Bülent Katarcı

Göbeğiniz değil bebeğiniz olsun

12 Ağustos 2018
FAZLA kiloların sağlığımıza zararlı olduğunu bilmeyen yok.

Gün geçmiyor ki şişmanlık bir hastalıkla ilişkilenmesin. Genişleyen göbek çevremiz sadece diyabeti ve kalp damar hastalıklarını davet etmiyor, kemik erimesinden kansere, depresyondan bunamaya kadar binbir derdin sorumlusu sayılıyor.
Şişmanlık yalnız etkilenen kişinin sorunu değil. Dolaylı olarak toplum sağlığını da bozuyor. Bir özel durum var ki, şişman bir kişi başka bir kişinin tüm yaşamı boyunca sağlığını doğrudan etkiliyor. Hamilelikte anne fazla kilolu veya şişmansa, rahminde büyüyen bebeğinin on yıllar sonraki sağlığı olumsuz etkileniyor. Özel Park Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Kadir Fatih Uçar, özellikle gebelere kilo uyarısında bulundu, “Göbeğiniz olmasın, bebeğiniz olsun” diyerek şunları anlattı.

* FAZLA KİLO ALMAYIN
“Büyük bir keyifle kebapları, börekleri ve baklavaları afiyetle yiyeceğiz doktor bey, oldu mu şimdi?”
Hamilelik süresince istediğiniz kadar yersiniz kimse size karışmaz, hatta fazla fazla yemeniz öğütlenir. Şerbetler içilir, türlü meyveler bulunur getirilir, börekler açılır, etler haşlanır, sofralar donatılır. Babaanneler ve nineler sevinir, evde bir bayram havası eser. Fazla heveslenmeyin, doktorunuz planlarınıza engel olacak. Ama kendince geçerli sebepleri var. Kadınların çoğundan duyduğunuz bir hikaye vardır. “Ben evlenmeden önce 48 kiloydum” cümlesi ile başlar. Bebek sayısı arttıkça kantarın topuzu kaçar ve o ince belli kadın gider yerine kilolu biri gelir.
Gebelik söz konusu olduğunda hep bebek ön planda olur ama doktorlar için anne sağlığı önce gelir. Bir poğaça yerine beş tane yemek, bir dilim baklava ile yetinmeyip yarım kiloyu mideye indirmek, ekmeğe nutella sürüp yemek varken koca kavanozu kaşıklayıp bitirmek sık karşılaştığımız acayiplikler. 9 ayda 45 kilo alan gebeler gördük. Ne şekeri vardı ne tansiyonu. Bu örnekler o kadar çok ki. Gerçekten bunun sonu yok. Baştan kemer sıkmamız bu gidişe son vermemiz lazım . Bir kase yoğurt, biraz kuruyemiş, biraz meyve yetiyor aslında.

* DÜZENLİ YÜRÜYÜŞ YAPIN

Yazının Devamını Oku

Kalp ve damarda altın standart

5 Ağustos 2018
KALP ve damar hastalıklarının belirlenmesinde büyük önem taşıyan koroner anjiyografide, yeni bir teknik geliştirildi. Böylelikle anjiyo operasyonu giderek kolaylaşırken, hastaların yatmasına gerek kalmıyor. Kardiyolojide ‘Altın Standart’ tekniğini anlatan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Kliniği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Akın şöyle konuştu:


“Günümüzde koroner arter hastalığının kesin tanısında en geçerli olan ve tıpta ‘Altın Standart’ olarak kabul edilen bir yöntem koroner anjiyografi. Koroner arterlerin damar sertliği sonucu daralması veya tıkanması göğüs ağrısına sebep olabileceği gibi, acil müdahaleyi gerektiren klinik olaylara yol açabiliyor. Yüksek tansiyonlu, diyabetik, yüksek kolesterol değerlerine sahip kişilerde, kilolu olan, sigara içen, genetiğinde kalp hastalığı bulunanlarda koroner arter hastalığı çok sık görülüyor. Bu hastalığın tedavisinde ilk olarak kasık atardamarı daha sonra da bilek damarı giriş yeri olarak kullanılıyor.”

BİRİNCİLİK GETİRDİ
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı üyeleri Prof. Dr. Mustafa Akın ve Uz. Dr. Elton Soydan tarafından Türkiye’de ilk kez halk arasında ‘enfiye çukuru’ olarak bilinen yerden girilerek geliştirilen koroner anjiyografi tekniği güvenli, komplikasyonsuz bir koroner anjiografi yapılmasını sağlanıyor. İşlem sonrasında hasta yatağa bağlı kalmadan kısa sürede günlük hayatına devam edebiliyor.
Türkiyede ilk kez Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı’nda uygulanan anjiyografi tekniği 14. Uluslararası Kardiyoloji ve Kardiyovasküler Cerrahide Yenilikler Kongresi’nde birincilik ödülüne layık görüldü. İlk kez uygulanan teknik hastanelerde yatak işgal oranının azalması sonucunda ciddi bir tasarrufu da beraberinde getirecek. Bu yöntem hastalara ağrıda azalma, işlem sonrası hasta konforu ve erken taburculuk gibi avantajlar sağlıyor.

 

Çeşme Devlet

Yazının Devamını Oku

Yaz acilleri ve ilk yardım

22 Temmuz 2018
SICAKLAR bastırdı.

Hepimizin özlediği, yapmak istediği şeyler var. Tatile çıkmak, denize, havuza girmek veya kenarında güneşlenmek gibi. Belki tatil süremiz kısa olduğu için, süratle, birkaç gün içinde güneşlenirken bronzlaşmak veya yaylalara, dağlara çıkıp kamp kurmak gibi hayallerimiz olabilir. Ama bu beklentilerimizi gerçekleştirirken, bizi bekleyen bazı tehlikelerin de olduğunu unutmayalım. Peki, bizi bekleyen olası tehlikeler, hastalıklar nelerdir? Dokuz Eylül Hastanesi, Acil Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi “Herkes İçin Acil Sağlık Derneği” Genel Sekreteri Prof. Dr. Gürkan Ersoy ile konuştuk: 

SICAK ÇARPMASI

Artan çevre ısısı nedeniyle vücut ısımızı ayarlayan ısı merkezinin devre dışı kalması sonucu ateşimizin yükselmesi, 40-42 derecenin üzerine çıkması, cildimizin sıcak ve kuru olması, terleyememe hali, bilinç bulanıklığı ve arkasından gelen ölüm şeklinde özetlenebilir. Bu konu gündeme geldiğinde hemen aklıma gelen en çarpıcı örnek, Türk sinemasının taçsız kralı Ayhan Işık’tır. Korunmak için güneş ışınlarının çok dik geldiği 11.00 ile 16.00 saatleri arasında dışarıya çıkmayalım, denize havuza girmeyelim. Unutmayalım ki, güneş ışınlarının cilt kanseri yapıcı etkisi de vardır. Mutlaka çıkmamız gerekiyorsa şapka takalım, şemsiye kullanalım, açık renkli hafif giysiler giyelim, gölgede yürüyelim, açıkta olan yerlerimize güneş kremi sürelim. Hamileler, yaşlılar, çocuklar ve polis, asker, sporcu gibi bazı meslek sahipleri risk grubunu oluşturur. Sıcak, yani güneş çarpmasının belirtileri ise uyku hali, bitkinlik, sıcak ve kırmızı cilt, terleyememe. Daha sonraki dönemlerde de bilinç bulanıklığı, şuur kaybı, koma ve ölüm olarak sıralanabilir.

NE YAPMALI

· Kişiyi hemen sıcak ortamdan
uzaklaştırıp, serin/soğuk
ortama taşıyalım,

Yazının Devamını Oku

Yardımcı uzuv yapımı platformu Robotel, Emot Hastanesi’nde

15 Temmuz 2018
ROBOTEL Türkiye Platformu’nun İzmir gönüllüleri, 2. atölye çalışmalarını El Mikrocerrahi Ortopedi ve Travmatoloji Hastanesi’nde (EMOT) yaptı.

EMOT doktorlarından ve Robotel gönüllüsü Dr. İnan Aysel, sosyal sorumluluk ve sosyal farkındalık hareketi olan Robotel Türkiye Platformu’nun dünyadaki Enabling The Future platformunun ülkemizdeki yansıması olduğunu ifade ederek, çalışmalarını bu harekete bağlı olarak sürdürdüğünü söyledi. Hareketin özünün gönüllülerle, özellikle çocuklar olmak üzere uzuv kaybına uğramış kişileri bir araya getirmek olduğunu dile getiren Aysel, üç boyutlu yazıcılarda basılmış yardımcı protezlerin, ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırmayı amaçladıklarını söyledi.

ÜCRETSİZ HİZMET VERİLİYOR

Hareketin Türkiye ve İzmir’de kocaman bir aile haline geldiğini de kaydeden Aysel, “Robotel Platformu, ülkemizin her köşesindeki ihtiyaç sahiplerine, özellikle el ve parmak kaybı olan çocuklara ulaşabilmeyi hedefliyor. Mevcut protez fiyatları, tipleri, malzemeleri, patent uygulamaları ve imalat–dağıtım-perakende satış zinciri dezavantajlarından dolayı birçok ailenin karşılayabileceğinin üzerinde. Özellikle çocuklar, gelişimleriyle birlikte protez değişikliklerinin kaçınılmaz olması (erişkinliğe kadar 10-12 kez) nedeniyle ihtiyaç duydukları protezlerden yoksun kalabiliyor. Gönüllüler, hizmeti topluma yayarak, uygun olgularda üç boyutlu yazıcılarla, açık kullanımda olan yardımcı protez modellerini hiçbir aşamasında ücret almaksızın basıp ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyor” dedi.

HEDEFİMİZ SAYIYI ARTIRMAK

İzmirli gönüllülerin açık kullanımda olan yardımcı protezleri yapabilen gönüllü sayısını ve yeterliliğini artırmak istediğini ifade eden Aysel, 2. atölyenin düzenlenme amacının da İzmir’deki takım sayısını artırmak olduğunu ve bu konuda ciddi mesafe kaydedildiğini açıkladı. Atölyenin iki gün süreyle 60 katılımcı, 7 üç boyutlu yazıcı ve eğitmenle gerçekleştirildiğini bildiren Aysel, şunları söyledi: “Atölyeye katılan üç uzuv kayıplı çocuktan birisine basımı tamamlanan protez teslim edildi. Hugo Boss firması, Bahçeşehir Kolejleri, Rock Robotics, kaya3d.com, İsa Yiğit, Cahit Salcı gibi gönüllüler, 3D yazıcılarını kullanıma sunarak, İzmir’in genç gönüllülerinin eğitimine katkı sağladı. İzmir’de ilk atölyemizdeki kayıtlı gönüllü sayımız 42 kişiyken, 2. atölyede gönüllü sayımız 156’ya ulaştı.”
Son olarak, Robotel hareketine herkesin gönüllü olabildiğini de kaydeden Aysel, bunun için tasarım veya üç boyutlu yazıcı kullanmayı bilmenin şart olmadığını vurguladı. Aysel, “Aramıza katılmak isteyenler www.robotel.org veya izmir@robotel.org sitemizi ziyaret ederek, yapılanlar hakkında fikir edinebilir ve gönüllü formu doldurabilir” diye konuştu.

 ATÖLYENİN SONUÇLARI

- Gönüllülerin birbirlerini tanımaları ve grup kavramını olumlu yönde etkiledi.

Yazının Devamını Oku

Kan yağları can yağları

8 Temmuz 2018
TRİGLİSERİD de kolesterol gibi damarlarınızda dolaşan yağlardan biri. Hepimizin belirli bir miktarda ona da ihtiyacı var. Sağlıklı bir insanın kanında trigliserid seviyesi 150 mg/dl’yi geçmiyor. Bu seviyeleri geçmesi halinde, özellikle 500 mg’ı aştığı durumlarda sağlık sorunları ortaya çıkabiliyor. Örneğin yüksek trigliserid seviyeleri damarlarda plak oluşumu ve tıkanmayı kolaylaştırıyor.


Özel Tınaztepe Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Koordinatörü Prof. Dr. İsa Durmaz, ciddi düzeyde kolesterol ve diğer zararlı kan yağlarının yüksekliğinin kalp damar hastalıklarına sebep olduğunu belirtti. Bu hastaların kolesterol ve diğer zararlı kan yağlarını düşürücü ilaçları kullanma zorunluluğu olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Durmaz, “Normal sınırdaki kolesterol ve trigliserid miktarlarını daha aşağı çekmek için ilaç kullanılması anlamsız hatta zararlıdır. Ancak yüksek risk taşıyan kalp ve damar hastalığı olan kişilerde zararlı kan yağlarının normal sınırın bir miktar altında tutulması önerilir” dedi.

RİSK YARATAN FAKTÖRLER
Kan yağlarının kolesterol ve trigliserid olmak üzere iki grupta toplandığını anlatan Prof. Dr. Durmaz, şunları söyledi: “Son zamanlarda kan yağlarını düşürücü ilaçların kullanımı ile ilgili tartışmalar sürüyor. Bu durum kolesterol düşürücü ilaçları kullanan hastalarda kafa karışıklığına neden olmaktadır. Her alanda olduğu gibi sağlık konusunda da zaman zaman farklı görüşler ve yeni tedavi yöntemleri önerilmektedir. İlaç firmaları ve tıbbi malzeme üreticileri daha fazla ürün pazarlama adına uygulama alanlarının genişletilmesine yönelik çalışmalar yaptığı da bir gerçektir. Ancak Hipokrat yemini etmiş onurlu hekimler bilimsel temele dayanmayan hiçbir tedavi yöntemini hastalarına uygulayamazlar.
Kalp Damar hastalığına sebep olan risk faktörlerinin başında; Hipertansiyon (tansiyon yüksekliği), Hiperlipidemi (kan yağları yüksekliği), sigara kullanımı ve diyabet (şeker hastalığı) 4 majör risk faktörünü oluşturur. Bu majör risk faktörleri dışında sedanter yaşam, obezite, ailesel yatkınlık, kolesterolden zengin gıda ile beslenme önemsenmesi gereken diğer önemli risk faktörleridir. Görüldüğü gibi kan yağları yüksekliği önemli bir risk faktörü olup mutlaka tedavi edilmesi gerekmektedir.”

------------

 

Doktorlar İspanya da

Yazının Devamını Oku

Yaz aylarında zatürreye dikkat

1 Temmuz 2018
ZATÜRRE özellikle çocuklarda ve 65 yaş üstünde tehlikeli olabilen bir hastalık. Yaşlılar ve çocukların yanı sıra böbrek, şeker, kalp veya akciğer hastalığı gibi kronik bir hastalığa sahip olanlarda sigara kullananlarda, bağışıklık sistemini baskılayan bir hastalık varlığında daha sık görülür. Tedavi yöntemlerindeki gelişmeler ve aşılar sayesinde daha kolay tedavi edilse de zatürre hala önemli bir sorun. Dünyada her yıl 4.5 milyon insanın hayatını kaybetmesine sebep olan zatürre, ölüm nedenleri arasında altıncı sırada yer alıyor.


Hastalıkla ilgili önemli bilgiler aktaran Özel Park Tıp Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Aslı Toros, zatürre tedavisini ve zatürreden korunmanın yollarını anlattı.

AKCİĞERİN İLTİHAPLANMASI
“Zatürre (tıp diliyle pnömoni), akciğer dokusunun iltihaplanmasıdır. Bakteriler başta olmak üzere çeşitli mikroorganizmalara bağlı olarak meydana gelir. Hastalık çoğunlukla hastanın kendi ağız boğaz veya sindirim kanalında bulunan mikropların akciğere ulaşmasıyla oluyor. Normal durumlarda hastalığa neden olmayan bu mikroplar vücut savunması zayıf düşmüş kişilerde zatürre oluşturur. Dolayısı ile zatürrenin ortaya çıkmasında bulaşmadan çok kişinin vücut direncini kıran risk faktörleri rol oynar. Zatürreye zemin hazırlayan grip ve benzeri viral solunum yolu enfeksiyonları ise çok bulaşıcıdır. Öksürükle hapşırıkla yayılabildiği gibi, enfekte kişinin ağız ve burun sekresyonlarının bulaştığı, bardak, mendil, kapı kolu gibi eşyalar aracılığı ile de diğer kişilere geçebilirler.

KLİMA KULLANIMI ETKİLİYOR
Zatürre daha çok kış hastalığı olarak bilinmesine karşın, günümüzde yaygın klima kullanımı ile beraber yaz aylarında da görülme sıklığı giderek artmıştır. Yazın karşılaştığımız zatürre vakalarında her zaman görülen zatürre etkenlerinin yanısıra ‘legionella’ bakterilerinin neden olduğu tipi de (insanların su ile ve klimalar ile temaslarının daha fazla olduğu bu dönemde) yine sıkça görülebilmektedir. Halk arasında yaz zatürresi olarak da bilinen lejyoner hastalığı ilk olarak 1976 da Philadelphia’da bir otelde Amerikan ordusunun emekli askerlerinin yaptıkları bir toplantıda ortaya çıkmış ve bunun havalandırma sisteminden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

ÖLÜM İHTİMALİ YÜKSEK

Yazının Devamını Oku

Artık obeziteyi şişmanlatmayalım

24 Haziran 2018
OBEZİTE ardı ardına açıklanan rakamlara bakılırsa Türkiye’de ciddi bir tehlike olmayı sürdürüyor.


 Yurttaş olarak üzerine çok şey söylenebilir. Ancak biz uzmanına danıştık. Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuğçe Tunçtürk Öncan ile konuştuk. “2018 yılında teknolojinin çığır açtığı, sağlıkla ilgili olanakların artığı, her türlü ihtiyacın karşılanmasına yönelik türlü kolaylıkların sağlandığı ve en önemlisi bilinç ve eğitim düzeyinin, farkındalıkların çoğaldığı bir nesilde obezite ve metabolik sendromun katlanarak artması gerçekten çok ilginç” diyen Öncan, bir beslenme uzmanı olarak bu kötüye gidişatın bir türlü durdurulamamasını çok üzücü buluyor.

RAKAMLARLA ACI GERÇEKLER
Toplum sağlığını yakından ilgilendiren ve nesilden nesile aktarılan bu sorun hakkında sadece uzmanların değil tüm toplumun duyarlılık sahibi olması gerektiğini ve çözüm için sorumluluk almasının şart olduğunu vurgulayan Öncan, “Ne yazık ki elimizdeki veriler bunun tam tersini söylüyor. 2000 yılında obezite 300 milyon, fazla kilolu 1,1 milyar iken, 2008 yılında obezite 400 milyon, fazla kilolu 1,4 milyara ulaşıyor. 2015 yılı rakamlarına göre obez sayısı 700 milyonu bulurken 2,3 milyar bireyi kapsayan fazla kilolular acı gerçekleri ortaya seriyor” bilgisini verdi.

KREŞ ÇAĞINDA BAŞLAMALI

Yazının Devamını Oku

Dünyaya bir başkasının gözüyle bakmak

17 Haziran 2018
KORNEA NAKLİ

DOĞUŞTAN göremeyenleri, neleri görmediğini bile bilmeyenleri düşü­nürken, aklıma sonradan görme bozukluğu olanlar geldi. Onların neler göremediklerini bildiklerini ve buna nasıl yandıklarını anımsadım. Özellikle göz nakli ile dünyaya yeniden gelmiş gibi ola­bilecekler aklıma gelince boğazımda bir şeyler düğümlendi. Bu hastala­rın bir kısmının ameliyatla tedavi olmalarına en büyük engel, ölen kişinin yakınlarının göz bağışında bulunmamaları. Oysa yakınının ölümüne rağmen bir kişiye ışığı bağışlayabilmek en büyük mutluluk ve yüceliktir. Bugün ülkemizde binlerce insan ışığı görmek için umutsuzca beklemekte ve bu ameliyatı yapabilecek yüzlerce hekim ellerinde gerekli son sistem teknolojiyle (alet edevat­la) umutla beklemektedir.
Karşıyaka Göz Hastanesinden kornea uzmanı Prof. Dr. Esin Başer ve Doç. Dr. Göktuğ Seymenoğlu, bağışlanan korneayı umutla bekleyen bir hastaya taktılar. Prof. Başer şu paylaşımlarda bulundu:

EN SIK VE BAŞARILI
“Kornea nakli günümüzde tüm dünyada en sık uygulanan ve en başarılı nakildir. Bunun nedeni korneanın damarsız bir doku olması, diğer organ ve doku nakillerine göre ret riskinin daha düşük olmasıdır. Kornea dokusu çeşitli nedenlerle vefat etmiş, ancak gözü sağlıklı olan kişilerden alınır. Nakil yapılacak kişiye vericiden herhangi bir hastalık geçmemesi için vericinin kanında bulaşıcı hastalıklar (hepatit, HIV gibi), olup olmadığı konusunda tarama yapılır. Kornea dokusu ülkemizde belirli merkezlerde kurulmuş olan Göz Bankaları’ndan temin edilir. Gelişen teknoloji sayesinde vefat eden kişiden sadece kornea dokusu alınmaktadır ve gözün tümünün alınması gerekmez; dolayısıyla cenazenin görünümünde değişikliğe yol açmaz. Alınan kornea dokusu özel saklama solüsyonları içine konulur ve Göz Bankası yetkililerince bazı muayenelere tabi tutulur. Bu muayeneler sonucunda nakle uygun bulunan kornea dokusu Ulusal Organ ve Doku Nakli Sisteminde kayıtlı olan en uygun hastaya nakledilmek üzere nakil merkezine ulaştırılır ve doku genellikle bir hafta içinde alıcıya nakledilir.

DEĞİŞİKLİĞE YOL AÇMAZ
Kornea nakli ameliyatı tercihen genel anestezi altında yapılır. Ameliyatta alıcı kişinin hastalıklı kornea kısmı (genellikle merkezdeki 7-8 mm’lik kısmı) özel yöntemlerle kesilerek çıkarılır ve vericiden alınmış olan saydam ve sağlıklı kornea dokusu değiştirilir. Bu ameliyatta vericinin dokusu ameliyat mikroskobu altında alıcının gözüne çok ince dikişlerle dikilir. Kullanılan dikişler dışarıdan çıplak gözle görülemezler ve ameliyat sonrasında kişinin göz nakli olduğu dışarıdan bakarak anlaşılamaz, göz renginde de değişikliğe yol açmaz. Ameliyat sonrasında hastanın düzenli olarak takip edilmesi ve en az 6 ay süreyle kortizonlu göz damlaları gibi bazı göz damlalarını düzenli olarak kullanması gerekmektedir. Kornea nakli ameliyatı ve ameliyat sonrası takipleri kornea hastalıkları konusunda eğitimi ve deneyimi olan hekimlerce ve uygun merkezlerde yapılabilmektedir.”

Yazının Devamını Oku