24 Haziran 2002
<B>İNGİLTERE </B>kralı 3. George'un altıncı oğlu <B>Augustus Frederick d'Este,</B> 1822 yılında 28 yaşındayken günlük tutmaya başlıyor. Temiz ve okunaklı bir şekilde tuttuğu günlükte, geçirdiği kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan belirtileri anlatmaya başlıyor. İlk tanımladığı belirti, zaman zaman ortaya çıkan görme bozukluğu. Her şeyi bulanık gördüğünden bahsediyor. Haftalar sonra, alışmadığı tarzda bir güçsüzlükten bahsetmeye başlıyor. Ayaklarında garip bir hissizliğin sık sık görüldüğünden bahsediyor. Yıllar sonraki notlarından birinde idrar yapmada güçlük yaşadığını ve karnının alt kısmındaki duyuların kaybolduğunu anlatıyor. Daha sonrakilerde ise bacaklarına felç geldiğini... Yıllar geçtikçe durumu kötüleşiyor. 1848 yılındaki son notu titreyen ellerle yazılmış ve okunmayacak halde. Birkaç hafta sonrasında da ölüyor. Bu notlar, multipl sklerozu ayrıntılı olarak tanımlayan ilk belgeler. Tıp, uzun yıllar boyunca bu notlardan çok yararlandı. 1838 yılında İngiliz doktor Robert Carswell'in çizdiği anatomi tablolarında beyin ve omurilikte çok sayıda (multipl) sertleşmiş (skleroz) alanların varlığı gösterilmiş. Augustus'un ölümünden yirmi yıl sonra (1868) Fransız nörolog Jean Martin Charcot, multipl sklerozu (MS) bir hastalık olarak bütün özellikleriyle tanımlamış.
Üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen, MS'a neyin yol açtığı hálá kesin olarak bilinemiyor. Bilinenler, kadınlarda ve kuzey ülkelerinde daha sık görüldüğü, ekvatora yaklaştıkça hastalığın azaldığı. Bağışıklık sistemi henüz kesin olarak bilinmeyen bir nedenle, yanlış çalışmaya başlıyor ve kendi sinir hücrelerinin miyelin kılıflarını hasarlandırmaya başlıyor. İnsanda yaklaşık olarak 30 milyar sinir hücresi var. Bunlar bir çeşit elektrikle çalışıyor. Sinirlerde akımın düzenli olabilmesi için elektrik kablolarının dışındaki plastik koruyucu gibi izole edici tabakalara ihtiyaç var. Sinir hücrelerinin ve bunların uzantılarının etrafını saran miyelin adlı madde sadece izole etmekle kalmıyor, sinirdeki iletişimi de sağlıyor. Sinirlerde iletişim hızı saatte 400 km.'ye varıyor. Eğer miyelin tabakası hasarlanırsa, izolasyon görevi kadar iletişim görevini de yapamamaya başlıyor. Zaman zaman yüzde birinden daha yavaş bir hıza inebiliyor.
Devam edecek
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2002
BUGÜN üçüncüsü yayınlanan yazılarımda HOPE kod adlı araştırmada, birçok ülkede Delix adıyla satılan ve etkili maddesi Ramipril olan ilacın kullanılmasıyla kalp-damar, şeker gibi hastalıkları olanlarda kalp krizi ve ölüm gibi sorunların çok daha az görüldüğünden bahsetmiştim. Bu geniş kapsamlı araştırmanın bir alt çalışması olarak da SECURE kod adlı bir çalışma yapıldı. Bu çalışma, boyundaki şahdamarında ölçüm yaparak damar sertliğinin ilerleme hızını belirleme yöntemine dayandırılmıştı. Çalışmada düşük dozda (günde 2.5 mg) ve tam dozda (günde 10 mg) Ramipril ve karşılaştırma grubunda ise etkili madde içermeyen haplar (plasebo) kullanılmıştı. Çalışma sonlandığında Ramipril kullanımının damar sertliği hastalığını yavaşlattığı görüldü. Her iki dozdaki kullanımda yararlı sonuç elde edilmesine rağmen en büyük yarar, Ramipril'in tam dozda kullanımında görüldü.
SONUÇLARIN KLİNİK ANLAMI
HOPE çalışması ve bunun alt grupları olan MICRO-HOPE ve SECURE çalışmaları bir arada değerlendirildiğinde, daha önceden kalp-damar sistemi ile ilgili olarak sorunu ve yüksek riski olan hastalarda Ramipril kullanımının büyük ölçüde yararlar sağladığı gösterildi. Bu hastalar koroner damarları hasta olan örneğin kalp krizi, kalp damarına yönelik by-pass ya da balon gibi bir ameliyat geçirmiş veya beyin ya da vücut damarları sorunlu kişiler olabildiği gibi yüksek tansiyonlu, yüksek kolesterollü, sigara içen veya şeker hastası olan kişilerdi. Bu gibi riski yüksek olan kişilerde Ramipril kullanılmasıyla kalp-damar sistemine bağlı nedenlerle ölüm, kalp krizi ya da inme atağı geçirme, kalp yetersizliğine düşme, yeniden kalp ameliyatına ihtiyaç görülmesi gibi olaylar büyük ölçüde azaldı. Yeni şeker hastalığının ortaya çıkma oranı azaldığı gibi şeker hastalarında damarsal komplikasyonlar ve böbrek hasarı görülme sıklığı da azaldı. Görüldüğü gibi damar sertliğine yakalanmak, bu nedenle ortaya çıkan sorunlarla malul olmak ya da hayatını kaybetmek, her zaman bir kader değil. Sık sık belirttiğim gibi risklere yönelik önlemler alarak sorunların ortaya çıkması ihtimalini azaltmak mümkün olabildiği gibi, belirli düzeyde damar sertliği olanlarda bilinçli tedaviyle büyük ölçüde başarılı sonuçlar almak mümkün olabiliyor. Önemli olan, bilinçli bir yaklaşım.
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2002
<B>DÜNKÜ </B>yazımda ACE inhibitörü grubundan bir ilaç olan Ramipril etken maddeli Delix ile yapılan çalışmayı anlatmaya başlamıştım. Dün de belirttiğim gibi 5 yıl olarak planlanan çalışma, yararın çok açık olması üzerine 6 ay önce sonlandırılmıştı. HOPE kod adı verilmiş olan bu çalışmanın sonuçlarının değerlendirilmesinde, ilk amaç olan kalp-damar hastalıklarından ölüm, kalp krizi ve inme geçirme riskinin düşürülmesinin, ilaç kullanan grupta yüzde 22 azalma nedeniyle başarılı sonuç verdiği gösterilmiş oldu.
Ayrıca Ramipril kullanımı ile tüm nedenlere bağlı ölüm oranının % 17, kalp yetmezliği nedeniyle hastaneye yatma oranının % 16, balon ya da by-pass gibi yöntemlerle damarla müdahale gereğinin % 15, yeni şeker hastalığı görülmesi riskinin de % 30 oranında azaldığı görüldü.
Yeni şeker hastası olma riskinin azalması, şeker hastalarında kalp krizi, inme ya da kalp-damar hastalığından ölme riskinin yüksek olması nedeniyle iki yönden de başarılı bir sonuç olarak değerlendirilmelidir.
Aralarında Ramipril'in de yer aldığı ACE inhibitörü ilaçlar, yüksek tansiyon tedavisinde yaygın olarak kullanılıyor. Bu araştırmada yüksek tansiyonu olmayan kişilerde Delix kullanıldığında tansiyonda önemli bir düşme olmadı. Ayrıca çalışma grubunda başka ilaçlar kullananlara da ilaçlarına devam imkánı verilmişti. Bu sonuçlar, başarılı sonucun tansiyonun dengelenmesine bağlı olmadığını, başka mekanizmalarla yararlı etkiler yarattığını ortaya koyuyor.
Bu çalışmayı genişletmek amaçlı olarak MICRO-HOPE kod adı verilen başka bir çalışma daha yapıldı. Bu çalışmanın amacı, şeker hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan komplikasyonların Ramipril kullanımıyla azaltılabileceğini göstermekti. Bu araştırma, şeker hastalığının böbrekleri hasarlandırdığını gösteren idrardaki mikroalbümin düzeyinin takibiyle, Ramipril kullanılması halinde, böbreklerin korunduğunu gösterdi. Ayrıca şeker hastalarında kalp-damar sorunlarının Ramipril kullanımıyla azaldığı da ortaya konuldu.
HOPE çalışmasının geliştirilmesi amaçlı olarak yapılan bir başka çalışmanın kod adı da SECURE. Damar sertliği olanlarda Ramipril kullanımıyla, damar sertliğinin ilerleme hızında azalma olup olmayacağı araştırılmıştı.
Yarınki yazımda bu çalışmanın sonuçlarını aktarıp tümü üzerinde değerlendirme yapacağım.
Devam edecek
Yazının Devamını Oku 19 Haziran 2002
<B>KALP </B>krizleri ve beyin damarlarının tıkanması sonucu oluşan inmeler gibi olaylarla hayati tehlikeler yaratabilen damar sertliğinin oluşmasıyla ilgili rsik faktörlerini sık sık ele alıyorum. Sigara içmek, yüksek tansiyon ya da şeker hastası olmak, kandaki kolesterol gibi yağların yüksekliği, damar sertliği oluşmasında başta gelen risk faktörleri olarak kabul edilirse de bunların risklerin tümü olmadığı da biliniyor. Bu nedenle araştırmacılar, hastalıkları ve ölümü engellemek için diğer risklerin de belirlenmesi yönünde çalışmalarını sürdürüyorlar.
Yapılan çalışmalarda, böbrekten salgılanan ve kan dolaşımı ile basıncının düzenlenmesini sağlayan hormon benzeri renin-anjiyotensin-aldesteron sisteminin bu alanda önemli etkisinin olduğu kanıtlandı.
Daha önce yapılmış, kalp hastası toplam 9 bin hastayı kapsayan 3 araştırmanın sonuçlarının değerlendirilmesinde ACE inhibitörü adı verilen gruptan ilaç kullanılmasıyla kalp krizi geçirme riskinin yüzde 23 oranında azaldığı görüldü.
Bunu değerlendiren araştırmacılar, bu gruptan ilaç kullanılmasıyla aynı zamanda inme ve şeker hastalığının getireceği komplikasyonların da önleneceğini düşündüler. Planlanan araştırmada bir ACE inhibitörü olan Ramipril adlı etken maddenin damar sertliği açısından yüksek risk taşıyan kişilerde kullanılmasıyla, damar sertliğine bağlı ölümlerin, kalp krizlerinin, inmelerin azaldığı gösterilmek istendi.
Araştırmada 9500'den fazla sayıda 55 yaşın üzerinde hasta incelendi. Bunlar kalp-damar hastası veya yüksek tansiyonlu ya da şeker hastasıydı. Bu grubun bir kısmına, ülkemizde Delix adıyla satılmakta olan Ramipril adlı etken maddeyi içeren ilaç, diğer gruba ise psikolojik etkileri dışlamak amaçlı olarak etken madde içermeyen haplar (plasebo) verildi.
Bu hastalar araştırmanın belirli aşamalarında ayrıntılı olarak incelendiler.
Araştırma 5 yılı kapsamak üzere planlanmıştı. Ancak 4.5 yıl sonunda Bağımsız Araştırma Denetim Kurulu, Ramipril kullanan hastalarda kalp-damar sorunlarından ölüm, kalp krizi ya da inme geçirme oranlarında çok aşikár faydalar elde edildiğini görünce, araştırmaya katılıp plasebo kullanan hastaların da bir an önce Ramipril kullanabilme olanağına kavuşabilmelerini sağlamak için araştırmanın planlanan zamandan önce bitirilmesi kararı verdi. Devam edecek
İSTANBUL’DAKİ OKURLARIMIN DİKKATİNE
Bugün Beyoğlu'ndaki Tarık Zafer Tunaya merkezinde ağrı konulu bir sağlık söyleşisi yapacağım.
Arzu eden tüm okurlarım, saat 14.00'teki bu toplantıya katılabilirler.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2002
<B>DÜNKÜ </B>yazımda, uzun yıllardan beri, zayıflama amaçlı olarak birçok ilacın denendiğini ancak çoğunun yan etkileri, bir kısmının da yeterli etkiyi gösterememesi nedeniyle kullanımdan kalktığını belirtmiştim. Bu amaçla kullanılanlardan, beyindeki iştah merkezine etki edenler, tansiyon ve kalp atım hızında artışa yol açabildiği için bazen istenmeyen ve hatta tehlikeli olabilen yan etkilerin ortaya çıkmasına neden olabiliyor.
Uzmanlar bu nedenle, sistemik etkisi olmayan, etkisini sadece bağırsaklardan yağın emilmesini engelleyerek gösteren bir ilaçta yoğunlaşıyorlar. Xenical adıyla satılan bu ilaç bağırsaklardan yağın emilmesinde etkili enzimin çalışmasını engelleyerek, gıdalardaki yağın kana karışmasını engelliyor. Dışkıdaki yağ miktarına bağlı olarak yağlı ishaller görülebiliyor. Yenilen gıdadaki yağ miktarı arttıkça dışkıdaki yağ miktarı da artıyor. Bu da kişilerin beslenme düzeninde, neleri yemesinin daha doğru olacağını öğretmesi açısından da yardımcı olabiliyor.
Bu ilaçla yapılan bir çalışmada, vücut kitle endeksi 30 ile 43 arasında olan 430 aşırı kilolu kişi incelenmiş. İlk 4 haftada hızlı bir kilo azalması görülmüş. 6 ay sonunda, kişilerin yüzde 92'sinde, başlangıç kilolarının en az yüzde 5'i kaybedilmiş. Ortalama kilo kaybı yaklaşık 11 kg. civarında olmuş. Bir yılın sonunda çalışmaya katılanların yarısı, başlangıç ağırlıklarının yüzde 10'undan fazlasını kaybetmiş. Bu çalışma döneminde araştırmaya katılanların kan basınçlarında, kandaki kolesterol düzeylerinde ve göbek çevresinde önemli ölçekte azalmalar görülmüş. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi göbek çevresi ölçümü, vücutta birikmiş yağlar açısından önemli bir göstergedir. Artmış yağlar da ensülin direncine yol açarak, yüksek kan şekeri, yüksek kan basıncı, yüksek kolesterol düzeyi gibi sorunlara neden olmaktadır.
Birkaç günden beri anlatmaya çalıştığım, şişmanlığın önemli bir sağlık sorunu oluşturması konusuna herkesin önem göstermesi gerekiyor. Kalp krizi, felç, şeker hastalığı gibi sağlık sorunları oluştuktan sonra bunları düzeltmeye çabalamak yerine, önlem alarak sorunların ortaya çıkışını engellemek her zaman en doğru davranış biçimi olmaktadır.
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2002
<B>DAHA </B>önceki iki yazımda şişmanlığın neden olduğu sağlık sorunları ve bu sorunların yarattığı kişisel ve toplumsal risklerin üzerinde durmuştum. Çevreye bakıldığında kilo verme çabalarının çoğu kişinin ortak çabası olduğunu görüyoruz. Ancak bunu kolayca başaran çok az. Daha doğrusu, kilo vermeyi başaran çok da, istediği kiloda kalabilmeyi başaran az. Katı ve gerçekçi olmayan ‘‘mucize’’ diyetlerle kısa sürede kilo veriliyor ama bu diyetleri sürdürmek mümkün olmadığı için eski beslenme düzenine dönünce kilolar kolayca geri alınıyor. Bu kadar lezzetli yemeklere direnmek kolay olmuyor doğrusu.
Durum böyle olunca ilaç desteği aranmaya başlanıyor. Zayıflamada ilaç arayışları yeni değil. 1920'lerin başlarından beri bu arayışlar sürüyor. Tiroid hormonları, müshiller, idrar söktürücüler, efedrin, dinitrofenol ve amfetaminlerin değişik türevleri bu amaçla kullanıldı. Çoğu idrar söktürücü ve müshil etkili bitki kombinasyonları da denendi. Bunların çoğu, ya anlamlı ve kalıcı bir etki yaratmadığı ya da güvenli olmadığı için terk edildi. Bir süre önce dexfenfluramin ve phentermine (fen-phen) kombinasyona mücize gibi sarılındı ama kalp kapaklarında ciddi sorun yarattığının anlaşılması üzerine bu ilaç da yasaklandı.
Hekimlerin çoğu şişmanlığı tedavi etmek yerine şişmanlığın neden olduğu şeker, yüksek tansiyon, kan yağları (kolesterol vb.) yüksekliği gibi sorunlarla uğraşmayı tercih ediyor.
Ancak son zamanlarda, hastayı ciddi ölçekte zayıflatarak bu sorunları önlemek tercih edilmeye başlandı. Örneğin Amerika'da sürdürülen LOOK AHEAD kod adlı çalışma ve Avrupa'da sürdürülen XENDOS kod adlı çalışma, orlistat adlı etken maddeyi içeren Xenical adlı zayıflama ilacının kullanılmasıyla Tip 2 şeker hastalığının oluşumunun engellenmesinin mümkün olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalar, yüksek tansiyonu kontrol altına alabilmek için, sigarayı bırakmak, spor yapmak gibi önlemlerin yanı sıra kilo vermenin de çok önemli etkileri olduğunu ortaya koydu.
Kolesterol gibi kan yağlarının yüksekliği halinde de hekimler hastaya kilo verme tavsiyelerinde bulunmaktadır.
Kilo vermenin bel ağrıları, diz eklemi aşınmaları gibi birçok sorunu önlemedeki önemi de tartışılmaz.
Görüldüğü gibi kilo vermeyle, birçok önemli sağlık sorununu henüz oluşmadan önlemek mümkün olabilecek.
Devam edecek
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2002
DÜNKÜ yazımda bir insanın şişman mı, zayıf mı olduğuna karar verilebilmesi için gerekli olan vücut kitle endeksinin (BMI) nasıl hesaplanacağını anlatmıştım.
Bulunan bu rakam 18.5 ile 25 arasındaysa, o kişinin normal kilolu olduğundan bahsedilir. 18.5 rakamının altında sonuç veren kişiler zayıftır. 25 ile 30 arasında, kişinin fazla kilolu olduğu, 30'un üzerindeki değerlerde ise obez olduğundan bahsedilir.
Geçtiğimiz günlerde İspanya'nın Sevilla kentinde yapılan bir toplantıda bu konular tartışıldı.
Prof. Dr. Ramon Gomis, Tip 2 olarak adlandırılan şeker hastalığının görülme sıklığının, BMI değerlerinin artışıyla yakından ilişkisi olduğuna dikkat çekti. Dr. Gomis, yapılan araştırmalarda 4-10 yaş grubundaki obez çocukların % 25'inde, şeker hastalığının bir ön şekli olarak nitelendirilebilecek, bozulmuş glikoz toleransı tablosunun bulunduğunu ortaya koydu.
Aynı toplantıda konuşan Prof. Dr. Romano Nosadini, obezitenin yol açtığı diğer sağlık sorunlarına da dikkati çekti. Dr. Nosadini yaptığı konuşmasında obezite ile kanser sıklığı arasında da bir paralellik olduğunu belirtti. Obezlerde rahim ve incebağırsak kanseri görülme ihtimali yaklaşık 3 kat, böbrek ve gırtlak kanserleri 2-2.5 kat, safrakesesi, kalınbağırsak, pankreas ve lenf kanserleri ortalama 1.5 kat daha fazla.
Yüksek tansiyon ile obezite arasında da ilişki yoğun. Vücut kitle endeksi (BMI) 25'in altında olanlara oranla, BMI değeri 30'un üzerinde olanlarda yüksek tansiyon görülme oranı iki kat daha fazla.
Dr. Nosadini yaptığı konuşmada, BMI değeri 22 civarında olan kişilere oranla, BMI değeri 40 civarında olanların ölüm riskinin yüzde 300 arttığını da belirtti.
Görüldüğü gibi obezite, her yönüyle ciddi bir sağlık sorunu. Bunu önlemek ya da oluşmuşsa bundan kurtulmak için kararlı bir davranış biçimi sergilemek gerekiyor.
Pazartesi günkü yazımda, obezite tedavisi konusunda yapılan çalışmalara değineceğim.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2002
<B>TELEVİZYONLARA,</B> sokakta gezerken çevremize ve hatta aynaya baktığımızda, giderek daha şişman insanlar görmeye başladığımızın farkında mısınız? İlanlara baktığımızda sık sık zayıflama ürünleri ve araçlarının pazarlandığını da görüyoruz. Ancak çok az kişi bunun önemli bir sağlık sorunu olduğunun farkında. Zayıflamak isteyenlerin çoğu, bu konuyu estetik kaygıyla ele alıyor. Kısa zamanda sonuç almak için ‘‘mucize’’ yöntemlere başvuruluyor. Gerçekçi olmayan bu yöntemler uzun süremeyeceği için, kısa bir süre sonra eski kilolara dönülüyor.
İşin daha vahim tarafı, artık çocuklarımız da aşırı kilolu.
Konu sadece estetik değil. Fazla kiloların, şeker hastalığı, damar sertliğine bağlı kalp-damar hastalıkları ve hatta kanser sıklığını artırdığı biliniyor. İşte bu noktadan sonra şişmanlık bireysel bir sorun olmaktan çıkıp toplumsal bir sorun haline geliyor. Toplumun maddi-manevi büyük emeklerle yetiştirdiği kişiler, en verimli olacakları yaşlarda üretici olmaktan çıkıp tüketici haline geliyor. Sosyal güvenlik kuruluşları, giderek artan sağlık harcamaları nedeniyle ekonomik zorluklara giriyor. Bu zorluklar, gelişmiş ekonomilerin bile sosyal güvenlik sistemlerini tehdit eder hale geldi. Hele bizim gibi gelişme çabasında olan ülkelerde bu konunun çok daha büyük önem taşıdığı tartışılmaz bir gerçek.
ŞİŞMANLIK NASIL HESAPLANIR?
Önümüzdeki günlerde ayrıntılarını ele alacağım fazla kilo sorununun iyice anlaşılabilmesi için kısaca BMI olarak adlandırılan vücut kitle endeksi hesaplamasından bahsetmek istiyorum. Bu rakamın bulunabilmesi için kilogram cinsinden vücut ağırlığını, metre cinsinden boy uzunluğunun karesine yani kendisiyle çarpımına bölmek gerekiyor. Anlaşılabilmesi için bir örnek vermek gerekirse, 1.70 boyunda ve 80 kg. ağırlığında bir insanda BMI hesabı yaparsak, boy uzunluğunun karesi 1.70 x 1.70 = 2.89 olarak bulunur. Vücut ağırlığı olan 80'i, 2.89 a bölersek 80 / 2.89 = 27.68 sonucunu buluruz. Bu kişinin vücut kitle endeksi, yani BMI=27.68'dir.
Yarınki yazımda bu rakamın ne olduğu zaman, hangi anlamlara geleceğini anlatacağım.
Yazının Devamını Oku