Milletvekilleri, kamu kurum ve kuruluşlarına, bakanlara, bakanlıklara kritik karar ve uygulamalarıyla ilgili sorular yöneltir, bu yolla önemli bilgi ve belgelerin kamuoyuna yansımasını sağlarlardı.
Ne yalan söyleyeyim, son zamanlarda soru önergeleri önemini yitirmiş vaziyette. Bakanlar, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, milli iradenin en yüksek makamı olan TBMM’den gelen soruları ya zamanında yanıtlamıyor ya da üstünkörü cevaplarla geçiştiriyor.
Bu nedenle biz gazeteciler de milletvekillerinin soru önergeleriyle ilgili basın duyurularını, elektronik mesajları önemsememeye başladık.
Gelen mesajlarımı okurken, CHP milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun 18 Ekim’de TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesine denk geldim ve ne yalan söyleyeyim, “Nasıl olsa Hürriyet’in parlamento ekibi ilgilenmiştir” düşüncesiyle okumadan silmek istedim.
Gelecek hafta Türkiye’ye gelecek Amerikan Türk İş Konseyi’nin (ATC) Amerikalı üyeleri Türkiye’ye girebilecek. Amerikalı kadın basketçiler Rusya’dan geldikleri için istisna tutulmuştu, ATC üyeleri ise vize sorununu Kanada’dan halletmiş.
ABD’nin Avrupa’daki Müttefik Kuvvetler Komutanının 10 gün içinde gerçekleştireceği Türkiye ziyaretinde de vize sorunu çıkmayacak, çünkü NATO görevleri kapsam dışı tutuluyor.
Bu arada ABD de sağlık ve insani durumlar için Türkiye’de vize vermeye başlamıştı.
Bu somut örnekler, ABD’nin Türkiye’de başlattığı “konsolosluklardan göçmen olmayan vize vermeme” uygulamasının biraz yumuşadığını, Türkiye’nin de bu yumuşama doğrultusunda tavrını yumuşattığını gösteriyor.
CİDDİ ANLAYIŞ FARKI VAR
Ancak sorunun kesin bir şekilde çözülmesi için henüz beklenen karar çıkmadı.
ABD’nin Dışişleri Bakanlığı, Pentagon, İstihbarat kuruluşları ve Adalet Bakanlığı gibi kurumlarının üst düzey yöneticileri Ankara’da üç gün boyunca kritik görüşmeler yaptılar. İlk iki gün Suriye ve Irak gibi bölgesel sorunlar, terörle mücadele alanındaki işbirliği konuşuldu. Heyete Başkanlık eden Jonathan Cohen ile dar bir ekip dün de iki ülke arasındaki vize krizini ele aldılar.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, sorunun yakında çözüleceği yönünde iyimser bir açıklama yaptı.
Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın “İki hafta içinde bırakırlar” demesinden yaklaşık 10 gün sonra, Hürriyet Ankara’nın editörlerinden Deniz Gürel, Gökçek’in hem Belediye’de hem resmi konutta özel eşyalarını toplamaya başladığını yazdı. Bu haberi konuşmak için aradığım Gökçek’in yakın çalışma arkadaşları da bilgiyi teyit ediyordu.
“TOPARLANDI, ÜZGÜN”
“Toparlandı, bugün yarın bırakır” diye söze giren bir kaynağım Gökçek kadar kendilerinin de “üzgün” olduklarını anlattı. Sonra ben sormadan o üzüntünün nedenlerine dair kendi görüşlerini aktardı.
“Yöntem böyle olmamalıydı” diye başladı ve devam etti:
“Bu kadar yıldan, bu kadar emekten sonra böyle bir adım atılıyorsa ikna edici bir gerekçe açıklamaları gerekirdi. Neden bırakması gerekiyor? Yerine biri mi gelecek? Kendisine başka bir görev mi tevdi edilecek? Bunları oy veren insanlara anlatmak gerekirdi. Şimdi sadece solcular çıkıp aldığı oylar ve seçilmişliği üzerinden Başkanı savunuyor.”
Başka bir Büyükşehir yöneticisine daha sordum. O da benzer şeyler söyledi.
Pazar günü İstanbul’dan Ankara’ya gelirken Ankara’da ciddi yatırımları olan bir işadamı ile karşılaştım. O da sonucu merakla bekliyordu ve yöntemin yanlış olduğunu söylüyordu.
AK PARTİ’NİN ADAY ARAYIŞLARI
Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Kültür ve Kongre Merkezi’nde Japon Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı açılış töreninde protokol konuşmaları bitmiş, Japon dilini ve kültürünü öğrenen gençlerin gösterileri sürüyordu.
“Ney” ile Japonların geleneksel müzik enstrümanı “koto”nun Barış Manço’nun “Gülpembe” şarkısını çalarkenki uyumunu size anlatamam, kulaklarınızla duymanız gerekir.
Ne yalan söyleyeyim, Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörü Mazhar Bağlı, törene davet ettiğinde ilk başta 3 saatlik karayolu gözümde büyümüştü. Ancak, sonbaharda en güzel halini alan Kapadokya’yı da görmek için fırsat olur düşüncesiyle Nevşehir’e geldim.
Bu topraklara ilk kez ODTÜ’de öğrenci iken gelmiştim. Ürgüp, Göreme, Avanos, Uçhisar, Ortahisar, Ihlara Vadisi benim için her zaman büyüleyici yerler.
Her gelişimde aynı heyecanı duyuyorum. Yeraltı kentleriyle, Ihlara Vadisi’ndeki gizli kiliseleriyle, mağaralarıyla, peribacalarıyla, butik otelleriyle, gün doğumunda birer birer havalanan rengârenk balonlarıyla, güzel şaraplarıyla insanı çeken bir coğrafya.
JAPONLAR YENİDEN GELMELİ
Buraya ilk gelişimde en çok Japon turistler dikkatimi çekmişti. Uzun bir süre her geldiğimde bu detayı gözlemledim.
Ancak, zamanla Türkiye ile Japonya arasındaki
Geçen hafta manşetlerde Türkiye’nin Fırat Kalkanı’na benzer bir operasyonla İdlib’e gireceği yönünde bir atmosfer yaratılmıştı. Öyle ki MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Kerkük 82, Musul 83” diye başlattığı sıralamayı “İdlib 84, Afrin 85” diye sürdürenler bile olmuştu.
Ancak, İdlib konusunda durum çok farklı. O yüzden İdlib meselesine biraz mercek tutmakta fayda var.
İDLİB, RUSYA’NIN YÖNETTİĞİ ÜÇ OPERASYONDAN BİRİ
İsterseniz, İdlib ile ilgili bütün detayları madde madde sıralayalım:
- Fırat Kalkanı operasyonu, planları Genelkurmay Karargâhı’nda MİT ile birlikte planlanan, Dışişleri Bakanlığı’nın ABD ve Rusya ile eşgüdüm sağlamasıyla, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurları ile birlikte icra edilen bir operasyondu. İdlib operasyonu ise Rusya, İran, Suriye ve Türkiye’nin Astana’da vardığı mutabakatın bir ürünü.
- İdlib operasyonu, Esad yönetimi ile uluslararası toplumun ‘terörist unsur’ olarak görmediği isyancı silahlı grupların Astana’da vardığı çatışmasızlık mutabakatına uyulup uyulmadığını gözetlemek için tasarlanan üç operasyondan biridir.
- Operasyonların ilki Suriye’nin güneydoğu sınırında, ikincisi güneybatısında başlamıştı. Rusya doğuyu İran ve Ürdün’le, batıyı Mısır’la gözetliyordu. İki bölgede de çatışmalar büyük ölçüde durdu.
- İdlib operasyonu da Suriye’nin kuzeybatısında yine
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamalarını duyduğumuzda TBMM’deydik. Etrafımızdaki gazetecilerin ve siyasetçilerin ortak yorumu “Cumhurbaşkanı’nda kararın Büyükelçi tarafından alındığına dair somut bir bilgi olabilir” oldu.
Oysa önceki gün Amerikalı diplomatlarla yaptığım görüşmelerde, kararın Ankara’daki Büyükelçilikte değil, Washington’da ABD Dışişleri Bakanlığı ile Beyaz Saray’ın bitişiğindeki yönetim binasında (Executive Building) alındığını öğrenmiştim.
Olayın doğrusunu bulmak gerekiyordu.
Türkiye tarafında ABD’nin kararının kim tarafından alındığına dair elle tutulur bir bilgi yoktu. O nedenle kararın izini sürmek için akşam saatlerinde ABD Büyükelçisi Bass’ın veda resepsiyonunda gördüğüm Amerikalı diplomatlara sordum:
“Karar nerede alındı?”
Amerikalılar çok net yanıt verdi:
“Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı...”
Bir de şu notu düştüler:
Yaşanan “kriz”, içeriği bakımından, 1964’teki “Johnson Mektubu”, 1968’den 1974’e dek süren “haşhaş sorunu”, 1974’teki “Kıbrıs Barış Harekatı”, 1 Mart 2003’teki “tezkere gerilimi”, 4 Temmuz 2003’te “ABD ordusunun Kuzey Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi” olayı gibi geçmiş krizlerle kıyaslanamayacak kadar önemsiz görünüyor.
Ancak, sonuçta ortaya çıkan “yaptırımın”, “önemsiz” olmak bir yana, “tarihin en kötüsü” olduğunu söylemek gerekiyor.
İki ülke ilişkilerindeki krizli dönemlerde “silah ambargosu”, “Nota verilmesi”, “personel çekilmesi” gibi adımlar hayata geçirilse de vatandaşları doğrudan etkileyen “vize verilmemesi” uygulaması ilk kez gerçekleşiyor.
ORANTISIZ YAPTIRIM
Krizin perde arkasını anlatmadan önce söylemek isterim ki ABD’nin bazı konsolosluk çalışanları ve vatandaşları tutuklandı diye Türkiye’deki konsolosluklarında göçmen olmayan vize işlemlerini süresiz durdurması tam anlamıyla “orantısız” bir diplomatik tepkidir.
ABD Başkanı Donald Trump’ın ısrarı ile 18 Ekim’de yürürlüğe girecek vize kısıtlamalarıyla ilgili yasanın İran, Libya, Somali, Suriye, Yemen, Çad, Kuzey Kore ve Venezuela gibi ülkeleri kapsadığı düşünülürse, bu listeye eklenmek, Türkiye’ye hak etmediği bir yaptırım uygulandığını gösterir.
O tüyleri diken diken eden videoyu görmüşsünüzdür.
Sokak ortasında yatan bir kadın, kadına copla vuran, hızını alamayıp tekmeleyen bir polis, bu olay gözlerinin önünde yaşanırken izlemekle yetinen başka bir polis... Antalya Emniyet Müdürlüğü, olayın sosyal medyaya yansımasından hemen sonra iki polisi de açığa almış, ardından şu açıklamayı yapmış:
“Değil bir insana, hiçbir canlıya karşı bu ve benzeri nitelikte bir fiilin ve davranışın kurumumuzca tasvip edilir hiçbir yanı, yönü ve de mazereti bulunmamaktadır. Emniyet Teşkilatı olarak gerekçesi her ne olursa olsun bu tür şiddet ve kötü muamelede bulunduğu belirlenen görevlilerimiz hakkında bundan önce olduğu gibi bundan sonra da asla hiçbir şekilde müsamaha gösterilmeyecektir.”
GENEL MÜDÜR ALTINOK’UN MÜDAHALESİ
Bir gazetecinin böyle bir olaya kayıtsız kalması zor. Fox TV’de İsmail Küçükkaya da hassasiyet göstermiş, Emniyet Genel Müdürü Selami Altınok’a konuyu sormuştu.
Görüntüleri izleyince çok öfkelenmiştim. O yüzden İsmail’i can kulağı ile dinledim ve program sırasında hazırladığı gazeteyi satır satır okudum. “Biz de utandık” başlığını atmış, Genel Müdür Altınok’un “Biz de üzüldük” açıklamasını aktarmıştı.
Genel Müdür Altınok, lafı eğip bükmemiş, yanlış yaptığı ayan beyan ortada olan personeline sahip çıkmak yerine, yerdeki insana ve onun temel haklarına sahip çıkmıştı.
Sonradan öğrendim, kendisi videoyu görür görmez, olaya müdahale edip Antalya İl Emniyet Müdürlüğü’nün o açıklamayı yapması talimatını vermiş.