Bugün milyonlarca çocuk lise giriş sınavına girdi. Hepsi çok uzun ve zorlu bir çalışma maratonunu bugün noktaladı.
Sınava hazırlık sürecinde çoğu kaygı, stres ve yetersizlik duygusu yaşadı. Sınav sırasında da benzer duygular yaşamış olabilirler.
Anne-babaların haklı olarak akıllarına gelecek ilk soru “Nasıl geçti?” olacak.
Sizlerden rica ediyorum, sonra da şu soruyu sorun: “Nasıl hissediyorsun?”
Onların nasıl hissedeceği biraz da sizin tutumunuza bağlı. Eğer siz gerginseniz onlar da gergin olmaya devam edecek. Siz rahatsanız onlar da rahatlayacak.
Siz rahatken çocuğunuz gerginse, birkaç cümleyle yaşadığı stresten kurtulmasına yardım edebilirsiniz:
Çoğunuz “disleksi” kelimesini daha önce duymuşsunuzdur. Disleksi; okuma, heceleme ve yazma becerilerini edinmeyle ilgili nörolojik kökenli, doğuştan gelen bir sorundur. Disleksisi olan kişiler, okuma hızı, okuma kalitesi, okuduğunu anlama-anlatma, sağı-solu ayırt etme gibi konularda yaşıtlarına ve zekasına kıyasla beklenenin altında performans sergiler.
Peki matematik konularında yaşanan bazı sıkıntıların da aynı şekilde biyolojik bir problem olduğunu ve doğuştan geldiğini biliyor muydunuz?
“Diskalkuli” adlı bu durum, sayısal dili işleyen nöral bağlantıların işlev bozukluğu şeklinde tanımlanabilir. Bu da sayısal bilgilere erişmeyi ve onları işlemeyi zorlaştırır.
Dolayısıyla diskalkulisi olan kişiler, temel sayısal işlemlerde kavrama ve hesaplama sorunu, zihinsel canlandırma güçlüğü yaşayabilir.
Diskalkuli, zor geometri problemlerini anlayamamak değil, bazen en basit matematiksel kavramlarda bile zorluk yaşamaktır.
Örneğin kişi 3+5=8 işlemini bile parmağı ile yapma ihtiyacı duyabilir.
Anne-baba olmak sabır, ilgi, sevgi, zaman, disiplin, emek, bilgi, fedakarlık, enerji, güç gerektiren bir iş... Ve bütün bunların hepsinin çocuğa dengeli bir şekilde verilmesi gerek. Tüm zorluklara rağmen bunu çok istediğinize inandığınızda, bu zorlu işe hazır olup olmadığınızı düşünmek doğru bir ilk adım olabilir. Kendinize şu soruları sorabilirsiniz:
1- Neden anne-baba olmak istiyorum?
Anne-babam torun istiyorlar... Yaşım ilerliyor, sonra pişman olabilirim... Yalnız yaşlanmak istemiyorum... Evliliğimiz kötü gidiyor, çocuğumuz olursa belki evlilik de kurtulur gibi nedenler anne-baba olmak için doğru nedenler değil.
Unutmayın ki çocuklar bu dünyaya size hizmet etmeye, duygusal olarak sizi beslemeye gelmiyorlar. Hayatınızda yanlış giden bir şeyler var ise bebek dünyaya geldiğinde de bu problemler çoğunlukla devam edecektir. Problemler çözülmeden üzerine bir de bebek bakımı, bebeğin ihtiyaçları geldiğinde hayatınızın daha da zorlaşması kaçınılmaz olur.
2- Psikolojik sağlığım nasıl?
Psikolojik sıkıntılarınız var mı? Kaygı, takıntı bozukluğu, depresyon, alkolizm, uykusuzluk, dikkat bozukluğu gibi problemleriniz var ise bunlarla ilgili yardım almanız çok önemli. Çözümlenmeyen bu problemler, bebek geldiğinde size daha büyük sıkıntılara neden olabilir.
3- Eşimle ilişkimiz nasıl?
Cocuklarla, gençlerle konuşma şeklimiz, onları överken, yargılarken, öğüt verirken kullandığımız kelimeler, bazen hiç istemediğimiz etkiler yaratabiliyor.
Ne kadar iyi niyetli olursak olalım, kendimizi doğru ifade edemediğimizde karşımızdakine zarar verebiliyoruz. Hele de anne-babalarının gözünün içine bakan, dünyayı onların gözünden öğrenmeye çalışan çocuklar, bizim sözlerimizden hiç tahmin etmediğiniz kadar çok etkileniyorlar. O nedenle onlarla konuşurken bazı noktalara dikkat etmekte yarar var:
◊ Konuşmalarınızın içeriklerine dikkat edin. Çoğu anne-babanın yaptığı gibi sizin de konuşmalarınız çoğunlukla düzeltme, uyarma, eleştirme içerikli ise, sizin yanınızda bulunmaktan pek hoşlanmayacaktır. Konuşurken bir yandan saçını, üstünü başını düzeltiyorsanız ya da konuştuğu konu hakkında olumsuz yorumlar yapıyorsanız, o konuşma da pek uzun sürmez!
◊ “Yapma” veya “Yapabilir misin” gibi uyarılar yerine daha net ve olumlu uyarılar yapın: “Koltukta zıplama” veya “Koltukta zıplamayabilir misin” yerine, “Şimdi koltuktan in” veya “Otur” gibi daha net cümleler kullanın.
Ya da alternatif bir aktivite yapmayı önerebilirsiniz. Çocuklar ne yapmamaları gerektiğinin söylenmesi yerine, ne yapmaları gerektiği söylendiğinde daha fazla söz dinlerler.
ONA GÜLERSENİZ SİZİNLE KONUŞMAZ
Esrar (Marijuana), kenevir bitkisi cannabis sativanın çiçek ve yapraklarının kurutulmasından elde edilen bir uyuşturucu maddedir. Esrarın içindeki ana etken uyuşturucu madde ise THC adında, kişinin psikotik deneyimler yaşamasına neden olan bir madde. Bu maddenin adını bilmek önemli, çünkü son yıllarda esrarın içindeki bu ana maddede büyük bir artış gözleniyor. Dolayısıyla genç beyinlere verdiği zararlı etki de artmış oluyor.
Esrar ya da halk dilinde yaygın kullanımı ile ot, genellikle sigara içine sarılarak kullanılıyor. Bayık, keskin bir ot kokusu var, sigaraya benzemiyor. Kova veya bong adı verilen bir yöntemle buharını içe çekerek de kullanılıyor. Kek, şeker, lolipop veya diğer gıdalara katılarak tüketimi de yaygın.
Gençler arasında kullanımı son yıllarda artış göstermekte olan esrarın, özellikle gençlik yıllarında kullanıma başlandığında oldukça fazla zararları var.
Ergenlik yılları, büyümenin en hızlı olduğu, kişinin benliğini oluşturmak için araştırma içinde olduğu, bu araştırma içindeyken değişik şeyler denemek istediği, riskler aldığı, keşfetme ihtiyacının olduğu yıllar. Beyinle ilgili araştırmalar gösteriyor ki insan beyninin gelişimi 18 yaşında birdenbire durmuyor, gelişimine devam ediyor.
Beyin araştırmalarına olanak veren teknolojiler geliştikçe, beynimizin yetişkin beyni haline gelmesinin; beynimizin karar verme, mantık yürütme, görevleri organize etme gibi görevleri yerine getiren ön bölgesinin gelişmesinin 20’li yaşların ortalarına kadar devam ettiği ve buna ek olarak hormonların düzene oturmasının da 20’li yaşların ortalarını bulduğu biliniyor.
Dolayısıyla bu keşfetme, merak, deneme arzusu, esrar kullanma gibi kalıcı zarar verebilecek riskli davranışlara yol açabiliyor.
Bu yaşlarda “bana bir şey olmaz” düşüncesi oldukça yaygın. Bu nedenle gençlerimizle sık sık konuşarak, onlara esrar ile ilgili bilimsel bulguları aktarmamız çok önemli.
Danışan: Öfke kontrol problemim var. Çok çabuk parlıyor ve istemediğim tepkiler veriyorum. Sonrasında pişman oluyorum.
- Dr. Başak: Ne gibi tepkiler?
Danışan: Birden bağırıyorum. İki gün önce kız arkadaşımla çok kötü bir kavga yaşadık, ben de o sırada kollarından tutup sarstım ve o da ayrılmak istediğini söyledi. “Bana şiddet uyguladın” dedi. Yaptığımın doğru olduğunu savunmuyorum ama şiddet lafı da biraz ağır geldi doğrusu. Sadece kollarından tutup sarstım...
- Dr. Başak: “Sadece kollarından tutup sarsmak” da, tokat atmak da, eşya fırlatmak da şiddettir. Şiddetin azı çoğu olmaz. Şiddetin bütün dünyada kabul edilmiş tek bir tanımı vardır. Bilmek ister misiniz?
Danışan: Evet, dövmek, yumruk atmak dışında kol sıkmaya filan da şiddet dendiğini bilmiyordum.
Bunu açıklamak gerekiyor muydu bilmiyorum ama bazı yanlış anlaşılmaları, önyargıları, burun kıvırmaları engellemek için böyle başlamak istedim.
Kadın ve erkek eşitliğine ulaşmaya çalışan biz kadınlar, eşitlik derken eşit haklardan söz ediyoruz.
Eğitimde, sağlıkta, ülke yönetiminde, sosyal hayatın içinde, evlilikte, işyerinde, erkekler ile eşit değere, özgürlüğe, saygıya, söze, özet olarak eşit hakka sahip olmaktan söz ediyoruz.
İnsanlar arasında ayrımcılık her zaman problem yaratır. Bir grup insanın diğer gruptan üstün olduğunu savunmak, her zaman çatışma, huzursuzluk ve mutsuzluk kaynağı olur.
İki kişi bir tabak yemeği eşit paylaşmazsa, biri mutfakta iş yaparken diğeri oturup televizyon seyrederse, aynı pozisyonda çalışan iki kişiden biri daha fazla maaş alırsa, oğlan okula giderken kız gidemezse, yaşam içinde adalet olmazsa, bu insanlar için her zaman çatışma, huzursuzluk ve mutsuzluk kaynağı olur.
EN MUTLU OLANLAR KUZEY AVRUPA ÜLKELERİ
Ülkelerin mutluluğu 2012 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından araştırılıyor.
1- Çocuklarımıza kendilerini korumayı öğretmiyoruz.
2- Cinsel taciz yapan kişileri deşifre etmeyerek, aslında onları koruyoruz.
3- Cinsel tacizin ne olduğunu bilmiyoruz.
4- Cinsel istismarın sadece tecavüz olmadığını, bir yetişkinin veya ergenin cinsel haz duymak amacıyla çocuğun cinsel organlarını okşamasının, ellemesinin, teşhircilik yapmasının ve çocuğu pornografik amaçlı kullanmasının da cinsel istismar olarak tanımlandığını bilmiyoruz.
5- Çocuğa hiç dokunmasa bile ona pornografik yayınlar seyrettirmenin, resimler göstermenin de cinsel taciz olduğunu bilmiyoruz.
6- Kötülere karşı çok da fazla yapılacak bir şey olmadığına inanıp çocuklarımızın başına “kötü” bir şey gelmemesi için sadece dua ediyoruz.
“ÇEVREMİZDE KÖTÜ İNSANLAR YOK” HATASINA DÜŞMEYİN