9 Aralık 2010
“İNGİLTERE eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye eski Osmanlı topraklarında, Balkanlar’da, Ortadoğu ve Orta Asya’da yeniden liderlik kurmasın?” Dün yazdım. Washington Post’tan alıntı bu sözler Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ait.
Dün yine yazdım. Davutoğlu Hoca’nın hayalleri akademik bir tartışma olarak çekici bulunabilir ama gerçekçi değil!
“Milletler topluluğu” her şeyden önce iktisadi çıkarların ortak paydasında kurulur.
Büyük Britanya eski sömürgeleri ile bu ortak paydayı yakaladığı için hâlâ ayaktadır. Osmanlı ise en başından beri sömürgeleri ile ilişkilerini, İngiltere’nin tersine, artı ürünün yeniden ve ortak üretilmesi üzerine değil, artı ürünün sömürgelerden ayni vergi olarak toplanması (el konulması) üzerine kurduğu için milli pazarlar ön plana çıkınca batmıştır.
Geçmişte olmadığı gibi bugün de Osmanlı’nın eski sömürgeleri dünyadan iktisadi pay kapmak için Türkiye Cumhuriyeti’ne ihtiyaç duymuyorlar.
* * *
Bugün daha somut yazayım.
1) Balkanları, Ortadoğu’yu, Orta Asya’yı bir araya getirecek Türkiye 30 yıldır kendi toprakları içindeki Kürtlerle bile hali-hamur olamıyor. Neden?
Oysa, neo-Osmanlıcı AKP Hükümeti 8 yıldır iktidarda!
* * *
2) İran ile 5 Güvenlik Konseyi daimi üyesi ve Almanya’dan oluşan P5+1 adlı grup arasındaki nükleer görüşmeler bir yıllık aradan sonra Cenevre’de yeniden başladı. Türkiye İran ile Batı arasında arabuluculuk yapmak için büyük gayret sarf ediyor. Bu toplantının da Türkiye’de yapılması için boşuna çırpındı durdu. Bu konuda Türkiye’ye destek çıkan bir tek Balkan, Ortadoğu, Orta Asya ülkesi duydunuz mu?
* * *
3) Başbakan Erdoğan Lübnan’da ödül alırken aynen “AB Schengen diyor, biz neden kendi aramızda bunu kurmuyoruz? Nedir bu korku? Nedir bu çekince? Bunu anlamak mümkün değil” dedi. (Gazeteler-26 Kasım 2010)
Konu yandaş basında alkışlarla karşılandı. Ancak...
Schengen vatandaşlık kayıtlarını ortaklaştıran, buna göre de sadece vizeyi değil, sınırlar geçilirken pasaport kontrolünü de kaldıran bir paylaşım sisteminin adı.
AB Schengen Bölgesi ülkeleri arasında seyahat ederken pasaporta ihtiyaç duymadan sanki İstanbul’dan Ankara’ya uçarmış gibi ülke değiştiriyorsunuz.
AB Schengen Bölgesi üyesi olmayan Türkiye’nin bir vatandaşı da ilk AB Schengen ülkesine girerken Schengen vizesini gösteriyor. Bundan sonra bir AB Schengen ülkesinden diğerine uçarken vizesini, daha doğrusu pasaportunu bir daha kimseye göstermiyor. Zira, nasıl bir ülke için vize bir kere girişte gösteriliyorsa, Schengen Vizesi de AB Schengen Bölgesi’nde bir kez ibraz ediliyor.
* * *
Türkiye Arap ülkeleri ile “korkmadan”, “çekinmeden” Ortadoğu Schengen’i kurabilir ama bir şartla:
AB Schengen talebinden vazgeçerek!
Kimse Başbakan’ı aldatmasın.
İki Schengen bir arada ancak sucuklu-peynirli Yengen olur!
İki Schengen’li olmak demek, örneğin Beyrutlu Arap’ın cebine pasaport koymadan önce Ortadoğu Schengen Bölgesi’nde Beyrut’tan İstanbul’a, sonra da aynı anda AB Schengen Bölgesi üyesi olan İstanbul’dan Paris’e yine pasaportsuz uçması demek.
İktisadi faaliyet açısında Schengen emeğin serbest dolaşımını sağlayan AB ruhunun bir parçası.
Adama yedirmezler!
* * *
Osmanlı Milletler Topluluğu (neo-Osmanlı)!
Genç adama kız istemeye gitmişler. Kız tarafı sormuş: “Oğlumuz ne iş yapar?”
Oğlan tarafı cevap vermiş:
“Şimdilik bir işi yoktur ama görülmüş rüyalarımız, bakılmış fallarımız vardır.”
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2010
WIKILEAKS’ten bizlere yansıyan ABD’li diplomatların Ahmet Davutoğlu algılamasını Davutoğlu’nun kendisi de bizzat teyit etmiş:
Amerikan Washington Post Gazetesi yazarı Jackson Diehl, geçen hafta Washington’da görüştüğü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendisine Türkiye’nin eski Osmanlı ülkeleri üzerinde liderliğini yeniden kurma hayalinden bahsettiğini yazdı. Diehl, Wikileaks belgelerinde ‘son derece tehlikeli’ ve ‘neo-Osmanlı İslamcı fantezilerde kaybolmuş’ denilen Davutoğlu’nun kendisine, “İngiltere eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye eski Osmanlı topraklarında, Balkanlar’da, Ortadoğu ve Orta Asya’da yeniden liderlik kurmasın?” dediğini (de) yazdı. Washington Post yazarı şöyle devam etti: “Aslında, Arap sokaklarının muhtemel lideri olarak Erdoğan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah gibi rakiplerinden daha çekici görünüyor.” (Milliyet-7 Aralık 2010)
Kendisi zerre kadar tanıdı isem Ahmet Davutoğlu bu sözleri yalanlayacaktır.
Ancak, Ahmet Davutoğlu’nun hayalperest/ideolojik dış politika anlayışının Osmanlı Devletler Topluluğu (deyim Hasan Celal Güzel’e aitmiş) özlemi üzerine kurulu neo-Osmanlı anlayışı olduğunu bütün dünya biliyor..
* * *
Davutoğlu ile anlaşamadığım noktalardan birisi onun hayal dünyasında ekonominin dış politikadaki ağırlığına pek yer vermemesi veya küçümsemesidir.
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2010
RAHMETLİ Muammer Karaca her kış geldi-gelecek diye yüreklere korku salan komünizm için “Korkmayın gelse de biz onu kendimize benzetiriz” diyerek insanların yüreğine su serperdi! Haklı idi büyük komedyen. Biz her şeyi kendimize benzetiriz. Evvel Allah WikiLeaks’i de kendimize benzettik!
Uydurduğumuz masallar arasında beni en çok güldüren WikiLeaks belgelerini İsrail’in sızdırdığı masalı oldu. Sırf Türkiye’ye zarar versin diye İsrail dost-düşman yedi düveli karşısına alıyor. Suudi Kralı’ndan tutun, Berlusconi’ye, Putin’den tutun, Aliyev’e, Merkel’den tutun, Sarkozy’e hemen herkesi teşhir ediyor.
Beteri ABD’yi rezil ediyor!
Bu akıl dışı masalı uyduranlar ise öyle komplocu yazarlar falan değil; Meclis Başkanı, İçişleri Bakanı, AKP Genel Başkan Yardımcısı, Başbakan’ın akademik unvanlı vakanüvisi!
* * *
Hepimiz WikiLaeks’i bir yerinden tuttuk ama sanırım belgelerdeki en can alıcı iddiayı, yazısının başlığında da vurguladığı gibi Mehmet Tezkan sorguladı:
“Türkiye’de Nükleer Füze Var Mı? Varsa Kimin?” (Milliyet, 2 Aralık 2010)
Sık sık konusunun uzmanı kişilere sorduğu sorularla okura bilgi ve yön veren Neşe Düzel de emekli büyükelçi Temel İskit ile yaptığı söyleşide aynı can alıcı konuyu sorguluyor.
Düzel’in bir sorusuna İskit’in verdiği cevap şöyle:
“Dünyadaki nükleer politika şu: Şimdiye kadar sahip olanlar sahip olmakla kalsın. Yeniler kulübe girmesin. Türkiye’de nükleer silah olduğu öteden beri söylenirdi ama WikiLeaks’le şimdi ispat edildi. Bu silahların tetiği Amerika’nın elinde.” (Taraf, Pazartesi Konuşmaları, 6 Aralık 2010, “Temel İskit: Türkiye’deki nükleer silah ispatlandı.”)
Gelin hep beraber bu meseleyi irdeleyelim!
* * *
WikiLeaks ile ilgili bir başka alaturka saçmalık da Başbakan’ın İsviçre’de olduğu söylenen 8 ayrı hesabı ile ilgili iddiayı çürütmek için İsviçre’den belge istemesi çağrısına verilen tepkidir:
Neymiş efendim, olmayan şeyin belgesi olmazmış.
Bal gibi olur!
Kayda dayanan her bilginin var olup olmadığı pekâlâ sorgulanır.
Hele hele şu çağda elektronik bilgiler bir belgenin kayıtta olup olmadığını anında açığa çıkarıyor.
Memur, hatta milletvekili adayı olacağın zaman “Sabıkası yoktur” belgesi alıyorsun.
Sabıka kayıtlarında adını arıyorlar, adın yoksa belgeyi şıppadanak veriyorlar.
İşe gireceğin zaman “ciddi bir hastalığının olmadığını” belgeliyorsun.
Kamu ihalesine katılacağın zaman “vergi borcunun olmadığını” belgeliyorsun.
* * *
İddialar hukuken hiçbir anlam taşımasa da, hatta iddialar basit dedikodulara dayansa da, üstüne üstlük ispat yükümlülüğü iddia makamında olsa bile, söz konusu bir Başbakan, dedikodu sahibi de bir ülkenin Büyükelçiliği olunca dünya basını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’ndan resmi bir girişim bekliyor.
Banka hesaplarını, mahkeme kararı olmadıkça ikinci şahıslar sorgulayamaz. Ama birinci şahıslar pekâlâ sorgular.
Başbakan bir liste hazırlar. Bu listeye önce kendi adını, sonra yakınlarının adını koyar, onların da şahsi talebini alır, kodlama varsa bile açıklanmasını ister. İsviçre’deki tüm bankalara sorar:
“Benim/bizlerin sizde hesabımız var mı?”
Cevap bir günde gelecektir!
Gelen resmi cevapları kamuoyuna açıklayınca da, yerli-yabancı tüm münafıkların sesi kesilir.
Hadi yerlileri başka türlü de susturursun. Yabancıların ağzı çuval değil ki büzesin!
Yazının Devamını Oku 5 Aralık 2010
GEÇEN yıl yine aralık ayı başında bir yazı yazmıştım: <br><br>“Medici ailesinin Türkiye ayağı: Ahmet Şahin” (Hürriyet-6 Aralık 2010) Yazımda şöyle diyordum:
“(İşadamı) Ahmet Şahin... aynı zamanda bir doğa tutkunu ve sivil pilot. Zaman zaman kendisine ait deniz uçağı ile uçuşlar yapıyor. Bol bol ava çıkıyor. Her fırsatta doğanın kucağına kaçıyor. Kendi elleri ile santim santim yarattığı Sapanca Doğapark ise göl kıyısında 20 dönüm arazi üzerine kurulmuş bir yeryüzü cenneti. Çiftlik bir hayvanat bahçesini de içinde barındırıyor.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi Ahmet Şahin bir sanatsever. Ama öyle böyle değil. Sanata âşık. Kendisini katiyen sanatçı olarak görmüyor ama Rönesans’ın ünlü İtalyan Medici ailesi misali sanata ve sanatçıya alabildiğine kucak açıyor.
Geçen yıl haziran ayında Sapanca’daki doğa cenneti çiftliğinde I. Uluslararası Plastik Sanatlar Kolonisi’’ni tertip etti.” (İsim Ahmet Şahin’in kurucusu olduğu Ankara’nın 160 metre ile en yüksek binası olan Portakal Çiçeği Residence’dan esinlenmiş.)
* * *
Koloni’nin 2’ncisi de bu yıl yine haziran ayında tertiplendi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı etkinlikleri kapsamında 2. Portakal Çiçeği Uluslararası Plastik Sanatlar Kolonisi bu yıl 8 ülkeden 33 sanatçıyı Doğapark’ta bir araya getirerek çeşitli eserler üretmelerine olanak sağladı.
Koloni’de üretilen eserler, bir sergi ile, 1 Aralık Çarşamba günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda sanatseverlerin beğenisine sunuldu.
* * *
Yaz başı 20 gün süreyle Doğapark’ta resimden heykele farklı alanlarda çalışan farklı ülkelerden 33 sanatçı 60 eser ortaya çıkardı.
Serginin, Avrupa Kültür Başkentliği sürecinde tematik olarak özel bir yeri olduğuna vurgu yapan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt, “Avrupa Kültür Başkentliği sürecinin son ayına girerken, (bu sergi) 15 gün boyunca Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yer alacak. Bu güzel etkinliğin İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamına alınması da aslında kısa zamanda ne kadar başarılı bir iş yapıldığının kanıtı olarak görülebilir” diyor.
* * *
Sergiyi daha ilk günden yaklaşık 750 kişi ziyaret etmiş.
Sergiye geçen yılki eserlerden de örnekler konmuş. Özünde 1. ve 2.’ye katılan tüm sanatçıların eserleri bu sergide mevcut. Nerede ise tüm sanatçılar açılışta hazır bulunmuş.
* * *
Ahmet Şahin Elazığlı bir işadamı. İş alanında oldukça başarılı. İnşaat sektöründe çalışıyor.
O içten gelen bir tevazu sahibi çelebi bir insan. İnsanlara ve hayvanlara eşit derecede düşkün. Sanata ise hayran.
Her yıl tüm sorumluğunu yüklenerek 30-35 sanatçıya üretmeleri için ağabeylik ediyor. Sonra da onların eserlerini sergiliyor. Bu yönü ile Türk Medicisi sıfatını fazlası ile hak ediyor.
Ahmet Şahin’in dostu olduğum için çok mutluyum.
Yazının Devamını Oku 2 Aralık 2010
WIKILEAKS’in esas yazarı Olağanüstü Yetkili bir Cumhuriyet Savcısı olabilir mi?
Malum, Ergenekon iddiaları hazırlanırken kullanılan metodoloji (gizli tanık) ile ABD’li Büyükelçilerin kullandıkları metodoloji (adı bizde gizli AKP danışmanı) çok benziyor.
Annem yaptığım bir yanlış ardından yere kapaklandığımda “Allah’ın parmağı yok ki gözüne soksun!” derdi. Silivri’deki koğuşunda pazar akşamı yatağa girerken “Acaba Cenab-ı Allah WikiLeaks Sitesi’nin kurucusu Julian Assange veya belgeleri sızdırdığı iddia edilen Bradley Manning’in kılığına girmiş olabilir mi?” diye Tuncay Özkan’ın aklından geçmiş midir?
“Sızdırılan belgelerde beklenmedik, umulmadık, ‘Vay canına’ dedirtecek hiçbir şey yok” diye yazan gazeteci bir eski Bakan’ın mafyacılık, eroin kaçakçılığı vb. ile suçlandığını önceden biliyordu da bize mi söylemiyordu? Yoksa ona göre zaten bir Bakan’ın görevine ilaveten mafyacılık yapması vaka-i adiye midir?
* * *
Başbakan (WikiLeaks iddiaları ile ilgili) “Bunları manşet yapan medya alçaktır?” demiş. New York Times, Washington Post, Le Monde, The Guardian vb. “alçak medya” mı?
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2010
ÖNCE aklıma takılanlar:
WikiLeaks’te yayımlanan “Büyükelçi kriptoları” çok büyük oranda kulaktan dolma bilgilere dayanıyor. Öte yanda Ergenekon Davaları’nda yer alan iddialar da büyük oranda “gizli tanık” veya “telefon dinlemeleri”ne dayanıyor. İkisinin de “suçlama tekniği” aynı. Geçimini yandaşlıktan temin eden arkadaşların köşelerinde yeri geldikçe “gerçek” diye takdim ettikleri Ergenekon iddialarından sonra şimdi WikiLeaks iddiaları ile alay etmeleri benim de onların mantık seviyeleri, daha doğrusu tutarsızlıklarına gülümsememe neden oldu.
Yok öyle yağma! Ya ikisini birden ciddiye alırsın, ya da ikisini birden küçümsersin. İşine geleni beğenirsen, o zaman da sana yandaş denmesine kızmazsın.
WikiLeaks açıklamaları Erdoğan ve Davutoğlu üzerinde yoğunlaşırken, aynı gün birinin Libya’dan, diğerinin ABD’den ödül alması Allah’ın bir işareti midir?
Davutoğlu’nun ödül merasiminde onu suçlayan eski Ankara Büyükelçileri de bulundu mu?
Yazının Devamını Oku 30 Kasım 2010
BENCE Wikileaks’te yer alan Davutoğlu analizine, dış politika hayallerine, “Gardaş” Aliyev’in Erdoğan’dan açıkça hazmetmemesine, AB yolunda dostumuz İtalya’nın bize nasıl şüphe ile baktığına, vb. dış politika konularına “Bunlar zaten bilinen şeyler!” diye kulp takılabilir. Buna dayanarak “Türkiye-ABD ilişkileri zaten yarım yamalak gidiyordu. Yeni bir şey yok” diyerek mesele geçiştirilmeye çalışılabilir.
Ancak Türkiye ile ilgili iddialar konusunda Wikileaks Belgeleri’nden yapılan şu alıntılar yenilir yutulur gibi değil.
Aşağıdaki sözler sadece iddia. Ancak unutmayın, iddia sahibi bir müttefik ülkenin başkanları tarafından ve başkanı temsilen Türkiye’ye atanan ABD Büyükelçileri.
¡ ¡ ¡
Gelelim iddialara:
? Savunma Bakanı Vecdi Gönül Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için ABD’li diplomatlara “tehlikeli” demiş. * 26 Temmuz 2007 tarihinde ABD Büyükelçisi tarafından ABD’ye gönderilen ve “Başbakan Erdoğan’a İçeriden Bakış” başlığını taşıyan belgede ABD Büyükelçisine bilgi veren kişi Başbakan’a yakın (belki de sağ kolu) bir isimmiş. ABD Büyükelçisi verdiği bilgilerde bu kişinin ismini gizliyormuş.
? 8 Haziran 2005 tarihinde Türkiye Büyükelçiliği’nden gönderilen belgeye göre Nimet Çubukçu kabinedeki görevine Emine Erdoğan ile yakınlığı sayesinde gelmiş, bu durum 7 Haziran tarihinde Şaban Dişli’nin ABD Büyükelçilik Siyasi İşler Müsteşarı ile yaptığı konuşmaya dayandırılıyormuş.
¡ ¡ ¡
Daha da şiddetli iddialar var:
? 15 Eylül 2008 tarihinde Ankara Büyükelçiliği’nden ABD’ye gönderilen bir belgedeki iddiaya göre Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Londra’da konuştuğu bir grup yatırımcıya “Doğan hisselerinizi satın çünkü onlar gidici” demiş. Belgede bu sözlerin ardından kısa süre sonra Başbakan Erdoğan’ın Doğan Grubu’na saldırıya geçtiği ve grubun hisselerinin %8 değer kaybettiği anlatılıyormuş.
? Abdülkadir Aksu, Erdoğan’ın amaçları doğrultusunda Hanefi Avcı’yı devreden çıkararak Erdoğan’ın isteklerini yerine getirmiş. Hanefi Avcı AKP’nin içine kadar giden yolsuzluk soruşturmalarıyla dikkati çekmeye başlamış...
? 22 Şubat tarihli Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na ait ve gizli diye sınıflandırılmış bu belgeye göre, Türkiye’den bazı şirketler İran’a silah, bomba, mermi satıyor ve plastik patlayıcı alıyorlarmış. Belgede bu şirketlerin isimleri de verilmiş durumda.
? 23 Şubat 2010 tarihli belgede ise Balyoz Davası değerlendiriliyormuş. ABD Büyükelçisi James Jeffrey Erdoğan’ın ordu kartına oynayarak seçim kazanabileceğini anladığını ve bu nedenle Balyoz Davası’nın politik bir hamle olarak ortaya çıktığını söylüyormuş. Jeffrey “Bu büyük ölçüde politik bir hamle, ama ‘bel altı’ olduğunu da söylemek gerek” diyormuş. Polisin gözaltı sürecindeki tavrını eşkıyaca (thuggish) buluyormuş.
¡ ¡ ¡
Bu iddiaların bir kısmı geçmiş yıllarda Türk basınında yer aldı, hemen hiçbiri ispatlanamadı. Bazı iddialar ise AKP’nin içinin nasıl kaynadığını gösteriyor.
Ancak iddiaların ABD Büyükelçiliği’nin ülkesine yolladığı kriptolarda yer alması çok ilginç ve ötesi vahim.
Sanırım, Wikileaks üzerinden yapılacak Türkiye’nin dış politika değerlendirmesinden daha fazla bu iddialar baş ağrıtacak.
Yazının Devamını Oku 28 Kasım 2010
PİYASAYA arz edilen bir meta/fikir/hizmet “yeni” adı altında takdim ediliyorsa, onun hem “eski”sinden, hem de “rakipler”inden farkı anlaşılır ve fark edilir olmalıdır. CHP’nin yeni bir lideri ve yeni bir MYK’sı var. Öte yanda da liderin söz geçiremediği Kurultay’dan sonra en güçlü aygıt olarak bir Parti Meclisi mevcut.
Partiye şu an itibariyle bir kakofoni hâkim ve herkesin elzem gördüğü Seçimli Kurultay için bile bir türlü karar alınamıyor.
Öte yanda CHP’li olmayan taban bile Kemal Kılıçdaroğlu’nu sevdi. Kılıçdaroğlu, oy deposu varoşların Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra kendilerinden saydıkları ilk lider oldu.
Ancak herkes kendi ihtiyaç ve meşrebine göre soruyor:
Yeni CHP bana ne verecek?
* * *
Varoşlar diyor ki:
“AKP demokrasiyi zedeliyormuş, yargıyı kendine bağlıyormuş, Erdoğan tek adam oluyormuş, dış politikada şaşkın ördeği oynuyormuş, bana ne! Bana bedava kömür, okul kitabı-defteri verdi, gecekondulardan çıkıp aynı maliyetle TOKİ’nin merkez ısıtmalı, sıcak sulu, uydu antenli modern apartman dairelerinde oturmaya başladım, bedava sağlık hizmetleri ile zenginlerin faydalandığı kalitede sağlık hizmetlerinden faydalanıyorum, duble yollarda seyahat ediyorum, gerektiğinde ucuz uçaklara biniyorum.
Yeni CHP bunların üstüne bana ne verecek?”
* * *
Ben de meşrebim gereği sordum:
“CHP’nin yeni MYK’sına da bir sorum var: NATO’nun gelecek 10 yılına yön verecek olan Stratejik Konsept 19-20 Kasım’da Lizbon’da karara bağlanacak. ABD’nin bastırması ile NATO şemsiyesi altında Türkiye’ye İran’a karşı füze kalkanı yerleştirilmesi ihtimali çok ama çok kritik bir karar... Maşallah, bugüne dek bu kadar kritik bir konuda ana muhalefetten tık çıkmadı. Yeni MYK, lütfen Türkiye’ye füze kalkanı yerleştirilmesi konusunda tavrınızı/görüşünüzü belirleyiniz ve kamuoyuna açıklayınız.” (Hürriyet, 7 Kasım 2010)
20 Ekim’den beri “Lizbon Zirvesi” üzerine yazılar yazıyorum. Zira, Lizbon’da şekillenen 10 yıllık “Stratejik Konsept” Türkiye’nin geleceği üzerinde çok büyük rol oynayacak.
Erdoğan Hükümeti Lizbon’da verdiği kararı ne kadar sulandırırsa sulandırsın, Lübnan köylerinde İsrail’e istediği kadar taş atsın, altına imza attığı karar hem AKP’yi, hem ülkeyi derinden etkileyecek. Esas deprem Haziran 2011 sonrası gelecek.
* * *
Lizbon CHP için tarihi bir fırsattı. AKP iki arada bir derede kalmıştı.
İktidarın “gözüm oynaşta, gönlüm cennette” şiarı üzerine kurulu dış politikası yol ayrımına gelmişti. Durum o kadar kritik ki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Eric Edelman’ın AKP’yi aşağılayan sözlerine dayılanan Ömer Çelik bu hafta sonu Washington’da ABD’li yöneticilere meram anlatacaklar, nasıl yanlış anlaşıldıklarını izah edecekler.
“No hard feelings man!” (Küsmek yok, değil mi?”) diyerek havayı yumuşatacaklar.
* * *
AKP’nin Batı ile açık ve seçik güven bunalımı yaşadığı bir dönemde CHP atağa kalkabilir, Batı’ya “Güvenin garantisi benim” mesajı verebilirdi. Hem de, zaten konu ile ilgilenmeyen varoşları rahatsız edecek sözler kullanmadan!
CHP ne yaptı? Boynunu büktü ve sustu.
Sadece AKP’yi TBMM’de ifade vermeye çağırdı. Haklı olarak da avcunu yaladı.
* * *
Yeni CHP, sen kimsin?
Herkes meşrebine göre bu soruyu önümüzdeki 6 ay boyunca soracak, kendi açısından alacağı/alamayacağı cevaba göre sandıkta kararını verecek.
Kimse, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaşı gözü için oy kullanmayacak!
Yazının Devamını Oku