İstifa açıklamasında, Türkiye’de günlerce konuşulacak bir tavır sergiledi. Tartışmalı iddialar ortaya attı. Mesela, kendisine, hatta ailesine ulaşan ve “katlanılmaz hale gelen” bir baskı ve tehdit ortamından söz etti. Sonra şu soruyu sordu:
“Ortaya çıkan manzarada bürokrasi devletin önüne, devlet milletin önüne ve en önemlisi sadakat liyakatin önüne geçmiş gibi görünmüyor mu?”
Ardından da hem siyaset, hem tıp ve biyoloji literatürüne geçecek şu değerlendirmeyi yaptı:
“Metal yorgunluğu adı altında bu değişim ve yenilenme süreci AK Parti’de bir otofajiye dönüşmüştür.”
AK Parti, Uğur’un açıklamalarından sadece “tehditler” kısmını ciddiye alıp yanıt verdi. Oysa Uğur baskıdan da söz etmiş, baskının partiden geldiğini ima etmişti.
Uğur’un açıklamalarını tekrar hatırla(t)mamın nedeni şu:
Ankara’da konu hakkında bilgi sahibi olan kime “Edip Uğur neden bıraktı(rıldı)” diye sorsam aynı yanıtı aldım.
İddiaya göre
ABD ve Britanya, Barzani’nin “devlet adamlığını” ve “IŞİD’e karşı direnişini” övmekle beraber, görevi bırakmasını memnuniyetle karşıladı.
Anglosakson ittifakı, yıllarca Mesud Barzani ile Celal Talabani’nin damga vurduğu Kuzey Irak siyasetinde, yeni dönemin önderleri olarak Neçirvan Barzani ile Kubat Talabani’yi işaret etti.
Almanya ve Fransa da, Bağdat’taki büyükelçilerini Neçirvan Barzani ile görüşmek üzere Erbil’e gönderdi. Bağdat ile Erbil arasında arabuluculuk da öneren iki ülke, bu vesile ile ABD ve Britanya gibi bölgede artık Neçirvan Barzani-Kubat Talabani dönemini tanıdıklarını gösterdiler.
Bu arada en ilginç çıkış, İran Genelkurmay Başkanı General Muhammed Hüseyin Bakıri’den geldi. Bakıri, Barzani’nin istifasının bölgedeki ateşi söndürebileceğini söyledi ve yeni yöneticilere reform çağrısı yaptı.
Türkiye ise Kuzey Irak’ın geleceği konusunda şimdilik açıktan adımlar atmıyor, Barzani’ye nasihat vermekle yetiniyor.
Şimdi gelin, Batılılar ile İran’ın işaret ettiği Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinin yeni yöneticilerine mercek tutalım:
KUZEY IRAK’IN YENİ NESİL LİDERİ
Türkiye için çok önemli bir günün 94. yıldönümü.
25 Ekim 1923’te TBMM’de yaşanan kabine krizi, 27 Ekim 1923 günü Ali Fethi Bey başkanlığındaki hükümetin istifasıyla sonuçlanmıştı. Dünyada örneği görülmemiş olan “TBMM hükümeti” yöntemi krizler nedeniyle sürdürülemiyordu.
Bir gün sonra, yani 28 Ekim 1922’de TBMM içinden yeni bir hükümet çıksın diye çok uğraşıldı ama olmadı. Yeni hükümet kurulamayınca Atatürk, çalışma arkadaşlarını akşam Çankaya Köşkü’ne davet etti. İsmet İnönü ile uzun uzun yeni yönetim şeklini konuştular ve “cumhuriyet” kararını kesinleştirdiler.
Atatürk, 94 yıl önce bugün, akşam yemek masasındaki misafirlerine dönüp, “Arkadaşlar, yarın Cumhuriyeti kuruyoruz” dedi.
Yarın da 29 Ekim 2017.
Anayasa’nın ilk maddesinin sonuna “Yönetim şekli cumhuriyettir” ifadesinin eklenmesinin, yani Cumhuriyet’in kuruluşunun, aynı zamanda Ulu Önder Atatürk’ün oybirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçilmesinin 94 yılı.
NEREDEN NEREYE...
Yıldönümlerinde insan elinde olmadan muhasebe yapar ya 29 Ekimlerde de Cumhuriyet’in muhasebesini yapıyor insan.
En son 20 Ekim günü Avrupa Birliği ülkelerinin devlet ve hükümet başkanları Türkiye’ye taahhüt edilen “katılım öncesi mali yardımlar”da kesintiye gitme kararı aldı. Kararın mimarı Almanya Başbakanı Angela Merkel, AB’nin bu adımla Türkiye’deki “insan hakları durumuna” tepki gösterdiğini iddia etti.
Almanların tepkisi bununla da sınırlı kalmadı, hem AB’nin Türkiye ile müzakereleri askıya alması fikrini tartışmaya açtılar, hem de Türkiye ekonomisini ve bankacılık sistemini hedef alacak bazı kararları gündeme getirdiler.
TAHLİYE HABERİYLE GELEN YUMUŞAMA
Biliyorsunuz, Almanya ile Türkiye arasındaki bu sorunlar, aralarında gazeteci Deniz Yücel’in de bulunduğu Türkiye’de tutuklu Almanya vatandaşları yüzünden başlamış, 5 Temmuz 2017 günü Alman “insan hakları aktivisti” Peter Steudtner’in Büyükada’da tutuklanmasıyla zirveye çıkmıştı.
25 Ekim 2017 günü “Büyükada Toplantısı” diye bilinen davanın duruşmasında tutuklu sanıklar için tahliye kararı çıktı. İkisi yabancı sekiz tutuklu sanık akşam saatlerinde serbest kaldı.
Bu kararın ardından Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, mahkeme kararını memnuniyetle karşıladığını belirterek, “Bu cesaret verici bir sinyal, bir ilk adım” dedi.
Gabriel, diğer tutuklu Almanların serbest kalması için de çalışmaya devam edeceklerini vurgularken, Alman hükümet sözcüsü Steffen Seibert ise Twitter’a şu mesajı yazdı:
“Nihayet! Peter Steudtner ve diğer insan hakları savunucuları serbest bırakılıyor. Onlar için mutluyuz ve düşüncelerimiz hâlâ hapiste olanlarla.”
O kadar kolay ki yılda ortalama 7-8 Parti kuruluyor. Yazıya başlamadan önce listeye baktım, 15 Şubat 2017 itibariyle Türkiye’de 92 siyasi parti vardı. En son Ağustos 2016’da Osmanlı Partisi kurulmuştu.
1980 darbesinde bütün partiler kapatıldığından, Türkiye’deki partilerin tamamı 1983’ten sonra kurulmuş sayılıyor. Örneğin Cumhuriyet ile yaşıt bildiğimiz CHP’nin Yargıtay kayıtlarındaki kuruluş tarihi 9 Eylül 1992. Aynı şekilde Demokrat Parti’nin kuruluş tarihi 23 Ağustos 1983 olarak görülüyor.
Son 5 yıla baktım, ülkemizde tam 45 parti kurulmuş (2012’de 7, 2013’te 8, 2014’te 16, 2015’te 7 ve 2016’da 7 parti). 2014’te olduğu gibi seçimler yaklaşırken kurulan parti sayısında her zaman dikkat çekici bir artış olmuş.
Parti kurmak gibi parti kapanması da Türkiye’de vaka-i adiyeden.
Bakın, 2013’te 75 olan siyasi parti sayısı, 14 Eylül 2015 günü tam 100’e çıkmış. Ancak bu sayı 16 şubat 2016’da 96’ya, 15 Şubat 2017’de de 92’ye düşmüş.
Tabi kurulan parti her zaman siyaset alanında faaliyet göstermeyebilir. Adana’da Gelişen Türkiye Partisi il başkanlığına 30’a yakın kumar baskını yapılmıştı. Parti sonunda kapatıldı.
İşin şakası bir yana, mevcut 92 partiden sadece dördünün TBMM’de üyesi bulunuyor(Aytun Çıray’ın CHP’den İYİ Parti’ye geçmesiyle bu sayı 5’e çıktı). Teşkilatlanmasını tamamlayıp seçime girme hakkı kazanan parti sayısı 27 iken son genel seçimlerde de (1 Kasım 2015) sadece 16 parti seçime girebilmişti.
Görüntülerde en dikkat çeken isimler, bir önceki Hava Kuvvetleri Komutanı emekli orgeneral Abidin Ünal ile kendisinden bir önceki Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk’tü.
Öztürk darbeden sonra ilk gözaltına alınan ve tutuklanan subaylar arasındaydı. Şu anda da Ankara’da görülmeye başlanan 221 sanıklı Yurtta Sulh Konseyi davasındaki asker sanıklar arasında birinci sırada yer alıyor. Öztürk ile görüldüğü fotoğrafı Hürriyet Yazarı Abdulkadir Selvi’ye anlatan emekli Orgeneral Abidin Ünal’ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “Darbe olsaydı, Öztürk Cemal Gürsel olacaktı” dediği, daha önce de haberlere yansımıştı.
27 TEMMUZ 2016’DA İHRAÇ EDİLMİŞTİ
Biliyorsunuz, darbe girişiminden sonra, normal şartlar altında 1 Ağustos 2016 günü yapılması planlanan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı, erkene alınmış, 27 Temmuz 2016 günü gerçekleşmişti. YAŞ toplantısından bir gün önce de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve Genelkurmay Başkanı Hulisi Akar’ın katılımıyla 5 buçuk saatlik bir toplantı yapmıştı. Toplantı sonrasında da kapsamlı bir Kanun Hükmünde Kararname yayınlanarak, darbeye karışan 149 general ve amiral, 1099 subay ve 436 astsubay ordudan ihraç edilmişti.
Akın Öztürk de ihraç edilen subayların listesinde ilk sırada yer almıştı.
KILICINI GERİ İSTİYOR
Yurtta Sulh Konseyi davasının da en önemli sanığı olan Öztürk, duruşmalarda darbe girişiminin bir “üst akıl” tarafından gerçekleştirildiğini iddia edip, kendisinin darbeci olmadığını savunmuştu. Öztürk, kendisini savunurken de Akar’ın 16 Temmuz günü kendisini Başbakanlığa çağırdığını ileri sürmüştü.
Öztürk, duruşmadaki ifadesinde şöyle demişti:
Bağdat, Türkiye’nin Mesud Barzani’ye ve Kuzey Irak’taki bölgesel yönetime öfkesini fırsata çevirdi. Irak ordusu kuzeye doğru ilerleyerek bölgesel yönetimin sınırını 2003 öncesindeki duruma getirdi.
Bu arada İran da Barzani’nin bölgedeki en büyük rakibi Kürdistan Yurtseverler Birliği üzerindeki etkisini kullanarak Barzani’yi iyice yalnızlaştırdı. Türkiye de desteği kesince Barzani çaresiz kaldı.
BAĞDAT SİNCAR’DA PKK’YA MAAŞ MI BAĞLADI?
Alanya Gazeteciler Cemiyeti’nin yılın gazetecileri ödül töreni için gittiğim Alanya’da Kuzey Irak Parlamentosu’nun Türkmen kökenli üyesi Aydın Maruf’la sohbet etme fırsatı bulduk.
İlginç bir bilgiyi paylaştı.
IŞİD’in Sincar’dan geri alınması için 2015’te PKK devreye girmişti. Sincar IŞİD’den alınınca da PKK, bölgede Kandil’dekine benzer karargahlar kurmuştu. Suriye’deki YPG ile Irak’taki PKK’nın iletişimi ve geçişkenliği açısından Sincar kritik rol oynamıştı. Bir süre sonra PKK’nın sessiz sedasız Sincar’dan çekildiği ve bölgeyi Bölgesel Yönetimin emrindeki Peşmerge’ye devrettiğine tanıklık etmiştik.
Maruf’a göre, Bağdat yönetimi, bu süreçte IŞİD’le savaştığı ve bölgeyi koruduğu için 4 bin PKK’lıya maaş ödedi.
KERKÜK GÖRÜNTÜLERİ MİZANSEN MİYDİ?
Tarih: 22 Şubat 1942.
Celal Bayar Evi’nin önünde yüzünü paltosunun yakasıyla kapatmış bir kişi elinde paketle bekliyordu.
Bir taksi, belki müşteridir diye önünde durdu. Taksiyi savmak için bağırıp el kol hareketleri yapınca yolun karşısındaki İtalya Büyükelçiliği’nde çalışan Constantino Liberalli’nin dikkatini çekti.
Aynı anlarda, İtalya Büyükelçiliği’nin yakınındaki Almanya Büyükelçiliği’nden şık bir çift çıktı. Taksici ile tartışan kişi, tartışmayı bırakıp hızla onlara yöneldi. Birkaç saniye sonra büyük bir patlama oldu.
Çift yere savrulsa da kurtuldu. Patlayan paket, taşıyan kişinin de parçalanarak ölmesine neden olmuştu.
Ankara polisi titiz bir çalışma yaptı. Saldırganın ayakkabısının teki bir ağacın üzerindeydi ve vücut bütünlüğü çok bozulmuştu. Olay yerinde bir tabanca ile saldırganın kimliği hakkında önemli ipucu sağlayan bir uzuv bulundu.
İstihbarat da devreye girince, saldırganın 1940’ta Türkiye’ye göç etmiş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Makedon kökenli 25 yaşındaki Ömer Tokat olduğu anlaşıldı. Yugoslavya’da Komünist Parti üyesi olan Tokat’ın İstanbul’daki iki Yugoslavya göçmeni arkadaşı daha yakalandı. Alınan ifadeler soruşturmayı İstiklal Caddesi’ndeki SSCB Büyükelçiliği’ne götürüyordu.
SUİKASTÇI ÖLECEĞİNİ BİLMİYORDU