Son yıllarda en çok sorguladığım konulardan biri de; gerçekten GERÇEK ilişkiler mi yaşıyoruz? Yoksa yalnız kalmamak için, hayatımızda birileri olsun, yanımda biri yürüsün, yalnız bir ezik gibi görünmeyeyim diye ya da çıkarım var diye günübirlik ya da yüzeysel ilişkileri mi yaşıyoruz. Ve sosyal medyadaki ilişkilerimiz ne kadar sağlıklı yönetebiliriyoruz?
Sosyal medya çılgınlığında, muhteşem hayatların yaşandığı algısında, hep mutluların yaşadığı sosyal dünyada prensler ve prenseslerden, krallar ve kraliçelerden göz gözü görmezken, gerçeği ve YALAN’ı birbirinden ne kadar ayırt edebiliyoruz.
Bizden daha iyi, daha güzel ve daha daha hayatlar yaşayanların, ünlülerin, ünsüzlerin hayatlarına şahitlik etmeye devam ettikçe ve neredeyse tüm serbest zamanlarımızda onların hayatlarını izleyerek geçirdikçe kendi hayatlarımızı nasıl gerçek yaşayabileceğiz? Yoksa birbirimizden uzaklaştıkça, sevdiklerimizin zamanından çaldığımızı fark etmeden sosyal medyadan bağlantıda olduklarımıza daha da mı çok yaklaşacağız?
Çok fazla aile ferdinden duymaya başladığım isyanlar; ‘eşim eve geliyor ve yemekten sonra koltuğa uzanıyor, cep telefonu elinde… bizlerle hiç ilgilenmiyor. Biraz da bizimle ilgilen dediğimizde ise; çok yorgunum bana karışmayın’ diyor.
Sahte ilişkiler ve doyumlar adına burnumuzun dibindekilerle gerçek ilişkileri kaçırıyoruz galiba. Ve aslında sahte ilişkiler/sosyal medya zihni ve bedeni daha çok yoruyor.
Bilgi almak, kitap okumak, beğenilen uzmanları takip etmek, kültürümüzü arttırmak gibi pozitif niyetlerle bile interneti ve sosyal medyayı kullansak bile yine de orada geçirdiğimiz zamana dikkat etmemiz ve sevdiklerimizin zamanından çalmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Sahte ilişkileri sahte paraya benzetebiliriz. Sahte parayla hiçbir şey satın alınamayacağı gibi, sahte ilişkilerle de gerçek mutluluk ya da huzur yaşanamaz bence!
Sahte ilişkiler bazı ihtiyaçlarınızı karşılayabilir, örneğin zaman geçirmek, zihninizi oyalamak, cinsellik, gülmek, vb… Zihnen doyum sağlanırken sanki bir yer hep boş kalır. Orası bence kalptir!
Eş 1
Eşim gebelik ve doğumdan önce istekli bir kadındı. Keyif alırdı ve arzuluydu, kendimi çok şanslı hissederdim. Gebe kaldığı an itibariyle eşim gitti de sanki onun yerine bambaşka bir kadın geldi; tedirgin, gergin, isteksiz, bana sapıkmışım gibi bakan ve hatta bunu söyleyen. Evde hep bir gerginlik var.
Eş 2
Bebeğimiz 1 yaşına geldi ve bence artık cinsel yaşamımız normalleşmeli, gebelikten önce haftada en az 3 kez cinselliğimizi yaşardık şimdi ise ayda bir kez yaşayabiliyoruz. O da benim ısrarım ve duygu sömürümle oluyor. Bazen kavga ediyoruz ve günlerce birbirimize tavır yapıyoruz. Eskisi gibi olalım istiyorum. Doğumdan sonraki hayata alışamadım.
Eş 3
Oğlumuzun doğumuyla birlikte kendimi hiç önemsenmiyor hissediyorum. Eşim sadece oğlanla ilgileniyor, onun gazı, uykusu, emmesi, bezi, maması, ağlaması… Ben yokum sanki! Yoo haksızlık etmeyeyim, "Ali, oğlanın maması bitti gelirken al, bezi bitti al, biberonu getir!"
Eş 4
Geçen hafta bir lisede 9. sınıf erkek öğrencilere yönelik yaptığım ‘Cinsellikte Farkındalık ve Güvenli Cinsel Yaşam’ eğitiminde gelen sorularla cinsel eğitimin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha farkettim. O sorulardan özellikle porno ile ilgili olanlar çok üzücü ve düşündürücüydü.
’15 yaşındayım ve porno filmlerdeki gibi penisim olması için neler yapmam lazım?’
‘Pornonun çizgi film olanları var ve onlar tam bize göre bence, sizce?’
Ergenlikte porno izlemenin zararlarını açıkladıkça salondan itirazlar yükseliyor: ‘Tabi ki bu yaşlarda izleyeceğiz ki cinselliği öğrenebilelim. Şimdi izlemeyip ne zaman izleyelim? Büyüyünce izlenmez ki!’
Ergenlik büyüme sürecinin tüm hızıyla ve karmaşıklığıyla devam ettiği, beynin gelişiminin, öğrenme yetisinin çok üst seviyelerde olduğu ve cinsel kimliğe ve cinsiyet kimliğine ait inançların ve değerlerin hızla yerleştiği dönemdir. İnsan gelişim evresinde bu kadar önemli olan bu dönemde, pornodaki kurgusal cinselliği gerçek algılamak ilerleyen yaşlarda çok büyük sorunlara neden olabilir.
Porno filmler BELGESEL olmadığını ve hiçbir ülkede de cinsel eğitim aracı gibi kullanılmadığının altını çizmek isterim.
Cinsel eğitimin neredeyse hiç olmadığı bir eğitim sistemimiz var. Doğru cinsel bilgiler olmadan abartılı, çoğu gerçek duyulardan uzak, yapay olarak kurgulanan cinsel birleşme ve ilişki sahnelerini gerçekmiş gibi izlemek, algılamak ergenler için ilerleyen yıllardaki cinsel hayatları için yıpratıcı olabiliyor. Pornografik tüm ürünlerin satışının 18 yaşın altına yasak olmasının ana nedeni budur.
Aynı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi pornoda da ergenlik yıllarında izlemek ve merak etmek ve düzenli olarak porno ile uyarılmak, porno izlemeden uyarılamamak ya da daha farklı ve sapkın pornoya doğru kişileri götürebilmektedir. Aynı tip uyaranları kullandıkça uyarılma dozu azalabildiği için kişi daha uyarıcı pornografik sahnelerin peşine düşebilir ve fantaziyle cinsel sapma arasında bazen ince bir çizgi vardır, aynı sahneler ya da pozlarda, fantazi objelerinde uyarılma oranı düşer.
Kadınlarımız; pek çok şaire, ressama, yazara, ilham kaynağı olmuş, yaşama yaşam katmış kadınlarımız, çelik gibi yürekleriyle bu ülkenin kurtuluş ve diriliş mücadelesinde her safhada yer almış kadınlarımız, ülke nüfusu için, gelenek için, anne olmak için, doğumda canlarından olan kadınlarımız… Hepinize bin şükür.
Biz kadınlar kendi değerimizi, hayatın devamı, sağlığı, huzuru ve barışı için vazgeçilmezliğimizi fark ettikçe KADIN olacağız. Bizi küçümseyen tüm erkeklere anne şefkati duyup işimizi yapmaya, üretmeye devam ettikçe kudretli olacağız.
Kadınlara çiçekler, hediyeler alalım, çiçekçiler, çikolatacılar, mağazalar kazansın diye kutlanmıyor Kadınlar Günü. Bu kadar basit olamaz! Kadınlar günü önemli çünkü...
Kadınlara yapılan ayrımcılığın, şiddetin, cinsel sömürünün konuşulacağı, eşitliği, barışı, özgürlüğü, insanlığı, sevgiyi vurgulayacak bir gün olduğu için önemli Dünya Kadınlar Günü!
Erkeğin son yüzyıllarda kadını ve dünyayı kontrol etmek için kullandığı tek şey; GÜÇ, KUVVET ve ŞİDDET! İşe yaradı mı? Tabii ki HAYIR!
Bir insan başka bir insana eziyor ve zulüm ediyorsa orada şefkat ve sevgiye çok ihtiyaç vardır. Gerçek sevginin içinde şiddet barınamaz!
Kimsenin kimseye üstün olmadığını, el ele vermenin gerçek GÜÇ ve KUDRET olduğunu idrak ettiğimizde insanlık ailesi olarak gerçek mutluluğu yaşarız gibi geliyor bana.
‘Toplum kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki yığının bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kitlenin bütünlüğü ilerleyebilsin; mümkün müdür bir cinsin yarısı zincirle toprağa bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin. Şüphe yoktur ki; ilerleme adımları kadın ve erkek iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmalı, yükselme ve ilerleme beraber olmalıdır...’diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün nerdeyse tam 100 yıl önce söylenmiş bilgelik dolu, kadına gerçek önemi veren, topluma yol gösteren sözlerini hatırlayarak ve içimize sindirerek ülkemiz için çalışmaya, üretmeye neşeyle, sevgiyle devam edeceğiz.
Çocuklara cinsel istismarın giderek arttığı, vicdanımızın, aklımızın çok zorlandığı bu günlerde sınırlarını çizebilen çocuklar yetiştirmek, ruh ve beden sağlığı dengeli yeni nesiller yetiştirmek anlamına geldiği için hayati önem taşımaktadır.
Çocuk doğduğu an itibariyle dünya denilen bu yaşam alanında sınırları öğrenmeye başlar. Örneğin; istediği kadar ağlasa da bazen istediği oyuncağın alınmayacağını, uyumak istemese bile uyku saati olduğunu ve uymak gerektiğini, sınırsızca dondurma yemek istese de yiyemeyeceğini ve durması gerektiğini vb. Kendi sınırlarını çizmeyi ve korumayı, başkalarının sınırlarına saygı duymayı öğrenen bir çocuğun öğrendiği en temel özellik; sorumluluklarının farkında olmaktır. Ayrıca kendini korumayı, başkalarına saygı duymayı öğrenir ve öz güven, öz saygı gelişimine destek olur.
Sınırların farkında olan çocuk sorumlukların farkındadır ve sorumluklarına sahip çıkar. Bedenini fark eder, bedenine sahip çıkar. Bedenine dair yapması gereken sorumlulukları öğrenir, örneğin hijyen, dengeli beslenme, zararlı maddelerden uzak durma, kendisini istemediği cinsel dokunuşlardan, istismardan koruma,...vb.
Başkasının sınırlarına saygı duymanın önemini öğrenen çocuk, arkadaşlarının bedenine onun onayı olmadan dokunmaz, taciz etmez, zorlamaz, şiddet uygulamaz, arkadaş ilişkisindeki sınırlara sahip çıkar.
Çocuklara bedenle ilgili sınırların önemini, yani bedenine sahip çıkmayı, HAYIR demeyi, bedenine istemediği kişilerin dokunamayacağını öğretmek, öz saygının tohumlarını çocuğa ekmenin en temel yoludur.
‘Gel bakayım bir öpeyim seni’ diyen amca/dayıya ‘hayır, öptürmek istemiyorum’ diyen çocuğa, amcanın/dayının ‘peki ne zaman istersen’ demesi çocuğun sınırlarına saygı duyması ve aynı zamanda yeğenini ne kadar öpmek ve sevmek istese de onun sınırında durarak kendi sınırını görmesidir.
Eğer kişinin canı uzun süredir yemediği bir şeyi yemek istiyor ancak onu alacak parası yoksa, param olduğunda yerim demek de maddi sınırını bilmek ve durmaktır, kişinin canı cinsel ilişkiye girmek istiyor ama yaşayabileceği kimse yoksa mastürbasyon yapmak da cinsel sınırları bilmektir. Eğer kişi sınırları fark etmez ve durmak istemezse, dürtülerini kontrol edemezse; Hırsızlık ve cinsel istismar, taciz ya da tecavüz söz konusu olacaktır. Sınırları bilmek ve durmak İnsana, ötekinin sınırına saygı duymaktır.
Sınırları bilmeyen binlerce yetişkin, binlerce 18 yaş altı çocuğun bedenine canı istediği gibi dokunabilme hakkını kendinde bulmaktadır. Binlerce hayatta derin yaralar açılmaktadır.
Toplum, ailemiz, reklamlar, aşk, kitaplar vb. bizi doğduğumuz an itibariyle yavaş yavaş evliliğe hazırlar. Her genç kız/erkek aşkı tadacak ve evlenecektir. Her uyumlu genç bir gün yuvasını ve düzenini kuracaktır. Kurmayan dışlanır, ayıplanır, eksik hissettirilir. Evlilik istesek de istemesek de çoğumuzun deneyimlediği bir kurum.
Evliliği uyumlu ve mutlu sürdürebilmek, birbirini seven ve sayan çift olmak hayattaki en zorlu işlerden biri galiba… Gençlerin bir kısmı evliliklerle ilgili karamsar ve umutsuz; ‘Mutlu evlilik yok ki! Hiç güzel örneğim yok, her çift mutsuz çoğu da boşanıyor, ben de evlenir ve boşanırım herhalde" vb. düşünceye sahipler.
Bir kısmı ise tam tersi; ‘Evleneceğim günü iple çekiyorum, onu çok seviyorum o da beni, evlilik ne kadar zor olabilir ki? Evleneceğim günü düşündükçe sabırsızlanıyorum…’ gibi düşünüyor.
Hangisi gerçek, hangisi doğru? Gerçekten mutlu bir evlilik var mı? Nasıl mutlu olunacağı öğrenilir mi? Yoksa yaşayıp görmek midir en iyisi?
Mutlu bir evlilik cennet, mutsuz bir evlilik cehennemdir’ diyorum ve evliliğinizi cennete çevirmek için elinizden geleni yapabilirsiniz. Mutlu evliliğin temelinde; farklılıkları kabul etmiş, kıyası bırakmış, birbirlerinin olumlu taraflarına odaklanmış, ortak değerlerinin farkında, sevgi alanı güçlü, önce "Biz" diyen bir çift yatar. Yatar da tüm bunları yapmanın yolu nedir?
Aile hayatı nasıl olursa maksimumda mutlu oluruz? Evlilik; Evlilik mi evcilik mi?
Hayat yolculuğunun büyük bir bölümünü beraber geçirdiğimiz eşimizle gerçekten daha mutlu ve huzurlu olmak için nelerin farkında olmalıyız?
Her insan için kendini güvende ve huzurlu hissettiği bir yer mutlaka vardır. Bazılarımız için evimizde bir koltuk, bazılarımız için yatağımız, bazılarımız için anne evi… Anne karnındaki bebek için en güvenli ve sağlıklı yer anne karnıdır.
Eğer yaşadığınız ve kendinizi güvende hissettiğiniz yer bir gün gelir de eskisi kadar güvenli olmazsa ya da hep tehdit hissederseniz, güvenlik algınız değişeceği için bu durum hayatınızı olumsuz etkileyecektir. Güvende hissetmek en önemli ihtiyaçlarımızdandır. Stres; anne karnındaki bebek için de anne için de pek istenilen bir durum değildir. Stres ve kaygının gebelikde uzun süreler devam etmesi; bebeğin güvenli alanının tehdit altında olmasıdır.
Gebeliğini yoğun strese maruz kalarak geçiren anne adaylarında lohusalık dönemini depresyonu daha sık görülerken, bebeklerinde de uyku ve yeme sorunları ve ilerleyen yıllarda çevreye uyum sorunları gözlenebilmektedir.
Gebelik dönemini rahat ve huzuru geçiren kadınların, bebekleri dünyaya geldikten sonra ve büyüme sürecinde daha rahat, sakin ve çevreleriyle uyumlu oldukları yapılan çalışmalarla da ortaya konmuştur.
Stres hormonu olan kortizolün aşırı salgılanması, mutluluk, şefkat hormonları olan endorfinin, seratoninin, oksitosin baskılanarak daha az salgılanması anlamına gelir. Stresin ve kaygının aşırı yaşandığı gebeliklerde bedenin sağlık dengesini bozduğu için uyku, yemek düzeni ve dengeside değişir ve beden dengesi bozulur.
Anne karnıdaki bebeklerin dış dünyaya ait sesleri duyabildiklerini, annelerinin hissettikleri duyguları hissedebildiklerini biliyoruz. Ör: Babasının annesine söylediği sevgi sözcüklerini, beraber gülmelerini duyabildiği ve bunu etkisi olan olumlu hormonların etkisini hissedebildiği gibi, kavga, bağırma, hakaret vb…sesleri ve bunların oluşturduğu olumsuz hormonların etkisinide hissetmektedir.
Stres; bazen evlilik hayatında, bazen iş hayatında, bazen toplumsal ilişkilerle, bazen de terör ve savaş nedeniyle artmakta ve anne adayını gebelik depresyonuna kadar götürebilmektedir.
Özellikle ilk gebeliklerde ve doğumlarda kadın bebeğine nasıl bakacağına, besleyeceğine dair kaygıları aşırı boyutlara ulaşabilmetedir. Bu da stresin daha çok artmasına neden olur.
İstenilen gebelik istenilen süreçde gerçekleşmediğinde ya da gerçekleşse bile sağlıklı bir doğumla sonuçlanmadığında ve bu sık tekrar ettiğinde özellikle kadın için duygusal açıdan sancılı günler başlar.
Algıda seçicilik en acımasız şekilde yaşanır olur. Çevresindeki yaştaşlarının gebelikleri daha çok görünür olur ve ‘kime baksam gebe ya da ikinciye gebe, ben daha birinciyi yapamadım’ düşüncesi zihninde fazla mesai yapmaya başlar.
Bazen sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek kolay bazen ise zorlayıcı bir deneyim alanı olur. Bu deneyimde en önemli basamaklardan biri güvenilir ve çiftin psikolojik dünyasından anlayacak uzmanlar (Kadın Doğum, Üroloji vb, ..) bulmaktır.
Çocuk isteği için gidilen doktorların yaklaşımları çok etik değilse ve sözler incitisi ise bu çift için özellikle de kadın için umutsuzluk ve kızgınlık oluşturur. Bu kızgınlık zaman içinde çevresine olduğu kadar kendine de olabilir.
Çevreden gelen gebelikle ilgili beklentiler, sorular, doktor tavsiyeleri, kişinin özeline ve mahremine fazlaca müdahele eden tavırlarda eklenince, bebek dünyaya getirme mücadelesinin duygusal yükü gitgide ağırlaşır kadın/çift için.
Zaman içinde bir de bakıyorsunuz ki evden çıkmaz, bebeği olanlarla görüşmez olmuş kadın. Ve hayatını gebe kaldıktan sonrasına ertelemiş.