Ülkemizde üniveriste, yüksek okul vb. okuyarak bir meslek sahibi olmak istiyorsanız sınavlara girmeniz ve istediğiniz okula yerleşmeye yetecek puanı almanız gerekiyor. Sınavlara hazırlık ise çok erken yaşlarda başlıyor, çocukluk yaşlarından itibaren neredeyse ergenliğin sonuna kadar kazanmak istenilen okul için yoğun çaba gerekiyor. Peki, istenen okul hangisi? Buna nasıl karar veriyor çocuklar/ergenler?
Ergenlik dönemi ergen için hem büyümeye ait değişim ve zorlukları taşırken hem de çok önemli kararların verildiği, yol ayrımlarının olduğu bir dönem.
Bu dönemin en önemli seçimi ise kesinlikle meslek seçimidir.
Dünyaya geldikten kısa bir süre sonra meslek seçimi ile ilgili çalışmalar çocuğun dünyasında başlar. Meslek seçimi, meslek kimliği, yaşadığımız toplumda kabul görmek, onaylanmak, takdir edilmek için çok önemlidir. Çocuklar genellikle 10'lu yaşlara kadar, ihtiyaçlar, yetenekler, yönelimler, ülkedeki iş alanları gibi konuları önemsemeden daha hayali meslek yöneliminde bulunurlar.
Ör: Doktor, öğretmen, asker, avukat vb. Seçtikleri meslekler genellikle mesleki üniformaların olduğu ve kendilerinin de bir şekilde ayırt edebildikleri mesleklerdir.
10'lu yaşlardan 17 yaşına kadar olan bilişsel gelişim döneminde mesleklerle ilgili düşünceleri de değişir. 10 yaşından önce sadece şeklen bildikleri ve olmak istedikleri meslekleri artık yavaş yavaş kendileriyle, değerleriyle, ilgi alanlarıyla, yetenekleriyle örtüşüp örtüşmediğini de düşünmeye başlarlar. Bu dönem 15 yaşdan sonra hızlanır. O ana kadar geçici tercihler yapmaktadırlar ancak 15 ile 17 yaş arası daha farkındalıklı düşünmeye başlarlar.
15 yaşından sonra mesleklerine yavaş yavaş yönelirken ailenin ve toplumun ne istediği de önemli olabilir. Ergenin gerçekten kendi istediği mesleğe mi yoksa ailesinin istediği mesleğe mi yöneldiğini ayırt etmesi önemlidir. Bunun içinde ilgi alanlarını ve yeteneklerini bilmesi, mutlu olabileceği mesleğin farkında olması gerekir. Çoğu çocuğun aslında kendi istediği değil ailesinin istediği mesleği seçtiğini anladığı zaman ya okula başladığı ya da mesleğe başladığı zamandır.
Evlilik terapisine, sihirli değnekten çok evlilik alanına ait konuları derleyen, toparlayan, düzenleyen tarafsız, uzman bir elin dokunuşu diyebiliriz. Evliliklerde küçük gibi görünen konular bile bazen o kadar sorun çıkarır ki. Bu alanlar toparlandığında ilişkiler nefes alır. Yeni davranış ve alışkanlıklar kazandırıldığında, ailenin ortak değerleri ve prensipleri çalışıldığında, yeni bir iletişim dili kazanıldığında evdeki herkes daha sağlıklı nefes alır.
Dünyaya ve aileye bir bebek getirme kararı çiftin verdiği en önemli karardır. Bu karar, karı kocalık kimliğine ek olarak anne babalık kimliğini de doğurur. Anne babalık ömürlük bir kontrattır ve eşler ayrılsa bile bu kontrat devam eder. Çoğu zaman çiftler bebekleri olmasını içgüdüsel, öğrenilmiş ve farkındalıkları düşük olarak sadece isteyerek karar verirler.
Çocuk dünyaya getirmek için doğru zaman var mıdır? Evet vardır. Evlilik evrelerden oluşur. Çoğunlukla evliliğin ilk iki yılı çocuksuz evredir. Bu evrenin sağlıklı geçilmesi önemlidir. Bu evrede çiftin ‘biz’ alanlarını oluşturup sağlamlaştırmaları önerilir. Bu süreçten sonra bebek düşünmek daha gerçekçi olur. Çünkü bebekli evre evliliğin bir sonraki evresidir ve kendine has güzellikleri ile birlikte sorunları da beraberinde getirir. Güçlü ve birbirine bağlı bir ilişkinin çocuklu evreye adaptasyonu daha rahat olur.
Eşlerden biri çocuk istemiyorsa, kaygıları ya da şüphesi varsa konuya hassasiyet gösterilmeli, kararını sağlıklı vermesi için desteklenmelidir. Gerekirse psikolojik destek alınmalıdır. Çünkü çocuk kararı hayattaki en önemli kararlardandır ve karar baskı ya da verilmemelidir. Çiftlerden biri çocuk istemiyorsa veya yapmama kararı verirse karara saygı duyulmalı ancak diğer kişi anne/baba olmak istiyorsa ona da saygı duyularak gerekiyorsa evlilik sonlandırılmalıdır.
KAYNAK: MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI/ HÜRRİYET KİTAP
Evlilik terapisine, sihirli değnekten çok evlilik alanına ait konuları derleyen, toparlayan, düzenleyen tarafsız, uzman bir elin dokunuşu diyebiliriz. Evliliklerde küçük gibi görünen konular bile bazen o kadar sorun çıkarır ki. Bu alanlar toparlandığında ilişkiler nefes alır. Yeni davranış ve alışkanlıklar kazandırıldığında, ailenin ortak değerleri ve prensipleri çalışıldığında, yeni bir iletişim dili kazanıldığında evdeki herkes daha sağlıklı nefes alır.
Dünyaya ve aileye bir bebek getirme kararı çiftin verdiği en önemli karardır. Bu karar, karı kocalık kimliğine ek olarak anne babalık kimliğini de doğurur. Anne babalık ömürlük bir kontrattır ve eşler ayrılsa bile bu kontrat devam eder. Çoğu zaman çiftler bebekleri olmasını içgüdüsel, öğrenilmiş ve farkındalıkları düşük olarak sadece isteyerek karar verirler.
Çocuk dünyaya getirmek için doğru zaman var mıdır? Evet vardır. Evlilik evrelerden oluşur. Çoğunlukla evliliğin ilk iki yılı çocuksuz evredir. Bu evrenin sağlıklı geçilmesi önemlidir. Bu evrede çiftin ‘biz’ alanlarını oluşturup sağlamlaştırmaları önerilir. Bu süreçten sonra bebek düşünmek daha gerçekçi olur. Çünkü bebekli evre evliliğin bir sonraki evresidir ve kendine has güzellikleri ile birlikte sorunları da beraberinde getirir. Güçlü ve birbirine bağlı bir ilişkinin çocuklu evreye adaptasyonu daha rahat olur.
Eşlerden biri çocuk istemiyorsa, kaygıları ya da şüphesi varsa konuya hassasiyet gösterilmeli, kararını sağlıklı vermesi için desteklenmelidir. Gerekirse psikolojik destek alınmalıdır. Çünkü çocuk kararı hayattaki en önemli kararlardandır ve karar baskı ya da verilmemelidir. Çiftlerden biri çocuk istemiyorsa veya yapmama kararı verirse karara saygı duyulmalı ancak diğer kişi anne/baba olmak istiyorsa ona da saygı duyularak gerekiyorsa evlilik sonlandırılmalıdır.
KAYNAK: MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI/ HÜRRİYET KİTAP
Başta Eylül ve Leyla’nın anne-babası olmak üzere evladını kaybeden tüm anne babalara Allah sabırlar versin. Dayanılması çok zor bir acı… Söz yine bitti acı sözün yerini aldı. Çocuklarımızı koruyamadığımız için, ne denenle olursa olsun henüz fidan bile değilken kaybettiğimiz için derin bir acı hissediyorum.
Her geçen yıl çocuklara yönelik uygulanan cinsel istismar /şiddet ve cinayetler hemen hemen hepimizin kanını donduruyor. ‘Bir insan bir başkasına hele ki bir çocuğa bunları/bu kadarını nasıl yapar?’ aklımızın ve gönlümüzün almadığı bu caniliği yaptıran davranışın nedeni sadece cahillik olmasa gerek?
Çocuklara duyulan sapkın cinsel ilgi ve dürtüyü kontrol edemeyip bunu fiilen gerçekleştirmek ve sonrasında canı almak… Cahillikten çok ötesi… “Canilik! Cani…” Bu kelime kulağımda ve içimde çok yankılanıyor bu günlerde… Cani yani karşısındakiyle asla empati kuramayan ve sadece kendi alacağı hazza/dürtüye odaklı davranan can alan.
Caninin ruh hali ve psikolojisi bu yazının konusu olmayacak. Bu yazıda; bu acıyı yaşayan anne babalar yaşadıkları bu travmayla ilgili neler yapmalılar ve çocukları bu tip canilerden nasıl koruyabiliriz bilgileri paylaşmak istiyorum.
Dilerim, Eylül ve Leyla son olur. Dilerim çocuklarımız daha güvenli bir ortamda çocukluklarını yaşar.
Dilerim, insanlar birbirlerine dair daha farkındalıklı ve şefkatli olur.
Dilerim İnsanlar İNSAN olur.
"Stres bana ne yapar ki çok saçma" diyen pek çok kişiyle tanışıyorum. Örneğin bu tür cümleleri sık duyabiliyorum;
• Baş ağrım ve mide bulantım nasıl olur da strese bağlanır ki! Bulantı ve ağrı gerçek
• Gebe kalamıyorum ve nedeni yok, çok sağlıklı olduğumu söylüyor doktorlar, stresten diyorlar, aklım almıyor.
• Kilolarımı bir türlü veremiyorum ve çok da yemiyorum, stresten oluyormuş, şaşkınım ve inanmıyorum.
• Cinsel isteğim hiç yok, bedensel olarak da sorunum yok, stres isteksizlik yapıyormuş.
Stresin gözle görülmez olmaması mı yoksa doktorların, uzmanların stresin ne olduğunu tam açıklamamaları nedeniyle mi bilinmez stres pek çok insana anlamsız ve saçma gelir. Ne kadar saçma bile gelse hayatın içindeki kronikleşen stres uzun vadede pek çok psikosomatik ve fiziksel hastalığa davetiye çıkarır. Uykusuzluk, depresyon, kas ağrıları, cinsel istek azlığı, yeme sorunları, cilt sorunları, öfke patlamaları, gebe kalamamak vb. durumlar stresin neden olduğu bazı sonuçlardandır.
Peki, ne oluyor da stres bunu yapıyor? Kısaca; stres anında vücudun kimyasal dengesi bozuluyor ve pek çok stres hormonu tetikleniyor. En temel stres hormonu kortizol. Kızgınlık, korku, gerginlikler, öfke, saldırganlıklar, kaygı, üzülme, panik, umutsuzluk, depresyon, tükenmişlik ,.. vb duygulanımlarda başta kortizol olmak üzere, adrenalin, noradrenalin yükselirken (fazla salgılandığında olumlu hormonları baskılayan hormonlar), DHEA ve serotonin, endorfin düşüyor (üreme, mutluluk hormonları).
Yetişmesi gereken işler, maddi sorunlar, kaygı bozuklukları, geçmişte olanları ya da gelecekte olacakları düşünerek yaşamak, iş hayatında yaşanılanlar vb. stresi artıran etkenlerdir. Tüm bunlarla beraber, karamsar düşüncelerin sık tekrarlanıyor olması, olaylara bakış açısının çok olumsuz olması, tedavi edilmemiş travmalar ya da depresyon bedende tepkiye neden olur. Bedensel kasılmalar, rahatlayamama, gevşeyememe vb. uzun sürmesi stresin bedene yansıması ve daha farklı hastalıklara davetiye çıkarması anlamına gelir. Yani Biz olumsuz düşünceleri ya da deneyimleri tekrarladıkça, kontrolümüz dışındaki olaylarlar ilgili şikayet ettikçe ve zihnimiz geviş getirdikçe bedenimiz kasılır, gerilir ve hasta olur diyebiliriz.
Evlenmeye hazırlanan pek çok kişinin zihnini kurcalayan en temel soru "Doğru kişi mi? Doğru kişi nasıl olur? Anlaşabilecek miyiz?" gibi evlenmeden önce cevaplanması gereken sorulardandır da yüz de yüz doğru cevaplar var mıdır acaba?
Peki, bu doğru kişiyi anlamanın yolları nelerdir? Aslında bunun en temel yolu; kişinin kendini bilmesi yani evlilikten neler beklediğinin, nasıl bir ilişki yürütmek istediğinin evliliğini süreçleriyle ilgili birazcık bilgi sahibi olması, evlilik sürecinde çifte yardımcı olur.
Evlilikten beklentiniz ne? Evlilik mi evcilik mi? Gerçekten biliyor musunuz? Evlenmeyi düşlediğiniz kişiyle ortak değerleriniz var mı? Hayata bakış açınızın, güldüğünüz şeylerin, inandıklarınızın, insani değerlerinizin ne kadarı ortak ya da ortak bir kümede toplanabiliyor mu yoksa çok farklı dünyaların çok farklı değerlerin insanları mısınız?
Çok seviyoruz ancak çok kavga ediyoruz diyorsanız,
Çok seviyoruz ancak çok kıskanç,
Çok seviyoruz ancak annesi/babası/ablası ne derse onu yapıyor,
Çok seviyoruz ancak aramızda her şeyi başkalarına anlatıyor,
Çok seviyoruz ancak biraz öfkeli, bağırıyor ve küfrediyor,
Bazı ilişkiler bazı evlilikler vardır çiftler her yere beraber gider, her şeyi beraber yapar ve asla yalnız yani eşleri olmadan bir etkinlik yapmak istemezler. Yaparlarsa bile keyif alamazlar ve yalnış bir şey yapıyorum düşüncesi içinde, tedirginlik ya da huzursuzluk yaşayabilirler.
Yıllar içinde eğer eşlerden biri bundan şikâyet etmeye başlarsa sorunlarda görünür olmaya başlar. Örneğin, ‘eskiden yüzmeye giderdim ya da ara sıra arkadaşlarımla buluşurdum. Bu bana çok iyi gelirdi. Yine yapmak istiyorum ancak eşim surat asıyor ve benle olmak istemiyor musunun, sıkıldın mı benden gibi’ pek çok saçma sapan şey söylüyor. Ben galiba gerçekten sıkıldım!
Bir kişi ilişkisi olduğunda ya da evlendiğinde enerjisinin çoğunu belki de hepsini birlikte olduğu kişiye aktarması bazılarına çok anlamlı, çok romantik ve olması gereken yaşantı buymuş gibi gelebilir. Özellikle uzun süredir beklenen özlenen bir yaşantıysa bu ilişki başka türlüsü olamazmış gibi düşünebilir bazılarınız. Hep onunla olmak, mutlu anların bitmemesi, yeniden ve yeniden yaşanması, hep diz dize olmak, hep el ele… Sonsuza dek beraber sürecekmiş algısı çoğu ilişki için sadece bir ilizyondur. Hayatta her şeyde olduğu gibi ilişkilerde de DENGE çok önemlidir. Baş başa yapılan etkinlikler ya da zaman geçirmenin yanında bireyler kendilerine iyi gelen alanlarda var olabilmelidirler. Tabii ki DENGEyle…
İlişkiyi, yaşayan bir canlı gibi, beslenmeye ihtiyacı olan bir bitki gibi vb. düşünebilirsiniz. Eğer bir saksının içine aynı bitkiden iki tane fideyi çok yakın ve sık dikerseniz bir süre sonra ikisi de yeterince büyüyemez ve sağlıklı gelişemez. Aynı durum ilişkiler içinde geçerlidir. Aynı saksıda nefes alacak, sağlıklı büyüyecek mesafede olmak gerekir ilişkilerin içinde.
Her ilişkide mutlaka hem kendi yapmaktan keyif aldığınız, ruhunuza, bedeninize, özünüze iyi gelen şeyleri yapmalı hem de sevdiğinizle baş başa yapmaktan keyif aldığınız şeyleri yapacak kadar alanlar ve zamanlar olmalı.
Beraberken birbirini besleyen sohbetler, diyaloglar, etkinlikler ya da huzurlu ve dingin sessizlikler olmalı… Bazen ağlamalı, çoğunlukla gülmeli, bazen kızmalı, bazen soru sormalı, bazen beraber düşünülen ANlar olmalı…
Nasıl geçti arkadaşlarınla buluşman denmeli, sporun nasıldı, umarım iyi gelmiştir, keyifli geçmiştir gitar kursun denmeli…
Sen yapmaktan mutluysan ben de mutluyum denmeli…
Sosyal ağlar kendisine o kadar esir etti ki bizleri artık sosyalleşme aracımız çoğunlukla telefondan bağlandığımız AĞlar!
Sosyal ağlara koyduğumuz fotolar üzerinden aldığımız beğenilerin sayısı, kimler tarafından beğenildiği öz güvenimizi pekiştirirken/şişirirken, arkadaşlarımızın yaptıklarını yapamamanın, alamamanın, yiyip, giyememenin yaşattığı hislerde egomuzu yerle bir edebilmekte!
“Off ya Osman’a bak ne güzel hayat yaşıyor, her gün ayrı yerde yemek yiyor, dünyayı geziyor, çok başarılı ve iyi para kazanıyor ki bunları yapabiliyor"
"Aaa Aysu'ya bak çocukları ne güzel, çok mutlu ve refah içinde, eşi de yakışıklı adammış, bir ben bulamadın böylesini!"
"Sevim ünlü oldu… Yine bir TV programından foto atmış… Ne kazanıyordur kim bilir!"
"Bir tek ben miyim mutsuz, bir tek ben miyim doğru dürüst başarılı olamayan, bir ben miyim sap gibi tek başına, hepsi ya evlenmiş ya nişanlı ya da bir sevgili yapmış. Bu işte bir gariplik var sanki. Bu face'de herkes mutlu, herkes zengin bir ben mutsuz!”
Yukarıdaki gibi iç diyalogların normalleştiği, birbirimizin halini hatırını sosyal ağlardan sorar olduğumuz bu yıllarda herkesin mutlu sizin mutsuz olmanız size hala garip gelmiyor mu?
Çoğu ilişki, çoğu evlilik ‘Çifte kumrular gibi ömür boyu mutlu olun’ dilekleriyle başlar.
Çoğu biten evlilik ise ‘Çok şükür kurtuldum bu cendereden’ diye biter.
Çifte kumrular gibi olmak dileğiyle çıkılan evlilik yolcuğu ne olurda bu kadar kötü biter ya da neler eksik kaldığı için yıllarca zorlanır ilişkiler!
Çifte kumrular tanımı; derin derin sohbet edebilen mutlu çiftler için hatta dostlar /arkadaşlar için kullanılır. ‘Çifte kumrular gibi baş başa vermiş ne kaynatıyorsunuz ya da çifte kumrular gibisiniz ne hoş gibi...
Peki, gerçekten ilişkilerimizde de kumrular gibi olsak (olanları bunun dışında tutuyorum tabii ki); kumrulardaki özellikleri göstersek nasıl olur ilişkilerimiz? Kumruların ilişki değerlerini kendi ilişkimizde karşılıklı yaşasak daha keyifli ve sağlıklı olur ilişkiler!
Örneğin; kumrular çok sadık hayvanlarmış ve asla eşlerini aldatmazlarmış. Sadece kendi yuvalarına gider asla başka yuvalara konmazlarmış. Olur ki eşlerden biri ölürse diğeri yeniden çiftleşmezmiş ve zorluklara dayanıklı olurlarmış.
Evlikliklerin çok kolay bitebildiği ya da evliliklerde çiftlerin birbirine eziyeti, şiddeti, değersizleştirmeyi çok acımasızca yapabildiği günümüz ilişkilerinde KUMRU'lardan öğrenecek çok şeyimiz var bence!