Ne zaman Ankara ile Washington arasında bir iletişim kurulsa, sonrasında tarafların yaptığı açıklamalar arasında ciddi nüanslar yer alıyor.
Sonuncusu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasındaki telefon görüşmesinden sonra yaşandı.
AÇIKLAMALARDAKİ TON FARKI
Görüşme sonrasında ilk açıklamayı yapan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şöyle konuştu:
"Sayın Trump net bir şekilde talimat verdi ve bundan sonra YPG'ye silah verilmeyeceğini, esasen bu saçmalığa daha önce son verilmesi gerektiğini net bir şekilde söylemiştir."
Bir süre sonra Cumhurbaşkanlığından görüşmeyle ilgili resmi bir açıklama geldi. Çavuşoğlu’nun açıkladığı bilgiye yer verilmeyen açıklamada, “... iki lider, DEAŞ, PKK, FETÖ ve benzeri örgütler dâhil, tüm terör örgütlerine karşı birlikte mücadele etme konusunda mutabık kalmışlardır” denildi.
ABD AÇIKLAMASI YİNE MUĞLAK
Türkiye ile ABD arasındaki 8 saatlik fark nedeniyle ABD’nin açıklaması bir gün sonra geldi.
Selvi, 10 Ekim günü AK Parti’nin Afyon kampıyla ilgili yazısında, bazı partililerin MHP ile yakınlaşma ve milliyetçi söylemlerdeki artışa ilişkin görüşler dile getirdiğine dikkat çekip Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki yanıtını şöyle aktarmıştı:
“Tek millet demek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek bayrak demek, bayrağı sevmek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek vatan demek, vatanını sevmek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek devlet demek, devletin birlik ve bütünlüğünü korumak milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Bizim milliyetçiliğimiz budur arkadaşlar...”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afyon kampından sonra da milliyetçilik söylemini aynı çizgide sürdürdü. Konuşmalarında “milliyetçilik” ve “vatanseverlik” kavramlarını “sağcılık” ve “solculuk” üzerinden de kullanmaya başladı. Solcuların vatansever olmadığını söylemeye başladı.
Aynı dönemde AK Parti sözcüleri de MHP ile zaman zaman benzer söylemleri kullanmaya başladı. Bu benzeşmenin ve yakınlaşmanın en net görüldüğü yer ise genç taban oldu. AK Parti Gençlik Kolları, son dönemdeki toplu etkinliklerde, AK Parti grup toplantılarında ülkü ocaklarının ünlü sloganlarını kullanmaya başladı.
BAHÇELİ PEKİŞTİRDİ, AK PARTİ MEMNUN
AK Parti bu meseleyi tartışırken, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, önce grup toplantısında, sonda da Manisa’da AK Parti ile MHP arasındaki “milliyetçi yakınlaşma” algısını pekiştiren bir söylem kullandı.
Bahçeli, bu yakınlaşmanın ayaklarını “7 Ağustos Yenikapı Ruhu” ve “16 Nisan Halkoylaması” olarak açıkladı ve ekledi:
Eğer 16 Nisan referandumunun
Biliyorsunuz, AK Parti bazı belediye başkanlarını değiştirirken Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı da değişti. Melih Gökçek gitti, Sincan Belediye Başkanı Mustafa Tuna geldi.
YENİ BAŞKAN HIZLI GİRDİ
Tuna gelir gelmez önce Gökçek’in bürokratlarının istifasını aldı. Sonra, belediye binası önünde 4-5 ay önce yapılmış küçük su havuzunu kaldırtarak bizlere “Belediyenin önündeki fışkiyeyi kim kırdı” fenomenini anımsattı.
Ankara’da Gökçek’in ısrarı nedeniyle gece yarısından sonra toplu taşıma çalışmazdı. Tuna’nın gelişiyle, toplu taşımada 24 saat esasına geçildi. Tuna’nın Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen ile sıcak kucaklaşması da olay oldu. Kızanlar da oldu ama genelde insanlarda “özlenen gelişmeler” yorumuna neden oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Soçi’de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a öyle sarılmasaydı, Tuna-Taşdelen kucaklaşmasını belki bir hafta daha konuşabilirdik.
ATA’NIN MİRASINA KURULDU
Gelelim, beni gerçekten hayretler içinde bırakan meseleye. Tuna, Hürriyet Ankara Bürosu’nu ziyaretinde ilginç bir konuyu gündeme getirdi.
Dedi ki, “Millete sorarız, ne istiyorlarsa onu uygularız. Ankapark ile ilgili bir anket yaparız. Bu kadar harcanmış, durumu bu, taliplisi yok, ne diyorsunuz deriz. Böyle dursun mu sorarız...”
Ankapark’ı bilmeyeniniz var mı?
Astana süreci, Suriye’de çatışmaların sonlanması ve kalıcı istikrarın sağlanması amacıyla başlatıldı. Astana’da kurulan masada, ana aktörler olarak Suriye’de uygulanacak ateşkes rejiminin üç garantör ülkesi olarak Rusya, Türkiye ve İran bulunuyor. Suriye Hükümeti(Esad rejimi) ve 10’dan fazla muhalif grubun temsilcileri ise Suriye’de çatışan tarafları temsil ediyor. BM, ABD ve Ürdün ise “gözlemci” olarak yer alıyor. Avrupa Birliği Astana’da yok.
Astana’da şu ana dek 7 toplantı yapıldı. Sonuncusu 31 Ekim 2017 günüydü. O toplantıda üç garantör ülke “Suriye Ulusal Diyalog Kongresi” toplama kararı aldı.
Üç garantör ülkenin dışişleri bakanları Antalya’da genelkurmay başkanları ve devlet başkanları da Soçi’de birer gün arayla toplandı.
Son toplantı Rusya lideri Vladimir Putin’in ev sahipliğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin katılımıyla gerçekleşti.
Üçlü zirvede Soçi Kongresi’nin tarihi kesin olarak belirlenmedi ama Aralık ayı başında yapılması ön görüldü.
ASTANA’NIN BEYİN TAKIMI
Astana sürecinin beyin takımında Rusya’yı Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrentiev, İran’ı Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Jaberi Ansari, Türkiye’yi Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Sedat Önal temsil ediyor. Toplantılara Suriye adına ülkenin BM’deki Daimi Temsilcisi Bashar Jaafari katılıyor. Ahrar al Şam, Jaish al İslam, Sultan Murad Tugayları, Al Şam Ordusu gibi muhalif grupların sözcülüğünü ise Türkiye’nin desteklediği “Özgür Suriye Ordusu” isimli silahlı muhalif grubun “Genelkurmay Başkanı” yapıyor.
ABD
Çünkü, umudumu kaybetmiştim.
Kendimi, “Biz ne yazarsak yazalım, uzmanlar ne söylerse söylesin, birileri kendi yol haritalarını hayata geçirmekte kararlı ve çocukları da gelen eleştirileri de umursamıyorlar” diye ikna etmiştim.
Ancak dün tesadüfen öğrendiğim bir yarışmanın sonucunu görünce, kaçamadım, “bunu yazmalıyım” dedim.
ZİRVEDEKİ ÜLKELERİ GERİDE BIRAKTILAR
Yarışmanın adı, Baltık Denizi Felsefe Denemesi Etkinliği (BSPEE).
BM bünyesindeki UNESCO’nun Kardeş Okullar Ağı’nın Finlandiya şubesi, Finlandiya Felsefe Öğretmenleri Derneği ve Finlandiya Felsefe Topluluğu tarafından, Norveç Lise Felsefe Derneği’nin desteği ile düzenlemiş. Finlandiya, Norveç, İsveç başta olmak üzere Kuzey Avrupa ülkeleri ile Balkanlar’dan okullara çağrı yapılmış. Katılmak isteyen okulların felsefe öğretmenleri iki en iyi makaleyi seçerek jüriye göndermiş. Jüri her makaleyi 2’şer puanlık şu 5 başlıkta değerlendirmiş:
- Konu ile ilgililik
Kendisine Milli Görüş Hareketi’nden söz ettim. Yıllarca seçim barajlarını aşamayan bir hareketin yerelden yükseldiğini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan örneği ile anlattım. Sosyal demokratların 1989’da ele geçirdikleri yerel yönetim avantajını iyi kullanamayıp 1994 yerel ve 1995 genel seçimlerini nasıl kaybettiklerini izah ettim. Özetle, “Belediye deyip geçme, olay birkaç belediye başkanının değiştirilmesinden ibaret değil” dedim.
BÜTÜNŞEHİR YASASI KİME YARIYOR
Bu aralar Ankara’da hükümetin, yeni “bütünşehirler”, yani idari sınırları ile belediye sınırları aynı olan iller ilan etme arayışında olduğu konuşuluyor. Bütünşehir sayısı 50’yi geçebilir. Ordu gibi bazı illerde, kent merkezinde (metropolde) alamadığı oyları küçük ve uzak ilçelerden alan ve büyükşehiri kazanan AK Parti, şimdi de Bilecik ve Giresun gibi illeri aynı yöntemle almak istiyor.
Bütünşehir düzenlemesi AK Parti’nin işine yarıyor ama vatandaş ve belediyeler açısından üç önemli olumsuzluğu ortaya çıkarıyor:
◊ Büyükşehir belediye meclislerinde “temsilde adalet” bozuldu. Örneğin CHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kıl payı kaybetmeyip kazansaydı da 146 sandalyeli belediye meclisinde sadece 23 üye ile azınlıkta kalacaktı. Çünkü söz konusu mecliste 1 milyon nüfuslu Çankaya’nın 10, sadece 2 bin 750 nüfuslu Evren’in 2 üyesi var. Yani Çankaya’dan gelen bir üye 100 bin Çankayalıyı temsil ederken, Evren’den gelen bir kişi sadece 1375 Evrenliyi temsil ediyor.
◊
İlk örneğini, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklu sanık olduğu davada görmüştük. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi (İstinaf Mahkemesi), İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Berberoğlu’nu 25 yıl hapis cezasına çarptıran kararını bozmuştu. Ancak kararı veren 14. Ağır Ceza Mahkemesi, ilgili yasal düzenlemeyi gerekçe göstererek dosyayı İstinaf Mahkemesi’ne iade etmişti.
İkinci gelişme dün yaşandı. Bir grup gazeteci ile sohbet eden Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin “Sempatizan olmak örgüt üyeliği suçlaması için yeterli değildir” mealindeki kararını doğru bulmadığını açıkladı. Başsavcı Yüksel Kocaman, mevcut soruşturmaların bu karardan etkilenmeyeceğini gösterdi.
Hukuk camiasının tartıştığı bu meseleyi konuşmak için Hâkimler Savcılar Kurulu (HSK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ı aradım. Zaman zaman kendisiyle hukuk devleti üzerine sohbetlerimiz olur ve o sohbetlerden çok yararlanırım.
“Yargı kurumları arasındaki görüş ayrılıkları konusunda ne diyorsunuz” dedim.
İlk yanıtı “Hukuk da yaşayan bir şey” oldu. Her davayı dosyası ve delilleri üzerinden ele almak gerektiğini vurguladı ve şunları söyledi:
“Şunu hiç unutmamak lazım: Bir eylemin suç sayılması için kanunda tarif edilmesi lazım. Suç olduğu tespit edilirse failler kimler ona bakılır. Hukukçular her aşamada Anayasa’nın 38. maddesi çerçevesinde ‘uygun elde edilmiş’, ‘kanaat verici’ ve ‘inandırıcı’ deliller ile buna bakar. Ancak bazen bir mahkemenin delil saydığını İstinaf Mahkemesi saymayabilir. O zaman Yargıtay’a gider. Görüş ayrılığı Yargıtay ile ilk derece mahkemesinde olursa Genel Kurul’a gider. Yani yargı kendi içinde tartışır ve kararını verir.”
İstinaf mahkemeleriyle ilgili yetki sorununun, uygulamaya hızlı bir şekilde geçilmesinden kaynaklandığını anlatan Mehmet Yılmaz, tartışmanın Berberoğlu davasından önce, 2016’da bazı ilk derece mahkemelerinin HSK ve Adalet Bakanlığı’na yaptığı başvurularla başladığını anımsattı. Sorunun giderilmesi için harekete geçtiklerini, İstinaf yargıçlarına eğitim verildiğini, seminerler düzenlendiğini belirten Yılmaz, şöyle devam etti:
“Berberoğlu davasında İstinaf Mahkemesi, İstinaf Başsavcılığının talebini yerinde gördü ve dosyayı görüştükten sonra duruşma yapma kararı aldı. Artık dava İstinaf Mahkemesi’nde görülecek. Sonra da gerekirse temyizde... Hukuk böyle bir şey, kendi çözümünü ve yolunu buluyor.”
Mücahit Arslan, önceki gün Ankara’da bir taksi durağını ziyaret etti. Taksiciler kendisine haliyle belediye başkanlarının istifa sürecinin anlamını sordu. Uzun uzun yanıtlar verdi. Kendisine, söylediklerini yazmak istediğimi söyledim. Kabul etti.
YOZLAŞMA ESİR ALMASIN
Geçmişte partilerin en büyük zaafının ‘yozlaşma’ ve ‘hantallaşma’ olduğunu söyleyen Arslan, Erdoğan’ın bu durumun AK Parti’yi esir almasını istemediğini söyledi. Arslan’ın taksicilerle sohbetinde öne çıkan mesajlar şöyleydi: “Geçmişte hiçbir lider, hiçbir parti söz konusu olguyla mücadele cesaretini gösteremedi. Tayyip Bey, diğer liderlerin yapmadığı bir işe girişti. Başka biri olsa büyük ihtimalle beklemeyi, iş içinden çıkılmaz bir hal alınca çekip gitmeyi ya da kenara çekilmeyi tercih eder.
CESUR VE RİSKLİ HAMLELERDİ