiyor?
Kaya S./İSTANBUL
YÜKSEK tansiyon, her zaman bir hastalığa bağlı olmayabilir. Tıp dilinde esansiyel hipertansiyon denilen şekilde, herhangi bir hastalığa bağlı olmaksızın tansiyonun yüksek olduğu görülür.
Yüksek tansiyon sorununun kesin tedavisi için zeminde yatan hastalığın tedavi edilmesi gerekir. Yani yüksek tansiyon bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkmışsa, bu hastalık tümüyle tedavi edilebiliyorsa, hastalık iyileştikten sonra yüksek tansiyon da ortadan kalkacaktır.
Biraz önceki sözlerime dikkat ettiyseniz, esansiyel hipertansiyonun, başka bir hastalığa bağlı olmaksızın ortaya çıktığını belirtmiştim. Böyle olunca esansiyel hipertansiyonun kesin bir tedavisinin olmadığı da anlaşılır. Ancak yüksek tansiyonu kontrol altında tutmak mümkün olabilir. Bunun için de diyet ve tansiyon düşürücü ilaçların sürekli olarak uygulanması gerekir. Bu konuda sıklıkla yapılan bir hata, diyeti ve tansiyon düşürücü ilaçları bir süre uygulayıp tansiyon normale inince, son vermektir. Oysa ilaç kesildiği zaman tansiyon tekrar yükselecektir. Bu nedenle uygun bir ilaç ve doz belirleyip, doktorun başka bir önerisi oluncaya kadar sürekli olarak kullanmak gerekmektedir.
Alkolle ilgili sorunuza gelince, alkolün fazla miktarda alınmasının tansiyon yükselmesine neden olacağını bilmeniz gerekiyor. Bunun gibi, fazla kilolu olmak, fazla tuz kullanmak, sigara içmek, hareketsiz bir yaşam sürdürmek ve strese maruz kalmak gibi etkenler de tansiyon yükselmesinde rol oynamaktadır. Özellikle son zamanlarda yapılan çalışmalar, sigarayı bırakmak, fazla kilolardan kurtulmak, günlük tuz tüketimini önemli ölçüde azaltmak, stresten uzak kalmak, alkol tüketimini azaltmak ve düzenli olarak spor yapmak, hafif ve orta dereceli tansiyon yüksekliği sorunlarında ilaca gereksinimi ortadan kaldırmakta ya da en azından daha düşük ilaç dozlarıyla tansiyonu kontrol altına almak imkánı yaratmaktadır. Eğer siz de alkolü azaltma ve varsa diğer risk faktörlerini ortadan kaldırma yoluna giderseniz, tansiyonunuzu belki de ilaç kullanmadan kontrol altında tutma olanağına kavuşabilirsiniz.
İlaç tavsiyesine gelince; halk arasında sıklıkla yapılan bir yanlışa değinmek istiyorum. Tansiyonu yüksek olan bir kişinin kullanıp yararlandığı bir ilacın herkeste aynı etkiyi sağlamayacağının bilinmesi gerekiyor. Oysa komşunun ilacını kullanan birçok kişiyi görüyoruz. Eğer tansiyona neden olan etken farklı ise ya da bünyede aynı anda mevcut olan başka bir hastalık varsa, başkasına iyi gelen o ilacın kullanılması öbür kişide hayati önem taşıyan riskler yaratabilir. Yüksek tansiyon tedavisinde kullanılan belki de yüzlerce çeşit ilaç vardır. Doktor yapacağı muayenede, hastadaki nedenleri, tansiyonun durumunu, hastanın bünyesini ve eşlik eden başka bir sağlık sorunu bulunup bulunmadığını kontrol ederek ilaç belirler. İşte bu nedenlerle, herhangi bir sağlık sorunu olan herkesin doktora başvurarak tetkik olması ve doktorun belirleyeceği ilaçları onun belirlediği dozda ve sürede kullanması gerekmektedir.
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2002
<B>MESUT KARATAŞ/İSTANBUL<br><br>20 </B>yaş dişleri konusunda değişik görüşler var. Bazı diş hekimleri bu dişlerin çiğnemede önemli bir katkısının olmadığını, kolay ve etkili bir şekilde fırçalanamadığı için sıklıkla çürüyüp sorun çıkardığını bu nedenle hemen çekilmesi gerektiğini savunuyorlar. Çoğu kişide çene kavsi dar olduğu için, bu dişler kendine yer bulmak için diğer dişleri iterek eğrilmelere de neden olabiliyor.
Ben diş hekimi değilim ama yaptığım araştırmalar sonucunda, sorun çıkartmadığı sürece yerinde bırakılması, sorun çıkardığı takdirde de çekilmesi gerektiği kanısındayım.
Sizin 20 yaş dişleriniz sorun çıkartıyor. Beklediğiniz takdirde diğer dişlerinizin eğrilmesine yol açabilecek, bu nedenle çektirmenizi öneren diş hekimlerinin önerilerine uysanız iyi edersiniz.
Prostat iltihabı zor mu iyileşir?
K.AVCI/TEKİRDAĞ
Prostat iltihabı, özellikle uzadığı zaman, zor tedavi edilen bir hastalık haline gelir. Sizin hastalığınız başarıyla tedavi edilmiş ama ödem denilen şekilde, şiş kalmış. Dışkılama sırasında, makata komşuluğu nedeniyle, şiş olan prostat baskıya uğrar, belki biraz ağrı ve idrar yolundan akıntı olabilir. Bu da zaman içinde kaybolur. Böyle bir durumda olmak, ne evlenmenizi ne de çocuk sahibi olmanızı engellemez. Evlenip, düzenli bir cinsel yaşama kavuşmak, prostatın sık sık boşalmasını sağladığı için iyileşme süresini kısaltacaktır.
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2002
29 Ocak 2002'de ‘‘Aşırı horlama tedavi gerektirir’’ başlığı altında yazdıklarınızın hepsi bende bulunmakdadır.Size sorum şu: Bu çileden kurtulmam için nasıl bir tedavi görmem lazım? Ameliyat veya ilaçlarla bu horlama geçer mi? Oturmakta olduğum Almanya'da çok tedavi gördüm ama kesin bir sonuç alamadım. Türkiye'de bu hastalığı gidermek için hangi doktorlara veya hastanelere başvurmam lazım? Yardımcı olursanız çok memnun kalırım.
Salih Molo
SÖZ konusu ettiğiniz yazıda da belirtildiği gibi, aşırı horlama esas olarak uyku apnesi denilen solunum durmasına yol açtığı için daha da önem taşımaktadır.
Size şimdiye kadar Almanya'da ne gibi tetkikler ve tedaviler uygulandığını bilmediğim için, Türkiye'de neler yapılabileceği konusunda öngörülerde bulunamıyorum.
Bu konuyla ilgilenen birçok uzman ya da merkez Türkiye'de bulunmaktadır. Ancak yayın prensiplerim gereği bu köşede doktor ya da hastane adı vermek istemiyorum. Eğer Türkiye'ye geldiğinizde benimle (212) 231 30 66 numaralı telefondan bağlantı kurarsanız, yönlendirici olarak size yardımcı olabilirim.
Çocuk sahibi olabilir mi?
BENİM sormak istediğim soru, çocukken ameliyat olup yumurtalıkları alınan bir bayanın herhangi bir şekilde kendi çocuğuna sahip olup olamayacağı. Şu anki teknoloji veya sağlıktaki ilerlemeler buna izin veriyor mu? Herhangi bir yöntem var mı?
M.K./ İstanbul
BİR çocuğun oluşabilmesi için annenin yumurta hücresi ile babanın sperm hücresine ihtiyaç var.
Yumurtalıkları alınmış olan bir kadın, yumurta hücresi üretemeyeceği için kendi çocuğuna sahip olamaz. Bazı Batı ülkelerinde, yumurtalıkları olmayan ama rahmi duran kadınlarda, başka kadınlardan alınmış olan yumurta hücreleri, yumurtalığı olmayan ya da çalışmayan kadının eşinden alınan spermlerle ‘‘tüp bebek’’ yöntemiyle döllenmekte ve rahmi durduğu için, rahimine yerleştirilerek gebelik başlatılmaktadır. Gebeliği sürdürmüş ve doğumu yapmış olmaya rağmen, yumurta o kadına ait olmadığı için genetik olarak, oluşan bebeğin annesi yumurtayı veren kadın olmaktadır.
Ülkemizdeki yasaların böyle bir uygulamaya izin verdiğini sanmıyorum.
Bu yönden bakıldığında, sizin sorunuzun cevabı ‘‘Hayır’’ olmaktadır.
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2002
BENİM sorunum çok önemli. Penisimin üzerinde sivilceler çıktı. Bunlar ne hastalığıdır? Yoksa AIDS mi; çok korkuyorum AIDS diye. AIDS değilse de bunun tedavisi var mıdır? Lütfen bana yardımcı olun. Bunlar moralimi çok bozuyor. K.P.
PENİS üzerinde oluşan sivilceler AIDS belirtisi değildir. Bu sivilceleri görmeden ne olduğu konusunda kesin bir şey söylenemez. Herkesin bildiği sivilceler olabileceği gibi aralarında cinsel uçuk (genital herpes) da bulunan, cinsellikle bulaşan hastalıklardan biri de olabilir.
Bu konu deri hastalıkları uzmanlarının ilgi alanına girmektedir. Bu hastalıkların çoğu kolayca tedavi edilebilmektedir, korkmayın.
Doğum kontrol hapı kanamayı azalttı
26 yaşında, 7 aylık evli bir hanımım ve bu süreden beri doğum kontrol hapı kullanıyorum. Fakat bu benim zaten kısa olan ádet süremi 1-2 güne düşürdü ve kanamayı azalttı. Bunun üzerine hap kullanmayı sona mı erdirmeliyim, yoksa başka bir hap mı denemeliyim? Hap seçiminde uygulanacak kişiye özel bir test var mıdır?
Z.AKYOL
KANAMALARIN uzun sürmesi ya da çok olması diye bir kural yok. Düzenli olması yeterli. Doğum kontrol hapı kullanılması sırasında, sizde de olduğu gibi sürenin kısalması ya da kanamanın azalması gibi durumlar görülebilir, kaygılanmayın.
Doğum kontrol hapları temelde birbirine yakın özellikte olmakla beraber, içerdikleri hormon miktarları açısından farklar gösterebilir. En doğrusu, bir kadın hastalıkları uzmanına danışarak kişisel yapıya uygun bir ilaç seçmektir.
Yazının Devamını Oku