Doğan Uluç

Sonradan görmeler

22 Temmuz 2001
The Plaza Cafe sakin. Şömine önünde kahve içiyoruz. Varlıklı bir ailenin kızı Cecilia siyasal bilimler eğitimi gören bir üniversite öğrencisi. Yaz aylarında Southampton'da garsonluk yaparak okul masraflarını karşılamaya çalışıyor. ‘‘Son iki yıldır Jet East'teyim. Kazancım iyi, ama müşterilerin kaprisleri, şımarıklığıyla burnumdan geliyor. Çekilir iş değil bu, fazla kurs alarak eğitimimi bir an önce bitirmeye gayret ediyorum’’diyor.

Karşı masalarda göz gezdiriyorum. Atletik yapılı, kibar görünümlü genç erkekler yanında düz, sarı saçları omuzlarına düşen, buğday tenli genç kızlar uzun bardaklarda buzlu içkilerini yudumluyorlar. Çevreyle ilgileri yok, konuşmalarını duymak güç.

Cecilia takıldığım masalardakilere işaret ederek, ‘‘Şikayetim bunlardan değil. Baktıkların Hampton'ların asil tabakası. Akşamüstü butik lokantalara, lüks kulüplere gidersen bahsettiğim görgüsüzler ordusunu görürsün’’ diyerek içini çekiyor.

‘‘Kim bunlar? Ne yapıyorlar ?' diyecek oluyorum, üniversite öğrencisinin beyaz çehresi öfkeyle kızarıyor : ‘‘Kim olacak, New York'lu yeni zenginler. Başka masalara servis yaparken ‘‘Hey, gel buraya! Ne oldu bizim içkilere, kahvaltı zamanını getireceksin diye çığlık çığlığa bağırıyorlar. Parmak şıkırdatıp, avuç şaklatarak garson çağırıyor, koca parası yiyen görgü yoksunu bu kadınlar. Su gibi içki içip kafayı bulunca piste çıkıp erkeklerle kalça tokuşturup sözde dans ediyorlar. Ecstasy yutup, coke (kokain) çekiyorlar. Yalnız gelen kızlar erkekleri baştan çıkarmak için pistte sütyen indiriyorlar. Sağır edici müziğe ilaveten bu rezilliğe katlanmak kolay değil.’’

Southampton Manhattan'ın 160 km. doğusunda bir sayfiye kenti. Atlantik okyanusu sahilinde East ve West Hampton, Sag Harbor, Montauk, Amagansett gibi minik kentler yüzlerce yıl patates gibi tarım ürünleri yetiştirdikten sonra son 1950'lerden sonra ressam, yazarların mesken tuttuğu kesim haline dönüşmüş. Son yıllarda ise borsadan moda, sinema ve eğlence aleminin ünlüleri Long Island'ın bu kesiminde malikaneler inşa ettirmeye başlamışlar.

MERAKLA BEKLENEN DAVA

Amerika'nın servetleri birkaç kuşak geriye uzanan ailelerin yazlık villaları yanında yeni türeyen bu malikaneler astronomik boyutlarda. New York Borsası'nda tehlikeli hisse satışlarıyla milyonlarca dolar kazanan manifaturacı İra Rennert'in malikanesinde 33 banyo, 29 yatak odası, 250 araçlık araba parkı var. Southampton ve civarındaki kentlerde film yapımcısı Steven Spielberg, müzisyen Billy Joel, TV haber sunucusu Peter Jennings, borsacı George Soros, modacı Vera Wang, plak yapımcısı David Geffen'in evleri bulunuyor. Sanatçı Andy Warhol'un Montauk'taki malikanesi 50 milyon dolara müşteri bekliyor.

New York'lu zenginlerin bir kısmı yaz mevsimi boyunca kullanmak üzere 500 bin dolar kira ödedikleri malikanelerde ABD eski başkanı Bill Clinton, Monaco Prensi Albert, medya devi Barry Diller ve eşi modacı Diane Von Furstenberg, modacı Calvin Klein, Stephanie Seymour, Naomi Campbell gibi modelleri ağırlıyorlar. Hip-Hop şarkıcısı Sean Puffy Combs'ın bir milyon dolar harcadığı yaz balosunda otel-kumarhane kralı Donald Trump, modacı Donna Karan, milyarder Ron Perelman, aktris eşi Ellen Barkin, aktör Michael Douglas baş konuklardan.

Bölgenin en gözde sayfiyesi 25 bin nüfuslu Southampton'ı yaz boyunca ziyaret eden New York zenginlerinin sayısı 100 bini aşıyor. Lokanta ve klüplerin parkları son model Mercedes, BMW, Jaguar, Porsche, 4X4 arazi arabalarından geçilmiyor. Yeni paranın eski parayı ezdiği Southampton'da son günlerin baş dedikodusu eğlence aleminin hukuk danışmanı milyoner bir avukat kızı Lizzie Grubman'ın davasının nasıl sonuçlanacağı. Bir tanıtma şirketi sahibi Lizzie iki hafta önce Conscience Point klübünde yangın musluğu önüne park ettiği 70 bin dolarlık 4X4 Mercedesini geri vitese takarak 15 kişiyi çiğnemekten hakim karşısına çıkacak. Klüb korumalarına 'S....r, beyaz pislikler' diye bağıran Lizzie hakkında olayda yaralananlar 60 milyon dolar tazminat davası açtılar.

Sonradan görme zenginlere öfke kusan üniversiteli garson Cecilia, ‘‘Ahım tuttu. Esas pislik bu görgüsüz takımında. Southampton'ın soylu eski kesimi bu davanın ne olacağını merakla bekliyor’’ diyor.
Yazının Devamını Oku

Adalet bu mu?

15 Temmuz 2001
ROBERT İler kablolu TV'nin bir Mafya ailesinin yaşam öyküsünü hikaye eden popüler program dizisi ‘‘Soprano’’ların en genç oyuncusu. ‘‘Baba’’ rolündeki Tony Soprano'nun (esas adı James Gandolfini) başını çektiği dizi iki yıl içinde kazandığı ödüllerle 16 yaşındaki Robert ile daha önce adı duyulmamış bir düzine oyuncuyu şöhrete kavuşturdu. Mafya 'Baba'sının oğlu Soprano Junior'u (Robert İler) itici gelen suratıyla ilk kez ekranda gördüğümde ‘‘Burnu havada, kasıntı, sevimsiz bu tipi nerden bulmuşlar?’’ diye düşünmüştüm. Robert geçen gün yeniden ekranlarda boy gösterdiğinde ‘‘Gerçek hayatında da böyleymiş’’ dedim kendi kendime. Oysa bu kez çocuk yaşındaki oyuncu film setinde değildi. İki yaşıtını, ‘‘Ölmek istemiyorsan cüzdanını ver’’ diyerek yaptığı 40 dolarlık soygunun duruşmasından çıkarken görülüyordu. Yanında anne ve babası, iki avukatı, üç halkla ilişkiler görevlisiyle limuzinine yürürken Robert hala sevimsiz, kasıntı, dünyaya meydan okuyan havada idi. Niye kasılmasın ki? Hakim soyguna uğrayan iki çocuğun ‘‘Ölüm tehdidiyle 40 dolarımızı alan buydu’’ demelerine rağmen yıldızı yeni parlayan oyuncunun, ‘‘Olay yerinden iki sokak ötedeydim’’ şeklindeki inkarını kabul edip Robert'i serbest bırakmıştı.

Amerika'da adalet yerine ve adamına göre çift standartla çalışıyor. Ölüm tehdidiyle soygun, ağır ceza yasaları hükümlerinde 20 yıla kadar hapis gerektiriyor. Ama yargı organları çoğu zaman ünlü, paralı veya makam sahibi sanıkların lehine işliyor. Adalet terazisinde şöhret ve servet ağır basıyor. Örnek isterseniz son bir haftada basını işgal eden birkaç olayı nakledelim.

Bir halkla ilişkiler şirketinin sahibi Lizzie Grubman milyonerlerin sayfiyesi South Hampton'da sosyete uğrağı Conscience Point Inn kulübünde arkadaşlarıyla eğlenmeye gittiğinde 4X4 Mercedes'ini yangın musluğu önüne park etti. Kulüp korumaları itiraz ettiğinde 30 yaşındaki Lizzie ‘‘S..... git, beyaz pislikler. Kim olduğumu bilmiyor musunuz?’’ diye bağırdıktan sonra geri vitese taktığı dev Mercedes'i korumaların üstüne sürdü. Araçla duvar arasına sıkışan bir korumanın kaburgaları kırılırken, 15 kişi de çeşitli yerlerinden yaralandı. Lizzie bir arkadaşının arabasına binerek olay yerini terketti. 30 saat sonra Hampton polisine giderek, ‘‘Yanlışlıkla geri vitese taktım arabayı. Kaza oldu.’’ şeklinde ifade verdi.

Müşterileri arasında Leonardo Di Capri, Robert de Niro, repçi Jay-Z gibi şöhretler, Moomba, Light gece klüpleri ve Sony bulunan milyoner Lizzie'nin babası nüfuzlu bir avukat. 15 kişinin hastaneye kaldırılmasına rağmen Hampton polisi Lizzie'yi aynı gece tevkif etmeye yanaşmadığı gibi alkol ve uyuşturucu testlerini de uygulamaya kalkışmadı. Bir avukat ordusuyla ilk duruşmaya çıkan sarışın güzel 25 bin dolar kefaletle serbest bırakıldı. Yüzü ezilen bir genç kız hastane odasında, ‘‘'Bu iş para cezasıyla kapatılırsa şaşmam. Çok nüfuzlu bir aile Grubman'lar’’ diye yakınıyor.

California milletvekili 53 yaşındaki Gary Condit 12 hafta önce evinden ayrıldıktan sonra izine rastlanmayan stajyer Chandra Levy ile gizli bir aşk yaşadığını, Washington polisiyle ancak üçüncü görüşmesinde itiraf etti. Levy ailesi evli milletvekilinin Chandra'nın akıbeti hakkında bilgi verecek en önemli kişi olduğunu gazete ve TV muhabirlerine tekrarlamasına rağmen başkent polisi Condit'i suçlamaya istekli görünmüyor. Cezaevleri Müdürlüğü stajyeri 24 yaşındaki Chandra polisin 'kayıp' listesinde yer alırken olay hala basında ilk sayfalarda. Condit'le iki yıl gizli ilişki sürdüren hostes Anne Marie Smith California milletvekilinin sapık seks merakları olduğunu bildiriyor. Gene de Washington polisi ABD Temsilciler Meclisi'ndeki önemli konumunu dikkate alarak kendi isteği dışında Gary Condit'i sorgulamaya gönüllü değil.

1970'li yıllarda ‘‘Baretta’’ polis dizisiyle şöhrete kavuşan, eskinin çocuk aktörü Robert Blake'in karısının Los Angeles'ta bir restorandan çıkışta arabasında öldürülmesi üzerindeki sır perdesi devam ediyor. Blake polise verdiği ifadede unuttuğu tabancasını almak üzere restorana gittiğini, dönüşünde karısını arabada kan deryası içinde ölü bulduğunu söylüyor. Yakın arkadaşı O.J. Simpson, Blake'e, ‘‘İş mahkemeye düşerse sana akıl vermeye hazırım’’ diye haber gönderiyor. O.J.'yi sanırım hatırlayacaksınız. 6 yıl önce karısı Nicole ile garson Goldman'ın bıçakla doğrayarak öldürme davasında altı avukatın savunduğu, evinde kanlı giysileri, olay yerinde ayak izleri tesbit edilmesine rağmen şöhretlere düşkün hakimin yönettiği jürinin delil yetersizliği nedeniyle suçsuz bulduğu ünlü futbol yıldızı.
Yazının Devamını Oku

Kimin 'dilinde'?

8 Temmuz 2001
Çok alıngan bir milletiz. Eleştiriye tahammülümüz yok. Bir de haksız suçlamaları gereğinden fazla büyütme huyumuz var. Birkaç gün önce Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı iki kardeş turist Alman'ın elektrikli sandalyede idam edilmesinden Amerika'yı suçlu buldu. İki Alman Teksas'da soygun sırasında bir bakkalı öldürdükleri için idama mahkum edilmişti. Lahey'deki mahkeme Başkan Geroge W. Bush'un Teksas valiliği sırasında cereyan eden olayda turist katillerin Alman diplomatlarıyla görüşmesine fırsat verilmeden cezanın infazıyla uluslararası yasaların ihlal edildiğini bildirdi.

Sonra ne oldu? Hiç. Amerika basını mahkemenin Amerika'yı, eski Vali Bush'u suçlu çıkarmasını kısa bir haberle geçiştirdi. Amerika Adalet Bakanlığı'nın Uluslararası Adalet Divanı'na, eğer verdiyse, yanıtına yazılı-görüntülü basında rastlamadık.

Olay Türkiye'de olsaydı herhalde yer yerinden oynardı. Katiller yargılanırken batılı heyetler gelir, beyanatlar birbirini takip eder, insan hakları yasaları, idam cezasının barbarlığı öne sürülür, suçlu sanki bizmişiz gibi kendimizi savunma zorunda kalırdık. Çifte standart, iki yüzlülüğün dik alası bu gibi durumların örneklerini çok gördük. Avrupa, haddine düşmüşse gitsin eski Teksas valisi Başkan Bush'tan hesap sorsun.

Geçenlerde başarılı bir Türk işadamıyla konuşuyorduk. Diasporadaki Ermenilerle Türk işadamlarını biraraya getirmek üzere girişimlerde bulunan işadamı sözde Ermeni soykırımı konusunun, bazı ülkelerin soykırımını tanımasının Türkiye'de çok büyütüldüğünü söylüyordu. ‘‘Guatemala'da 36 yıl süren iç harpte yüzbinlerce insan öldü. Uluslararası Af Örgütü soykırım diye niteledi. Güney Amerika tarihinde en uzun süren iç harpte katliamın yüzde 93'ünü ordu yaptı. Sonunda solcu gerillalar ile hükümet barış anlaşmasıyla iç savaşı noktaladılar. Yeni başkan Ramirez'le solcu lider Ramirez'e UNESCO Houphouet-Boigny barış ödülü verildi.’’

Peki soykırımı çığlıkları? Çocukluğundan bu yana yaşamı Türkiye dışında geçen işadamının bir kelimesini değiştirmeye mecbur kaldığımız yanıtı şöyle: ‘‘Kimin dilinde Guatemala?’’

Her nedense hükümetler, resmi ve özel sektörümüz Türkiye'nin büyüklüğü, insan kaynağı zenginliği, jeopolitik gücü, çeşitli alanda ülke potansiyelinin gelişmiş devletleri kıskandıracak ölçüde olduğunu farkında değil görünüyor. Dünya lideri konumundaki Amerika'da sözü en çok dinlenen, cumhuriyetçiler kadar demokrat yönetimlerin görüşlerinden yararlandığı ABD eski dışişleri bakanı Dr. Henry Kissinger son yayımladığı kitabında Türkiye'nin önemini ısrarla vurguluyor. ‘‘Amerika'nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı ?’’ başlıklı kitabında Dr.Kissinger, ‘‘Batı için pivot ülke Türkiye'dir. Bölgede en güçlü orduya sahip, Batı ile ittifak içinde, İsrail'le dost ve kaçınılmaz coğrafyası nedeniyle Türkiye tüm güçler için çok önemli’’ diyor. Resmi görevinden yıllar önce ayrılmış olmasına rağmen ABD başkanlarının dış politikalarına katkıda bulunan Kissinger Orta Doğu'yla ilgili bir bölümde, ‘‘Körfez'de istikrarı bozacak girişimler geri püskürtülmeli. Irak'ın BM çerçevesinde her türlü tecavüzüne karşı çıkılmalı. Olası bir karşılaşmada destek sağlamak için müttefiklerimizle ilişkileri güçlendirmek hayati önem taşıyacaktır. Müttefiklerin başında Türkiye geliyor. Irak, İran ve kargaşa içindeki Kafkaslar gözönünde tutularak herhangi bir krizde Türkiye ile işbirliği zaruri olacaktır. Amerika ve daha fazlası Avrupa'da Türkiye'nin değerini takdir etmeden yaptıklarını bir hak diye kabul etme eğilimi var. Bu ülkeler iç politikalarına boyun eğerek Türklerin ulusal gururunu, onların özel durumlarını önemsemezlik içindeler. Avrupa ve ABD gibi sanayici demokrasiler kendi ulusal güvenliklerinin tehlikede olduğunu hatırlamalıdır. Türkiye'nin iç yapısına yönelik tercihleri bu zaruri durumlarla dengelenmelidir. Irak kuzeyinde bağımsız bir Kürt cumhuriyeti Türkiye'yi huzursuz edeceği gibi ABD'nin Körfez politikasını taahhüdünü de zayıflatacaktır’’ diye ekliyor.

Amerika ve Batı'nın bir numaralı dış politikacısı Henry Kissinger okyanus ötesinden Türkiye'nin önemini böylece vurgularken Ankara İMF'den AB'ye hala eziklik içinde. Herkes büyüklüğümüzün farkında, bizler hariç.
Yazının Devamını Oku