Sağlıklı yaşam ise, mümkün oldukça ciddi ve tedavisi zor hastalıklara yakalanmadan, fiziksel, zihinsel, duygusal, ruhsal ve sosyal yönlerden üstün durumda, uzun yıllar zevk alarak yaşamımızı sürdürme olarak ifade edilir. Sağlıklı yaşam aynı zamanda
kendimizden/kendi bedenimizden memnun olmayı, kendimizi iyi hissetmeyi, sağlıklı bir beden ve zihne sahip olmayı ifade eder.
BİRLİKTE OLMAZSA OLMAZ
Bütünsel Yaşam Koçu ve Psikolog Yasemin Karaçay ile ‘Sağlıklı yaşam için birincil ve ikincil gıdalarımızı’ı konuştuk.
- Sağlıklı bir yaşam için nelere ihtiyacımız var? Yediğimiz yiyecekler, kendimiz için sağlıklı gıdaları seçmek, sağlıklı bir yaşam için yeterli midir?
Doyurulması gereken ihtiyaçlarımız; yediğimiz yiyecekler ile birlikte ilişkilerimiz (eş, sevgili, çocuk, anne–baba, arkadaş..), işimiz, kariyerimiz, hayat amacımız, kişisel gelişimimiz, manevi dünyamız, fiziksel aktivitelerimizden oluşmaktadır. Benim de uygulayıcısı olduğum ekolün ve IIN’in kurucusu Joshua Rosenthal’e göre yediğimiz yiyecekler ‘ikincil gıdalar’ olarak kabul edilirken, onun dışında kalan diğer tüm ihtiyaçlarımız ‘birincil gıdalar’ olarak isimlendirilir. Elbette yediğimiz yiyecekler, kendimiz için sağlıklı gıdaları seçmek, sağlığımız ve mutluluğumuz
için büyük önem arzederken; birincil gıdalar aile yapımız, genetik yapımız, sosyal ilişkilerimiz, kariyerimiz, fiziksel aktivitelerimiz ve manevi dünyamız bizi daha çok beslemekte, desteklemekte ve yaşamımızı sıra dışı hale getirmektedir.
DENGEYE OTURTULMALI
BİR sağlık yazarı olarak sigara içmenin zararlarını tekrarlamaya gerek yok. Bana gelen bilgilere göre acil servislere giden, yoğun bakım ve tedavisi, yatışı gerektiren hastaların yaklaşık yarısı akciğer problemi olan hastalar. Kronik bronşit, astım, anfizem gibi sigara içmeye bağlı hastalıklar. İleriki yaşlarda nefes zorluğu ve bu hastalıklar tiryakileri bekliyor.
DÜĞMEYE BASTILAR
31 Mayıs Dünya Sigara Bırakma Günü’nde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Halk Sağlığı Birimleri, bir dizi etkinlikle ilgi odağı oldu. Rektör Prof. Dr. Necdet Budak, “Dumansız Üniversite” için düğmeye bastıklarını belirterek konu ile ilgili şu paylaşımlarda bulundu:
“Ülkemizde halkın sağlığını tütün ve mamullerinin zararlarından korumayı amaçlayan mücadelede, üniversiteler ve sağlık kurumları önemli sorumluluklar üstlenmektedir. Ege Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Halk Sağlığı Anabilim Dalı ve Ege Üniversitesi Madde Bağımlılığı, Toksikoloji ve İlaç Bilimleri Enstitüsü bu konuda çalışmalar yürütmektedir.
Kurumumuzda, topluma yönelik eğitimler, sigarayı bırakmak isteyen kişilere tıbbi yardım ve teşvik çalışmaları yanı sıra şehrimizde tütün kullanmanın yaygınlığını azaltmak amacıyla izlenecek politikalarda sağlık çalışanlarının rol model olacağı bir yaklaşım planlanmıştır. Tüm yöneticilerinin tütün mamulü kullanmadığı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ‘Dumansız Ege Tıp İstiyoruz’ girişimi başlatılmıştır. Daha ileri hedefimiz ‘Dumansız Üniversite, Dumansız Kampüs’tür.
REHBERLİK EDİYORUZ
Dünya Sağlık Örgütü’nün tütün kontrol çalışmalarına rehberlik etmesi için önerdiği politika paketi olan ‘mpower’ içerisinde yer alan ‘tütün kullanımının takip edilmesi, insanları sigara kullanımından korumak, sigarayı bırakmak isteyenlere destek olmak, sigaranın zararları konusunda toplumun uyarılması, tütün ürünlerinin reklamlarının önlenmesi amacıyla sigaranın her türlü reklamı, sponsorluğu, tanıtımı ve marka paylaşımının yasaklanması’ kriterleri ile kurumumuza uygun stratejiler geliştirilmiştir. Ege Tıp Fakültesi’nde öğrencisi, çalışanı, hasta ve yakınları ile topyekün kurumsal bir kültür geliştirilecektir. Başta geleceğin hekimleri öğrencilerimiz olmak üzere, akademisyen, sağlık çalışanı, idari personelin kurumda sigara kullanmamaları ve sigarayı bırakmaları için çalışmalar yapılacaktır. Kapalı alanlarda sigara içmeyenleri korumak için yüzde 100 dumansız ortamların sağlanması ile birlikte açık alanlardaki pasif etkilenme riskini ortadan kaldırmak için kurumumuzda açık alanlarda da tütün kullanımı sınırlandırılacak. Tüm bu uygulamalar hastaların, ziyaretçilerin ve çalışanların sağlık hakkını önceleyen çalışmalar olacaktır.”
Ateroskleroz denilen damar sertliği sonucunda daralırlar veya tıkanabilirler. Bu damar yapısındaki değişiklikler geçici beyin olaylarına, bazen de kalıcı hasarla seyreden felçlere sebep olurlar. Koroner damar hastalığı, yüksek tansiyonu olan, diyabetik, yüksek kolesterol değerlerine sahip, kilolu ve sigara kullanan hastalarda damar sertliğine bağlı karotis damar hastalığı gelişme riski oldukça yüksektir. Bu hastalıklara sahip kişilerin takip ve tedavileri özellik taşımaktadır. Hastalarda vücudun yarısını içine alan güç kaybı, konuşma ve anlama güçlüğü, bir yada iki gözde ani görme kaybı, baş dönmesi, denge bozukluğu, şiddetli ve sebepsiz baş ağrıları ortaya çıkması gelecek bir inmenin belirtisi olabilir.
İNMELERİN 4’TE BİRİ
Konuyu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Akın ile konuştuk. Yukarıdaki yakınmaları olan hastaların karotis damar hastalığı yönünden değerlendirilmesi gerektiğini belirten Akın, başvuruların kardiyoloji ve nöroloji kliniklerine olması gerektiğini dile getirdi. Akın, Türkiye’deki 170 bin akut inme olgusunun yüzde 25-30’unun karotis damar hastalığı ile ilişkili olduğuna dikkat çekerek, tedavi aşamasında çok disiplinli bir anlayışın benimsenmesi gerektiğini kaydetti.
----------------------
Yalnız yaşayanlara
Bu konudaki toplum bilincine katkıda bulunmak için Egon Tıp Merkezi Dahiliye Uzmanı Dr. Çimen Karcı ile konuştuk. Diyabeti, anlaşılır tabiriyle, pankreastan salgılanan insülin hormonunun eksikliği ya da etkisizliği olarak tanımlayan Dr. Karcı, hipogliseminin de; karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında bozukluklar ile seyrettiğini, komplikasyonları azaltmak için sürekli destek, tıbbi bakım ve diyabetlinin öz bakım eğitimlerinin gerektiğini vurguladı.
SALGIN KABUL EDİLİYOR
Diyabetin, Dünya Sağlık Örgütü tarafından da en fazla görülen kronik hastalıklar olarak tespit edildiğini aktaran Karcı, bu hastalığın önümüzdeki 20 yıl içinde hızla artarak 1 milyar insanı etkilemesinin beklendiğine, her yıl diyabete bağlı olarak 3 milyon kişinin hayatını kaybettiğine ve dünya genelinde 4’üncü ölüm nedeni olduğuna dikkat çekti. BM’nin de diyabeti salgın olarak kabul ettiğini ve ilk kez bulaşıcı olmayan bir hastalık için bu kararın alındığını dile getiren Karcı, BM’nin 2007’den bu yana 14 Kasım’ı Dünya Diyabet Günü olarak adlandırdığını hatırlattı.
RİSK GRUPLARI DİKKAT
Diyabetin klinik olarak Tip 1, Tip 2, gestasyonel (gebelik sırasında ortaya çıkan) ve diğer spesifik tipler olmak üzere 4 sınıfta incelendiğini aktaran Karcı, en sık görülen Tip 2’nin yüzde 80’inden fazlasının obez olduğuna işaret etti. Karcı, hareketsiz yaşam süren, özellikle santral obezitesi olan, birinci derece akrabalarda diyabet varlığı olan, iri bebek doğuran yada GDM (gebelik diyabeti) öyküsü olan, hipertansiyonu, polikistik over sendromu olan, erken yaşta kardiyovasküler hastalık öyküsü olan, atipik antipsikotik ilaç kullanan ve şizofreni öyküsü bulunan kişilerin risk grubunda olduğu uyarısında bulundu.
Hatmi, ebegümeci, su teresi, sığırkuyruğu, sinirliot, karaturp ve kekiği “nefese nefes katan 7 bitki” olarak adlandıran Özgüç, “Enfeksiyon, toz ve duman gibi olumsuz faktörler akciğerlere doğru ilerlerken ilk olarak refleks öksürükle uzaklaştırılmaya çalışılır. Solunum yollarında bulunan ve sürekli titreşen kirpiksi uzantılar da içeriden dışarıya dalgalanma hareketi oluşturarak temizlik yaparlar. Kirpiksi epitel, solunum sisteminde diğer hücreler ile beraber mukusu, yani sümüksü dokuyu oluştururlar. Böylelikle hem mikropları öldürürler hem de solunum yollarını nemlendirirler” diye konuştu. Ancak antibiotikler, sigara, alerjenler veya çok kuru havanın bu iyi işleyen sisteme farklı şekillerde zarar verebildiğini aktaran Özgüç’e göre, bu 7 şifalı bitki ve detayları aşağıdaki şekilde:
ÖZELLİKLERİ NELER
* Hatmi: Yaprakları ve kökleri kullanılır. Köklerde bol miktarda bulunan ağdalı ve yoğun kıvamdaki bileşenler akciğerlerde oluşan kuru öksürüğün ve tahrişin giderilmesinde görev alır. Akciğer hastalıklarının tedavisinde yaprak kısmı öncelikli kullanıma sahiptir. 1 tatlı kaşığı kurutulmuş ve ince kıyılmış yaprak üzerine 1 büyük su bardağı su ilave edilir, 2 saat bekletilir, sonra ısıtılır ve kaynadığı anda altı kapatılır ve süzülür, soğuyunca içilir. Günde 3 kere içilmesi önerilir.
* Ebegümeci: Öksürük ve tahrişin giderilmesinde etkilidir. 1 tatlı kaşığı kurutulmuş ve ince kıyılmış yaprak üzerine bir su bardağı su eklenip 1-2 dakika kaynatılıp süzülür, soğuyunca içilir. Günde 3 kere içilmesi önerilir. Ebegümeci ve hatmi diğer ilaçların emilimini geciktireceği için, ilaçlarla aynı zamanda alınmamalıdır.
* Su teresi: Antibakteriyel ve antioksidan özellikleri bulunmaktadır. Özellikle, sigaranın akciğerlerde oluşturduğu hasarı gidermede etkilidir. Taze olarak yenilmesi veya kurutulmuş olarak baharat şeklinde kullanımı önerilir.
Konuyu Kaşkaloğlu Göz Hastanesi Kurucusu Prof. Dr. Mahmut Kaşkaloğlu ile konuştuk. Türkiye’de oldukça yaygın olan ve tıbbi adı ‘pterjium’ olan gözde et yürümesi/ büyümesi hakkında bilgi veren Kaşkaloğlu, bu rahatsızlığın erkeklerde daha sık görüldüğünü kaydetti.
EKVATORA YAKLAŞTIKÇA
Kornea adı verilen en ön saydam tabaka üzerine gözün beyazında genellikle burun tarafına et yürümesi olan pterjiumun, açık havada çalışan ultraviyole ışığına maruz kalan insanlarda daha yaygın olduğunu kaydeden Kaşkaloğlu, “Ekvatora yaklaştıkça bu rahatsızlık artar. Ülkemizde yüzde 2-4 oranlarında görülür. Pterjium başlangıçta burun tarafında kızarıklık ve kabarıklık olarak belirti verir, kızarıklık, yanma, batma şikayetleri yapar, daha sonra kornea üzerine yürüyerek görmeyi bozar, hatta belli safhadan sonra tedavi edilse dahi astigmat ve leke yapacağından görmede bozukluk kalıcı olabilir. Pterijium-gözde et büyümesi rahatsızlığından korunmak için çiftçi, denizci gibi açık havada çalışanların güneş gözlüğü kullanmaları gerekir” dedi.
TEDAVİ KESİNLİKLE ŞART
Sorunun sadece estetik olmadığını, tedavi gerektirdiğini vurgulayan Kaşkaloğlu, erken dönemde damlaların şikayeti azalttığını aktardı, ameliyat konusunda ise şunları söyledi: “Pterjium ameliyatında otogreftli pterjium ameliyatı tercih edilmelidir. Biz dikişsiz doku transfer tekniği kullanıyoruz. Ameliyat sadece damlayla uyuşturularak yapılmakta ve dikiş yerine özel doku yapıştırıcısı kullanıldığından iyileşme çabuk olmaktadır. Bu teknikle elde edilen başarı ve memnuniyet çok yüksek.”
Bu konudaki uzmanlığı Avrupa Cinsel Tıp Komitesi tarafından da onaylanan İzmir’in ilk ve tek, Türkiye’deki de dördüncü kadın doğum uzmanı olan Dr. Zeynep Saatli ile konuştuk.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Kadın Hastalıkları ve Doğum Asistan Doktoru olarak çalıştığı dönemde çeşitli cinsel şikayetlerle başvuran hastaların sorunlarını çözmek için cinsel tıp eğitimini ileri taşımaya karar veren Saatli, “Avrupa Cinsel Tıp Derneği tarafından düzenlenen programa katıldım. Ardından iki yılda bir yapılan, cinsel tıp alanında tüm dünyada en prestijli sınav olarak kabul edilen, Uluslararası Cinsel Tıp Derneği alt organizasyonu olan Avrupa Cinsel Tıp Derneği ve Avrupa Seksoloji Federasyonu’nun ortaklaşa uyguladığı ve tüm dünyadan doktorların katıldığı zorlu bir sınavı da geçerek Avrupa Cinsel Tıp Komitesi onaylı Cinsel Tıp Uzmanı olmaya hak kazandım. Ne mutlu bana ki bu prestijli unvana sahip İzmir de ilk uzman ben oldum” dedi.
VAJİNİSMUS TEDAVİ OLUR
Cinselliğin çocuk gelişiminin temel basamağı beden ve cinselliğin keşfi ile başladığını, bir ömür devam ettiğini vurgulayan Saatli, büyümenin ve normal gelişimin bir parçası olan cinselliğin ne buluğ çağında, ne de yeni evlenen genç çiftler arasında konuşulmadığını, bu konunun ayıp sayıldığını dile getirdi. Bunun sonucunda cinsel problemlerin kaçınılmaz olduğunu kaydeden Saatli, kadınlarda en çok cinsel istek azlığı, cinsel uyarılma azlığı, cinsel ilişki sırasında ağrı ve hatta kadının cinsel ilişkiye girememesine neden olan ve ülkemizde oldukça sık görülen vajinismus gibi geniş bir yelpazede olduğu bilgisini verdi. Saatli, “Bunların arasında vajinismus gerçekten dram gibi yaşamlara yol açabiliyor. Yıllarca evli kalıp cinselliği yaşayamayan çiftlerle karşılaşıyorum. Korkudan, çaresizlik hissinden ya da nereye başvuracağını, kimden yardım isteyeceğini bilemediğinden onlarca yıl bu hastalıkla yaşayan kadınlar oluyor. Oysaki vajinismus, yüzde 100 tedavisi mümkün olan bir rahatsızlık. Çözümü için tek yapılması gereken ise bir cinsel tıp uzmanına başvurmak” diye konuştu.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017’de 1 milyon 331 bin 618 hastaya poliklinik hizmeti verdi. Sadece bu yılın ilk çeyreğinde 353 bin 712 hastaya ayakta teşhis ve tedavi hizmeti sundu.
Çocuk Hastanesi, Yetişkin Hastanesi ve Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi’nde toplam bin 809 yatağı, bin 231 öğretim üyesi ve asistanı, 2 bin 477 sağlık, teknik, idari ve yardımcı personeli, bin 725 daimi işçisi olmak üzere toplam 5 bin 433 çalışanıyla kaliteli sağlık hizmeti veriyor. 284 bin metrekare kapalı alanıyla Türkiye’nin en saygın eğitim ve sağlık kuruluşlarından biri. Sağlıkta en iyi olma yolunda çalışmalarına devam eden EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi, üstün hizmet anlayışıyla ‘sağlıklı yaşamın adresi’ olarak biliniyor.
EÜ Tıp Fakültesi, bugüne kadar 15 binin üzerinde tıp doktoru mezun etti. Birçok ilki dünyaya ve Türkiye’ye kazandıran fakülte, her geçen gün başarı ivmesini yükseltiyor, Türkiye’nin uluslararası alanda gurur kaynağı olmaya devam ediyor.
ROBOTİK CERRAHİDE ÖNCÜ
Geçen yıl 119 bin 104 hastaya cerrahi işlem yapan Egeli hekimler, sadece 2018’in ilk çeyreğinde 33 bin 64 hastayı ameliyat ederek sağlığına kavuşturdu. Tıp fakültesi öğretim üyeleri, bilimsel olarak önemli başarılara imza atıyor. Egeli cerrahlar, yurt içinden hastalara şifa verdikleri gibi komşu ülkelerden gelen talepler doğrultusunda oralardaki hastanelerde de ameliyatlar yapıyor.
Akademisyenler, dünyanın önde gelen üniversitelerinden davet alıyor. Geliştirdikleri yeni teknikleri ve cerrahi uygulamaları onlarla paylaşıyor. Hastane, robotik cerrahi konusunda da öncü. Ege Bölgesi’nde robotik cerrahiye sahip tek üniversite hastanesi olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde robotik cerrahi kullanılarak 900’üncü ameliyat gerçekleştirildi.
SINIRLARI AŞAN BAŞARI