Ergenlik döneminde hormon faaliyetleri sadece beden gelişimini etkilemez, aynı zamanda gencin davranışlarını, duygularının yoğunluğunu ve derinliğini de etkiler. Karamsarlık, nedenli nedensiz ağlamalar, öfke-sevinç, neşe-hüzün, ani fikir değişimleri gibi çelişkili duygular bu dönemin duygusal hareketliliğinin bir sonucudur.
Fizyolojik değişmelere bağlı olarak ergen fazlasıyla kendine yöneliktir. İlgi odağı olduğuna inanmakta ve gerçekte var olmayan bir ilgiye göre davranmaktadır. Diğer bir deyişle hayali bir seyirci kitlesi yaratmakta ve bu duruma göre tepki vermektedir. Saplantılı bir şekilde çevresindekilerin, kendisinin dış görünüş, davranış ve duyguları ile çok fazla ilgilendiklerini düşünür. Kendini dış dünyadan çekme, kalabalık içinde huzursuzlanma, konuşurken yüzün kızarması ve terleme, insan grupları önünde yaşanan tedirginlik aslında hayali seyirciye olan utanma duygusudur. Hissettiklerini yarattığı hayali seyircinin de aynı yoğunlukta hissettiğine inanan ergenin tepkileri genellikle abartılıdır; hiç kimse onun kadar sevmemiştir ya da kimse onun kadar acı çekmemiştir, ona ait duygular ilk ve tektir. Etrafındakilerin, özellikle yetişkinlerin onu anlamadığını düşünür, bu nedenle de gelen tepkilere direnir, inat eder, gürültücüdür ve abartılı giyinir.
Karşı cinse yöneltilen davranışlar da, ilgi göstermek yerine ilgi çekmek şeklinde ortaya çıkar. Saatlerce ayna karşısında kendini izler, özenle jöle sürer defalarca kıyafet dener. Bunları yaparken büyük olasılıkla arkadaşları üzerinde bırakacağı etkiyi ve kendine yönelecek hayran bakışları düşlemektedir. Kendini beğenme ve eleştirme arasında gidip gelir. Bu inişli çıkışlı duygularını değerlendirebilmesi için ergenin sadece zamana ve daha fazla yaşantısal deneyime ihtiyacı vardır.
Ergenlik dönemi aynı zamanda özenmelerin tutkuların ve hayranlıkların yoğun olduğu bir dönemdir. Bir yandan bağımsızlığını kazanmaya çalışan ergen, bir yandan da benzeyeceği bir örnek arar. Ancak örnek alınan modellerin iyi özelliklerinin yanı sıra olumsuz özelliklerini de benimseyebilirler.
Ergenlik döneminde hormon faaliyetleri sadece beden gelişimini etkilemez, aynı zamanda gencin davranışlarını, duygularının yoğunluğunu ve derinliğini de etkiler. Karamsarlık, nedenli nedensiz ağlamalar, öfke-sevinç, neşe-hüzün, ani fikir değişimleri gibi çelişkili duygular bu dönemin duygusal hareketliliğinin bir sonucudur.
Fizyolojik değişmelere bağlı olarak ergen fazlasıyla kendine yöneliktir. İlgi odağı olduğuna inanmakta ve gerçekte var olmayan bir ilgiye göre davranmaktadır. Diğer bir deyişle hayali bir seyirci kitlesi yaratmakta ve bu duruma göre tepki vermektedir. Saplantılı bir şekilde çevresindekilerin, kendisinin dış görünüş, davranış ve duyguları ile çok fazla ilgilendiklerini düşünür. Kendini dış dünyadan çekme, kalabalık içinde huzursuzlanma, konuşurken yüzün kızarması ve terleme, insan grupları önünde yaşanan tedirginlik aslında hayali seyirciye olan utanma duygusudur. Hissettiklerini yarattığı hayali seyircinin de aynı yoğunlukta hissettiğine inanan ergenin tepkileri genellikle abartılıdır; hiç kimse onun kadar sevmemiştir ya da kimse onun kadar acı çekmemiştir, ona ait duygular ilk ve tektir. Etrafındakilerin, özellikle yetişkinlerin onu anlamadığını düşünür, bu nedenle de gelen tepkilere direnir, inat eder, gürültücüdür ve abartılı giyinir.
Karşı cinse yöneltilen davranışlar da, ilgi göstermek yerine ilgi çekmek şeklinde ortaya çıkar. Saatlerce ayna karşısında kendini izler, özenle jöle sürer defalarca kıyafet dener. Bunları yaparken büyük olasılıkla arkadaşları üzerinde bırakacağı etkiyi ve kendine yönelecek hayran bakışları düşlemektedir. Kendini beğenme ve eleştirme arasında gidip gelir. Bu inişli çıkışlı duygularını değerlendirebilmesi için ergenin sadece zamana ve daha fazla yaşantısal deneyime ihtiyacı vardır.
Ergenlik dönemi aynı zamanda özenmelerin tutkuların ve hayranlıkların yoğun olduğu bir dönemdir. Bir yandan bağımsızlığını kazanmaya çalışan ergen, bir yandan da benzeyeceği bir örnek arar. Ancak örnek alınan modellerin iyi özelliklerinin yanı sıra olumsuz özelliklerini de benimseyebilirler.
‘Yalancı; Allah’a kafa tutan, fakat insanlardan korkan bir serseridir. ‘(Bacon)
Yalan nedir? İnsan neden yalana ihtiyaç duyar? Yalanın beyazı, siyahı var mıdır? Sizin yalanınızın rengi ne?
İnsan yalan söylemeyi nasıl normalleştirir?
Yalan sözlerle insanlara ‘söz büyüsü’ yapan kişinin büyüsü nasıl bozulur?
Bir insan yalana şerbetli ise yani yüzü bile kızarmadan yalan söyleyebiliyorsa bu insanın ruh sağlığı nasıldır? Vicdanı var mıdır?
Tüm bu sorular zihnimde dolanıyordu ki yazmaya karar verdim. Çünkü sorularıma yazarak cevap bulmanın daha kolay olduğunu farkettiğimden beri yazıyorum. Söz uçar yazı kalır derler! Gerçi artık sözün de hiç yok olmadığı, evrende enerji olarak kaldığı bilimsel olarak ispatlanmış durumda.
Hızlıca cevaplara geçelim:
Bence insanların çoğu, korktuğu için yalan söyler. Gerçeklerle yüzleşmeye, kabule cesaretleri olmadığı için yalana yalanla devam ederler. Çoğu zaman hatalarımızı gizlemek için yalan söyleriz. Bir süre sonra sonra yalanlar dönüşü olmayan yollar haline gelir.
Vajinismus, vajen kaslarının kontrol dışı kasılması ve kadının penis girişine izin verememesi durumudur. Vajinismus nedir dendiğinde bizler için yani bu konuda çalışan uzmanlar için tarif etmesi ve çözümü kolaydır ancak bu sorunu yaşayanlar için buna inanması pek de kolay değildir.
Çoğu vajinismus çiftle ilk çalışmaya başladığımda; ‘’Vajinismus, diğer cinsel sorunlara göre daha kolay çözülebilir, tamamen psikolojk bir sorundur. Tedavide cinsel terapi modelini kullanacağız. Dünyada bilimsel olarak kabul gören tek modeldir. Çiftin mahremine saygılı ve çifttin cinselliğe bakış açısını olumluya çeviren, özellikle kadını kendi bedeniyle ve cinselliğiyle barıştıran bir yöntemdir. Kontrol dışı kasılmaların nasıl kontrol altına alıncağını öğrenmek, cinsellikle ilgili yalnış bilgileri, korkuları değiştirmekle başlarız işe ve merdiven basamaklarını çıkmak gibidir vajinismus tedavisi. Her seansda biraz daha yukarı ve 3 ile 6 seans sonrasında ise son basamak. Yeter ki birbirinize bağlı ve destek olan bir çift olun. Bu tedavide en önemli faktörlerden biri, birbirine destek olan çifttir. ’’ derim.
Çiftlerin %98’inden aldığım cevap: ‘’inşallah’’olur ! Bu inşallah ile demek istedikleri ise şudur:
Tedavide bir kaç seans sonra ise çoğunlukla olan şudur:
Sonuç olarak, cinsel eğitimin henüz eğitim sistemine girmediği bizim gibi ülkelerde çok sık karşılaşılan vajinismus, doğru uzmanlara gidildiğinde çok uygun fiyatlara kısa sürelerde tedavi edilebilir bir sorundur. Birbirine destek olan bir çift bu tedavinin en önemli faktörlerindendir. İnanmak, sevgiyle yaklaşmak ve bilimsel olan tekniklerle çalışmak bu tedavinin olmazsa olmazıdır. Tüm bunlar bir araya geldiğinde tedavide olumlu sonuç kaçınılmazdır.
Sağlıcakla kalın...
‘İki komşu ülkenin hükümdarı birbiriyle savaşmaz ama her fırsatta atışırlarmış. Doğum günlerinde, bayramalarda birbirinden ilginç armağanlarla zeka gösterisi yaparlarmış birbirlerine.
Hükümdarlardan birisi bir gün muzip zekalı heykeltıraşını huzuruna çağırmış. Birer karış yüksekliğinde, birbirinin tıpatıp aynısı altından üç insan heykeli yap demiş. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı da sadece ikisi bilecekmiş. Heykelller hazırlanmış ve şu mektupla birlikte diğer krala gönderilmiş:
‘Doğum gününü üç altın insan heykeliyle kutluyorum. Heykeller birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri, diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.’
Hediyeyi alan diğer hükümdar önce heykelleri tarttırmış. Gramına kadar eşitlermiş. Ülkesindeki sanattan anlayan kim varsa çağırtmış. Hepsi de heykelleri incelemiş, incelemiş, incelemiş ama heykellerin arasında hiçbir fark bulamamışlar.
Günler geçmiş ancak koca ülkede heykellerin sırrını çözecek bir akıllı çıkmamış. Bunun üzerine hükümdar, isyankar ve asi bulduğu için zindana attırdığı bir genci çağırmaya karar vermiş. Heykelleri inceleyen genç çok ince bir tel istemiş. Teli birinci heykelin kulağından sokmuş, tel heykelin ağzından çıkmış. İkinci heykelininde kulağından sokmuş, tel bu kez diğer kulağından çıkmış. Üçüncü heykelde tel kulaktan girmiş, ancak bir yerden çıkmamış. Telin sığabileceği incelikte bir kanal kalp hizasına kadar inmiş ve öteye gitmemiş.
Bunu gören Hükümdar heykellerin sırrını, komşu hükümdarın vermek istediği mesajı anlamış ve cevabını yazmış:
"Kulağından gireni ağzından çıkaran insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu anlamlı hediyen için teşekkür ederim."
Artık özgür olan isyankar gençse hızlı adımlarla saraydan uzaklaşıyor ve zindana girmeden önce söylediği sözleri tekrar ediyormuş: ‘ADALET İÇİN AĞZI, KULAĞI, BEYNİ BİR OLMAYIP DA SÖZÜNÜ SAKINANA YAZIKLAR OLSUN’
Şiddetin her türlüsüne karşıyım. İnsanın insana, insanın hayvana, insanın doğaya yaptığı şiddete… Her türlü şiddete! Bedenseline, sözeline, cinseline, politiğine... Kısacası hepsine.
Gazetelerde ilk sayfadan son sayfaya kadar, televizyonda sabahtan akşama kadar şiddetin binbir türlüsünü görmekten de çok sıkıldım. Öldürülen kadınlar, tecavüzler, dövülen insanlar, şiddete uğramış küçücük bedenler, yok edilen ormanlar, ağaçlar, avlanan canlılar…
Şiddetin yukardaki gibi kanlı ve vahşicesinin yanında bir de kelimelere gizlenmiş hali varki o da ayrı sinir bozucu; sözün gücü ile değersizleştirme!
‘Hiç bir şeyi beceremiyorsun’
‘Kuş beyinli’
‘Salak, manyak, gerizekalı….’
‘Elinden hiçbir şey gelmiyor’
İnsanın iflah olmaz iyimserliğiyle ilgili olsa gerek ki; giden yıldan sıkılmak, “iyi ki bitti ne zor geçti bu yıl” demek ve “gelen yıl süper olacak, çok umutluyum” demek ve buna inanmak adetten olmuş. Aslında hepimizin yenilenmeye, olumlu dileklerimizi hatırlamaya, birbirimize aktarmaya ihtiyacımız var ve yeni yıl bunun için iyi bir vesile.
Sevgili 2013; son hanen 13 olduğundan mıdır bilmem ama benim için farklı, zor bununla birlikte bir o kadar da öğretici bir yıldın. Deneyimlemeye, şaşırmaya, sevinmeye bazen üzülmeye ama en önemlisi öğrenmeye devam ettim. Seni sevdim ve bana kattığın her şey için teşekkür ederim. Şimdi sahne 2014’ün.
2014’ten çok şey bekliyorum, hem kendi adıma hem ülkem için hem de dünya için…
İnsan olma yolculuğunda yeni bir yıla daha adım atıyoruz. Yıllar yani zaman birimi, dünyada var olduğumuzu bize kanıtlayan en temel gerçek bence.
Yeni yıla girerken, yeni yaşımıza girerken dünyayı ve hayatı (hayatımızı) en derinden hissederiz. Zaman hep hızla ilerler…
Sevgili 2014, bu yıl;
Sevgili 2014, gördüğün gibi beklentim büyük! Hadi bakalım sana da bana da kolay gelsin!
Anne olmak; çoğu kadının daha çocukluktan hayalini kurduğu, ‘evcilik oyunlarında’ canlandırmasını yaptığı bir kimlik. Anne olan bir kadın, önce kendi ailesi, eşi ve çevresi tarafından onurlandırılır. Çok önemli belki de en önemli görevini yerine getirmiştir.
Peki eğer bu görev yerine getirilemezse ne olur? Çocuk dünyaya getirmekte güçlük yaşayan kadınlar, çiftler neler yaşar? Arzulan bir şeyin arzulandığı zamanda yerine gelmemesinin kabulü biraz zordur hele ki bu çocuksa!
Doğal yollarla çocuk sahibi olamayabileceğini öğrenen çiftler her şeyden önce şok ve inkâr yaşarlar. Zamanla ise durumu kabul ederler ancak bu yaşayacakları psikolojik etkileri pek de azaltmaz. Neden bu benim başıma geldi? Herkesin çocuğu oluyor, benim neden olmuyor? Eşine, kendine kızma, suçluluk, suçlama gibi pek çok duygu yaşarlar. İnfertilite tedavisinin uzun süren, pahalı bir tedavi olması ve tedavinin nasıl sonuçlanacağının belirsiz olması, toplumsal baskılar tedavi sürecini eşler için duygusal açıdan daha zor bir hale getirmektedir. Sık ağlama ve umutsuzluk, yorgunluk, huzursuzluk ve aşırı kaygılı olma, suçluluk ve değersizlik, öfke ve kızgınlık duyguları, çevreden kopma, çocuklu kadınlara ve çiftlere tahammülsüzlük, cinsel istek ve ilgi bozuklukları, uyku ve iştah bozuklukları, tedavinin başarısı konusuna aşırı yoğunlaşma ve bu konularda aşırı endişeli olma gibi süreçler yaşayabilirler.
Çiftler tüp bebek sürecine girmeye karar verdiklerinde onları nasıl bir süreç bekliyor pek bilmezler. Tüp bebek süreci umutlu bir süreç olmakla birlikte kendine has zorluk alanları da vardır. Gebe kalamama ya da gebeliği sağlıklı devam ettirememe nedeni kadın kaynaklı da olsa erkek kaynaklıda olsa tedavi süreci çoğunlukla kadının üzerinden devam eder. Sadece tedavi değil toplumsal baskıda (ne zaman çocuk yapıyorsunuz, çocuk işi ne oldu, şu doktor çok iyiymiş....) kadına yönelmiştir.
Aslında her iki taraf içinde stresli olan bu dönem kadın için daha streslidir. Eşlerin aralarındaki iletişimin iyi olması, birbirlerini dinlemeye ve anlamaya çalışmaları önemlidir. Bu nedenle erkeğin kadına karşı özellikle bu dönemde hassas olması ve elinden gelen tüm desteği vermesi tavsiye edilir. Erkeklerin kadınları, kadınların da erkekleri bu konuda anlamaları bir parça zordur. Çünkü bebeğin anlamı her iki cinsiyet içinde farklı olabilmektedir. Mümkün olduğu kadar birbirlerine iyi davranmaları, anlamaya çalışmaları ve sohbet etmeleri en iyi davranış modelidir.
Tüp bebek tedavi sürecinde yaşanılan sorunlar karşısında çifte destek veren bir aile yapısı ya da sosyal çevre varsa bu eşlere olumlu yansır. Bununla birlikte ailenin konuyu aşırı duygusal, korumacı ya da böyle bir sorun yokmuş gibi davranmaları çifte zarar verir. Bu nedenle genellikle çifte şöyle deriz; aileniz size destek verecekse ya da buna gerçekten ihtiyaç duyuyorsanız paylaşın. Diğer türlü yük oluşturur.
Tüp bebek süreci öncesi ya da sırasında kendinizi gergin ve çok stresli hissediyorsanız psikolojik destek almak size iyi gelecektir.
İktidarın sözlük anlamı gücü elinde tutmak, gücü kullanmak demek.
Hepimizin alışkın olduğu iktidar sözcüğü ile ilgili kullanım yerleri genelde şöyle: İktidar kimdeyse güç ondadır.
İktidar kolay ele geçmez bazen ve iktidar savaşlarında çok can yanar, çok emek ister iktidara gelmek ve istikrarla orada kalmak!
İktidar savaşları sadece ülkeleri yönetirken ya da partilerde de olmaz; toplumda, evde de söz konusudur. Ancak İktidar deyince akla hep erke, erkeğe ait şeyler gelir.
Örneğin; iktidarsızlık deyince hepimiz anlarız ne demek istediğimizi!
Erkeğin yönetim arzusu, egosu yatakta da kendini gösterir. Hükmedilecek, yönetilecek bir alan haline gelir yatak!
“Cinselliği erkek yönetir” cinsel miti de bu inançtan doğmuş olsa gerek!
Penisin yönetimi ele geçirmesi mi yoksa iktidarın hep peniste olması mı?