Beşir Atalay kürsüde hemen hemen 20 dakika konuştu ve kusura bakmasın ama hiçbir şey söylemedi. Pardon söyledi; bu meselede üslup ve yöntemin de önemli olduğunu, hatta içerikten de önemli olabileceğini söyledi. Meseleyi ele alırken kullanacakları yöntemden örnekler verdi. Ayrıca, konu üzerinde hassasiyetle durduklarını, her türlü merci ile (galiba DTP, PKK hariç) görüşeceklerini bildirdi.
Bizzat kendisi, çalışma sürecinin 2005’te Başbakan’ın demokratik açılım sürecini başlatması ile hayata geçtiğini ilan etti. Ancak, aynı Atalay somut sorular karşısında “Çalışmalara daha yeni başladık” dedi.
Basın toplantısında söylediği tek somut şey ise Cumhurbaşkanı’nın evvelsi gün söyledikleridir: “Daha çok demokrasi ve haklar bu sorunu (otomatikman) çözer!”
Bu doğruluğu kendinden menkul basmakalıp cümleyi cebinizde her daim taşır ve bir konuda hiçbir şey söylemek istemediğiniz zaman joker kâğıdı gibi ortaya çıkarırsınız.
Kulakları çınlasın, Mehmet Altan da kendisine adres bile sormaya kalksanız, “Meseleyi küresel boyutta ele almak ve ilk önce değişen dünya koşullarındaki yerine bakmak lazım” diye cevaplandırır. Onun da son 10 yıllık joker kartı bu cümledir.
* * *
Kürt meselesi 70 yıldır var, bu hükümet işbaşına 7 yıl evvel geldi. AKP kurulduğu andan beri “Kürt meselesi”ni Türkiye’nin en önemli meselelerinden birisi olarak takdim etti. Başbakan 2005’te “demokratik açılım” yapmaya kalktı ama danışmanları ona “demokratik cumhuriyet” dedirtince terimin esas sahibi Apo’dan aferin aldı ve anında çark etti. Önce “alt-kimlik üst kimlik” dedi, sonra “Ya sev, ya terk et” bağlamında bir söyleme sarıldı.
Cumhurbaşkanı da seçildiğinde ilk ziyaretini 2 yıl önce Güneydoğu’ya yaptı ve “meselenin mana ve önemini” vurguladı ama geçen mayısta “tarihi fırsat”tan bahis açana dek bu konuda hemen hiçbir somut çalışma yaptırmadı. “Tarihi fırsat”ın ne olduğunu da bugüne dek kimse anlamadı.
2) “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na yönelik bu sözler tümüyle yalan ve iftiradır.”
Bu sözlerden ne anlıyorsunuz?
Ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan “Kürt açılımı” ile ilgili olarak ne Apo’yu ne de PKK’yı katiyen muhatap almayacaklar.
Peki Türkiye Cumhuriyeti ne yapacak? Cumhurbaşkanı’na göre:
3) “Mesele şu. Mesele Türkiye’nin kendi sıkıntılarını, kendi problemlerini kendisinin çözme iradesidir. Türkiye’nin kendi standartları toplu şekilde yükseltilince, problemler otomatik olarak zaten çözülecektir...”
Türkiye meselesini kendi çözecek!
İyi de; yukarıdaki cümleyi “tarihi fırsat” açılımı olarak kabul edebilir misiniz?
Türkiye
* * *
Şimdi bir “Kürt açılımı”dır aldı başını gidiyor. Herkes “Kürt meselesi”ne elindeki kaşıkla dalıyor.
Ancak bazı garabet durumlar ilgimi çekiyor.
Kürt meselesinde Cumhurbaşkanı “tarihi fırsat”tan bahsetti, Başbakan 7 yıllık hükümetinin 70 yıllık Kürt meselesi üzerine çalışma başlattığını 7 gün önce ilan etti ama ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan bugüne dek konuyla ilgili somut bir tek öneri üretmedi.
Sadece yandaş gazeteler vasıtasıyla hükümet, sözüm ona yapılan bazı çalışmalardan dem vurarak ağız yokluyor. Ama Başbakan en ufak risk almaktan bile alabildiğine kaçınıyor.
* * *
Kimse kimseyi aldatmasın, “Kürt açılımı” falan yok. Olsa olsa “Kuzey Irak açılımı” var ve biz bu açılımın parçası olmak için “PKK pazarlığı” yapıyoruz. Bugün Ankara’da Türk, Iraklı ve ABD’li yetkililer bu amaçla toplanacaklar.
1) 2003’ten beri yazılarımda uyardığım gibi;
Görünen odur ki, yasak genelde başarı ile uygulanıyor.
Ancak, bazı köşe yazarlarının bu kanun çerçevesinde “yasak” kavramına “özgürlük” veya “bireysel hak” kavramı etrafında karşı çıkmaları, sigara içenlere özel alan istemeleri, bende özgürlüklerin Türkiye’de ne kadar iyi anlaşıldığına dair şüphe yarattı. Bu yazıyı esasen bir “sigara” yazısı olarak değil “özgürlük” kavramının tartışılması amacı ile yazıyorum.
* * *
Özgürlük adeta kutsal bir kelime. İnsanlığın dünya var olduğu günden beri peşinden koştuğu nadir kavramlardan birisi. Bu kavramın hemen hiç sevmediği, adeta düşmanı olarak gördüğü kavram ise “yasak”!
Zaten, bu noktadan kalkınarak bazı enteller “sigara yasağı”na karşı çıkıyorlar.
Özgürlük mücadelesi tarih boyunca “yasak” kavramına karşı mücadele vermiştir. Ancak, adeta sonsuza giden bir çizgide kavradığımız özgürlüğün bir sınırı vardır.
O sınır da başkalarının özgürlüğünün başladığı sınırdır.
Kimsenin özgürlüğü bir başkasının özgürlüğüne engel olamaz, hele hele bir başkasına katiyen zarar veremez.
YÖK ben bu yazıyı yazarken bu amaçla toplanmıştı, ancak nasıl bir karar aldıkları henüz belli değildi.
Ben yazımı her halükârda geçerli olması kaydı ile yazıyorum.
* * *
Gazetelere bakıyorum, konuya değinen köşe yazarlarının bir kısmı bu girişime inanılmaz bir ideolojik yaklaşım gösteriyorlar.
Kafalarındaki şablona göre din ağırlıklı hukuka (şeriat) doludizgin giden ülkemizde imam hatipliler imamlık dışında meslek seçerlerse, ileride bürokrasiyi tamamen teslim alacaklar.
Ben AKP’nin Türkiye ile ilgili muhafazakârlaştırma projesi olduğunu düşünüyor, daha doğrusu muhafazakâr yaşam tarzını benimseyenlerin kamusal alanda varlıklarının genişletilmesi için hükümetin tüm yolları açtığını düşünüyorum.
Ayrıca AKP’nin bürokraside koyu bir ayrımcılık yaptığı, kendi zenginini yaratmak için kamu kaynaklarını insafsızca kullandığı görüşündeyim.
Haksız kazanç yolu ile zengin olma yönteminin bu dönemde de aynen devam ettiği kanaatindeyim.
2003’te yayınladığım “Hacı” adlı romanım TSK içinde kurulmuş illegal yapılanmayı roman formatında anlatır.
Ergenekon Davası henüz darbecileri değil ama darbeye teşebbüs edenleri, Güneydoğu’da illegaliteyi kurumsallaştıranları yargı önüne çıkaran ilk mahkeme olduğu için demokrasi mücadelemiz için muazzam önemlidir.
Bu davaya katkıda bulunan herkes Türkiye’ye büyük katkıda bulunmaktadır!
* * *
Ancak, dava 5 yönü ile lüzumsuz yaralar alıyor:
1) Birileri yandaş medyaya bilgi sızdırarak davanın siyasi boyutunu gereğinden fazla öne çıkarıyor. Toplumda rövanş duygusu pompalanıyor.
2) Dünya algılamaları katiyen demokratik olmayan, hatta darbe rüyaları bile gören ama bu tavırlarının kamu vicdanında belki nahoş olduğuna ama suç teşkil etmediğine dair kanaat yerleşen sanıkların varlığı da davayı olumsuz etkiliyor.
3) Aramalarda CMK’ya uyulmadığına dair iddialar aldı başını gidiyor.
Çocuklarıma bir serzenişim de vardı:
“Sadece eşek sıpalarının bana hâlâ bir torun vermemelerine gıcık oluyorum!” (Hürriyet-21.06.09)
Dualarımı Allah mı kabul etti, büyük oğlum Deniz insafa mı geldi, yoksa medya baskısı mahalle baskısına mı dönüştü, bilemeyeceğim ama Deniz kız arkadaşı Elif ile evlenmeye karar verdi!
Çok ama çok sevindim. Hedefe giden yolda belki de en büyük merhaleyi aşacaktım.
Ayrıca, hiç emek sarf etmeden bir kız çocuğu sahibi de olacaktım.
Ancak, meğerse bu iş ne kadar zormuş!
* * *
“Kızı istemeye”